Weed, bir Buz Trolü olarak zindana giriş yapmıştı.
“Yalnızca yolumuza çıkan tüm canavarları yok etmemiz gerekiyor.”
Zindan canavarlar olmadan boş geliyordu. Zaten bir Buz Trolüne dönüşme sebeplerinden biri de kafa patlatmaya harcayacağı zamanı canavarları ölümüne pataklayarak verimli bir şekilde kullanmaktı.
Görev, olabildiğince çok mülteciyi Embinyu Kilisesinin Serabourg Kalesi işgalinden uzağa, güvenli bir yere ulaştırmasını gerektiriyordu. Görevin başarılı olup olmayacağınıysa hızları belirleyecekti.
Weed’i takip eden periler ateş böcekleri misali ışıldayarak çene çalıyordu.
- Mükemmel. Öyle mükemmel biri ki.
- Tamamen benim tipim. Keşke benimle evlense.
Weed, ne olur ne olmaz diye dikiş yetenekleriyle yaptığı büyük deri zırhını kuşanmıştı. Mevcut seviyesi ve kuvvetiyle çelik veya mitril zırh da giyebilirdi. Ancak ağırlıkları hesaba katılınca onları taşımak çok zor geleceği ve çok fazla kıymetli materyal ziyan olacağı için onları önceden hazırlamamıştı.
Weed, omuzlarını dikleştirerek zindana ilk adım atan kişi olmuştu. Onu takip eden oyuncularsa Weed’in önlerinde olduğunu bilerek kendilerini güvende hissediyorlardı.
“Savaş Tanrısı Weed’i takip edebilmek… Onu savaşırken görme düşüncesi salyalarımı akıtıyor.”
“Bu manzaraya karşı bir kadeh kaldırırım.”
Oyuncuların yetenekli ve başarılı olanları Weed’in hemen arkasındaydı. Serabourg Kalesi sığınmacıları ve çaylakların zindana girmek için oluşturduğu sıranınsa sonu gelmiyordu.
Weed, kendisini bekleyen tehlikeleri umursamaksızın sakince ilerliyordu.
Tıss.
Hafif, tuhaf bir ses işitti.
- Geldi. Geldi!
- Dikkatli olun! Isırığı can yakar.
- Dün o tavşanı yiyen yılan bu. Burada saklanıyormuş demek.
Etrafta uçuşan ışıltılı periler Weed’i uyarıyordu.
Hıss!
O anda benekli bir yılan Weed’e doğru uçtu. Elixa olarak bilinen bu canavar, duvarlardaki çatlaklarda yaşar ve yoluna çıkan hayvanları avlardı.
“Ah! Weed-nim! Dikkatli ol.”
“Weed-nim!”
Oyunculardan şaşkınlık nidaları yükseliyordu. Elixalar 300 seviye civarı yılan ırkı canavarlarıydı. Seviyeleri yüksek ve sürünme hızları korkutucuydu. Bir Buz Trolü onlar için pek de cezbedici bir yem olmasa da yaydığı soğukluk hoşuna gitmemiş olacak ki bu Elixa saldırıya geçme gereği duymuştu.
Ancak Weed, tüyler ürpertici Elixa’nın sürpriz saldırısı karşısında tek bir cümle kurmakla yetindi.
“Lezzetli görünüyorsun.”
Ve sonra da orantısız kısalıktaki kılıcını savurdu.
KANG!
* Elixa büyük bir travma geçirerek afalladı. Buz Trolünün soğuk aurası nedeniyle Elixa’nın hızı %14 azaldı. *
Kılıç darbesini yiyen Elixa duvara çarparak geri sekti. Ve talihsiz yılan, geçici bir felç geçirdi. Diğer türlere kıyasla alışılmadık yükseklikteki kuvveti ve çevikliği, Buz Trolünün büyü veya yeteneklerindense doğrudan çarpışma potansiyelini arttırıyordu. Ve alelade bir darbesi Elixa’yı çaresiz kılmıştı.
Bunu fırsat bilen Weed, Elixa’yı merhametsizce yerden yere vuruyordu.
“Etini kızartıp derisini yüzerim. Acaba bir ara yılan şarabı yaparım diye kafasını da mı alsam?”
Bunlar her Elixa’nın yüreğine korku salabilecek sözlerdi!
Ve 300. seviyenin başı/ortası arasındaki yılan canavarları olan Elixalar Weed’in yaylım ateşinde kolayca can verebiliyordu.
* İblis Kılıcının dayanıklılığı azaldı. *
“Hadi devam edelim.”
Diyen Weed, yola koyulmadan önce ganimetleri topladı.
Girişten, yerde sürünen birkaç Elixa’yı daha görebiliyordu. Kaygan canavarlar hızla ilerliyor ve Weed’i gören her Elixa ok misali üzerine atılıyordu. Kurbanları farkına bile varmadan dişlerini etlerine saplayıp zehirlerini saçabilen Elixalar yüksek seviye oyuncuları bile telaşlandırıyordu.
Weed ise o Elixaları oradan oraya savuruyor ve hiç vicdan azabı çekmeden kılıçtan geçiriyordu.
“Sizden ne çok şarap yaparım var ya. Gelin, hepiniz gelin hadi!”
Bu Buz Trolü savaşmak için yaratılmıştı. Upuzun kol ve bacakları sağlam kaslarla dolu, ayak tabanlarıysa alışılmadık irilikteydi. Yaydığı soğukluk da yılanların yaklaşır yaklaşmaz miskinleşmesine yol açıyordu.
- Bir canavar!
- Kyaa! Korkunç!
- Kazanmak zorundasın. Burada kalamayız.
Weed, perilerin gevezeliklerini dinlerken ağır ağır tüm Elixa’ların icabına bakıyordu.
Zindanın derinliklerine ilerledikçe 300lü seviye ortalarındaki Riggler’lar, Voichi’ler ve Guldog’lar da görünmeye başlıyordu. Bunlar bu zindanın en tehlikeli tipleriydi.
Saldırılarının seviyelerinden beklenenden daha güçlü olması onları yenmeyi zor kılıyordu. Ama Weed’in hiç umurunda değildi.
“Gelin bakalım.”
Weed, Buz Trolünün tüm nimetlerinden faydalanıyordu. İnsan formunda olduğunda hassas kılıç numaraları ve yeteneklerinin kombinasyonuyla avlanırken şu anda yeteneklerini kullanacak kadar manası yoktu, yegâne varlığı çılgınca kuvvetiydi! Sınırsız bir katliam ve yıkım doğurabiliyordu. Canavarların saldırılarından kaçınmaya bile çalışmıyordu.
“Öldürün şu trolü!”
“Millet, hadi hep birlikte saldıralım!”
* Voichi’nin kırbacıyla vuruldunuz. Buz Trolünün direnci nedeniyle fazladan %26 savunma uygulandı. *
* Riggler’in hançeri bacağınızı sıyırdı. Canlılık ve Sağlık azaldı. *
Weed’in sağlığı hızla düşüyordu. Ama yine de koskoca 370bin sağlıkla yakın zamanda öleceği yoktu. Üstüne üstlük Buz Trolü olmak sağlığını hızla onarmasını sağlıyordu. Ve bu onarım dönüşmemişken dinlenerek veya bandajlamayla elde ettiğinden çok daha hızlıydı.
Dur durak bilmeyen saldırılarıyla canavarları acımasızca geri püskürtüyordu.
“Gyaao!”
Diye kükrüyordu. Ve Buz Trolünün yaydığı soğukla canavarlar miskinleşiyor, buza dönüşüyordu.
“Ah, muntazam savaşıyor.”
“Gerçekten merhametten eser yok. Nasıl öylece hücum edebiliyor ki?”
Oyuncular, Weed’in sergilediği harika savaş becerileri karşısında afallamış durumdaydı. Düşman saldırılarını anlayışla karşılıyor ve onlara yedi katıyla karşılık veriyordu. Buz Trolü gaddardı, düşmanlarını kılıcıyla hırpalıyor, aptalca büyüklükteki yumruklarıyla oradan oraya vuruyor ve hatta tekmeler savuruyordu.
Buz Trolünün vücudu fazlasıyla ağır olsa da şişirilmiş kuvvet ve çevikliği Weed’in tüy gibi hafifçe ve özgürce hareket edebilmesini sağlıyordu.
“Gümleyin! Geberin! Gümleyin! Bana öğelerimi verin! Gümleyin! Hala tatmin olmadınız mı?!”
Weed tam bir kötü adam rolü kesiyordu. Zindan boyunca koşuyor, karşısına çıkan her canavara acımasızca saldırıyordu. Anın rehavetine kapılmış, kazara gerçek karakterini sergilemeye başlamıştı!
Böylece göz açıp kapayıncaya dek zindan yolları aşılıyordu.
- Soldaki hala yaşıyor.
- Weed-nim, onu daha fazla hırpala lütfen!
- Ah~ gerçekten tam benim tipim.
Weed, canavarlarla dolup taşan zindanı aşarken heyecanlı perilerin arkasından yükselen gevezeliklerine kulak asmıyordu. Seviyesi 400ün üzerindeydi, üstelik bir Buz Trolüne dönüşmüştü. Bu zindanda kendisine kafa tutmaya cüret edebilecek tek bir canavar bile yoktu.
Oldukça yüksek bir zorluk derecesine sahip 300 seviye zindanda gücünü keyifle sergiliyordu. Oyuncuların önünde sergilediği bu gösteriyse gönülsüz bir teşebbüs değildi, tam aksine Weed’in hünerlerinin abartılı bir sunumuydu.
“Bir Buz Trolü!”
“Buraya nasıl gelmiş ki...”
“Kıskaç saldırısı yapalım!”
Canavarlar hep birlikte üzerine hücum ediyordu. Ama Weed’in gözünde lezzetli ikramlardan ibaretlerdi.
Pa Pa Pa Pa!
Tek tek gri ışıklara dönüşüyor ve gözden kayboluveriyorlardı. Bir başkası Heykel Dönüşümünü kullansa da Weed gibi savaşmanın yakınından geçemezdi. Bunun nedeni Weed’in savaştaki içgüdülerinin deneyim yoluyla kökleşmiş olmasıydı. Başka insanlar ihtiyatlı savaşır, savunma yapar veya içgüdüsel olarak canavar saldırılarından kaçınırken gücünü saklamaya çalışırdı.
Öte yandan Weed’in güçlü noktası her yeni forma hızla adapte olabilmesiydi. Canavarlar kendisine saldırsa da saldırmasa da ezici bir güçle zindanı talan ediyordu. Normalden de hızlı avlanıyor, ona yetişmeye çalışan sığınmacılarsa oflayıp pufluyordu.
“Weed-nim bizimle olduğu için içim çok rahat.”
“Diğerlerine kıyasla çok daha iyi dövüşüyor. On kişi toplansa tırnağı edemezler.”
“Ne onu canım, sen ona yirmi de.”
Weed’in arkasındaki oyuncuların seviyesi daha düşüktü ve onlar çok daha dikkatli çarpışıyordu. Seo Yoon ise her şey yolunda gittiği ve etrafında pek çok kişi olduğu için tüm gücünü sergileme gereği duymuyordu. Dolayısıyla Weed’in eylemleri özellikle göze çarpıyordu.
Ve Buz Trolünü izleyen oyuncular öylesine enerji doluyordu ki Serabourg Kalesinde yaşanan krizi idrak etmeleri mümkün olmuyordu.
*****
Zindandaki manzara KMC Medya da dahil olmak üzere her kanalda yayınlanıyordu.
“Nasıl da pervasızca savaşıyor…! Bu aceleci mücadelede hiçbir taktik izlemiyor. Oyuna yeni başlayan oyuncular Kraliyet Yolunda buna kalkışmasın lütfen. Böyle mücadeleler intihara giden kestirme yollardır.”
“Weed kuvvetindeki ani artışı idare edemiyor ve dikkatsizce dövüşüyormuş gibi görünüyor. Buna Weed’in mücadelelerinden biri demek hayal kırıklığı yaratıyor.”
Sunucular aşağılayıcı yorumlarda bulunuyordu. Yalnızca KMC Medya Weed’den yanaydı ve eylemlerini olumlu bir şekilde analiz ediyordu.
“Weed kuvvet ve direnç avantajlarından bütünüyle faydalanıyor! Harika bir strateji.”
“Aynen, bugüne dek diğer oyuncuların mücadelelerine dair pek çok video izledim. Ama bir zindanı bu denli hızlı temizleyen tek bir kişi bile görmedim.”
Buz Trolünün kuvvet ve direncinden tam anlamıyla faydalanmadan savaşmak aptallık olurdu. Weed de darbe yiye yiye ve o darbelerin intikamını ala ala savaşmaya devam ediyordu. Bu zindelik Embinyu Kilisesi güçlerini korkudan arındırıyor ve birikmiş streslerinden kurtulmalarını sağlıyordu.
“Ve siz izleyicilerimiz için bir sürprizimiz var.”
“Neymiş o?”
“Şaşırmayın canım. Savaş Tanrısı Weed’le ilgili! Weed’e yakın olan bazı parti üyelerine ulaşmayı başardık. Todeum yayınımızdaki parti üyelerinden bahsediyorum. Dördü şu anda hattımızda, kendinizi tanıtın lütfen.”
- Gerçekten televizyonda mıyım? Vaay, çok heyecanlı!
- Öhöm! Merhaba, tanıştığımıza memnun oldum.
- Merhaba.
- Öhö öhö. Yolunuz ne zaman Kuzey Kıtasına düşerse ziyaretime gelin. Paranız olduğu sürece istediğiniz her şeyi temin edebilirim.
Sonuncusu hariç hepsi kadın olan bu seslerin paylaşılan müzik videoları ve şarkılarından pek de farkı olmayan üçüncüsü, etkileyici ve fazlasıyla tanıdıktı.
“Savaş Tanrısı Weed şu anda muazzam bir rol oynuyor. Bu yayın gerçek zamanlı olduğu için röportajımızı kısa tutmak zorunda kalacağız maalesef.”
- Tabii ki! Sorun yok, endişe etmeyin.
- Anladım.
- Hiç endişelenmeyin lütfen, halden anlayacak kadar çok şova katıldım.
- Ama yine de anlaştığımız ödemeyi alacağız, değil mi?
“Sanıyorum ki Savaş Tanrısı Weed’le bolca vakit geçirmiş olmalısınız. Müsaadenizle şunu sorayım, Weed normalde zindanlarda nasıl mücadele eder?”
- Şu anda olduğu gibi. Zavallı canavarlar.
- İlk atışı yapmak zor oluyor.
- Her daim gayretlidir.
- Ben yalnızca arkada ganimet hesabı yaparım, o yüzden...
“Sizlerin pozisyonunu, Weed’le avlanabiliyor olmanızı kıskanan pek çok izleyicimiz var. Peki siz onunla avlanırken ne hissediyorsunuz? Heyecan? Gerginlik?”
- Çok iyi savaştığı için ona ayak uydurmak zor oluyor. İnsan kendinden sızan enerjiyi hissediyor resmen. Oldukça hızlı ve baş döndürücü tecrübeler… Ama düşmana inen yumruğunuzun tadı var ya…. insanı keyiflendiriyor.
- Başarılı bir avdan sonra biriken özgüvenle her şeyi yapabilirmişsiniz gibi geliyor.
- Onu savaşırken izlemek gerçekten harika.
- Şey… Ben sadece hesap kitaba bakıyorum...
“Weed Morata Lordu olarak halkı tarafından methediliyor. Weed’in lordluğun ağır sorumluluklarının da üstesinden gelebileceğini başından beri biliyor muydunuz?”
- Ben bile şaşırdım doğrusu. Açlıktan tüm halkını öldürür diye düşünmüştüm.
- Öyle görünmüyor olsa da Weed-nim gerçekten kibar ve yumuşak kalpli biridir. İyi bir iş çıkaracağını biliyordum.
- Weed için hiçbir şey imkânsız değildir.
- Ödemem gereken vergiler… Ah, boş versenize. Hepiniz Morata’ya gelin ve Mapan’ın Dükkanına bir göz gezdirin lütfen.
“Weed’in mücadelesi hala süregeliyor, dolayısıyla bu röportajı kısa kesecek ve fırsatını bulursak kaldığımız yerden devam edeceğiz. Weed’i Serabourg Kalesi halkını kurtarma görevi için cesaretlendirmek adına söyleyecek bir şeyiniz var mıdır?”
- Her şeyi yumruğuna yükleme.
- Sağ salim geri döneceğine inanıyorum.
- Dönerken bana bir çift bot getir lütfen… Ve bir de terzi Vitori’yi ara ne olur, şu sıralar çantaları bayağı popüler.
- En iyi kalite mallarla en iyi hizmeti sunuyoruz. Bayilik fırsatları için hemen şu anda Mapan Zincir Marketlerini arayabilirsiniz!
*****
NPCler ve oyuncular Weed’in açtığı geçitte toplanmaya devam ediyordu.
Weed bir Buz Trolü olsa da uzatmalı bir savaşın ardından sağlık ve canlılığının epey azalmış olması kaçınılmazdı. Neyse ki oyuncular arasında pek çok rahip vardı. Sağlık ve canlılık büyülerinin ardı arkası kesilmiyor, böylece Weed de tamamıyla canavarları ortadan kaldırmaya odaklanabiliyordu.
“Buradan çıkabilmemizi tamamen Weed-nim’e borçluyuz.”
“Çok etkilendim ya, bizim için bu kadar ileri gideceği hiç aklıma gelmezdi.”
“Weed-nim’in Rosenheim Krallığından oluşuyla gerçekten gurur duyuyorum.”
Oyuncuların Weed’e duyduğu hayranlık çığır atlamıştı. Weed’in aklından geçenlerse bambaşkaydı…
“Hala çok zorlaşmadı. Bu rastgele yabancıların hepsini kurtaracağım diye kendimi fazla yormama gerek yok.”
Weed, işler altından kalkılamaz hale gelirse diğer oyuncuları öylece kendi hallerine bırakıp sıvışmaya dünden hazırdı.
*****
Doktor Yoo Byung Jun, büyük bir dikkatle oturmuş televizyon izliyordu.
“Embinyu güçleri Serabourg Kalesinin surlarını aştı bile. Duvarların üstlerine yıkılması an meselesi artık.”
“Doğu kapısı nihayet ihlal edildi. Embinyu güçleri şu anda Kalenin derinliklerine ilerliyor.”
“Dükkanlar ve tezgahlar ateşe verildi. Embinyu Kilisesi tüm Serabourg Kalesini ateşe vermeyi planlıyor anlaşılan.”
Sunucular mevcut durumu tam bir yaygara haliyle açıklıyordu.
Embinyu Kilisesi tarafından ele geçirilen kaleler genellikle yakılıp yıkılır, içlerindeki tüm oyuncular avlanırdı. Bu alanlar yalnızca yıkılan taş duvarların kalıntıları arasında çılgınca büyüyen otlarla kaplı boş topraklara dönerdi. Serabourg Kalesinin kaderi de farklı olmayacaktı.
“Embinyu Kilisesi bayağı hızlı genişliyor.”
Yalnızca Kraliyet Yolunu izlemek bile Yoo Byung Jun’a büyük bir keyif veriyordu. Embinyu Kilisesi, gölgelerden, canavarlardan, insanların açgözlülüğünden, gelişmelerden ve refahtan, eline geçen her fırsattan faydalanarak gelişiyordu. Kraliyet Yolu, canavarları ya da kötü niyetli tanrıları takip edenleri seçim yapma özgürlüklerinden alıkoymuyordu.
Çoğalarak ya da hayatta kalma mücadelesi vererek güçlenen canavarların güçlerinin bir sınırı yoktu. Belirli topraklara bağlı değillerdi, zindanlardaki canavarlar da av arayışıyla dışarıda özgürce cirit atabilirdi. Hatta patron canavarların himayesindekileri daha verimli alanlara göç ettirdiği bile olurdu.
İnsanlarsa köyleri ve kaleleri ele geçirebilirdi, hatta yetenek ve bilgi birikimi yapmak bile mümkündü.
Yoo Byung Jun da yetkisi sayesinde Kraliyet Yolunda olup biten her şeyi gönlünce izleyebiliyordu.
“Bay Oh Joo Wan. Embinyu Kilisesi bu hızla daha ne kadar büyüyebilir sizce?”
“Bildiğiniz üzere Embinyu Kilisesi yüzünden Ana Kıta karman çorman durumda. Henüz Unicorn Kurulundan bu konuyla ilgili bir açıklama gelmedi.”
Unicorn çalışanları fena halde tedirgindi. Şehirlerin tamamen yıkılması ve Kraliyetlerin harap edilmesinin aşırılığından endişe ediyorlardı. Yine de Kraliyetler ve şehirler orijinal hallerinin izlerini taşırken geleceği şekillendirmek oyunculara düşüyordu. Yeni şehirler oluşturmak için ormanları tahrip edebilir, nehir kenarlarında yerleşkeler kurabilirlerdi. Ama bu olay iki yönlüydü ve savunmaları yetersiz olduğu takdirde kolaylıkla canavarların istilasına uğrayabilirlerdi.
Yoo Byung Jun, görüntüleri izlemeye devam ederken kendi kendine mırıldandı.
“Böylece Embinyu Kilisesinin kıtaya yıkım getirme ihtimali daha da kuvvetlendi.”
Gidişata bakılırsa ihtimaller bir hayli yüksekti. Versailles Kıtasında hiçbir şey değişmez değildi, hala kıtayı yerle bir edebilecek çok sayıda canavar ve karanlık güç mevcuttu. Sinsi ve hilekarca komplolar kuruluyor ve dört bir yana yayılıyordu.
Oyuncuların gelişimi yavaşlarsa veya kendi aralarında çekişmeye başlarlarsa Versailles Kıtası karanlık güçler tarafından ilelebet tarihten silinirdi. Oyuncular bunun sonrasında da Kraliyet Yoluna bağlanabilirdi. Ama ya esaret altında yaşamaları ya da yeni şehirler kurup daha parlak bir gelecek için savaşmaları gerekirdi.
Kraliyet Yolu basit bir oyun olsaydı Unicorn Şirketi oyuncuların ilgisini korumak adına Embinyu Kilisesine bir son verebilirdi. Ama Unicorn’a var olduğu dünyanın her bir köşesinden para yağıyordu.
Versailles Kıtasının kaderi de oyuncuların kararlılığına kalıyordu.
“Bardray bir sonraki imparator olarak benimsendiğine göre bölgesi ve nüfuzu kuvvetlendikçe Enbinyu Kilisesiyle rekabet edecektir. Ama daha ziyade...”
Bir süredir Yoo Byung Jun’un aklını fena halde bulandıran bir isim vardı.
Weed!
Weed’in Savaş Tanrısı unvanı büyük oranda gösterişten ibaretti ve gözlemlerine dayanarak Weed’in tasvirlerinin çoğunun epey abartılı olduğu kanısındaydı. Ama onun Kraliyet Yoluna başladığı sahneyi geri sarıp izlediği her seferde şaşırıp afallıyordu.
“İnsanların zorluklar karşısındaki olağan tepkisi yeteneksizliklerinin farkına varıp hüsrana uğramak değil midir? Ayak sürümeye ve çaresizliğe kapılmaya başlamazlar mı?”
Fakat Weed, zorlukların üstesinden gelirken çektiği çileyi teatral bir şekilde sergilemişti. Gizli Oymacılık tekniklerini ardı ardına keşfederken bir şekilde Zahab’la tanışmıştı. Koskoca Versailles Kıtasını didik didik etmiş ve en zorlu yerlerden birine ayak basmıştı.
“Ve Morata...”
Bir şehir sahibi bile olmuştu. Öyle ilahi bir hediye misali gökten zembille de inmemişti. Bizzat elde ettiği ve geliştirdiği bir şehirdi. Weed, Bardray gibi bir lonca altındaki birliklere komuta etmiyordu. Ama bir şekilde tüm kıtada ünlenmişti.
Yoo Byung Jun da artık Weed konusunda bir hayli temkinliydi.
“Oldukça zeki biri. Serabourg Kalesindeki tüm oyuncu ve NPC’leri kurtarışının da özel bir etkinlik olacağına eminim.”
Embinyu güçlerinin Serabourg Kalesini kuşatışı hiç normal değildi. Kaledeki çaylakları ve sığınmacıları tahliye etme düşüncesiyse akıl sır erdirilemez düzeydeydi. Ancak Weed, başarısız olsa bile bu kahramanca hareketiyle insanların kalbini ve aklını çelecekti.
“Embinyu Kilisesi şimdiye yolu kapamış olmalı… Tek başına kaçarsa ne kadar ileri gidebilir merak ediyorum doğrusu.”
*****
Başkan Jeong Deuk Soo, hafta sonunu evinde kitap okuyarak değerlendiriyordu.
“Tüm gün yağacağını söylemişlerdi.”
Yağmur damlaları sabahtan beri pencereleri dövüyordu.
“Tam da Kraliyet Yoluna giriş yapma havası sanırım.”
Park Jin Suk’la yaptığı sohbet, Kraliyet Yoluna olan ilgisini canlandırmıştı. Tatillerinde dilediğince rahatlamak için faydalı bir araçtı.
“Fikrimi değiştirmeden gireyim.”
Diyen Başkan Jeong Deuk Soo, kapsülün olduğu odaya geçti. Oyuna giriş yaptığı karakterin adı Bart’tı. Yalnızca başlangıç ekipmanlarına sahipti. Ve hobisi dağcılık olduğu için son çıkış yaptığı nokta, korucuların ikamet ettiği bir vadiydi.
“Vaay su gerçekten berrakmış.”
“İçmeyi denesene. İnsanı ferahlatıyor.”
Vadi çiftler için bir cennetti adeta! Versailles Kıtasında ünlü olduğu için de buradaki çiftlerin sayısı iyice fazlaydı.
“Başka bir yere gitmeliyim.”
Diyen Bart, erkeksi bir şekilde dağdan inmeye başladı.
“Kraliyet Yolunun bana kendimi daha genç hissettirmesi ne hoş.”
Ama birkaç adım sonra karşısına tatlı, kırmızı gözlü bir tavşanın çıkası tuttu.
“Aah, bir tavşan.”
Korkan Bart, tavşan geçinceye dek çıt çıkartmamaya özen gösterdi. Yalnızca 3. seviye bir çaylak olarak bir tavşan bile onu korkutmaya yeterdi. En ufak bir savaş tecrübesi yoktu ve 3. seviyeye çıkışını konuşarak tamamladığı basit görevlere borçluydu.
“Önce köye dönmem gerek.”
Bart, herhangi bir yere özgüvenle gidebilecek seviyede değildi. Etraftaki pek çok kişi sayesinde dağdaki vadi onun için güvenliydi. Ayrıca büyük bir şehrin hemen arkasında olduğu için karşısına tehlikeli canavarlar da çıkmazdı.
La Salle Krallığındaki şehir, pazarlığa tutuşan ve birlikte seyahat edecek kişiler arayan oyuncularla tıklım tıklım doluydu.
“Mavi şifalı bitki hasadı için birilerini arıyorum! 25. seviye üzerindeki herkes kabulümdür! Yalnızca bir saatlik sıkı çalışmayla elinize sağlam bir para geçebilir.”
“Bu bölgede yeni oluşturulan goblin kalesinde avlanacak parti üyeleri arıyorum.”
Bu sesler çaylaklardan yükselse de bahsi geçen seviyeler Bart için inanılmaz yüksekti.
“Herkes Kraliyet Yoluna gerçekten bayılıyor gibi.”
Şehirde dolanan Bart, kendilerince eğlenen insanların neşeli ifadelerini gözlemliyordu. Gökyüzü daha berrak olamazdı, etraftakilerin gerçeklerden hiçbir farkı yoktu ve oyun sahici bir yürüyüş hissiyatı uyandırıyordu. Yeni bir dünyayı adımlamanın heyecanını!
Bir çatıya yuva yapan kuşları izleyen Bart, kendi kendine kafa salladı.
“Bu kadar popüler olmasının bir sebebi var tabii.”
Bir iş adamı olarak yalnızca Kraliyet Yoluyla ilişkili fırsatlara ve teknolojiye dikkat kesilmişti. Unicorn Şirketi öngörülmemiş bir ölçekte gelişiyordu ve yönettiği tüm şirketlerin cirosu veya net karıyla kıyaslanamayacak düzeydeydi. Dünyanın başta gelen şirketleriyle arasındaki işletme karı farkı bile tek haneli rakamlara ulaşmaya başlamıştı.
“Devir değişti. Gelecekte daha çok Kraliyet Yolu oynamanın faydasını görebiliriz.”
Kraliyet Yolunu basit bir eğlenceden ibaret görse de etrafındaki insanların düşkünlüğünü fark edince oyunu tam anlamıyla tecrübe etme isteğine kapılmıştı. Neyse ki birikmiş bolca parası vardı. Şirket sekreteri, tatil günlerinin tadını çıkartabilmesi için ona yüklü bir miktar ayırmıştı.
“İlk önce savaşmak için doğru düzgün silahlar alayım...”
Bart bir nebze sağduyuluydu ve herhangi bir seviye kısıtlaması olmayan başlangıç ekipmanlarını tercih etti. Henüz bir sınıfı olmadığı için de basit kıyafetler ve hafif bir uzun kılıçla yetindi.
Bu esnada üzerinde silah işareti olan dükkandan oyuncuların heyecanlı sesleri işitildi.
“Duydunuz mu? Embinyu Kilisesi şu anda Serabourg Kalesine saldırıyormuş.”
“Şu anda mı?”
“Kuşatma falan varmış. İblisler devasa diyorlar!”
“Ah… Ben de tam Bolog zindanında avlanacaktım...”
“Senin aklından avlanmaktan başka bir şey geçmiyor mu? Tavernada bu olayları izlemek çok daha önemli.”
“Eh, haklısın sanırım. İzlemezsem pişman olurum.”
“Acele et. Gecikirsek tavernada yer bulamayız.”
Bunlar Bart için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Ama tavernaya giderse bir şeyler görebilirmiş gibi geliyordu. Belki de bu yüzden bir zamanlar ağzına kadar dolu olan dükkanlar bomboş ve sokaklar iyice ıssız kalmıştı.
“Ben de tavernaya gitsem iyi olacak.”
Bart bu düşünceyle tavernaya girdi ve bütün bir tavukla bira sipariş etti. Büyük kristale bir video yansıtılıyor, oyuncuların az önce bahsettiği Serabourg Kalesi kuşatması gösteriliyordu.
Oyuncular büyük kristale kilitlenmiş halde yiyip içiyordu.
“Kaah, bira iyiymiş. Savaş Tanrısı Weed de cidden farklı biri.”
“Bir başına Embinyu Kilisesine kafa tutacak tek bir kişi daha olabilir mi?”
“Erler mi? Seviye her şey mi sanıyorsun sen? Onlar Weed’in tırnağı olamazlar.”
“Şu avlanma hızına baksanıza. Bizim yürüyüşümüzden daha hızlı! Canavarlar belirdiğinde gözünü bile kırpmıyor.”
“Embinyu Kilisesi Weed için kolay lokma.”
Bart, diğer oyuncuların sohbetlerini dinleyerek kristali izlemeyi sürdürüyordu. Kristal, kanalların yayınlarını eksiksiz şekilde aktarabiliyordu. Oyunla gerçeklik arasındaki büyük zaman farkı da araya reklamlar ve farklı programlar sokarak çözülebiliyordu!
Genel olarak Embinyu Kilisesinin Serabourg Kalesini yıkışı gösterilirken görüntüler sıklıkla Weed’in diğer oyuncularla birlikte zindanı temizleyişine kayıyordu.
“Savaş Tanrısı Weed...”
Bu isim Bart için fazlasıyla tanıdıktı. Kızı Seo Yoon’un vaktinin çoğunu birlikte geçirdiği erkek karakterin ta kendisiydi!
“O Weed denen tipi tanıyorum.”
Bu mırıldanışıyla çevresindekilerin kendisine dönmesine sebep oldu.
“Ahjussi, o tip dediğin Savaş Tanrısı Weed. Onu şahsen tanıyor musun gerçekten?”
“Evet, bu kesinlikle o.”
“Eh, aynı isimde bir sürü kişi var sonuçta.”
“Size o benim tanıdığım Weed diyorum.”
“Ah, tabii…”
Bart yaşı yüzünden fazla alay konusu olmasa da tavernadaki atmosfer her şeyi anlatıyordu. Yalnızca başlangıç ekipmanları kuşanmış bir çaylağın Weed’i şahsen tanıyor olması saçmalıktı.
“O ahjussi de amma sıktı.”
“Az da olsa inanılır bir şey söyleseydi bari.”
Evet, Bart onların gözünde Weed’i tanıdığı yalanını söyleyen kendini beğenmiş bir ahmaktı.
*****
“Gyaaa!”
Weed’in kükreyişi yeraltı geçidi boyunca yankılanıyordu. Bunun canavarları çekmek gibi bir etkisi olsa da aynı zamanda peşinden gelen oyunculara hafife alınamayacak bir güvence de sağlıyordu.
“Acele edin!”
“Arkadakiler yavaşlamasın. Biz yavaşlarsak geçit iyice kalabalıklaşacaktır.”
Gizli geçitte ilerleyen NPC ve oyuncuların ardı arkası kesilmiyordu. Başlangıçta büyük loncaların izinden gitmeyi planlayan orta düzeyde loncalar da Weed’e bel bağlamış durumdaydı.
Tahliye edilmesi gereken yüz binlerce kişi vardı. İnsanlar bir anda yığılıyordu ve daha geçide adım dahi atamamış niceleri vardı.
Weed, çiçekten bileziğin cazibesine kapılarak Selina’nın görevini kabul etmişti. Ama gerçek şu ki bu fazlasıyla zor bir görevdi. Önceden hazırlanılabilecek bir şey olmamasının yanı sıra anbean yüzlerce NPC’nin kaderini belirleyecek kararlar alması gerekiyordu.
“İzin ver de seninle birlikte çarpışalım.”
“Hepsini gebertelim! Tarihten silelim!”
Yüksek seviyeli oyuncular NPCleri aşarak canavarların temizlenmesine yardımcı oluyordu.
“İleriii!”
Enselerine çöreklenen tehlikeyle zamana karşı yarışıyorlardı. Buna rağmen tehlikedense keyfe kapılıyorlardı. Weed’i takip ederken heyecandan mest oluyorlardı.
Kılıcını büyük bir güçle savuran Buz Trolünün uzun ve iri cüssesi en arkalardan bile görünüyordu! Weed kılıcını kavrarken kasları esniyor, Buz Trolünün uzun kolları canavarları mızrakla kesermiş gibi bir görüntü çiziyordu.
“Uahahahaha!”
Sağlam ganimetleri cebe indiren Weed’in boğazından kahkahalar kaçıyordu.
Düşmana kararlılıkla hücum eden Buz Trolünü izleyen oyuncuların tüyleri diken diken oluyordu. Weed Serabourg Kalesinden kaçmak için savaşmaktansa onlara bir soru soruyormuş gibi geliyordu.
Neden stres dolu zor ve yorucu bir hayat yaşamaya mahkum olsunlardı ki? Dünya insanı tir tir titreten heyecanlarla doluydu! Savaşmak, çabalamak ve yalnızca heyecan dolu bir hayat yaşayabilmek için bedenini kullanabilmek büyük bir nimetti.
- Sağa dönmelisin.
- Şu tarafta temiz bir su akıyor. Susadıysan devam etmeden önce iç lütfen, Weed-nim.
- 3 canavar yaklaşıyor! Onlara cehennemi tattır lütfen.
- Biraz ileride bir tuzak var. Atlatırsın, değil mi? O tuzağı atlatışına gönlümü kaptıracağım sanrım!
Periler etrafta uçuşarak Weed’i yönlendiriyordu. Okçular ön saflara yanaşmış, canavarlar Weed’e yaklaşamadan oklarını ateşliyordu. Daha önce tehlikeli durumlarda birbirleriyle koordine olmamış oyuncular bu defa öne çıkıyor ve elinden geleni yapıyordu. Bu sayede canavarların sayısı artsa da hızları azalmıyordu.
“İnsanları iyileştirin.”
Weed’in bu komutuyla rahipler öne çıkarak ön saflarda savaşan oyuncuları iyileştirdi.
“Silahları onarın.”
Silahlar anında arkaya gönderildi ve demirciler onarıma koyuldu. Weed grubun etkinliğini zirvede tutuyordu.
Asillerin ardında bıraktığı hazineler ve kayıp öğeler yeraltı geçidinin dört bir yanına saçılmıştı. Weed, canavarlarla savaşırken 4 hazine kutusu açtı.
* Kutu boş. *
* Kutu boş. *
* 3 altın elde ettiniz. *
* Bir Dekoratif Kraliyet Kılıcı buldunuz. *
Herkesten önce davranan Weed, üzeri altın, gümüş ve çeşitli mücevherlerle süslenmiş gösterişli bir kılıç elde etti.
“Tanımla!”
Dekoratif Kraliyet Kılıcı
Dayanıklılık: 45/45, Saldırı: 24~39
Kılıç bir müddet dekoratif bir parça olarak Rosenheim Krallığı sarayına asıldı.
Uzun bir süredir kayıptı ve halk tarafından tamamen unutuldu.
Kısıtlamalar: Şöhret 3,500 üzeri olmalı.
Seviye 240 üzeri olmalı.
Seçenekler: Cazibeyi %4 arttırır.
Karizma +35.
İtibar +40.
Sanat +15.
Bir dükkandan mal alırken üzerinizde bu kılıcı taşırsanız %5 daha fazla ödeme yapmanız gerekir.
Bu kılıç savaşmaktansa gösteriş yapmaya uygundu. Kabzasına işlenmiş mücevhere bakılırsa bir dükkana veya bir asile sağlam bir fiyata satabileceğini tahmin ediyordu.
“Fena harçlık olmadı.”
Yeraltı geçidi, pek çok kavşağı olan geniş bir tünel ağına sahipti. Takipçilere zaman kaybettirecek tuzaklar bile vardı ama Weed onları atlatıp geçiyordu. Etkilerini koruyan tuzaklarsa riske atılan maceracılar ve kaşifler tarafından hızla etkisiz hale getiriliyordu.
- Bu taraftan daha hızlı gidersin.
- O yol kapalı.
- Kral şuraya doğru kaçıyor. Bu yoldan gitmemelisin, oradan kötü askerler geliyor.
Yeraltı geçidinin birçok çıkışı vardı. Weed de perilerin rehberliğinde kapalı geçitlerin etrafından dolanarak doğuya yönelmişti. İlerliyor, önlerine çıkan canavarları mağlup ediyorlar derken grup nihayet yüzeye açılan bir çıkışa ulaştı.
“Çıkmadan önce burada dinleneceğiz.”
Bir Buz Trolüne dönüşen Weed’in sağlığı ve canlılığı hızla onarılsa da bitkin ve soluk soluğa kalmış oyuncular onun kadar şanslı değildi. Bu noktaya dek onu takip edebilmeleri bile inanılmaz zor olmuştu.
Artık yüzeye adım atacaklarına göre orada onları her şey bekliyor olabilirdi. Weed’in arkasında çarpışan savaşçılar pek iyi hissetmiyordu. Ama soluklanmakla meşgulken kendilerini olacaklara da hazırlıyorlardı.
‘Burada Weed-nim’le birlikte çarpışırken ölürsem bir kahraman olurum.’
‘İş yerinde bu olayla öyle böbürleneceğim ki. Patron-nim, denetmen-nim, yönetmen-nim ve hatta vekil bile… Serabourg Kalesinde savaşırken ölecek olursam... Kakaaka! Herkes beni kıskanacaktır.’
‘Şu anda televizyonda mıyım acaba? Bugün yüzümü bile yıkamamıştım. Keşke avlanmaya ve seviye kasmaya çok vakit harcıyorum diye benden ayrılan eski sevgilim beni şu anda görebilseydi.’
‘Bacaklarım titriyor. Bu heyecan bana kafayı yedirtecek.’
Çaylakları kurtaran ve Weed’in yanında olmaya hak kazanan oyuncular heyecandan deliye dönmüş durumdaydı. Kalpleri güm güm atıyor, ağızları kuruyordu. Serabourg Kalesinden başka bir grupla kaçmış olsalardı böyle bir heyecanı hayatta deneyimleyemezlerdi.
Bu esnada son ana dek Serabourg Kalesini savunan veya yayın yapan oyunculardan yeni bilgiler akmaya devam ediyordu.
- Saray yanıyor.
- Batı kapısından eser kalmadı.
- Güney duvarı yıkıldı, savunmacılar geri çekiliyor.
Ayrıca büyük loncalardan ve yüksek seviyeli oyunculardan oluşan farklı grupların da kaçmaya başladığı bilgisi ulaşıyordu. Tüm kale kapıları ve duvarlar yıkılmıştı. Hayatta kalmanın tek yolu Embinyu Kilisesi güçlerinin çizdiği sınırın ötesine geçmekte yatıyordu. Bu nedenle seçtikleri doğrultuda ilerlemek için çaresizce çaba sarf ediyorlardı.
“Hiç değilse Embinyu Kilisesinin ilgisini üzerimizden biraz çekerler herhalde.”
Weed, henüz oyuncularla konuşmamış, doğru anı beklemişti.
“Yüzeye çıktığımızda karşımızda Embinyu Kilisesini bulacağız.”
GULP.
Weed’in devam etmesini bekleyen oyuncular yutkunuyordu. Hayatta kalmak için canlarını dişlerine takmalarını gerektirecek o büyük savaşa adım atmadan önce Weed’in konuşmasını dinleme fırsatları olacaktı.
Çaylaklar güçsüz canavarlar karşısında bile telaşa kapılır, elleri ayaklarına dolaşırdı. Ama şu anda canlarını kurtarmak için Embinyu Kilisesi gibi muazzam bir gücün saldırısı altındaki Serabourg Kalesinden kaçıyorlardı.
Peki hangi kelimeler bu oyunculara cesaret aşılayabilirdi?!
“Canavarlar tarafından öldürülmek, öğe kaybetmek, yetenek uzmanlığı ve seviye düşüşü yaşamak… Bunlar hayatta bolca yaşanan şeyler.”
Weed, o ana dek pek çok ölüm tatmıştı.
“Özellikle de bir çaylakken sık sık ölürsünüz. Sonra arkadaşlarınızın ve parti üyelerinizin sizden çok daha önde olduğunu hissedersiniz. İlk günler farkın hızla açıldığı zamanlardır. Yabancıların başarılı olduğunu gördüğünüzdeyse içinizde bir şeyler çalkalanır ve tüm bunların adaletsizliği karşısında kendinizi perişan hissedersiniz. Derken arkadaşlarınız gözden kaybolmaya başlar.”
"...."
“Onlara yetişeyim diye düşünürken tedirginliğe kapılırsınız. Seviye atlamak için tehlikeli zindanlara girer ve yine öldüğünüzle kalırsınız. Para ve öğe kaybeder, fakirleşirsiniz, maceralara atılmak imkansızlaşır ve görevleriniz plana uygun ilerlemez.”
".........."
“Ama bizler tüm bunlara rağmen dışarı çıktığımızda pozitif olmaya çalışalım derim.”
"..................."
İşte bu mesaj tek kelime atlamadan baştan sona herkese iletildi. Ve tüm oyuncularla NPC’leri yatıştırdı.
#Ve Lms bir kez daha sahalara döndü! Hala buralarda olanlara selamlar, olmayanların da yollarını gözleyeceğiz. Bundan sonra bir aksilik çıkmadıkça 3 günde bir yeni bölümlerle birlikte olacağız. Tekrar görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..