Lms 28.3 : Woomba Belkain

avatar
1950 2

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 28.3 : Woomba Belkain


Çevirmen : Clumsy-nim



Bard Ray ve Kraliyet Muhafızları Melbourne Madeninin 3. katına ulaşmıştı.

 

“Geldiğimizden haberleri varmış.”

 

“Öyle görünüyor.”

 

3. katta oyuncu kalmamış gibiydi. Birkaç Hırsız bölgeyi araştırsa da yakınlarda kimsecikler görünmüyordu.

 

“Oyalanamayız. Buralarda gizlenen herhangi biri varsa da hayatta kalmasına izin verelim.”

 

“Hadi gidelim.”

 

Hermes Loncası, 1. ve 2. kattaki oyuncuların icabına baktıktan sonra iki gruba ayrılmıştı. Büyücü Saldırı Timi Kara Aslan Loncasının takviye kuvvetlerinin geleceği an için tuzaklar hazırlamış, bu tuzaklar zaman kazanmak adına 1. 2. ve 3. katlara mükemmel bir şekilde yerleştirilmişti. Bard Ray, Kraliyet Muhafızları ve savaş timiyse aşağı inmeye devam ediyordu.

 

“Şimdi işler biraz heyecan kazandı işte.”

 

“Bu nasıl bir güç gerçekten… Heyecan verici bir mücadele olacak.”

 

Savaş timi silahlarını kuşanmıştı. Madende kalan oyunculardan kurtulup görevi tamamlamaları gerekiyordu. Söz konusu Bard Ray’in üstatlık görevi olduğu için Hermes Loncasının varını yoğunu ortaya koyması çok doğaldı.

 

Belkain’in Melbourne Madeninde saklandığını öğrenmişlerdi. Belkain, orta ila büyük ebatlı bir canavar olarak sınıflandırılmıştı ve seviyesinin 620’nin üzerinde olduğu tahmin ediliyordu! Kıta kayıtlarına dayanarak cehennemin dibinden çıkıp geldiği söyleniyordu. 100 yıl önce en nihayetinde Kadim Elfler tarafından mağlup edilinceye dek Tullen Krallığına korkunç zararlar vermişti. Yaralı halde Haineph Dağlarına kaçtıktan sonraysa ortalarda görülmemişti.

 

“Birileri Belkain’in tüylerinin madenin bu kısmında bulunduğunu rapor etmiş… Pek yakında onunla savaşmak zorunda kalma ihtimalimiz yüksek.”

 

“Bir iki defa çığlığını duydum ama yerini tespit edemedim. Ben de kendi haline bırakmakta karar kıldım.”

 

Yaşananlar, Belkain’in dünya üzerinde son derece yıkıcı bir güce sahip olduğunu ve tehlike teşkil ettiğini gösteriyordu.

 

“Savaşmaya hazır olun.”

 

4. yeraltı katının girişine ulaştıkları için orada toplanan Kara Aslan Loncasının ve oyuncuların ağır direnişiyle karşılaşmayı bekliyorlardı. Defansı yüksek Şövalyeler kendilerini kalkanlarıyla koruyarak merdivenlerden inmekteydi. Ama beklenmedik şekilde avlanan oyunculardan da Kara Aslan Loncasından da en ufak bir saldırı gelmiyordu.

 

Kentrio: Görünürde düşman yok. Gelip kendi gözlerinizle görün.

 

Kara Aslan Loncası ilk etapta girişte bir defans hattı oluşturmayı planlamıştı. Ama deprem sonrası zindan açığa çıkınca bu hamle onlara fazla pervasızca gelmişti.

 

Belkain’in ini!

 

Buraya girerek biraz zaman kazanabilir ve şansları yaver giderse madenin diğer tarafına açılan bir çıkış bulabilirlerdi. Gelenler, girişin etrafındaki izleri inceledi.

 

“Bu civarda değiller. Ve ayak izleri zindanın içine doğru devam ediyor.”

 

“Ne kadar acınası. Ölmek için içeri mi girmişler yani?”

 

Diyen Krobidyun, orijinal mesleği kıdemli Büyücülük olan 446. seviye bir Ruh Çağıran Kraliyet Muhafızıydı. Balkan ve Ölümsüz Lejyonu hayattayken meslek değiştirmemişti. Weed’in Ölümsüz Lejyonunu mağlup edişini yayınlardan takip etmiş ve Ruh Çağıranların potansiyelini sorgulamaya başlamıştı. Bir Büyücünün temel becerilerine ve loncanın desteğine sahip olması sayesinde de Ruh Çağıran olarak hızla yetenek kazanmıştı. Ruh Çağıranlar büyük ölçekli savaşlarda aktif rol oynadıkları için de bu defa katılım göstermişti.

 

“Belkain’in inine girerken birliklerin bir kısmını geride bırakın.”

 

Bard Ray, liderliği ele almaya başlıyordu. Orijinal zırh ve kılıcına geçiş yapmıştı. Yani sınıf görevini tamamlarken Kelton Krallığının Kraliyet Şövalyesinden edindiği zırha.

 

Evet, tam set Kara Şövalye zırhına bürünmüştü!

 

Versailles Kıtasında o güne dek görülen en iyi ekipmanlarından birini taşıdığını söylemek abartı olmazdı. Kraliyet Muhafızları da patron düzeyi canavarlarla çarpışmaya uygun ekipmanlarını kuşanmıştı. Orta ila büyük boyutta canavarlara karşı kullanılabilecek güçte mızraklar, baltalar ve gürzler meydana çıkmıştı.

 

“O herifin kafasını dağıtacağız.”

 

“İlk önce savaş baltaları harekete geçecek.”

 

Bard Ray, her zamankinden daha hızlı yürüyordu. Kara Aslan Loncasının destek kuvvetlerinin olası belirişi ona yük olmuyor, aksine güç gösterisi yapabileceği için karşısına çıkmalarını dört gözle bekliyordu. Versailles Kıtasının en kudretli savaşçısının gücünü göstermek istiyordu. Hiç kimse o güçlü kudretli Bard Ray’in kılına dokunamazdı.

 

“Kukukuk, benimle gelin.”

 

Krobidyun, ölümsüzleri çağırmaya başlamıştı. Ruh Çağıranlara düşen rol, savaşmaları için bir ölümsüz ordusu çağırmaktı. Krobidyun da Melbourne Madenindeki oyuncuların ölülerini ayaklandırıyor, dolayısıyla en aşağı Ölüm Şövalyeleri ve Dullahanlar beliriyordu. İçlerinde Kıyamet Şövalyesi gücünü taşıyan tek tük ruh da vardı. Bir de 4. kattaki Kara Aslan Loncası üyelerini kullanabilirse ölümsüzleri daha da çok güç kazanırdı.

 

***

 

-Ne yapmalıyız? Bu tarafa geliyorlar sanırım.

 

-Şışşşş, sessiz ol.

 

-Hyung, onlar geçip gidene dek beklemeyi mi planlıyorsun?

 

-Belki bizi görmeden geçip giderler.

 

Weed ve diğer üçlü, yeraltındaki 3. katta gizleniyordu. Weed ilk etapta 4. kata geçmek için çok hevesli olsa da biraz sakinleşince bunun bir anlamı olmadığını fark etmişti.

 

İşgalciler aptal değillerdi, öyleyse Kara Aslan Loncasına saldıracak güçte olmaları gerekiyordu. Weed 1. ve 2. kattaki durumu işittiği için 4. kattakilerin de işgalcileri durduracak güçte olmadığını biliyordu.

 

Paniğe kapılıp muhakeme yeteneğini yitirse de bir noktada hayatta kalma içgüdüsü devreye girmiş ve çoğu oyuncunun terk ettiği 3. katta kalmakta karar kılmıştı.

 

‘Burada pek fazla kişi yokmuş gibi görünüyor. Bu yüzden işgalciler burayı kolaçan etmeye çok az kişi ayıracaktır.’

 

Kötü niyetli patronların himayesinde para hesabı yapmakta hızlandığı için bir sonuca varması da çok sürmemişti. Ama ifadelerine bakılırsa yanındaki üçlü, Weed’in muhakemesinin pek de doğru olduğunu düşünmüyordu.

 

‘Safir çıkartmaya öyle dalmışım ki iş işten geçmiş……’

 

Cevherler konusundaki açgözlülüğünü inkar edemezdi.

 

“Kuaaak!”

 

“Bizim ne günahımız vardı……”

 

“Sürgüün!”

 

Gizlendikleri yerlerde yakalanan oyuncuların feryatları işitiliyordu. Onlar Suikastçı ya da Hırsız sınıfından düşmanlar karşısında gizli kalamazken Weed, safirleri çıkarttığı uzun tünelin sonundaki bir girintiye saklanmıştı.

 

Ve şimdi de Suikastçıların bir kısmı ona doğru yaklaşmaktaydı. Profesyonel Suikastçılar ufacık bir nefes sesini bile gayet net işitebilir ve minicik sıcaklık farklarını tespit edebilirlerdi. Hırsızlarsa zindanlardaki tuzakları etkisiz hale getirmekte uzmanlardı. Tabii tuzak kurmak ve sürpriz saldırılarda bulunmak deyince asıl uzmanlık Suikastçılarındı. Bununla birlikte yüksek yıkım kapasitelerine uymayan düşük dayanıklılıkları nedeniyle savaş alanında uzun süre ayakta kalamazlardı.

 

‘Biraz daha yaklaşırlarsa bizi bulacaklar.’

 

Suikastçılar, yürürken çeşitli gizlenme teknikleri kullanabilirlerdi. Gizlilik halinde hareket hızlarını bile arttırabilirlerdi. Ama şu anki düşmanlarını güçsüz gördükleri için gizlenme gereği duymuyor ve ikili gruplar halinde ilerliyorlardı. İçlerinden ikisi de Weed’in gizlendiği noktaya yaklaşıyordu.

 

‘İki kişiler, o yüzden bu işi hızlıca sonlandırmalıyım.’

 

Diye düşünen Weed, Suikastçılar yaklaşır yaklaşmaz Hegel’i öne itti.

 

“H-hah! Hyung!”

 

Avlarını fark eden iki Suikastçı, topuklarını yere bastırarak koşmaya başladı. İkisinin alnında da katil damgası vardı. Hegel, yalnızca ekipmanlarından bile hatırı sayılır bir seviyede olduklarını anlayabiliyordu. Ve ortada bir temizleme stratejisi olduğu için diğer Suikastçılara haber vermeye bile tenezzül etmiyorlardı.

 

“Koruma Duvarı!”

 

Hegel, kalkanını önüne alarak savunma duruşuna geçti. Bedeni kaskatı kesilmişti, karşılık vermeye dahi cüret edemiyordu. Suikastçılar ivmelerini kullanarak bir sıçrama saldırısı gerçekleştirirken ansızın üzerlerine ışıktan kuşlar çullandı. Ve darbeleri tam da kafalarına indi!

 

“Keuuuuk!”

 

“B-bu…..”

 

Suikastçılardan birinin sağlığı hızla düşmeye başladı. Ardı arkası eksilmeyen saldırılara karşı kendisini savunmak için hançerini kaldırsa da ışıktan kuşlar sürekli yön değiştirerek hayati noktalarına saldırıyordu. Art arda yedi kritik saldırı sonrasındaysa her iki Suikastçı da gri birer ışığa dönüştü!

 

Suikastçıların ofansif kapasiteleri yüksek olsa da sağlık ve fitlikleri hatırı sayılır ölçüde düşüktü. Ağır zırhları olmadığı için defansları da azdı. Haliyle doğrudan bir yüzleşmede zayıf kalıyorlardı.

 

Weed, Hegel’i yem yaparak mükemmel bir fırsatı değerlendirmişti. Suikastçılar saldırmaya odaklanırken pervasız davranmış, Weed’in kılıç yeteneğine sahip birinin bir fırsat kolluyor olabileceği akıllarının ucundan dahi geçmemişti.

 

“Hyung, ne yeteneğiydi o?”

 

Hegel, Weed’e kin gütmektense Işıyan Kılıcına ilgi duymuş durumdaydı. O kılıç tekniği fazlasıyla gösterişli ve güçlüydü.

 

“Büyütülecek bir şey değil. İki tanesinden kurtulduk, bu bize biraz zaman kazandıracaktır.”

 

“Artık güvende miyiz yani?”

 

“Hayır, o ikisi bir süre sonra geri dönmeyince diğer Suikastçılar da buraya çullanacaktır.”

 

Diyen Weed, Suikastçılardan düşen ganimetleri topladı. Ve katil oldukları için altın ve mücevherin yanı sıra zehirli bir hançer ve kritik darbe şansını arttıran bir yüzüğü de cebe indirebildi.

 

“Tüh ya. Bunlar pek para etmez.”

 

Çoğu kişi Suikastçı olmak isterdi. Ve hiç kimse, pek para etmeseler de kolay satılabilecek şeyler düşürdükleri için onlardan şikayetçi olamazdı.

 

‘Bu tipler Beden Loncasından mıydı acaba?’

 

Beden Loncası bu güce sahip olsaydı Kara Aslan Loncası tarafından defalarca mağlup edilmezdi. Ama Melbourne Madeni ve diğer noktalara eşzamanlı bir saldırı gerçekleştirmek için büyük bir güç gerekliydi.

 

‘Şu an için kimlikleri belirsiz. Acaba birileri Kara Aslan Loncasına zarar vermek için Beden Loncasıyla güçlerini mi birleştirdi?’

 

Elbette ki yüzlerce oyuncuyu içermesi gereği bu baskın operasyonu büyük kayıplarla sonuçlanabilirdi. Kara Aslan Loncasının destek kuvvetleri işgalcileri yakalayıp verdikleri zararın bedelini ödetebilirdi. Ayrıca katledilen oyuncular Kara Aslan Loncasıyla sınırlı olmadığı için işgalcilere kin güdecek kişiler de onlarla sınırlı kalmayacaktı. Sonuç olarak Weed, sebebini çözemese de bir şekilde bu işe dahil olmuş durumdaydı.

 

“Bu saatten sonra savaşmaktan başka bir çıkar yol göremiyorum.”

 

Savaş Tanrısı.

 

Weed’in savaşçı güdüleri açığa çıkıyordu.

 

“Yalnızca 2 tanecik daha safir çıkartayım……”

 

“Hyung, lütfen ama!”

 

***

 

Suikastçılar hızla ilerliyordu. Tuzaklarını saça saça oyuncuları arayıp öldürüyorlardı. 3. katta bu görevi yerine getiren tam 25 Suikastçı vardı.

 

“Epey zaman geçti ama 43 ve 44 numaradan dönüş gelmedi.”

 

“Geciktiler mi ki?”

 

Karmaşık bir maden olduğu için geri dönmenin farklı yolları vardı. Ama olası tüm hatalar hesaba katılsa da ikisi hariç tüm suikastçılar toplanabilmişti.

 

“Buna dair bir belirti olmadı.”

 

“Lonca sohbetinden ulaşsanıza.”

 

Bu fikirle Suikastçılar ortalıkta olmayan iki meslektaşlarına ulaşmaya çalışsa da yanıt gelmedi.

 

“Fısıltılara bile yanıt vermiyorlar.”

 

“Belki de…..”

 

Ya erişimleri sona ermiş ya da ölmüşlerdi! Melbourne Madeninde bir savaş gerçekleştiği için çıkış yapmaları mümkün değildi.  

 

“Ölmüşler. Demek ki pusuda yatan güçlü birileri var.”

 

“43 ve 44 numaranın görev bölgesi neresiydi?”

 

“Kömür madeni civarı.”

 

“Oraya gidelim öyleyse.”

 

6 Suikastçı, yoldaşlarını arama amacıyla o bölgeye yöneldi.

 

Ve gizlilik yeteneklerini kullanan grup, görünmez halde ilerlemeye başladı! Üzerlerinde kamuflaj kıyafetleri de olduğu için bulundukları ortama adapte olabiliyorlardı ve ayaklarındaki botlar yapraklara ya da çakıllara bastıklarında bile çıt çıkartmıyordu. Hareket ettiklerine dair tek belirteç, şeffaf ardıl görüntüleriydi.

 

-Bu bölge mi?

 

-Dikkatli gözlem yapın, sınırları kontrol etmeyi unutmayın.

 

Suikastçılar hızla işe koyulurken…

 

Güm!

 

“Bu bir tuzak.”

 

“Tviiiit!”

 

Yerde tuzaklar olduğunu düşünen Suikastçıların üçü koşarken diğer üçlü geri çekildi. Kendileri de yerleştirdikleri için tuzakları teşhis etmekte başarılıydılar ve normal şartlarda tuzaklar hem ufak hem de bağlantılı olurdu.

 

‘Ufak bir tuzak yerleştirildiyse tespit edemeyebiliriz……’

 

‘Bizimle aynı sınıftan bir oyuncunun işi mi ki? Öyleyse 43 ve 44 numaranın geri dönmemesine şaşmamalı.’

 

Suikastçıların aklından bu tarz düşünceler geçiyordu. Yetenek düzeyi yüksek kişiler, yoğun güçte, küçücük tuzaklar yerleştirebilirlerdi.

 

‘Pop.’

 

Suikastçılar bir anda dört bir yana dağılarak çömeldiler. Patlamalara, oklara, zehre, mümkün olan her şeye karşı kendilerini savunmaya hazırdılar!

 

“Van Hawk, saldır!”

 

“Emredersiniz Efendim.”

 

Fakat onları karanlıkta bekleyen şey tuzak değil, bir Ölü Şövalyeydi. Van Hawk’ın saldırı gücü ve seviyesi, Suikastçıların dayanabileceği düzeyde değildi. İçlerinden ikisi ardışık saldırılarla can verirken Weed de üçüncünün icabına baktı.

 

“Sahte bir tuzakmış!”

 

Yaptıkları hatanın farkına varan üç Suikastçı arkaya doğru kaçıştı. Meslekleri gereği tuzaklara karşı diğer insanlardan daha bilinçliydiler. Ayrıca iki yoldaşlarının arkalarında hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmasının gerginliğini taşırken şimdi de üç yoldaşları doğru düzgün bir mücadeleye bile girmeden can vermişti.

 

“Geri çekilip daha fazla kişiyle dönelim.”

 

Kalan Suikastçılar aptal değillerdi ve üç kişiyi yitirdikten sonra geri çekilmeyi seçmişlerdi. Sürpriz bir saldırıya uğradıklarını da lonca sohbetinde duyurmuşlardı. Bu noktada güvenliklerini ön plana koyup geri çekilmeleri daha mantıklıydı.

 

“Ne hoş bir koku. Susamışım galiba.”

 

Diyen Torido, vampirlere özgü Gecenin Asaleti adlı hareket yeteneğini kullanarak saniyesinde Suikastçıların arkasında belirdi.

 

“Yam yam yamm!”

 

Torido’nun saldırısı karşısında birinin bedeni felç olurken kalan ikisi aralarında göz teması kurup baş sallama özgürlüğüne sahipti.

 

“Üzgünüm.”

 

“Sonra görüşürüz.”

 

Torido canavarını görünce rakibin ne kadar dişli olduğu anlaşılmıştı. Parmağındaki yüzük, onun bir Vampir Lordu olduğunun göstergesiydi. Ve kalan iki Suikastçı, yoldaşlarını kurtarmaya çalışıp ölmektense pişmanlıklarıyla yaşamayı yeğlerdi. Fakat vampir hizmetkarlar onların bu kaçışının önünü kestiler.

 

“Ölüm Kılıcı!”

 

Van Hawk’ın kara kılıcı da üzerlerine uçtu ve Suikastçılar, kaçınmak için iki farklı yöne sıçradılar.

 

“Kılıç Kayzeri!”

 

Weed’in İblis Kılıcı absürt büyüklüğüyle Suikastçılardan birini ikiye böldü. Rakibin işini tek seferde bitirmek için tüm manasını tükettiren bir yetenekti. Tek bir kişiyle heba etmek biraz abartılı olsa da Suikastçıların hızlı kaçabilme yeteneklerini hesaba katarak bu seçimi yapmıştı. Van Hawk da aynı anda diğer Suikastçının icabına bakmıştı.

 

“Sağlam bir ganimet düştü.”

 

Weed, çevikliği ve hareket hızını arttıran botlar edinmişti. Seviye sınırıysa 320’ydi. Bu botlar Versailles Kıtasında geniş bir kullanım alanı bulacağı gibi savaştaki faydalarıyla herkesin isteyebileceği bir şey olma özelliğini de taşıyorlardı.

 

“Ah… Hyung!”

 

Hegel, gizlenme yerinden çıkarak seslendi. Weed’in savaştaki becerilerini gördüğü için onun son derece yetenekli, yüksek seviyeli bir oyuncu olduğunu zaten biliyordu. Ama bunlar yetmezmiş gibi astları olarak bir Ölü Şövalye ve bir Vampir Lordunu çağırmıştı. Yani meşhur Van Hawk ve Torido’yu!

 

Weed efsanesini bilmeyen birine Kraliyet Yolu hayranı denemezdi. Hegel de Savaş Tanrısı Weed’e bir kahraman gözüyle bakıyor ve Kara Aslan Loncasının bir parçası olmasına rağmen ona hem hayranlık duyuyor hem de onu kıskanıyordu.

 

“Vaay, Sunbae-nim!”

 

Alice ve Dine’ın da bakışları değişmiş, gözleri ışıl ışıl fenerlere benzemişti. Şu anda Savaş Tanrısı Weed’le birlikte olduklarını duyan herkes kıskançlığından ölecekti!

 

***

 

Bard Ray ve Kraliyet Muhafızları sağ salim Belkain’in inine ulaşmıştı.

 

“Sınırları güçlendirin.”

 

220 Hermes Loncası üyesinin gerginliği artmış, Kraliyet Muhafızları arasındaki Hırsız ve Gözcüler durumu inceleyip dönerek rapor vermişti.

 

“Savaş belirtileri bulduk. Ayrıca Belkain’in etrafında 7 ceset vardı.”

 

“İçeri girenler için savaş çoktan başlamış yani.”

 

Melbourne Madeninde avlanan oyuncuların ortalama seviyesi 380’di. İçeride canavar kalmadığında da kar elde etmek için başka avlanma sahalarına geçiyorlardı. Belkain’in inindeki canavarlarsa 440. seviyeydi ve haliyle grup olanların bile zayiat vermeleri kaçınılmazdı. Sınıf şekillendirmeleri iyi olsa bile zorluk çekecek bağımsız oyuncular, içeriye girer girmez bir takım oluştururlardı.

 

Krobidyun, Kıyamet Şövalyelerini ayaklandırmak için yerdeki cesetleri kullanıyordu. Yeteneklerini hızla geliştiren Ruh Çağıranlar, Hermes Loncasıyla birlikte patron dövüşlerinde yer alabiliyordu. Çünkü sınıflarına özel öğeler sayesinde hem dostlarının hem de düşmanlarının cesetlerinden ölümsüz yaratıklar çağırabiliyorlardı.

 

Belkain’in ininde ilerledikçe canavar sayısının azaldığı, oyuncu sayısınınsa hatırı sayılır ölçüde arttığı fark ediliyordu. Krobidyun, o ana dek çağırmış olduğu ölümsüzlerin hesabını tutarak kafasını salladı.

 

“Madem sonları böyle olacaktı, onları bizim öldürmemize izin verselermiş keşke.”

 

Görünen o ki oyuncular, işgalciler tarafından öldürülmektense zindanın derinliklerine ilerlemeyi tercih etmişlerdi. Atılan her adımda Kara Aslan Loncası oyuncularının cesetlerine denk geliniyordu.

 

“Ehh, bizi ilgilendirmez. Kaderlerinde ölmek vardı zaten.”

 

Diyen Arkhim, bir kahkaha patlattı. Versailles Kıtasında güç hüküm sürerdi. Kraliyet Muhafızlarının güçsüzlere ölümü yakıştırması da çok doğaldı.

 

“Hadi devam edelim.”

 

Krobidyun, Kıyamet Şövalyelerini ayaklandırmayı sürdürüyordu. Element Ustaları ona mana aktaracak bir yetenek kullandığı için ölümsüz lejyonunu yaratmaya devam edebiliyordu. Bard Ray ve Kraliyet Muhafızları da bu şekilde Belkain’in ininin derinliklerine ilerliyordu.

 

“Şu anda karşımıza bir düşman çıkacak olursa……”

 

“Pervasızca içeri girenlerin neden can verdiğini anlayabiliyorum.”

 

Belkain’in ini pek de uzun bir zindan değildi. Böylece grup nihayet patron canavarın bulunduğu noktaya ulaştı.

 

-Kuuvaaah!

 

Kudretli bir kükremeydi!

 

-Ben sessiz sedasız yaşarken beni bulmaya kalkışarak aptallık ettiniz… Bana yeniden dünyaya girme kararı aldırdınız!

 

Woomba Belkain, Kara Aslan Loncasıyla ve ölmek üzereymiş gibi görünen diğer oyuncularla çarpışıyordu.

 

“İnanılmaz……”

 

Bu şaşırtıcı savaş manzarası karşısında Kasim’in ağzı açık kalmıştı. Woomba Belkain’in sağlam kol ve bacaklarının yanı sıra kocaman, tehditkâr boynuzları da vardı. Elinde oyunculara acımasızca indirdiği kocaman taşlar taşıyordu. İnine giren oyuncuları katledişiyle Tullen tarih kitaplarına konu olan ününün hakkını veriyordu.

 

-İnsanlar, sizler üzerlerine basılması gereken vahşi varlıklarsınız. Buraya nasıl geldiğinizi bilmiyorum ama hepinizin canını alacağım.

 

Diyen gaddar Woomba Belkain, pençeleri ve kuyruğunu sallayarak 5-6 oyuncunun icabına baktı. Ancak savaş timinin donakalmasına yol açan tek şey bu değildi. Melbourne Madeninde avlanan oyuncuların gürültüsü, başka canavarları da çekmişti.

 

Bir şekilde hayatta kalabilme umuduyla zindana girmişlerdi. Ama canavarların seviyesi öyle yüksekti ki onlardan kaçarken karşılarında patron sınıfı canavar Woomba Belkain’i bulmuşlardı.

 

“Arkamızda işgalciler, önümüzde canavarlar varken nasıl galip geleceğiz?”

 

“En ufak bir hayatta kalma şansım olduğu müddetçe teslim olmayacağım, gerekirse burada can vereceğim.”

 

“Madem öyle, hiç değilse şerefimle öleyim.”

 

“Bu şekilde can veremem.”

 

Oyuncular savaşarak ölmeyi yeğliyordu. Bir tarafta işgalciler, bir tarafta patron sınıfı canavar vardı! Ve onlar, Hermes Loncasındansa Belkain’in ellerinde can vermeyi seçmişti. Belkain, zindanda dolanan vahşi canavarları da savaşa dahil etmişti. Ve her biri Woomba Belkain’in safına katılmıştı.

 

İşte böylece Hermes Loncası da çeşit çeşit canavar tarafından karşılanıp bu kargaşanın bir parçası olmuştu.

 

#Yine makul uzunlukta ve heyecanlı bir bölümdü. Hem Weed’in hem de Bard Ray’in macerasını bu denli kesişir halde okumak çok keyifli. Bu kesişim gerçek bir karşılaşmaya dönüşecek mi sorusunun cevabıysa hala belirsiz. Bakalım bir sonraki bölümde bizi neler bekleyecek, orada görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46036 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr