Bölüm 12: İç Kuşağa Giriş

avatar
2507 0

Mavi Elma - Bölüm 12: İç Kuşağa Giriş


Yanan Cennet Okulu içerisinde birçok farklı grup olduğu gibi, birden fazla kanunda vardı. Bunların bir kısmı yazılıyken; bir diğer kısmı maalesef sadece sözlü kurallardı.

Yazılı kurallar içerisinde olmasa da, insanlar en azından bir iç kuşak öğrencisinin dışarıdaki ailesine saldırılmayacağını çok iyi bilirdi, bunun sebebi ise okul tarafından ayıplanması ve eğer saldıran yakalanırsa ağır bir şekilde cezalandırılacağı gerçeğiydi.
Yazılı kurallar arasında da belirgin bir yasa bulunurdu, suçluyla ticaret! Bu yasanın en önemli faktörü mağdurun, istemiş olduğu şeyler ile suçlunun kabul etme sınırıydı. Eğer ikisi ortak paydada buluşurlarsa ticaret gerçekleştirmiş olurlar ve suçlu, suçundan sıyrılmış olurdu. Aksi olduğu takdirde ise… Üç nesil idamına kadar gitmekteydi…

Şuan içinde bulunmuş oldukları durum da tam olarak buydu, Adem’in tek kaşı çoktan kalkmıştı ve nasıl bir anlaşma yapabileceğini kafasında tartmaktaydı. “Küçük bir asker oldukları için maaşları kesinlikle yüksek değildir, eskiden duyduğuma göre maaşları en fazla aylık 35 gümüşmüş. Para talep edersem ikisinin toplam parası 70 gümüş olacak. Birisinden on gümüş istersem eğer?”

“Aylık olarak alacağım paranın beş fazlasını tek seferde kazanabilirim. Bu da görevlere gitmeden önce hazırlanmama olanak sağlar.”
En sonunda kafasını havaya doğru kaldıran Adem, doğrudan Kıdemli Ouz’a doğru bakmayı sürdürdü. “Kıdemli Ouz, onlar ile anlaşmak isterim. Bu asker abiler bir hata işlediler ancak iç kuşak onlar sayesinde güvenle korunuyor. Onları cezalandırırsak nasıl olurda güvenliğimden endişe etmeden rahatça yaşayabilirim ki?”

Kıdemli Ouz sadece kafasını salladı, bir askerlere bir de Adem’e doğru baktı. “Pekâlâ, o zaman anlaşma yapabilmek için isteklerini söyle bana.”
Adem hemen askerlerin üzerini kontrol etti, kafasında hesaplamış olduğu para miktarını askerlerin kabul etmeyeceğini biliyordu. Bundan ötürü de paranın yanında alması gereken bir eşya istiyordu.

“Ben sizden toplamda on gümüş istiyorum ve…”

Bir anda Adem’in gözlerine bir nesne takıldı. Bu nesne Hüsamettin adlı askerin, hemen arkasında yer alıyordu. Sadece ucunu görmesine karşın Adem bunun ne olduğunu anlamıştı. Bu tek elle tutulabilen bir savaş baltasıydı!

Bu tek elle tutulan savaş baltasının en önemli özelliği, üst kısmında yer alan minik çaplı bir mızraktı. Bu sayede yakın dövüşe girdiğinizde ya da menzilli bir dövüşte rakibinizin baltanızdan kaçma gibi bir imkânı kalmıyordu. Atıcılık yeteneği bir bebeğin düzeyinde olan birisi bile, bu baltaları kolaylıkla kullanabiliyordu.

Baltayı fark ettiği anda gözleri parlayan Adem, “Tüm bu zaman boyunca sadece balta kullandım, silahımın bir balta olması benim için çok daha iyi!” diye düşündü.

“Şuradaki, Hüsamettin adlı asker abinin arkasında bulunan baltayı da anlaşma koşuluna koyarsak anlaşabileceğimizi düşünüyorum. Bu konuda bir sıkıntı var mı acaba abilerim?”

Sinsi suratlı asker ve adı Hüsamettin olan askerin suratları bir anda değişti, bu küçük çocuğun şimdiden bu kadar zeki olmasını beklemiyorlardı. Üstelik yapmış olduğu oyunculuk yeteneği o kadar iyiydi ki, sinsi suratlı adam bile bir an için ona vurduğunu düşünmüş ve zevk almıştı.

Başlangıçta ikili itiraz edecek gibi olmuşlar ancak hemen karşılarında bulunan Kıdemli Ouz’un keskin bakışları ile birlikte, put gibi durmuşlardı. Bu üstün güç karşısında nasıl itiraz edebilirlerdi ki?

“Elbette bu bizim için mümkün!”

“Ha-ha genç efendiyi tanımamak bizim hatamız, bundan ötürü bunu bir özür olarak düşünün!”

İkisinin de yüzünde bir gülümseme vardı ve ellerinden çıkarmış oldukları 5’er gümüşü Adem’e doğru uzatmışlardı. Hemen ardından Hüsamettin de arkasında bulunan savaş baltasını çıkarmış ve Adem’e doğru uzatmıştı.

“Dikkat edin lütfen ağırdır.”

Adem’in eline düşen savaş baltasının sert sapı hızlıca Adem tarafından kavranmıştı. Bir anda muazzam bir ağırlığın bedenine nüfus ettiğini fark etmişti Adem.

“Önümdeki adamın dediği kadar var! Bunun ne kadar ağır olduğunu kim bilebilir ki! Şuan bile bu silahı sallamak benim için bir ölüm olacak, bunu birde ilk kez dantiantımı oluşturduğumda kaldırdığımı düşünüyorum da… Sanırım tek bir savuruşu bırakın kaldırma bile kaldıramazdım.”

Adem, elindeki baltaya zorlansa da baktı, baltanın iki keskin kenarı vardı. Bunların ikisi de 15 santim uzunluğunda bir bıçağa sahipti. Hemen üstünde bulunan minik bir çıkıntısı da yetişkin bir erkeğin parmak uzunluğu kadardı. (Yaklaşık olarak 7-8 santim) Tutma sapının genel uzunluğu ise otuz santim kadardı. Ağır olmasının iki sebebi olduğunu düşündü Adem, birincisi kullanılan metaldi, ikincisi ise kullanılan ağacın kalitesiydi. Kaliteli bir ürün olduğu her halinden belli olan bu ürünün, en azından 50 gümüş olduğunu düşünüyordu Adem.

Silahın üstünde basit bir dalga motifi olduğunu fark etti Adem. Kafasında bir soru işareti oluştu ve sordu: “Merak ettiğim bir şey var, bu elimdeki baltanın üstünde bulunan dalga şeklindeki motif nedir?”

“Ah! O… O baltanın üstüne işlenen bir çeşit dua gibi bir şey, baltanın paslanmasını önlüyor. Ayrıca kanın baltadan daha kolay çıkmasını sağlıyor, satın alırken efsunlatmıştım da.”

Adamın suratında mahcup bir ifade görülüyordu, silahın son derece pahalı olduğu belliydi ve şimdi ona elveda demesinin nasıl da koyduğunu gözler önüne seriyordu. Adem bu surat ifadesine baksa da bir şey demedi, onun gözünde şuan bu mallar ona aitti ve yaptıklarının cezasını her insanın kendisi çekmeliydi.

“Peki teşekkürler!”

Adem’in bu basit teşekkürü ile birlikte askerlerin suratı daha da bozuldu. Kendilerine küfür maiyetinde teşekkür eden birisine karşı nasıl olurda memnun olabilirlerdi ki?

“Bu çocuk… Kesinlikle ölmeli!”

Hüsamettin’in zihninde bu sözler belirsede, Hüsamettin sadece dişlerini sıkabilirdi. İkiliden diğeri ise nasıl öldürebileceğini düşünüyordu, iç kuşağı koruyorlardı ancak bu iç kuşağa girebildikleri anlamına gelmiyordu ki!

“Pekâlâ, iki taraf da anlaştığına göre yolu açın!”

Kıdemli Ouz’un söylemiş olduğu sözler ile birlikte, ikili hemen yollarını açtı. Adem, elindeki silahı torbasını köşelerinden keserek sıkıca örttü ve bunun silahı daha az belli edeceğini düşündü.

İkilinin girmiş olduğu mağara ile birlikte Kıdemli Ouz’un yürüyüşü yavaşladı, dudaklarından süzülen bir ıslık onun yerini almıştı. Adem bu sesleri duyduğunda son derece hoşnut hissetmişti.

“Gitmek kolay, ya sonrası?
Silebilir misin sende kalan? Dudaklarımın nemini!
Atamazsın biliyorum… Sende solan yüreğime,
Silebilir misin sende kalan dudaklarımın nemini,
Atamazsın biliyorum… Sende solan yüreğime…”

Bu sözlerin bir şarkı oluşturduğunu fark Adem bir an şaşırdı, ardından da kendisini şarkının devamına bıraktı. Çok değil sadece beş dakika sonunda mağaranın ucunda bir ışık görüldü ve Adem geldiklerini anladı.

Kıdemli Ouz’un şarkısı mağaradan çıktıkları anda bitti. Bir anda Adem, neden dış kuşakta ki öğrencilerin bu kadar iç kuşağa geçmek için istekli olduğunu anlamıştı.

“Burasının imkânları inanılmaz!”

Karşısında bulunan manzara harikaydı, sadece bir kısmını görmesine karşın eşsiz bir şelalenin su sesini, hemen yanında bulunan bir savaş arenasını, onunla birlikte devasa bir binayı fark etmişti. Bu binanın boyutu hazine binası kadar büyük olmasa da dış görünüşünün daha ihtişamlı olduğu kesindi!

Duvarların üstünde bulunan kaplamaların hepsi başkaydı ve özenle yapılmış, ustalık gerektiren figürlerdi. Adem her figürün, aşırı derecede canlıymış gibi göründüğünü fark etti.

“Bu bina malzeme deposu olarak da bilinir. Ödül binasına göre oldukça küçük bir kapsamı vardır, genelde buradaki eşyalar ya ölenlerden ya da hiç parası olmayanlar tarafından temin edilir. Bu binada puan kullanılabildiği gibi para da kullanılabilir.”

Kıdemli Ouz, doğrudan binayı geçti ve onu karşılayan bir başka kıdemlinin yanına doğru ilerledi. “Kıdemli Bahçe! Seni uzun zamandır göremiyorum!”

“Ah Kıdemli Ouz, demek sizdiniz… Uzun zamandır buraya uğramıyorsunuz ondan ötürü görmemeniz normal. Ne zaman sizi sorsam hep görevlerdesiniz.”

Kıdemli Bahçe’nin gözleri doğrudan Adem’e doğru kaymıştı, “Bu iç kuşağa sokmak istediğin çocuk mu? İki hafta önce sokacağını söylemiştin neden şimdi geldi bu çocuk?”

Kıdemli Ouz’un dudakları kısacık bir an düzleşti, ardından da hafif bir gülümseme yerini aldı. “Bu çocukla ufacık bir işim vardı, bana yardımcı oldu. Onu ancak şimdi getirebildim, bundan sonra sizin kontrolünde olacak.”

“Ah demek öyle…” Kıdemli Bahçe kafasını sallamakla yetindi, bir çocuğun kıdemlilere yardımcı olması son derece nadirdi. Bunun altında başka bir şeyin olduğunu çok iyi biliyordu, ancak daha fazlasını sormak istemedi. Bunun ilişkilerine sadece zarar vereceğini biliyordu.

Adem, Kıdemli Bahçe’ye doğru baktı. İnce bir kadın olduğunu fark etmişti Kıdemli Bahçe’nin, dudakları bir miktar kalındı ve üstünde hafif morumsu bir boya vardı, gözleri iriydi ancak korkutucu değildi. İki yana ayrılmış ve kulaklarının arkasına tutturulmuş saçları beline kadar inmekteydi. Saçlarının açık olması Adem’in aklına “Savaşırken rahatsız etmiyor mu?” sorusunu getirdi. Ancak bu soru geldiği gibi ortadan kaybolmuştu, bu onu ilgilendirmiyordu.

“Çocuk kafanda birçok sorunun olduğunu biliyorum. Endişe etmene gerek yok, istediğini sorabilirsin. İlk kez iç kuşağa gelen çocuklara yardımcı olmak bizim görevimizdir.”

Adem bu sözler üzerine kafasını salladı, önündeki kadına baktı ve hafif bir gülümseme koyuverdi. “Kıdemlim, öncelikle sormak istediğim şey şudur; Ben nerede kalacağım? Bunu söyleyebilir misiniz?”

“Haha! Bu soru illa ki sorulur değil mi? Pekâlâ senin için şurada bulunan dağda minik bir ölümsüz mağarası zaten ayrıldı. Ancak elbette ki yeni geldiğinden o kadar da iyi değil, burada her şey puanla ölçüldüğünden ileride puanlar ile mağaranı değiştirebilirsin.”

Adem bu sorunun cevabını aldıktan sonra göstermiş olduğu dağa baktı, son derece minik bir dağdı ve üstünde yirmiden fazla oyuğun bulunduğunu fark etti. Adem’in görmüş olduğu bu oyuklardan iki üç insan zaten çoktan çıkmıştı.

“Kıdemlim, peki bana söyler misiniz diğer iç kuşak öğrencileri nerede çalışıyorlar?”

“Eh, bunu bilmediğinden kimse seni suçlayamaz, öncelikle iç kuşakta dört grup bulunmakta bunlar; Yükselen Güneş Takımı, Esrarengiz Kış Takımı, Kayıtsızlar Takımı ve Zümrüdü Anka’nın Pençeleri Takımı.”

“Yükselen Güneş Takımının lideri Tayyip, uzak ülkelerden birisi olan Türkiye adlı ülkedeki kralın oğlu, son derece elit bir kesime sahip bir takım. Bu takım çok yakın zamanda kuruldu ve kurulduğunda güç dengesine üçüncü sıradan girdi. Genelde pek üye kabul etmezler.”

“Esrarengiz Kış Takımı, bunlar için aşırı korkusuz diyebiliriz. Bildiğin gibi okulumuz ateş temelli tekniklere izin vermektedir, ancak bu grup sadece buz temelleri üstünde çalışmaktadır. Defalarca kez uyarılmalarına rağmen ve cezalandırılmalarına rağmen asla vazgeçmeden buz teknikleri çalışmışlardır. Takım Lideri olan Cemre’nin annesi sayesinde gelen teknikler ile çalışmaya devam etmektedirler. Unutmadan söyleyeyim, bu grup sadece eşcinselleri ve kızları bünyesine kabul etmektedir. Çoktan güç dengesinde birinci seviyededirler.”

“Kayıtsızlar takımı için ise… Tam anlamıyla delileri toplayan bir takım demek daha iyi olur. Takımlarının lideri olan Beyrut’un liderliğinde olan bu takımın en iyi ateş temelli takım olduğunu söylemek doğrudur, ayrıca sayısız kez avlanma sırasında ölüm kalım savaşına giren bu takımın her savaşçısı aşırı derecede güçlüdür. Güç dengesinde ikinci sıradadırlar ancak bu onların güçsüz olduğunu göstermez…”

“Zümrüdü Anka’nın Pençesi takımına gelecek olursak…” Kıdemli Bahar’ın dudakları bir çizgi halini aldı, cümlesini nasıl toplaması gerektiğini bilemiyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr