Bölüm 77: Seçeneklere Karar Vermek!

avatar
1570 0

Mavi Elma - Bölüm 77: Seçeneklere Karar Vermek!


Şemsettin’in dudakları aç gözlülükle açıldı. Duyduğu hazine kelimesi ile neredeyse kendinden geçecekti. Kısaca zihninde bir plan yapan Şemsettin, hala daha Adem’i aramaya çalışan ekip üyelerinden bir kısmını hemen geri çağırdı. Bu kişilerin içerisinde hiç sevmese de Nazım da vardı.

 

Nazım, aslında Şemsettin’i öldürmek istiyordu, Şemsettin dr bunu çok iyi biliyordu. Ancak şuan kendisini öldürürse kesinlikle eve geri döndüğünde büyük bir yaygara ortaya çıkacaktı. Bundan ötürü de ancak eve döndüğünde istediği cezayı almasını sağlayabilirdi.

 

“Nerede bu hazine, hemen bize göster!”

 

“Bulunduğunuz bölgeden kuzeye doğru yürüyün, büyük bir kayanın yanından sola doğru dönün ve ilerlemeye devam edin. Yeterince ilerlediğinizde taşlardan yapılmış bir heykel göreceksiniz, bu mağara onun hemen arkasında kalıyor. İyice bakarsanız kesinlikle görürsünüz.”

 

Şemsettin bu yol tarifini duyduğu gibi hemen hareket etmeyi düşündü, etrafındaki insanlara baktı ve “Bu gün hem Adem Çulsuz’u öldüreceğiz hem de zengin olacağız! Benimle misiniz?”

 

“EVET!”

 

Hep bir ağızdan gelen bu sözlerden sonra Şemsettin rahatladı ve minik ekip hızla bahsedilen yere doğru yola çıktı.

 

 

Bu sırada Adem’de meditasyondan yeni çıkmıştı, Şemsettin’in ses iletim kristalinden gelen sesleri duyduğunda neredeyse gözleri ağzına değecekti. “On milyon ruh taşı! Bunların hepsi benim olmalı, başkasının değil sadece benim!”

 

“Sonsuzluğun Işığı kitabının muazzam iştahından ötürü ruh taşları çok önemli! Belki de bu kadar parayı yediğinde kitap doyar ha?!”

 

Hemen gözleri ile Şemsettin’i takip eden Adem, Şemsettin’in buradan ayrılmaya hazırlandığını ve hazırlığın ardından da hızla ayrıldığını fark etmişti. Adem Şemsettin’in grubunun ayrıldığını gördüğü gibi hemen kafasında elindeki seçeneklerini tarttı. “Küçük bir grup olarak gidiyorlar. Onları takip eder ve öldürebildiğim kadarını öldürüm. Şuan ki mevcut gücüm ile neredeyse Qi Yoğunlaşmasının yedinci düzeyindeki insanlara kafa tutabiliyorum. İt dalaşı olmadığı sürece Ruh gücümün de yeteceğinden eminim.”

 

“Ya da beklemeyi seçer ve geri döndüklerinde kafalarına vurup hazineyi elde ederim.”

 

Adem bu iki seçenek üzerinde düşünmeye başladı. Her ne kadar iki seçeneği olsa da, Adem’in heyecan peşinde koşan küçük bir çocuk olduğunu unutmamak gerekli ki, bundan ötürü de ne düşünürse düşünsün ilk seçeneği aklından çıkaramadı.

 

“Çaresiz Yoldaş Ağacı, beni kovuğundq sakladığın ve beni kendine muhabbet ortağı yaptığın için teşekkür ederim. Sen olmasaydın kesinlikle hem ölmüş olurdum hem de bu hazineleri asla bulamazdım! Sana sözüm olsun ki, eğer gerçekten de İki Dilli Suyla sayesinde tekrar karşılaşırsak sana hikayemin geri kalanını anlatacağım. Bu benim yani Adem Çulsuz’un sözüdür, asla bozulmayacak ve ben yaşadığım sürece devam edecektir!”

 

Çaresiz Yoldaş Ağacı, bu sözler ile birlikte hoşnut bir homurtu ortaya koydu. Bunun hemen sonrasında da kovuğunun önünde tekrardan beyaz bir ışık huzmesi oluştu. Adem artık, rahatlıkla, buradan çıkabilir ve Çaresiz Yoldaş Ağacını tekrardan yalnız bırakabilirdi.

 

“Nedense içimde tekrar görüşeceğimize gibi bir fikir doğuyor… Eğer gerçekten de kitaplarda söylendiği gibi içinde sakladığın çaresiz insan sayısı arttıkça eylemlerin, bilincin, artıyorsa; ileride seni yürürken ve konuşurken görmek isterim! Sıkı çalış, bende sıkı çalışacağım ve eğer buluşursak hikayenin geri kalanını sana anlatacağım!”

 

“Horororu!”

 

Adem bu homurtu dalgasını duyduğunda sadece gülümsedi, ardından da uçan kılıcını çıkardığı gibi hemen uçmaya başladı. Yürürse bir problemle karşılaşabileceğini düşünüyordu.

 

“Uçan kılıçla uçması çok güzel, ayrıca yerden yüksekte hareket ettiğin ve dümdüz gidebildiğin için de uzun mesafeleri kısa sürede alabiliyorsun. Ancak tek bir sıkıntısı var, kılıcın hızı doğrudan kılıcı kullanan kişinin Ruhsal Gücüne bağlı, bundan ötürü de uçmak benim kendi hızımdan daha yavaş kalıyor…”

 

Uçan kılıcıyla, Şemsettin’lerin hemen arkasından hareket eden Adem, gruba yetiştiğini farkettiğinde sırıtmaya başladı. Gerçekten de ekip mağarayı tarif eden kişinin söylediği kayanın önünde duruyordu. Sanki bir tartışmanın içindeymiş gibi görünüyordular.

 

Adem tartışmanın konusunun ne olduğunu umursamadı ve uçan kılıcından aşağıya indiği gibi kendisini sakladı. Saklanan Adem tartışmanın bitmesini beklemeye başladı. Bir tütsünün yanma süresi boyunca tartışan grup kararlarını tatlıya bağlamış olacaklar ki, sola doğru dönmüş ve ilerleyişlerine devam etmişlerdi.

 

Adem, sola dönen grubu takip etmedi. Ona göre asıl mesele buraya gelmekti ve bundan sonrası kolaydı. Sola doğru dönecek ve hemen sonrasında heykeli bulacaktı. Mağarada hemen heykelin arkasındaydı.

 

Bu muazzam bitkilerin olduğu alan her ne kadar çok doğal dursada yinede bir mağaraydı. Bu durumda elbet bir sonu olacağını belli ediyordu. Adem kısacık bir süre düşündükten sonra bu hazinelerin nerede olduğunu çoktan tahmin etmişti.

 

“Bir mağaranın içerisinde, başka bir mağara var. Hazineler de orada olmalı, bu durum çok normal…”

 

Adem bu tarz düşüncelerin hemen sonrasında, yavaş adımlarla harekete geçti. Uçan kılıcını çıkarmadı çünkü ruh gücünü mümkün olan en yüksek düzeyde tutmak istiyordu. “Bu grup ruhsal gücümle kullandığım uçan kılıcın ruhani dalgalarını bile hissetmedi. Bundan ötürü burunlarının dibinde yürüsem bile, bu aç gözlülükle beni fark edemezler…”

 

Adem’in tespiti çok doğruydu, para onların gözünü kör etmeye yetmişti. Kim tek bir seferde 10.000.000 ruh taşıyla karşılaşırdı ki? Bu şüphesiz, İbrik Şehri gibi küçük bir şehirde, sadece şehir efendisinin görebileceği bir manzaraydı.

 

Adem her ne kadar yavaş yürüse de heykeli bulması sadece yarım saat sürmüştü. Heykel ile karşı karşıya kalan Adem’in gözleri adeta büyülenmişti, heykel beyaz bir taştan yapılmıştı ve ışıldıyordu. Belki de heykel bir güneşti ve tüm mağarayı aydınlatıyordu. Adem’in hisleri bu heykelin yüceliğinden ötürü neredeyse tavan yapmıştı.

 

Heykel, son derece güzel, orta yaşlı bir kadının suratına sahipti, göğüsleri son derece ince bir kumaşla kaplanmış gibi görünüyordu. İnsanların bu fikre ulaşmasını sağlayansa ince kumaşın altından görülen minik tomurcuklardı. Heykelin suratında şefkatli bir gülümseme mevcuttu, ancak aynı zamanda son derece ölümcül bir hava yayıyordu. Heykelin alt kısmında, insanı şaşırtan bir şekilde, bacaklar yoktu aksine belden aşağısı tamamen köklerden oluşuyordu. Köklerin dördü normalden daha kalındı ve heykelin ayakta durmasını sağlıyordu.

 

Heykelin gözlerine uzun süre bakan Adem, bir anlığına o göz bebeklerinden birisinin kendisine doğru baktığını hissetti, ancak bu onu korkuttuğundan bakışlarını kaçırdı. Yeniden heykele baktığında heykel hala daha eskisi gibi ölü bir ihtişamla bakıyordu.

 

Adem daha fazla heykele bakmadı ve kendisini heykelin arkasına doğru yönlendirdi. Beş kişilik bir grup görüş menziline girdi, onların hazineleri aç gözlülükle çantalarına yüklediklerini gören Adem yüreği delinmiş gibi hissetti.

 

Ruh taşlarının çantalar arasında kaybolması neredeyse Adem’i delirtiyordu. “Tüm o ruh taşları… hepsi benim olmalı tek bir tanesini bile almalarına izin veremem!”

 

Bu gördüklerinden sonra Adem'in zihninde tek bir düşünce belirdi. Oda “Savaş!” dı. Tüm kaynakları ele geçirmek için savaşmalı ve hepsini elinde tutmalıydı.

 

Kurt gözleri ölümcül bir soğukluk yayıyordu. Bu andan sonra hızla çantasını tokatlayan Adem, ikiz baltalarını eline aldı. Ardından bir tane de uçan kılıç çıkartan Adem, uçan kılıcıyla konuştu.

 

“Uç ve gebert onları, git!”

 

Uçan kılıç bu sözlerden sonra bir akla sahipmişçesine hızla ileri fırladı. Fırladığı gibi aç gözlülüğünden etrafına dikkat etmeyi kesen birisinin kafasının arkasından girdi ve ön kısmından çıktı.

 

“Neler oluyor lan!”

 

Bir anda kafası delinen adama bakan Şemsettin’in gözleri, adamın arkasında bulunan kişiyi gördüğü anda genişledi!

 

“Sen! Bir kez daha karşımda görünmeye ve ailemden birini daha öldürmeye cürret ettin! Hazine toplamayı bırakın ve öldürün şu piçi!”

 

Şemsettin’in seslenmesiyle kendilerine gelen ekip hemen silahlarını kuşandı ve hızla saldırıya hazırlandı. Nazım’ın elinde bir ok ve arkasında bir sadak belirmişti.

 

Ekip içerisindeki en güçsüz üye olan Alev bile silahını çıkardı. Akrabalarına güveniyordu ancak ne olur ne olmaz diye yanında bir hançer de taşıyordu.

 

“Şemsettin bu gün Tengri benim şahidim olsun ki seni öldüreceğim. Bana yaşattığın sıkıntıların karşılığı olarak sadece seni değil , ailendeki herkesi teker teker bu hayattan sileceğim!”

 

Adem bu lafları söylerken Nazım’ın attığı ok kafasının yanında geçip gitmişti. “Heh önce saldırılarımı atlat da sonra sözlerine devam edersin.”

 

Adem bu alaycı konuşmayla birlikte suratının kızardığını hissetti. Hemen sonrasında kurt gözleri hızla oku atan Nazım’a doğru döndü.

 

Adem’in bedenini bir anda yemyeşil ateşler sarmıştı. Ateş dalgaları bedeninin içinden fışkırıyordu. Gözlerindeki kararlılıkla bir anda ileri atıldı.

 

SWOOOSHH!

 

Adem sadece tek bir nefeste on beş metrelik mesafeyi geçmişti, üstelik Adem hareket ederken onu sadece Nazım ve Şemsettin görebilmişti. Ancak görebilmek ile tepki verebilmek arasında yedi kat gök ile yedi kat yeryüzü arasında olan gibi derin bir fark vardı.

 

Adem bir anda Nazım’ın önünde belirdiğinde baltası hızla Nazım’a doğru savrulmuştu. Adem bu sırada konuşmaya başladı. “Önce sen benim hareketime karşılık ver de, sonrasında övünmeye devam edersin.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44306 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr