Bölüm 4: Kalbin Ağırlığı

avatar
2880 0

Mavi Elma - Bölüm 4: Kalbin Ağırlığı


Bedenindeki ağırlıklardan ötürü tek adım atmaya cesaret edemeyen Adem, dudaklarını büzmek zorunda kaldı. Yaşlıların söylemiş olduğu sözler hala daha aklındaydı, “Bu ağırlıklar kalbin ağırlığı adı verilen neslelerdir. Kalbin ne kadar güçlüyse o kadar hafiflerdir. Ancak en ufak tereddüdünde ağırlaşır ve seni yıkmaya çalışırlar.”

Kalbinden geçenlere odaklanan bir ağırlıktı. Şuan için sadece bir tüy kadar hafifti ve bu durum onu çok mutlu ediyordu. “Ölümsüzlük yolunun bu kadar kolay olacağını kim tahmin edebilirdi ki!” diye düşündü Adem.

Edip’i gördükten sonra Adem’in kalbine göre ölümsüz olmak imkansız değildi. Edip’in sözleri onun kalbinde bir kıvılcım çakmış ve bu kıvılcım kalbinde büyük bir yangına neden olmuştu. Yanmayı asla kesmeyeceğini düşünen Adem, ölümsüzlüğü kafasına takmıştı.

Bir an sonunda karşısında daha önce yanında çalışmış olduğu Seyis Ekber ortaya çıkmıştı. Suratında son derece kibirli bir ifade vardı, dudaklarından çıkan o kibirli gülümseme ile birlikte bakışları da Adem’i yerin dibine sokmaya yetecekti.

Elbette ki bu durum, Adem’i rahatsız etmemişti. Kendisini bildiği bileli bu şekilde bir iğrenme belirtisi gösterildiğinden Adem için bu son derece normal bir surat ifadesiydi. Fakir doğmanın da bir nebze yararı oluyordu ancak Adem daha bu yararları daha keşfedememişti.

“Sen mi ölümsüz olacakmışsın peh! Sen daha ahırımdaki bokları bile temizleyemeyen bir çocuk! Kim kandırmış lan seni! Hahaha!”

Seyis Ekber’in ağzından çıkan kelimeler ile birlikte adem hayretler etti, hemen sonrasında ise bedeninde hafif bir yük hissetti, bu yük elbette ki kalbin ağırlığından geliyordu. Bir an yalpalasa da daha sonrasında hemen toparlanan Adem derin bir nefes aldı ve önünde bulunan Seyis Ekber’e doğru bakarak “Ölümsüz olamam belki de kabul ediyorum ancak çok uzun bir süre yaşamak istiyorum! Bir krallığın doğduğuna ve yine o krallığın batışına şahitlik etmek istiyorum. Nefes aldığım süre boyunca asla beni küçük görmesinler istiyorum. Yakınımdakilerin sırf benim güçsüzlüğümden ötürü kendi canlarını feda etmelerini istemiyorum!”

Bu sözlerden sonra ağırlıklar bir kez daha etkisini göstermiş ve bedeninin taşıma kapasitesini zorlamaya başlamıştı.

Bir anda ne olduğunu anlayan derin derin nefesler aldı, “Ölümsüz olacağım… Ölümsüz olacağım…” diye mırıldanmaya devam etti. Ağırlıkların bu kadar aktif olacağını aklının ucuna bile getirmemişti.

Her ne kadar ölümsüz olacağını kendisine söylese de Adem’in kalbinde ölümsüz olma arzusu kısacık sürede ortadan kaybolmuştu. Bu da ağırlıkların artmasının en temel sebebiydi, kalbinde geçen o minik kırıntılarında yok olmasıyla Adem yere düşecekti.

Seyis Ekber söylenen kelimelerden sonra dudakları kibirli bir ifadeyle kıvrılmış vaziyette ortadan kayboldu. Sanki almak istediği cevabı çoktan almış gibiydi, Seyis Ekber’in ortadan kayboluşunun üstünden fazla bir zaman geçmemişti ki, bir anda bir başka insan ortaya çıktı. Bu kişi Fırıncı Cevdet Abisinden başkası değildi. Dudaklarında bir gülümseme olmamış olsa da suratındaki iğrenme öylesine fazlaydı ki, Adem biraz daha yanında durmuş olsa doğrudan üstüne kusacağını düşünmüştü.

Fırıncı Cevdet’in bakışları o kadar zalimdi ki, bir kaplanın onun karşısında korkması bile son derece normal gözükürdü. Bakışlarının soğukluğu buzu bile tekrar dondurabilecek düzeydeydi. Rüzgarın üstünde kontrolü varmış da bunu gizliyormuşçasına derin bir nefes almıştı bu bakış, kaşları çatıktı ancak bu çatma normal değildi. İki ormanlık alanın çarpışmasın andırıyordu. Adem bundan ötürü çok korkmuştu bu bakıştan.

Fazla kalmadı Fırıncı Cevdet geldiği gibi ortadan kayboldu. Sanki ona bakması bile tahammül seviyesini sınırlarına getiriyordu. Nedense bu adamı dövme isteği de uyandırmıştı Adem’de en azında iki tane yumruk atması gerektiğini hissediyordu.

“Bu insanların bana tepeden bakmaması gerekli, ölümsüz olursam eğer asla bana tepeden bakamazlar!”

Ağırlıkların hafiflemesi de doğru yolda olduğunu gösterir gibiydi, Fırıncı Cevdet’in ortadan kaybolmasıyla birlikte onun yerine bir başkası ortaya çıkmıştı. Bu sefer çıkanlar ise iki kişiydi, ikisinin de suratında bir gülümseme vardı ancak bu gülümsemeler Adem’in tanımış olduğu gülümsemelere benzemiyordu. Gördüğü anda içinin yağlarının eridiğini hissetti Adem, nefes alış verişi bile hızlanmıştı. Özellikle kadının gülümsemesi onun ruhunun bile rahata ermesini sağlamıştı. En azından adem böyle hissediyordu, gözlerinde yaşlar istemsiz olarak ortaya çıkmıştı ve yanaklarından aşağıya doğru inmişti.

Kadın gülümsemesini asla indirmeden Adem’in yanaklarına doğru elini götürdü, dudakları yavaş yavaş oynamaya başladı. Adem söylenen her kelime ile birlikte göğsünün kabardığını hissediyordu. Dudakların oynaması bittiğinde ise daha içten bir gülümseme onu karşıladı. Kadın yerine döndüğünde erkek yavaşça ilerledi ve Adem’in önünde diz çöktü, dudaklarının sürekli oynaması ve Adem’in sözlerini duymasıyla birlikte şaşkınlığı bir miktar daha arttı. Daha sonrasında ise gülümsemesi daha da derin bir hale gelmişti.

Adamın ayağa kalkması daha uzun sürmüştü, uzun uzun Adem’e baktı önündeki erkek, uzun platin saçlarıyla mermer gibi beyaz bir cildi vardı adamın, dudakları son derece kırmızıydı ve bu kırmızılığı koyu kahve gözleri bir nebze de olsa dengeliyordu. Suratında oluşan gülümseme o kadar bencilce aynı zamanda şefkatliydi ki, Adem bunun üstüne ne yapacağını dahi bilememişti. En sonunda adamın eli, Adem'in kafasına gitti ve uzaklara baktı. Uzaklarda bir şeyler görmüş gibiydi. Hemen sonrasında yanındaki kadına döndü ve kafasını salladı. İkisi de bir anda ortadan kaybolmuştu.

Görüntüler ortadan kaybolduktan sonra Adem oldukça yalnız hissetti kendisini. Yanındaki adamın söylediği kelimeler aklında dolanıp durdu, “Dövüş atası olduğunda beni bul” diyordu kelimeler. Adem’in kafasında oluşan bir soru da buydu dövüş atası neydi ki?

Adem ne kadar kaldığını bilmiyordu ancak en sonunda yaşlıların bulunmuş olduğu meşaleler yandığında ve kendisini çağırdıklarında gitmesi gerektiğini anladı. Üstünde bulunan ağırlıklar geldiği gibi ortadan kaybolmuştu ve Adem’in rahatlamasını sağlamıştı.

“Sonda ortaya çıkan insanlar kimlerdi?”

“Nerede gördün onları!”

“Senin için neyi ifade ediyor onlar!”

Üç yaşlının da sorusu bambaşkaydı, Adem nasıl cevaplaması gerektiğini bilmiyordu. Dudaklarını bir kez yaladı ve ardından da konuşmaya başladı, cevabı son derece basitti: “Bilmiyorum.”

Bunu duyduğu anda yaşlılar ağızları köpürene kadar kızdılar, bu çocuğun bir şeyler sakladığına emindiler, ancak ne olduğunu bulamıyorlardı. En sonunda ortadaki yaşlı, derin bir nefes aldı ve verdi. “Kıdemli Ouz buraya gel!”

Söylediği sözlerin ardından anında kapılar açılmıştı, Kıdemli Ouz bir çırpıda içeriye girmiş ve doğrudan önlerinde eğilmişti, kafasını bir saniye bile kaldırmadan öylece beklemeye koyulmuştu.

Ortadaki yaşlı dudaklarını tekrar araladı “Bundan sonra bu çocuk senin himayen altında bir dış kuşak öğrencisi olacak. Onu nasıl kullanacağın tamamen sana kalmış ne yaparsan yap kabulümüzdür, şimdi ikinizde çıkın!”

“Emredersiniz yaşlı!”

Kıdemli Ouz bu sözleri söyledikten sonra Adem’i ensesinden yakaladığı gibi sürüklemeye başladı. Adem daha ne olduğunu anlamadan çoktan dışarıya çıkmışlardı, dudaklarında derin bir gülümseme ile Adem ne yapacağını bilemez bir şekilde mutluluk doluydu. 

“Beni takip et.”

Adem bir saniye boş boş baktıktan sonra hemen kafasını salladı “Emredersiniz Kıdemli Ouz!”

İkili yol boyunca yine bir şey konuşmamıştı, zaten konuşulacak bir şeyleri de yoktu. Kıdemli Ouz’un sinirleri tepesindeydi ve bundan ötürü de konuşmak istememişti.

İkilinin yolculuğu tüm dağı geçmeleri gerektiğinden son derece uzundu ve çoktan üç saat geride kalmıştı. Adem neredeyse biteceğini hissettiğinde çoktan altı saat geride kalmıştı ve Kıdemli Ouz en sonunda durmuş ve Adem’e dönmüştü.

“Buradan kıyafetini al ve daha sonrasında benim yanıma geri dön.” Diye seslendikten sonra tekrardan suskunluğuna geri dönmüştü.

Adem dediği gibi önlerinde bulunan binaya doğru yöneldi ve kapısını çaldıktan sonra içeriye girdi. İçeride onun yaşlarında iki tane çocuk ve bir tanede Kıdemli Ouz gibi giyinmiş olan birisi duruyordu.

Adem, Kıdemli Ouz gibi görüneninde son derece saygın birisi olduğunu düşündüğü için hemen kafasını eğdi. “Kıdemlime saygılarımı sunarım.”

Kıdemli çocuğa baktıktan sonra sadece kafasını salladı ve yanındaki çocukların giydiği kıyafete benzer bir kıyafet çıkardıktan sonra Adem’in kafasına doğru fırlattı. “Al ve hemen kaybol gözümün önünden. Bu günlerde kurtlanmış beden görmekten son derece rahatsızım zaten bir de sen çıkma başıma…”

Adem, önünde bulunan kıdemlinin neden bu kadar sinir olduğunu bilmiyordu ancak sebebini öğrenmeye de niyeti yoktu, doğrudan kafasını salladı ve bir kez daha selam verdikten sonra binadan dışarıya çıktı.

Adem Kıdemli Ouz’un yanında ilerlediğinde suskunları oynaması gerektiğine karar vermişti. Kıdemli Ouz’da bir şey demeden ilerlemeye devam etti, dağın bir diğer ucuna doğru yürüdüler, bu sırada Adem’in söz söyleme hakkı bile yoktu ve tekrardan bir altı saatlik yürüyüş onları beklemişti.

Altı saatin sonuna geldiklerinde Kıdemli Ouz bir başka binayı gösterdi ve “Bundan sonra yatacağın yer burası, her gün saat on da bu binanın içinde olman gerekli. Aksi takdirde senin sağ kalacağına garanti edilmez. Şimdi beni takip et!” dedi.

Binanın yan tarafına doğru ilerleyen ikili otuz dakikalık bir yürüyüşün ardından devasa bambu ağaçlarının olduğu bir ormana gelmişlerdi. Kıdemli Ouz ağaçları göstererek “Bundan sonra çalışacağın yer burası her gün bana en az üç bambu ağacı kesecek ve hemen ardından da doğrayacaksın. Doğradığın ağaçları ise şuraya dizeceksin.”

Bu sözler Adem’in kulağına girdiğinde sadece kafasını sallamıştı, ancak içinden bir nebze de olsa hayal kırıklığına uğramamış da değildi. Ölümsüz olmak istiyordu ancak şuan yaptığı şey eskiden yaptığı şeyin tıpa tıp aynısıydı. “Bunun bana ne yararı var emin değilim… “ diye düşündü Adem. Ancak sesini çıkarmadı ve sadece kafa sallamak ile yetindi.

“Güzel, bu gün ilk günün olduğu için dinlenebilirsin. Yarından itibaren tek görevin bu, eğer günlük kesmen ve doğraman gereken ağaç miktarını yapamazsan yemek verilmeyecek!”

Adem tekrardan sadece kafasını sallamıştı, ne yapabilirdi ki?

İş yerindeyken yazdım bunu ve açıkçası telefon üzerinden epik novele kopyalamak ve daha sonrasında da belirli yerleri düzenlemek olduça zordu. Bölüm ve seri gidişatı hakkında ne düşündüğünüzü son derece merak ediyorum. Bana bunu yorumlarda belirtme imkanınız varsa lütfen belirtmekten çekinmeyin. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr