Lms 27.2.1 : Seramikçi

avatar
1618 5

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 27.2.1 : Seramikçi


Çevirmen : Clumsy-nim



Weed Elflerin mağarasına giriş yapmıştı.

 

Mağara, yerin dibinde değilmiş de dışardaymışçasına ılıktı. Bol bol ağaç ve çiçeğin yanı sıra berrak bir su kaynağı da barındırıyordu.

 

-          Montvertruria’da yaratılmış Elf bahçesinin tadını çıkarıyorsunuz.

 

Burası Elflerin bitki dikip yetiştirdiği bir bahçeydi!

 

Bahçe, ırkların avlanamadığı ve besinlerinin yetersiz olduğu zamanlarda önemli bir besin kaynağı teşkil ediyordu. Elfler buradan ayrılmış ve üzerinden çok uzun yıllar geçmiş olsa da bahçe gelişip büyümeye devam etmiş, toprağın besleyişi ve ruhların kutsayışıyla bir başına ayakta kalmıştı.

 

-          Macera neticesinde tüm istatistikler 6 arttı.

-          Şans 7 arttı.

-          Doğaya yakınlık %3 arttı.

 

Weed, ağaçların arasından sarkan sarmaşıkları kaldırıp ilerleyerek merkezdeki göletle karşı karşıya geldi.

 

Gölette büyüyen bitkiler zümrüt misaliydi. İçeriyi kaplayan yemyeşil ve fazlasıyla büyümüş ağaç ve çiçekler, Weed’in kendisini ıssız hissedeceği bir atmosfer yaratıyordu. Ağaçlar adeta tavana uzanıyordu. Çiçekler, kendilerini izleyecek hiç kimse olmamasına rağmen tomurcuklanıp açmaya başlamıştı. Yiyen çıkmayınca leziz meyveler de olgunlaşıp yere düştükleriyle kalmıştı.

 

“Bu şekilde ziyan olmaları ne kadar üzücü.”

 

Bir şeyler bulurum beklentisiyle 70 deri çanta getiren Weed’in etraftakileri depolayacak bolca yeri vardı. Böylece çiçekler ve ağaçlar şeklinde sınıflandırarak çeşitli tohum ve meyveleri toplayıp çantalarına yerleştirmeye başladı.

 

En ufak bir istisna yapmaksızın karşısına ne çıktıysa topluyordu.

 

“Bunları Morata’ya diksem bir sıkıntı çıkmaz herhalde.”

 

Diyen Weed heyecanla tohumları çantasına tıkıştırırken ağaç ve çiçekler ansızın usulca sallanmaya başladı.

 

Ve buna güçlü, gizemli bir koku eşlik etti.

 

*Ttrring!*

 

------------------------------------------------

 

Hoş geldiniz, çiçek ve ağaçların ziyaretçisi.

 

Nicedir yaşayan bu bitkiler temiz hava, su ve güneş ışığı arzusuyla dolup taşıyor.

 

Sorunsuzca ekildikleri ve zarar görmedikleri takdirde ağaçlar büyüdüğünde ödüllendirileceksiniz.

 

------------------------------------------------

 

Her halükarda alıp götüreceği ağaçlar için bir de ödül alacaktı demek!

 

Weed, çantasından bir balta çıkarttı.

 

“Bununla masa, sandalye falan mı yapsam hiç bilemedim.”

 

Aslında ağacı gövdesinden kesip çantaya atsa da işini görürdü. Ama yine de toprağı eşeleyip çiçekleri çıkartarak ağacı kökleri ve toprağıyla birlikte söküp çantasına atmayı tercih etti.

 

Elf ağaçları bina yapımında da saf materyal olarak da bir hayli değerliydi. Güneşte kuruyan ağaçlar materyallerin en iyisi halini alırdı. Ve öldürmeden verimli bir toprağa aktarırsa gerçekten kocaman bir ağaca dönüşebilirdi.

 

Elf bahçesi çeşit çeşit çiçek ve ağaç barındırsa da 7 tanesi hariç hepsi bilindik şeylerdi.

 

“Tanımla!”

 

------------------------------------------------

 

Kor Ağacı Tohumu

Dayanıklılık: 1/1

Elflerin favori kokulu ağacıdır.

2 metre yüksekliğe ulaştığında tatlı meyveler verir ve yaprakları ilaç olarak kullanılabilir. Apaçık bir ruha sahiptir ve bu nedenle kirlenmemiş topraklarda daha iyi yetişir.

 

Kar Tanesi Çiçeği Tohumu

Dayanıklılık: 1/1

Çok ufak oldukları için toplaması kolay değildir!

Sığ topraklarda kolaylıkla yetişmesi nedeniyle toprağa damla damla akıtılması tavsiye edilir. Üzerinde açan çiçekler kar tanesini andırır ve fideler nispeten hızlı yayılım gösterir.

 

Çakal Ağacı Dalı

Dayanıklılık: 22/22

Çelik gibi, sapasağlam bir ağaçtır.

Büyüme hızı harikuladedir.

Yalnızca ilkbaharda filizlenir ve meyve vermez.


Pyrud Ağacı

Dayanıklılık: 10/10

Oyuklu bir ağaçtır.

Genellikle küçük hayvanların habitatı görevi görür.

Bu ağaçla sık bir orman yaratılırsa vahşi hayvanların doğum oranı artar.

 

------------------------------------------------

 

Morata ve Vargo Kalesi civarında bir çiçek bahçesi ve orman yaratmak fena fikir değildi.

 

“Bu yıl bayağı turist çekeceğiz anlaşılan. Sadece heykellerimle ortalık birazcık boş kalıyordu. Çiftlerin fazla para harcamadan gezebileceği bir ortam da yaratmam lazım.”

 

Morata ve Vargo Kalesi sayesinde çiftleri soyup soğana çevireceği pek çok mekana sahip olmayı planlıyordu!

 

İhtiyarlar bilhassa dağ ve vadilerdeki ormanlara bayılırlardı. Vargo Kalesinin sarp ve engebeli dağlarının da bu görünüme sahip en beğenilen turistik yerlerden biri olma ihtimali yüksekti.

 

Turistler ilkbahar, yaz, sonbahar, kış derken değişen atmosferin ve manzaranın tadını çıkarabilirdi. Hele de şu anda Vargo Kalesinde süregelen yeniliklerle, harikulade ve alternatif bina seçenekleriyle bolca turist ağırlayabilirdi. 

 

Ama canını sıkan ufak bir mesele vardı. O da kapıların dışındaki ortamın çok tehlikeli olmasıydı. Şöyle bir yürüyüşe çıkan çaylakların karşılarına bir canavar çıkabilirdi ve kaçacak fırsat bulamadan can verebilirlerdi. Ki bu da gerçekten tehlikeli bir durumdu.

 

“Neyse, şimdilik bu kadarı yeterli herhalde.”

 

Weed, tohumlar, ağaçlar ve meyveler gibi nesneleri çantalara tıkıştırmış, aldığı onca şey yüzünden tek bir mağarada 45 çanta doldurmuştu.

 

“Daha tüm mağaraları keşfetmedim. İnsanların mağarası da var, kalan çantaları da gideceğim yerde doldururum.”

 

Diyerek sıradaki mağaraya geçti.

 

Ve insanların yaşadığı mağarada çok sayıda resimle karşılaştı. Geçmişte yaşayan insanların deneyimsiz işçiliği ile ilk defa yaratılmış sanat eserlerine dair izler keşfetti.

 

Esasında yüksek el becerileri sayesinde Cücelerden daha kaliteli işler çıkabilirdi ama onlar, gerekliliğe dayanarak pratik ve güçlü şeylere önem verdikleri için onları üretmeye yönelmiş, dolayısıyla çiçekler üzerinde sanat icra eden ilk ırk İnsanlar olmuştu.  

 

İçeride kilden heykelcikler, pişirilmiş topraktan yapılma kaseler ve hatta Tanrıları temsil eden heykeller bile vardı. Ayrıca tavanlar ve duvarlara da resimler çizilmişti.

 

------------------------------------------------

 

- Minne Ülkesi Tanrıçasının heykelini gördünüz.

- Heykelin sunduğu berekete kavuştunuz.

- Doğayla yakınlığınız arttı.

- Savaş tanrısı Ahtrok’un heykelini gördünüz.

- Dövüş Uzmanlığınız %3.7 arttı.

- Kuvvet 3 arttı.

- Aşçı Hestia Tanrıçasının heykelini gördünüz.

- 30 gün boyunca yemek yapmak için yaktığınız ateş kendiliğinden ayarlanacak.

- Bereket Tanrıçası Freya’nın heykelini gördünüz.

- Sanat, Karizma ve Şans 9 arttı.

 

------------------------------------------------

 

Bunlar Versailles Kıtasının en eski kalıntılarıydı. Aynı zamanda heykel ve diğer sanat eserlerinin bu paha biçilemez ortamda doğuşunun miladıydı.

 

“Burada 100’ü aşkın heykel var. Ama duvarlara çizilmiş resimlere gelince… Maalesef zamana yenik düşmüşler; renkleri değişmiş, hatta bir kısmı çatlamış bile.”

 

Weed, tarih kitaplarına bile kaydedilmemiş eski heykelleri hayranlıkla izliyordu. Kendisinin yapabileceğinden çok daha iyi, pürüzsüz ve estetik görünümlü 32 Tanrı ve 11 Tanrıça heykeliyle karşı karşıyaydı.

 

Tanrıça Freya heykelinin göğüsleri aşırı büyükken beli ve uylukları alışılmadık boyutlardaydı. Anlaşılan o zaman diliminde güzellik standartları farklıydı. Orklar iri ve şişman bedenlerden hoşlandığı için normalden daha boylu poslu ve genişçe heykeller göze çarpıyordu.

 

Tanrıların oluşturduğu çemberdeki büyük dini heykeller arasında pek bir fark yoktu, neticede hepsi tarihi öneme sahipti. Burada önem taşıyan bir başka nokta da vardı. Belirli şartları sağlayan bir rahip, bir dini yeniden canlandırabilirdi.

 

“Ben bile bu eşsiz şeyleri alıp satamam herhalde.”

 

Kuvveti ve istatistikleri ne düzeyde olursa olsun böylesine korkunç bir laneti kaldıramazdı, dolayısıyla heykellere bakmakla yetinecekti.

 

Heykellerin çoğu, çeşitli temalara sahip olmaktansa belirli bir görüntünün replikalarıydı. Şenlik ateşi etrafında yemek pişirme ya da avlanma gibi sahneleri tasvir ediyorlardı.

 

Çoğu da fırınlanmış kille yapılmıştı.

 

Belki de geçmişte taş oyma teknolojisi şimdiki kadar gelişmemişti.

 

“Bu tarz heykeller de fena gözükmüyormuş.”

 

Weed, heykel yaparken kil kullanmayı tercih etmiyordu.

 

Çok büyük heykeller yaparken kilden uzak durmak gerekirdi. Heykel için sert bir taş kullanıldığı takdirde çeşitli, zarif ifadeler sağlamak için keski kullanılabilir, boyutu uygun tutmak daha kolay olurdu. Tamamladıktan sonra zarar görme olasılığı daha düşük olduğu için de taş daha çok rağbet görürdü.

 

Kilden heykeller büyüdükçe çatlama, hatta ağırlıkları nedeniyle ufalanma ihtimalleri artardı. Bununla birlikte kil, oymacının ellerinde şekil bulması nedeniyle mükemmel bir materyaldi.

 

Anlayacağınız kilden heykeller, hissi dokunuşlarla şekil bulurdu.

 

***

 

Versailles Kıtası için tarihi bir gündü.

 

Hermes Loncası Kallamore Krallığını tamamıyla yiyip yutmuş, ele geçirmişti.

 

------------------------------------------------

 

-          Kallamore Krallığının varlığı sona erdi.

-          Kral öldü. Asil ve aristokratların şeref ve saygınlığı son buldu. Kraliyet Şövalyelerinin unvanı ortadan kalktı ve her biri özgür şövalyeler olarak yeni birer kimlik kazandı.  

-          5 ay boyunca başka asillere bağlılık yemini etmeleri mümkün olmayacak.

-          Vatandaşların Krala ve Kallamore Kraliyet Ailesine olan bağlılığı devam ediyor.

-          Haven Krallığı işgalcilerinin yaptığı bu kötülük, gelecekte büyük zorluklarla karşılaşılabileceğini gözler önüne seriyor.

-          Güvenlik %96 azaldı. Üretkenlik %87 azaldı. Kültür %79 azaldı.

-          Ticari aktiviteler büyük ölçüde azaldı.

-          Canavarlar dört bir yanda cirit atıyor.

 

------------------------------------------------

 

Kallamore Krallığı düşmüştü!

 

Yayın istasyonları ve Kraliyet Yolu oyuncularının çoğu Hermes Loncasından yanaydı.

 

Çünkü daha da fazla güç ve toprak sahibi olan Hermes Loncasına dair izlenimleri iyiye gidiyordu. Hermes Loncasının etki çemberinde olmayan oyuncular bir güç olarak sembolize edilememeye başlıyordu. Ayrıca lonca, özel av sahaları, silahlar, zırhlar ve hatta büyü kitapları desteği gibi pek çok kayda değer fayda sağlıyordu.

 

Haven Krallığının kudretini takiben daha sağlam bir askeri güç oluşturmak için vergileri artırma olasılığı vardı. Ancak Kallamore Krallığında hala etkisiz hale getirilmemiş bölgelerin bulunduğu gerçeği de geçerliliğini koruyordu.

 

Direniş orduları her yerden saldırıyor, bölge sakinleri köyleri yakıyor ve kaçıyordu.

 

Bu esnada Petrov, Kallamore Krallığının işgal altındaki topraklarındaydı.

 

“Savaşın izleri hala silinmemiş.”

 

Savaşan ordu şehrin her yerine yıkım saçıyor gibiydi. Sokaklar kırık silah parçaları, ok uçları vb. ile doluydu. Ancak hala aktif olarak orada yaşayan birçok oyuncu vardı.

 

“Şeytani Haven Krallığı. Onlardan intikamımı alacağım.”

 

“Bardray. Onların askeri gücüne kafa tutabilecek hiç kimse yoktur herhalde. Ve şimdi de Kallamore Krallığı tarihin tozlu sayfalarında yitip gidecek.”

 

“Haven Krallığının ele geçirdiği topraklarda vergiler ikiye katlanacaktır herhalde. Ahh. Ben bu savaş yüzünden değirmenimi terk ettim. Şimdi o vergilerin altından nasıl kalkacağım?”

 

Vatandaşların acı dolu sesleri işitiliyordu.

 

Bölgedeki Kallamore Krallığı sakinleri, kundakçılık ve yağmalamalar sonucunda mülklerini yitirmişti. Şövalye ve askerlerin savaşta can verişinin ardından Senbain Dağlarındaki canavarlar da köyün yakınlarına inerek sınırlara girmişti.

 

Oyuncular orayı koruyabilecek olsa da büyük bir çoğunluk ayrılıp başka bir krallığa geçmeyi seçmişti.

 

“Başka bir krallığa gidelim ya. Burada yapabileceğimiz pek bir şey yok zaten.”

 

“Aynen. Ben güneye gidelim derim.”

 

“Bir an önce gidelim de nereye olursa olsun. Tek isteğim buradan uzaklaşmak.”

 

Çaylaklar için harekete geçip avlanmaya daha uygun bir bölge seçmek zaruriydi.

 

Esasında oyuncuların çoğu pek çok görev alabilecek düzeye ulaşmıştı. Ama vatandaşların yoksulluğu dolayısıyla hak ettikleri ödülleri almaları mümkün değildi. Bir de Hermes Loncasının gelecekte sergileyeceği şiddetli zulüm düşünülünce başka bir krallığa taşınmayı yeğliyorlardı.

 

***

 

Petrov, Kallamore Krallığını izliyordu.

 

Şehirler şimdiden tarifsiz bir yıkıma uğramıştı.

 

“Hermes Loncasının durumu beni hiç ilgilendirmiyor.”

 

Savaşa giden sağlam askeri birlik, başkenti ele geçirmiş keyif sürüyordu. Zavallı vatandaşlarınsa krallığın etrafında cirit atan canavarların da katkısıyla ne kadar çile çektiği apaçık ortadaydı.

 

“Bunu kasten yapıyorlarmış gibi görünüyor…..”

 

Askerlerin seviyesini arttırabileceği umuduyla canavarların büyük ölçekli yayılışından faydalanarak birliklerini güçlendiriyorlardı. Petrov, bu karışıklığın asker alımını kolaylaştırmak için mi yoksa orduyu daha güçlü ve enerjik kılmak için mi yaratıldığı konusunda şüpheli ve kararsızdı.

 

Haven Krallığı oyuncularına gelince, başkent yeniden inşa edilirse kolayca şöhret kazanabilmek adına onları sonraya saklamayı planlıyorlardı.

 

Ama şu an için kaçmaya kalkan vatandaşlar canavarlara yem oluyordu.

 

“Bu sahneleri resmedeyim.”

 

Diyen Petrov, gözlemlerine odaklanarak bina enkazlarını resme dökmeye başlamıştı.

 

Savaşın dehşetini temsil eden bir tablo olacaktı!

 

Henüz ünlenmemiş olması sayesinde yakalanmamanın yanı sıra rahatsız da edilmiyordu.

 

<Yıkık Köyde Geçen Bir Akşam>

 

<Utanmaz İşgalci Güçler>

 

<Göç Eden Vatandaşlar>

 

Çizdiği değerli eserler arasından başyapıtlar çıktığı da oluyordu.

 

Arada bir vatandaşlar yanaşıyordu.

 

“Hey, sen bir Ressam mısın?”

 

“Çok başarılı sayılmam ama evet, öyleyim.”

 

“Bir şey rica edeceğim… Evimdeki o eski, huzurlu günlerime dair bir resmim olsun istiyorum. Tek yapabileceğim eski hayatımı tarif etmek ama.”

 

“Olsun, tariflerine dayanarak istediğin resmi çizebilirim.”

 

Petrov insanlardan komisyon alıp sorunlarını da çözüyordu.

 

Eski köyün ilan panosuna bakıp oradaki fotoğrafları temel alarak tablolar çiziyordu. Ayrıca gizli gizli Kallamore Krallığı sancağını ve köyde ölen şövalyeleri de resme döküyordu.

 

Vatandaşların neşe ve kederlerini resimlerine aktardıkça ve onlarla yakınlık kazandıkça şöhreti artıyordu.

 

Derken ansızın, henüz hiçbir şey çizilmemiş bir tuvalin karşısında aklına unutulmaz birinin siması düştü.

 

“Yurin……”

 

Kendisinin Morata’da görüldüğünden bile haberdar olabilirdi.

 

Ama o, Weed’in kardeşiydi.

 

Petrov Weed’le çok kısa bir süre geçirmiş olsa da onu beklediğinden daha harika bulmuştu. Ayrılmadan önce yaptıkları konuşma hala aklındaydı.

 

-Bolca et var, dilediğince yiyebilirsin.

 

-Teşekkürler.

 

Yabancılara bile el uzatacak kadar yüce gönüllü biriydi!

 

Esasında festivale getirilen etlerin çoğu Geomchilerin midesine inmiş, diğer oyuncularsa bunu bir nezaket göstergesi olarak kabullenmişti…

 

Petrov, Weed’in pişirdiği o sulu eti ve çiğnedikçe ağzına dolan tadı unutamıyordu.

 

“Aşçılıkta da iyi.”

 

Yurin’in abisi olduğunu öğrendi öğreneli Weed’e daha ılımlı yaklaşıyordu. Hayat Bahşedilmiş Heykelleri de Lord olup Morata ve Vargo Kalesine hükmedişi de harika işlerdi.

 

Herhangi bir maceraya adım attığı anda tüm yayın istasyonlarının reytingleri patlama yapıyordu.

 

“Dikiş yapıyor, elinden her iş geliyor. Ona ne seviyemle ne de mücadele yeteneğimle rakip olabilirim.”

 

Petrov’un kalbinde derin bir sızı vardı.

 

Yurin’i ressamlık yeteneğiyle etkilemek istiyordu.

 

Ama bu konuda ne kadar özgüvenli olursa olsun bir sanatçı olarak yeteneğini bir oymacınınkiyle karşılaştırmak zordu.

 

Weed’in organize edebileceği grupların sayısı da bir hayli fazlaydı. Aynı zamanda Işık Kulesi, Freya Heykeli ve daha nice simgeleşmiş yapının arkasında o vardı! Yani Weed’in başarılarını taklit ya da takip etmek imkansızdı.

 

Evet, Petrov’un da ona rakip olabilecek becerileri vardı ama Weed kadar saygı ve ilgi göremeyeceği ortadaydı. Weed mütemadiyen sanat eserleri yaratırken Vargo Kalesini elinden alsa bile nafileydi. Petrov, küstahlığından arınıp şöyle bir baktığında oymacılığın ressamlıktan daha saygın bir meslek olduğunu görebiliyordu.

 

“Weed’in heykellerinin neden bu denli harika olduğunu anlıyorum. Zor zamanlarda yaratılıyor ve bu şekilde tanınıyorlar. Şehrin daha ilk günlerinde, henüz yıldızlar bile yüzünü göstermezken vatandaşlara cesaret aşılayan Işık Kulesini yaptı, sonra da halkı birleştiren Freya Heykelini dikti. Şimdilerde büyüdükçe büyüyen Morata’nın kültür ve gelişimi de işte o zaman başladı.”

 

Her heykelin bir hikayesi vardı ve hepsi kendince bir zorluğun sonucunda açığa çıkmıştı. Evet, Petrov da kıtayı turlamış ve kendi maceralarını temel alan eserler yaratmıştı.

 

Ama görünen o ki yalnızca insanlar tarafından tanındıktan sonra gururla Yurin’in karşısına dikilebilecekti.

 

***

 

Çimen Lapası Tarikatı 3 milyon üyeyi geçmişti bile!

 

Kıtanın kuzeyindeki en büyük güç onlardı!

 

Ama çaylakların çoğu akla hayale gelmez şeyler yapıyordu.

 

-          Tek başıma gitmek istemem, yoksa canım sıkılır. Kaotik Kayalıklarda avlanacağım, birlikte avlanmak isteyen herkesi beklerim. Ben bir kızım, ona göre.

 

Mesela bir kulübenin girişine böyle bir not bırakılmıştı.

 

Ve ardından tam 20,000 kişilik bir av grubu oluşmuştu!

 

O ilan panosu olmasaydı hayatta böyle bir hengâme doğmazdı.

 

“Ne çok insan toplanmış. Ee, ne diyorsunuz?”

 

“Ben depar atalım derim. Çok heyecanlıyım valla.”

 

“Toplaşıp piknik yapacakmışız gibi.”

 

Böylece Kaotik Kayalıklarda yaşayan çok sayıda canavarın kökü kazınmıştı.

 

-          Siz Çimen Lapası üyeleri her zaman bir haritayı takip eder ve sıradan şeyler mi yaparsınız? Şahsen ben Sürü Ovalarını gördüğümde bir gezinin ortasındaydım ve karşımda leziz mi leziz, upuzun otlar vardı. Morata’daysa havalar biraz soğudu. Ama Çimen Lapası üyeleri olarak bu konuda bir şeyler yapmaya kalksak pek sorun yaşamayız, öyle değil mi?

 

O gün Morata’nın Çimen Lapası Tarikatı epeyce hareketliydi. İnsanlar gece gündüz Sürü Ovalarına gitmiş, dolayısıyla orada toplaşan insanların hesabını tutmak imkansız hale gelmişti! Kesin olan tek bir şey varsa o da üç günün sonunda Sürü Ovalarının Sürü Çöllerine döndüğüydü.

 

-          Ben Rebecca, Ana Kıtadan bir tüccarım ve bu Morata’ya ilk gelişim. Hepinizi selamlıyorum ve doğu kapısının dışında geniş açık alanlara ihtiyaç duyanlara 20 gümüş yeterli diyorum. İlk gelen kapar, o yüzden geç kalmayın. Huhuhu.

 

Boş cepleriyle etkileşime devam eden Rebecca’nın sonu gözyaşları olmuştu.

 

Çimen Lapası Tarikatı ilk başta bir grup fakir çaylaktan ibaretti. Dönüşümlü olarak tavşan, geyik ve kurt avlarlardı. Ama Morata’da büyüyüp geliştikçe birbirlerine en az 1 gümüşlük görevler vermeye başlamışlardı.

 

Morata’nın ilk zamanlarında şehir gerekli şeylerin tamamını barındırmıyor ve insanlar haydutların saldırısına uğramamak adına kapılardan dışarı adım atmıyordu. Ancak Morata günbegün geliştikçe Çimen Lapası Tarikatı da bu gelişime ayak uydurmuştu.

 

Artık avlara toplu halde katılıyor, diğer görevlerde de aktif olarak yer alıyorlardı.

 

Sıkıcı ve kolay görevlerde bile motivasyonları sağlam oluyordu.

 

“Morata’da Niflheim İmparatorluğuyla ilişkili bir sürü görev var.”

 

“O görevlerin üstesinden gelebilir miyiz ki?”

 

“Gelemeyiz. Ama komisyon bile almadan deri toplarsak bir gün biz de Weed gibi olabiliriz.”

 

“Çimen Lapasııııı! Çimen Lapasıııı!”

 

Çimen Lapası üyeleri Kraliyet Yolunun Morata Şehrinde sanatın ve maceraların tadını çıkara çıkara gelişiyor, yaşanan büyük değişimin farkına bile varılmıyordu.

 

Tuğladan, derme çatma evlerde ucuz kıyafetler giyip ortalama ekipmanlar kuşanan Çimen Lapası üyeleri restoranlarda güzel yemekler yemeye başlıyordu. Morata’nın üretim düzeyi ve ekonomisi geliştikçe oyuna yeni başlayanların ortalama seviyesi adım adım yükseliyordu.



NOT: Bazı sağlık sıkıntıları nedeniyle bir hafta kadar ara vereceğim, sonrasında tekrar görüşmek üzere...






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr