Bölüm 192: Kayıp Vermillion Kuşu

avatar
8132 33

Martial World - Bölüm 192: Kayıp Vermillion Kuşu


 

Bölüm 192: Kayıp Vermillion Kuşu

 

 

...

 

...

 

...

 

"İster inan ister inanma. Seçim senin?" Lin Ming kötü bir ifade ile sırıttı. Göz bebekleri tekrardan siyah dönen girdaplara dönüştü, yavaşça etrafında döndü. Bunlar bir insanın gözlerine hiç benzemiyorlardı.

 

Bu derin gözleri görünce asker ruhunun derinliklerinden gelen bir titreme hissetti. Lin Ming ruhunun yok olacağını ve Samsara'nın reenkarnasyon döngüsüne giremeyeceğini söylemişti. Asker bunun yalan olmayacağından korkuyordu. Ölümden korkmuyordu. Bir insanın öldükten sonra reenkarne olacağına ve tekrardan 18 yıl sonra bir adam olacağına inanıyordu.

 

Ama ya sonsuza dek yok olur ve Samsara'ya giremezse? Korktuğu şey buydu.

 

Bu ölüm şekli tam bir yıkım olarak düşünülebilirdi. Bu şeytanlar arasında bile en yüksek ceza seviyesi olabilirdi.

 

Adam, Lin Ming'in yalan söylediğine inanıyordu ama biraz önceki ruh çıkarma işlemini hatırladı, sanki birisi ruhunu acı bir şekilde çekiyormuş gibiydi.

 

Samsara'nın içinde gördüğü sayısız anıyı düşündü. Eğer söylediği şey gerçekten doğruysa…

 

Üstelik, dövüş sanatlarını zaten kaybetmişti. Bir şey söylemeyip ölse bile bundan ne yararı olacaktı?

 

Bunu düşününce asker tereddüt etmeye başladı.

 

"Peki, ne dersin, düşündün mü?" Lin Ming gülerek sordu.

 

Asker derin bir nefes aldı, ağzının köşeleri seğirdi. Gözlerini kapadı ve söyledi. "Sor ne soracaksan. Cevaplayacağım."

 

"Mm. Çok güzel!"

 

……………….

 

Lin Ming hızlıca tüm sorularını sordu ve istediği cevapları da aldı. En iyisi de ebedi alevin gerçek bir Alev Özü olduğunu doğrulaması oldu.

 

Ebedi alevi kontrol eden Ateş Solucanı Şamanı, orta Houtian alemi yetişime sahipti.

 

Chi Guda'nın ise Karasu Bataklığına gitmesinin iki nedeni vardı. İlki, Karasu Bataklığının yanında bulunan Karabataklık Kabilesi'ni yok etmekti.

 

Karabataklık Kabilesi küçük bir kabileydi. Kabilelerinde sadece 20.000 kadar insan vardı. Ama on yıl önce Karabataklık Kabilesi, Derin Demir Cevheri damarını keşfetmişti. Bu nedenle hızla büyümeye devam ediyorlardı. Bu yıl onlara çok fazla yabancı kişi de katılmıştı ve nüfusları 40 veya 50 bin civarına kadar artmıştı.

 

Na Kabilesi yok edilmeden önce, Na Kabilesi ve Ateş Solucanı Kabilesi, birbirleriyle karşılıklı dengeyi koruyabilen iki denk kabileydi. Her iki kabile de diğerinin daha da güçlendiğini görmek istememişti. Bu yüzden Karabataklık Kabilesi varlığını sürdürebilmeyi başarabilmişti. Her yıl iki kabileye de kara çelik haracı sundukları sürece güvende olacaklardı.

 

Ancak bir yıl önce Na Kabilesi yok edilmiş ve bölgedeki denge tamamen yıkılmıştı. Yakınlardaki küçük kabilelerin bazıları Ateş Solucanı Kabilesi tarafından alınmıştı. İstedikleri zaman istedikleri her şeyi yapabilirlerdi.

 

Derin Demir Cevheri'ne sahip olan Karabataklık Kabilesi, çok leziz bir hedefti. Ateş Solucanı Kabilesi, Karabataklık Kabilesi'ni fethetmeyi ve onların insanlarını Derin Demir Cevheri'ni elde etmek için köle olarak kullanmayı planlıyordu. Cevher, gelecekte birçok silah yapıp Güney Vahşi Doğa'ya hükmedebilmeleri için Ateş Solucanı Kabilesi'ne gönderilecekti.

 

Chi Guda'nın Karasu Bataklığı'na gitmesinin ilk nedeni Lin Ming'i şaşırtmadı. Ancak ikincisi onu dehşet içinde bıraktı.

 

Karabataklık Kabilesi'nin yanı sıra, Chi Guda bir Vermillion Kuşu aramak için yola çıkmıştı.

 

Bir Vermillion Kuşu, sadece bir Aziz Canavarı veya Tanrı Canavarı'ndan aşağıda kalıyordu. Ayrıca Anka Kuşu ile çok yakın bir ilişkisi vardı.

 

Antik efsanelerde, Gerçek Ejderha, Gerçek Anka Kuşu ve Altın Kanatlı Roc gibi Tanrı Canavar masalları vardı.

 

Ancak bir Tanrı Canavar kıyaslanamayacak derecede nadir ve yüksek varlıklı bir şeydi. Gökyüzü Düşüşü Kıtası bir kenara, Tanrılar Alemi içerisinde bile nadirlerdi. Kudretli elder, Hiçlik Ezici Altın Kuş hareket tekniğini ilk oluşturduğunda, bir Gerçek Ejderha ve Altın Kanatlı Roc'un arasındaki savaşa muhteşem bir tesadüf ile denk gelmişti. Daha sonra, bazı kavrayışlar kazanmıştı ve 60 yılını bu gizli yöntemi incelemek ve çalışmak için meditasyona harcamıştı.

 

Bir Tanrı Canavar'ın sınırsız gücü, bir insan için hayal etmesi zor bir kavramdı, Tanrılar Alemi'nden olan kudretli elderler bile hayal edemeyebilirdi.

 

Ve Tanrı Canavarları'nın altında Aziz Canavarları vardı.

 

Örneğin, Sel Ejderhası, Vermillion Kuşu ve Ruh Kaplumbağası gibi canlılar Aziz Canavarlar idi.

 

Aziz Canavarlar, Tanrı Canavarlar'dan daha yaygındı. Yine de bu sadece Tanrılar Alemi içinde geçerliydi. Gökyüzü Düşüşü Kıtası içerisinde, bir Aziz Canavar son derece nadir bir varlıktı.

 

Lin Ming bu yüzden Chi Guda'nın Güney Vahşi Doğa içinde Vermillion Kuşu'nu aramaya çıkmasına bu kadar şaşırmıştı. Sonuçta, Güney Vahşi Doğa, Gökyüzü Düşüşü Kıtası içinde çok ama çok küçük bir yerdi.

 

Bir Vermillion Kuşu, hayal dahi edilemez bir varlıktı. Chi Guda, onu yakalamayı umacak kadar çılgın bir adam değildi. Sadece bazı izlerini aramak ve düşen alevlerini toplamak istiyordu. Efsanelere göre, Vermillion Kuşları, bir milenyum içerisinde wutong ağaçlarına konarlardı. Konduktan sonra, alevlerinin bir kısmını bırakırdı. Bu alevler, Vermillion Kuşu'nun ateşleriydi.

 

Chi Guda, bu Vermillion Kuşu'nun alevlerini toplamak ve ebedi alevde arıtmak istemişti.  Şansı yaver giderse, Vermillion Kuşu'nun bir tüyünü bile bulabilir ve bundan çok büyük yararlar elde edebilirdi.

 

Lin Ming'in kalbi bile, Sülüğen Kuşu'nu duyduktan sonra biraz titredi. Ancak bunu gerçekten istemiyordu. Onun asıl istediği ebedi alevdi, o gerçek bir Alev Özü idi. Vermillion Kuşu'nun alevleri, ne kadar şiddetli olursa olsun sadece bir alevdi.

 

Lin Ming çenesini ovuşturdu. "Neden Güney Vahşi Doğa'da bir Vermillion Kuşu olsun ki? Bir Aziz Canavar ortaya çıktığına göre bu cennetten gelen bir alamet olabilir mi?"

 

……………………….

 

Karasu Bataklığı binlerce mil uzuyordu. Bataklıkta ne kadar ilerlenirse, o kadar tehlikeli olurdu.

 

Bataklığın diğer tarafında ise kötü şöhretli Yıldırım Dağı vardı. Yıldırım Dağı'nın en yüksek zirvesi 100.000 feet kadar yükseklikteydi ve gökyüzünü deliyordu. Yıldırım Dağı'nın zirvesinin bulutlardan bile daha yüksekte olduğu söyleniyordu. Bu yüzden tüm yıl boyunca kar ve yağmur yağardı.

 

Beş gün sonra, Karasu Bataklığı'nın içerisindeki arama, tüm hızıyla başladı. Ateş Solucanı Kabilesi bu aramaya çok değer verdi ve çok ciddiye aldı. Ordu, aramaya katılması için 20.000 asker gönderirken, Ateş Solucanı Şamanı ise yardımcı olmak için birçok usta göndermişti. Bu insanların hepsi Nabız Yoğunlaştırma Aşaması ve bazıları da Chi Guda'yı aşan geç aşama Nabız Yoğunlaştırma Aşaması dövüş sanatçılarıydı.

 

Vermillion Kuşu aramaları on gün boyunca devam etti ama sonuç, herkesi suskun bıraktı. Ne tek bir tüy, ne de bir alev bulabilmişlerdi. Üstelik yüzlerce asker Karasu Bataklığı'na gömülmüştü.

 

Chi Guda'nın öfkesi arttı. Vermillion Kuşu'nu bulmayı bile umarken, küçük bir alev bile bulamamışlardı. Bu onu çok sinirli ve huzursuz etmişti. Kendisini önemli kılmak ve Şaman'ın dikkatini bir nebze de olsa çekmek istiyordu. Bunu yapsaydı, gelecekteki Ateş Solucanı Şefi olabilirdi. Ancak bu olasılık artık yoktu.

 

Chi Guda berbat bir ruh halindeydi. Üç gün sonra, öfkesini dindirmek için ordusunu Karabataklık Kabilesi'ne saldırmak için götürdü.

 

Karabataklık Kabilesi yaklaşık 40, 50 bin nüfusa sahipti ve kabile ordusu da 5000'den azdı. Üstelik, bunların çoğu sıradan ordu askerleriydi. Ateş Solucanı Kabilesi'nin 20.000'lik ordusuna karşı nasıl savunma yapacaklardı?

 

Bu savaşta hiçbir gerilim olmayacaktı. Karabataklık Kabilesi tamamen bozguna uğradı ve Ateş Solucanı Kabilesi'ne teslim olup köle oldu.

 

Ateş Solucanı Kabilesi elitleri, şefin konakladığı yere kadar girdi.

 

Chi Guda, bir Kızıl Kan Atı'na biniyordu ve elinde 10 feet uzunluğuna bir mızrak vardı. İlerledikçe, geçtiği her yerde kan akıyor ve kafalar uçuyordu. Chi Guda eğlenceli bir şekilde katliamını yaptı. Her şeyi ardında bırakan durdurulamaz bir güç gibiydi. Onun için insan öldürmenin çim biçmekten farkı yoktu.

 

Bang!

 

Bir patlama sesi yankılandı ve şefin konağının kapısı şiddetli şekilde açıldı. Chi Guda ve ilk kendisi girdi. Şefin konağı en güzel yere konumlanmıştı ve burada çok fazla güzellik de vardı. Bu bir kraliyet sarayı ile eşdeğerdi.

 

Ateş Solucanı askerlerinin en sevdiği etkinlik, şeflerin konaklarını yağmalamaktı. Sınırsız zevk şansı elde etmişler ve en vahşi arzularını yerine getirebilmişlerdi. Şefin konağındaki hanımlar ve cariyeler, bir zamanlar yüce güzelliklerdi ama şimdi hepsi aşağılayıcı şekilde istismar edilmiş ve küçük düşürülmüştü.

 

Ateş Solucanı Ordusu buraya geldiğinde, şefin konağı zaten harap olmuştu. Karabataklık Kabilesi'nin zaten yenileceğini bilenler vardı, bu yüzden kaçmışlardı.

 

Ancak hanımlar ve cariyelerin hiçbiri dövüş sanatları bilmiyordu, bu yüzden kaçma şansları da yoktu. Karabataklık Kabilesi'nden kaçsalar bile, bir vahşi canavarın midesine ineceklerdi. Bu nedenle şefin konağında kalmaktan başka şansları yoktu. Kabile savaşlarında, her zaman feda edilen kurbanlar olurdu. Bu sefer kimse onları hesaba bile katmamıştı.

 

Chi Guda alaycı şekilde güldü ve emrini yaydı. "Emrimi veriyorum. Herkesin yakalanmasını ve ana salona getirilmesini istiyorum! Tüm mallar ve eşyaları toplayın ve ana salona getirin! Sol General!"

 

"Buradayım efendim!" Bir adam dışarı çıktı.

 

"Sen 5000 kişilik elit birliği alacak ve Karabataklık Kabilesi'nin peşine düşeceksin. Kaçarken yakalananları erkeklerse canlı canlı gömün. Kadınlarsa onları orduya fahişe olarak getirin!"

 

"Baş üstüne!" Adam elini salladı ve hızlı bir şekilde kendi ordusunu şefin konağından çıkardı.

 

Kabile yok olduktan sonra, kaçanlar vardı. Yakalanırlarsa, onların sonu daha da sefil bir hale gelecekti. Erkekler diri diri gömülecek ve kadınlar fahişe olarak alındıktan sonra Ateş Solucanı Kabilesi askerleri tarafından işkence görecekti.

 

Bu nedenle birçok kişi kaçarken yakalanma riskini almaktansa köle olarak kalmayı tercih ederdi.

 

Ordu anında dışarı doğru yayıldı. Acımasız ve zalim Ateş Solucanı askerleri, şefin konağını yağmalayabileceklerini duydu ve gözleri kırmızıya döndü; kanı koklayan köpekbalıkları gibiydiler.

 

Çok geçmeden, erkeklerin çığlıkları ve kadınların ağlaması tüm binanın içinde yankılandı.

 

Chi Guda kıkırdadı; bu seslerden çok zevk alıyordu.

 

"Çabuk ol! Daha hızlı!”

 

"Hey, etrafta dolanmayı kes!"

 

…………………

 

Yarım saat sonra, Ateş Solucanı askerleri, her yerden aldıkları esirleri sürükledi ve ana salona getirdi. Adamların hepsi yaralıydı, hatta bazılarının yaraları ciddiydi. Kadınların giysilerinin çoğu darmadağın olmuştu ve yüzleri ile boyunlar siyah ve mavi çürükler ile doluydu.

 

Kadınlar veya erkekler hiç fark etmez, hepsinin yüzü artan umutsuzluğun parçaları içinde yüzüyor gibiydi.

 

Ateş Solucanı askerleri, altın, gümüş ve başka değerli eşyalarla dolu büyük kutuları taşıdı. Hepsini ana salonun açık alanına yığdılar. Hızlıca ortada küçük bir tepe oluşturmuşlardı.

 

Askerler tüm değerli eşyaları topluyorlardı, Ateş Solucanı ordusu paranın bir kısmını cebe indirmelerine izin verdi ve kadınlara dokunmalarını sağladı. Vahşi canavar doğalarını korumak için et ile beslenmeleri gerekiyordu.

 

"Büyük Patron'a rapor veriyorum. Kuyunun dibinde bir erkek ve kız bulduk. Bir hizmetçi, onların Karabataklık Kabile Şefi'nin çocukları olduğunu itiraf etti." Bir asker 16, 17 yaşlarında bir kız ve bir erkeği ortaya itti. Bu ikisi ucuz, kaba kıyafetler giymişti. Kirlendikleri sırada yüzleri tamamen kül ile kaplanmıştı, hizmetçiye benziyorlardı. Ancak bir kişi dikkatli şekilde baktığında, bu ikisinin ellerinin hiçbir nasır olmadan pürüzsüz ve narin olduğunu görebiliyordu. Bu kız ve oğlan kesinlikle daha önce hiçbir ağır işte çalışmamıştı.

 

“Güzel." Chi Guda'nın yüzü kötü bir gülümseme ile doldu. Bu ikizlerin yumuşak ve narin tenleri vardı. Erkek, evcil bir hayvan olarak kadın kabile şeflerine satılabilirdi. Kızı ise kendisi kullanabilirdi.

 

Chi Guda atından indi ve bu ikizlere doğru yürüdü. Kızın çenesine amaçsızca bir yumruk attı. O sırada Chi Guda soğuk şekilde sırıttı ve kızın kolunu yakaladı. Kızın kollarının içinde etkileyici bir şekilde gizlenmiş bir tatar yayı vardı. Sürgüsü, koyu mavi bir sıvıya batırılmıştı ve belli ki zehirliydi.

 

"Ölümüne susamışsın demek!"

 

Chi Guda biraz güç vererek avcunu tokatladı. Kemik çatlama sesi ile birlikte kız acılı bir şekilde ağladı. Kızın yüzünden soğuk terler dökülüyordu ve acıdan neredeyse bayılacaktı. Sağ bileği Chi Guda tarafından neredeyse tamamen  kırılmıştı.

 

O sırada Chi Guda'nın ifadesi değişti. Aniden hızlı bir şekilde geriye doğru sıçradı. Beyaz bir gölgenin şaşırtıcı bir açıdan gelmesi ve bileğini bıçaklamasıyla hafif bir kopma sesi çıkmıştı. Chi Guda neredeyse kan kusacakken, sadece vücudunun uyuştuğunu ve organlarının parçalandığını hissetti.

 

"Kim o?"

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr