Lms 15.10 : Boğaya Binen Oymacı

avatar
3582 27

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 15.10 : Boğaya Binen Oymacı


Çevirmen : Clumsy-nim



Yarı Profesyonel Birleşik Paralı Asker Loncası.

 

Kara Kılıç Paralı Askerleri, kendilerine birinci sınıf Paralı Asker deme hakkını kazanmıştı.

 

“Heh. Bu noktaya gelmek gerçekten zordu.” dedi Kara Kılıçların lideri Michel.

 

En okkalısından yüz seksen dokuz görev, onları bu noktaya getirmişti.

 

Versailles Kıtasının her yerinde dalları bulunan Yarı Profesyonel Birleşik Paralı Asker Loncası olarak tanınıyorlardı.

 

Kara Kılıçların kendilerine ait bir kale ve bir köyleri bile vardı. En iyi Paralı Askerler onlardı ve saygınlıklarının hakkını veriyorlardı.

 

Binlerce paralı askerden oluşan bir loncaydılar. Pek çok Büyücü ve Savaşçı barındırıyorlardı ve hatta asillerle bağlantıları vardı.

 

Kara Kılıç Paralı Askerlerinin üniformalarına simsiyah çapraz kılıçlar şeklinde ayırt edici bir sembol işliydi. Bunu gören diğer Paralı Askerler, onlara saygı gösterirdi.

 

Yalnızca bir Kara Kılıç Paralı Askeri olmak bile oyuncuların genelinden saygı görmek için yeterliydi.

 

Michel’in Yarı Profesyonel Birleşik Paralı Asker Loncası kayıtlarına erişimi vardı.

 

“Bitmemiş görevler var. Onları da bitirebilirsek Paralı Askerler daha da güçlenebilir.”

 

Michel gurur doluydu.

 

Kendisi 431 seviye olmakla kalmıyordu, en yüksek rütbeli oyuncuların hatırı sayılır bir kısmı da Paralı Askerler arasındaydı.

 

Televizyona çıkmış bir ünlüydü ve diğer loncalarla iyi ilişkiler içerisindeydi. Arada bir çatışmalar çıktığındaysa kaba kuvvetle çözümlese bile sonrasında bir şikayet almıyordu.

 

Versailles Kıtasında güçsüz ve tehlikesiz pek çok kişi vardı. Kara Kılıç Paralı Askerlerinin gücünü arzulayanların haddi hesabı olmadığı için de etkileri artmayı sürdürüyordu.

 

Yarı Profesyonel Birleşik Paralı Asker Loncasının kayıtlarını okuyan Michel, gözleri bir noktaya değdiğinde bocaladı.

 

“Eski Paralı Asker Loncası Efendisi Smith. Yarı Profesyonel Birleşik Paralı Asker Loncasını Versailles’in en iyisi yapan adam. Emekli oldu olalı onu gören olmamış mı yani?”

 

* * *

 

*Kyaaaaaaak!*

*Hehe!*

 

İnsan ordusuyla Şeytani Ruhlar arasında çaresizce bir çarpışma yaşanıyordu.

 

Şeytani Ruhlar Odin’in duvarlarında savaşıyordu.

 

Kısa ve uzun bacaklı Şeytani Ruhlar zombilere çok benzer şekilde, her an yığılıp kalacakmışçasına dengesiz şekilde ilerliyordu.

 

“Ateş!”

 

Duvarlardan ok yağıyordu.

 

Okçular tek bir ok sakınmaksızın ateşliyordu.

 

Diriliş Kilisesi Rahipleri asalarını kaldırıyordu.

 

“Regorlar, ilerleyin!”

 

“Hücum. Odin’i ayaklar altına alın.”

 

Devasa filleri veya mamutları andıran Şeytani Ruhlar koşturuyordu.

 

Regorların yoluna çıkan küçük Şeytani Ruhlar tekmelenip havaya uçuruluyordu fakat Regorlar onları hiç umursamadan hücuma devam ediyordu.

 

*Kuuoooooooo!*

 

Küçük Şeytani Ruhlar boruları üflüyor, korkunç çığlıklar atıyor, ayaklarını yerlere geçiriyordu.

 

“Okçular, ne halt yiyorsunuz siz, ATEŞ!”

 

“Şu Regorları durdurun!”

 

Regorlar Odin için kabus niteliğinde Şeytani Ruhlardı.

 

Büyük Savaş Düzlüklerinde pek çok İnsan oyuncu, Regorların ayakları altında kalarak canından oluyordu.

 

*Tva-tva-tvaaang!*

 

Odin’in duvarlarından dökülen oklar göğü kaplıyordu.

 

Regorlar ise okları kalın, gri tenlerinden geri sektiriyordu.

 

*Grarr rarr!*

*Kveeeeeee!*

 

Orta boyuttaki Şeytani Ruhlar Regorların karınlarının altından ve popolarının ardından akın etmeyi sürdürüyordu.

 

Açık çenelerinden dökülen çığlıklarla birlikte salyaları damlıyordu.

 

Odin’in duvarlarına ulaşmalarına yalnızca 200 metre kadar kalmıştı.

 

Odin’i savunan Şövalyeler, tükenene dek çarpıştıkları Şeytani Ruhların o mesafeyi her an kapatabileceğini biliyordu.

 

“Daha çok ok atın!”

 

"Büyücü takımı, ne yapıyorsunuz siz?"

 

"Meditasyon yoluyla Manamızı yeniliyoruz." diye yanıtladı, bir Refah Loncası Büyücüsü ve Odin Hisarı Büyücüleri temsilcisi olan Kiam.

 

"Bu zamanda ne Meditasyonu! Duvarlar düşecek olursa büyü yapma şansınızın bile olmayacağını bilmiyor musunuz? Çabuk, tüm Mananızı kullanmak zorunda kalsanız bile şu piçleri durdurun!"

 

Büyücüler Odin Hisarı duvarlarından büyülerini göndermeye başladı.

 

*ÇAAAAAATT!*

 

Ve yerin altının üstüne gelişiyle gök gürültüsünün eşlik ettiği yıldırımlar alçaldı.

 

Sağır edici bir kükreme ile alevler, yıldırımlar, sular ve büyülü oklar Şeytani Ruhlara doğru patlama yaptı!

 

Öyle güçlü bir saldırıydı ki bölgeyi kökünden değiştirerek tüm alanı dümdüz etti.

 

Regorların da dahil olduğu Şeytani Ruhlar bu saldırıdan kurtulamadı. Büyülerin savrulup gidişiyle geriye kalan tek şey ganimetler oldu!

 

"Kaaahretsin... gidip ganimetleri toplayamıyoruz bile.”

 

“Öleceğim. Tek yapabildiğimiz duvarları korumakken bu işte hiç kar yok.”

 

Duvardaki Paralı Askerler, o ganimetlerin arasında mutlaka pek çok iyi öğe vardır düşüncesiyle şikayetlerini sıralayıp homurdanıyordu.

 

Fakat duvardan inmek demek intihar etmek demek olduğu için açgözlülüklerini bastırmaları gerekiyordu.

 

Şeytani Ruhların bu ilerleyişi yalnızca başlangıçtı.

 

Büyü öncü kuvvetlerin icabına bakmış olsa da devasa Şeytani Ruh Ordusunda herhangi bir azalma belirtisi yoktu. Giderek daha azılı hale gelen Şeytani Ruh saldırıları nedeniyle Odin Hisarı fırtınadaki bir mum ışığından farksızdı.

 

Daymond Kemik Asasını salladı.

 

“Direnişiniz burada son bulacak.”

 

Suban da bir kahkahayla onu takip etti.

 

“Nihayet bugün geldi.”

 

“Evet. Güçlerimizi toplayabilmek için saldırılarımızı kasten kısıtlı tutmanın karşılığını aldık. Bugün Odin Hisarına nüfuz edeceğiz.”

 

Odin Hisarını aşabilirlerse Aidern Krallığını ele geçirmeleri yalnızca an meselesi olacaktı.

 

O koca mahzenin ve cephaneliğin kontrolünü ele aldıkları zaman da Şeytani Ruh Ordusunun karnı iyice doyacak, elleri iyice dolacaktı.

 

Müttefik Güçler bir araya gelmiş olabilirdi fakat o ana dek Şeytani Ruhlarla bizzat karşılaşmamış olanlar henüz durumun ehemmiyetinin farkında değildi. Sefer birliğinin başka bir Krallıktan harekete geçirildiği, gelmelerinin uzun zaman süreceği söylenmişti.

 

Yüksek vergi oranları ve ordu eğitimi!

 

Prestijli loncalar ve lordların akılları başlarına gelmemişti. Diriliş Ordusunun işgalinden önce yerel çatışmalar haricinde tüm Krallıklar huzur içerisindeydi ve tek düşman, canavarlardı.

 

Odin Hisarı duvarlarının kendilerini koruyacağı fantezisine kanmışlardı!

 

Hisarın içerisinde şimdiden ölümcül bir salgın başlamıştı. Müttefik Güçler stres ve korkudan paramparça haldeydi.

 

Daymond Kemik Asasını kaleye doğru uzattı.

 

“Saldırmaya devam edin!”

 

Yeni Regorlar Odin Hisarına doğru koşturdu. Sırtlarında da Goblinler vardı.

 

Güçsüz Goblinler kolay kolay motive olmazlardı fakat para ve Şeytani Ordunun yem oluşuyla ortalama görevliler olarak savaşa katılmışlardı.

 

Goblinlerin liderliğinde Şeytani Ruhların kudreti daha da yükselmişti.

 

Goblinler değersiz Mızraklarını kaldırarak Regorların üzerinde dans ediyordu.

 

Diriliş Ordusunun başını çeken ve Versailles Kıtasını işgal eden Daymond, ‘Karanlığın Prensi’ lakabını almıştı.

 

Kaostan doğan bir varlık olarak Versailles Kıtasını Şeytani Ruhlarla lekelemeyi arzuluyordu.

 

* * *

 

Jefferson takım elbisesi ve kravatını kuşanmış şekilde, kaşları çatık halde toplantı odasına doğru ilerliyordu.

 

“Bugün de kolay bir gün olmayacak.”

 

“Merhaba, Bay Jefferson.”

 

“Görüşmeyeli epey olmuştu, Johanna Hanım.”

 

Jefferson yanından geçtiği her kadının selamını nezaketle karşılıyordu. Fakat onları geride bırakışının ardından yüzüne yeniden karanlık gölgeler yerleşiyordu.

 

Çalıştığı şirket, New York’taki Global J.K.I Finans Grup idi!

 

Amerika’da tipik olduğu üzere kuramsal fonları konusunda tek bir mottoları vardı:

 

‘Para getiren şeylere yatırım yapılmalı.’

 

Kaynaklar, insanlar, şirketler ve ülkeler.

 

Yatırımlarında herhangi bir kısıtlamaları yoktu.

 

Sonsuz açgözlülükleri onlara büyük bir kayıp yaşattığı için çoktandır sessizlerdi. Fakat son zamanlarda anaparalarını yeniden yükselişe geçirmişlerdi.

 

Asya’dan sorumlu Yetkili Müdür Jefferson, şirketin zenginliğini elde tutan ana hissedarlarla bir toplantı gerçekleştirecekti.

 

Amerika ve Avrupa altyapı şirketlerine yaptıkları yatırımlardan elde ettikleri kar harikaydı. Mısırın petrol sahalarına yapılan yatırım giderek kar getiriyordu ve çevre teknolojisi yatırımları da umut vadediyordu.

 

Esas problem Asya’ydı.

 

Hissedarlar, hasılatın/karın fazla yüksek oluşu nedeniyle sıkkındı.

 

“Unicorn ile pay oranımız aşağı yukarı %7.2. Bu da şu anki piyasada tahmini olarak 16.8 milyar dolara tekabül ediyor.”

 

“Yatırımımızın karı yüz katı aşmış olmalı.” dedi Birleşik Devletler Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Benjamin Chandler.

 

“Evet. Yatırımın karı 130 katın üzerinde. Bugüne dek tüm şirketler genelinde gördüğümüz en yüksek kar.”

 

“Neden en baştan Unicorn’a daha çok para yatırmadınız ki?”

 

Yatırımın 130 katı kar!

 

Fakat bu, açgözlü Chandler için yeterli değildi. Diğer Yöneticiler ve Hissedarlar da Jefferson’ın hatasını eleştiriyordu.

 

“Para kazanma fırsatını kaçırdık. Fırsatların zamanla kara dönüştüğünü unuttun mu?”

 

“Unicorn daha olgun bir şekilde gelişene dek şirketimize özensiz davrandığına inanamıyorum.”

 

Jefferson öksürerek bir bahane sundu.

 

“Biz de harekete geçmeyi denedik ama hisse senedi değeri çok ani sıçradı.”

 

“Hisse senedi değerleri 130 kat yükseldi. En baştan daha çok yatırmış olmalıydık!”

 

“Başlangıçta test edilmemiş bir girişimdi. Basın ve Amerika akademik çevresi kötü yaklaşıyordu, yani daha büyük bir yatırım yapmak zordu.”

 

“Unicorn’a yapılan yabancı yatırım ne düzeyde?”

 

“%19.4 civarı.”

 

J.K.I. Finansal Grup, California Hükümet Çalışanları Emeklilik Şirketi ve diğer yatırım şirketlerinin toplamı yaklaşık olarak %19.4 idi.

 

“Daha da büyümeden Unicorn Şirketiyle güçlerimizi ve şirketlerimizi birleştirmeye ne dersiniz?”

 

Astronomik fonların kullanımıyla kontrolü ele geçirmek!

 

Bu, Chandler’dan başka hiç kimsenin söyleme cüreti gösteremeyeceği bir şeydi.

 

Jefferson’ın gömleğinin sırtı ter içerisinde kalmıştı.

 

“Fikri denemeden bilemeyiz ama son derece zor bir girişim olacağını düşünüyorum.”

 

“Biz şimdilik parayı kullanalım.”

 

“Parayı kullansak bile imkansıza yakın.”

 

Kraliyet Yolunun ilk başarı patlamasıyla birlikte Unicorn, inanılmaz bir büyüme periyoduna başlamıştı bile.

 

Hisse senedi değerleri dünya çapında beklenmedik bir şekilde tavan yapmıştı! Senet piyasası açılır açılmaz yükseklere sıçramıştı.

 

Başka bir satıcı da yoktu. Hisse senedine sahip olanlar bu yükselişin devam edeceğini bildiği için hiç kimse hisselerini satmak istemiyordu. Yalnızca o hisselerden ettikleri yıllık kar bile bir ömür geçinmeleri için yeterliydi.

 

Onların aksine hisse senedi almaya çalışanlarsa bu uğurda her bedele razıydı.

 

Borsacılar tek bir Unicorn hissesi alabilmek için dünya çapında mücadele veriyor fakat satmaya razı olan kimseyi bulamadıkları için tepeleri atıyordu.

 

“Nasıl böyle bir hisse senedi olabilir ki?”

 

Chandler midesinin altüst olduğunu hissediyordu.

 

Şu anda bile Unicorn’un hisse senetleri limitsizce yükselişteydi ve hisse başı bedel dünyada zirvedeydi.

 

“Yüksek fiyatlar çeksek bile kimse ticarete yanaşmıyor. Ve birleşme planladığımızın haberi yayılırsa periyodik olarak gerçekleşen ticaretler de sekteye uğrar.”

 

Jefferson ana hissedarlara kötü haber vermekten başka bir şey yapamadığı için üzgündü fakat elden bir şey gelmiyordu.

 

Ayrıca Unicorn Şirketinin zenginliği inanılmaz düzeydeydi.

 

İşin doğrusu bir araya gelip Unicorn’a besledikleri gizli kapaklı kötü niyetleri açığa çıkartan bazı finans şirketleri mevcuttu. Basın ve kredi şirketleri aracılığıyla Unicorn’u sarsıp hisse senedi almaya çalışıyorlardı.

 

Unicorn’un bu eylemlere verdiği karşılıksa sertti.

 

Yabancı medya ve finans şirketlerindeki paylarını büyük ölçüde genişletmek için bereketli fonlarını kullanmışlardı. Şirket yönetimine müdahale etmiş, yönetim kurulu üyelerini zorla değiştirmişlerdi, dolayısıyla da rakipleri geri adım atmak zorunda kalmıştı.

 

Unicorn Şirketinin sahip olduğu ekonomik güç nedeniyle yabancı finans şirketleri ağır kayıplardan etkilenmişti.

 

Unicorn, yabancı bir yatırım bankasının en büyük hissedarıydı.

 

Aylık 200 bin Won (~$200)!

 

Bu da yalnızca her ay muazzam kaynakları savurabilen Unicorn Şirketi için mümkündü.

 

J.K.I Finans Grubun toplantısı hiçbir sonuç alınamadan sona erdi.

 

Ve ana hissedarlar ağır bedenleriyle ayaklandı.

 

“Ben eve gidip dinleneceğim.”

 

“Abigail, bugün de Kraliyet Yoluna bağlanmayı planlıyor musun?”

 

“Kesinlikle. Deniz yakınlarında bir villa bile aldım.”

 

“Sizin seviyeniz neydi, Bay Chandler?”

 

“290. Birlikte avlanmak ister misin?”

 

“Elbette. Bana biraz yardımcı olun lütfen. 200. seviyeyi geçtikten sonra avlanmak cidden zorlaşıyor.”

 

“Usulünü bilmeyince ister istemez zor oluyor.”

 

Ana hissedarlar da Kraliyet Yolu oynuyordu.

 

Gerçek dünyada zenginlik ve güç elde etmişlerdi. Versailles Kıtasında da yeni maceralar yaşama ve tecrübe edinme fırsatları varken bundan hoşlanmamaları için hiçbir sebep yoktu.

 

Biraz daha genç ve biraz daha hoş bedenlerle yeni hayatlar yaşıyorlardı.

 

“Bir sonraki toplantıda görüşürüz.”

 

Jefferson hissedarları kapıdan lüks arabalarına dek kibarca uğurladı.

 

O da bir Kraliyet Yolu oyuncusuydu.

 

Bir yatırım şirketi Yöneticisi olduğu için meslek olarak Tüccarlığı seçmişti. Ticaret yoluyla çok para kazanıp bir arsa ve asalet unvanı alabilmek için uğraşıyordu.

 

Sonuçta Kraliyet Yolu insanın elinde olmadan çekildiği bir alternatif gerçeklikti.

 

* * *

 

Mööööö!

 

Sarı Oğlan ağır ağır böğürüyordu.

 

Bütün gün tarla sürmüşçesine yorgun görünüyordu.

 

Çünkü savaşlarda yardımı dokunacak tuhaf ayak çalışmalarına aşina olma mücadelesi vermişti.

 

Weed ise kılıcını çekmişti.

 

“Hücum. Sarı Oğlan!”

 

Mööööööööööö!

 

Sarı Oğlan arka ayağını vurarak koştu.

 

Vahşi Boğa Atağı. Dik kayalık dağlardan aşağı korkusuzca koşuyorlardı. Hızları arttıkça artıyordu.

 

Weed’in ceketi rüzgarda çılgınca dalgalanıyordu.

 

“Hisse bak bee.”

 

Hızla koşarken dalgalanan bir ceketten daha havalı bir şey olamazdı.

 

Weed en iyi ekipmanlarını baştan ayağa kuşanmıştı.

 

Kılıcı, Todeum’da edindiği Daemon Kılıcıydı. Kallamore Krallığının şerefli Şövalyesi Kolderim'in değerli mülküydü. Işığı emen Talrock Zırhı, asil Siyah Zarafet Başlığı, Vampir Pelerini ve siyah botlar. Antik Kalkanını bile kuşanmıştı.

 

Yabanda vahşi bir ata biniyor olsa bile daha havalı görünemezdi.

 

“Adamı adam yapan kılık kıyafeti sonuçta.”

 

Sarı Oğlana binmek benzersiz tuhaflıkta olsa da Weed, öyle ya da böyle görünümünden memnundu.

 

"Yalnızca giyinip kuşanmıyorum diye böyle ama kendime azıcık çekidüzen verseymişim aktörlerin bile karşımda bir numarası kalmazmış, ha?"

 

Saç stili ve kıyafetlerini değiştirdiği takdirde aktörlerin bile ona denk olamayacağı şeklinde yersiz bir özgüvene sahipti!

 

Klastı; 5 metre uzunlukta bir boğanın üzerine zarif zırhıyla binmiş bir Şövalyeydi!

 

Dört nala gitme kuvveti karşısında fazlasıyla enerji dolmuştu.

 

“Hücum et. Daha hızlı koş!”

 

“Maksimum hızımdayım zaten, Efendim.”

 

“Hya. Hyaa!”

 

Weed ağzıyla kırbaç sesi bile çıkartıyordu. Bir dizgini veya eyeri olmadan bir boğaya binmiş olsa da yapılması gereken her şeyi yapmak zorundaydı.

 

Taşlı dağın dibindeki Caltroplar, Sarı Oğlanın hücumunu uzaklardan fark etmişti.

 

“Bu bir inek.”

 

“Bir İnsan. Bir İnsan buraya nasıl gelmiş ki?”

 

“Bir Embinyu Kilisesi Şövalyesi mi? Anlaşmamız var, bize bulaşamazlar.”

 

“Hayır. Zırhında onların sembolü yok. ÖLDÜRÜN ONU!”

 

Beş Caltrop savaş düzeni aldı.

 

Antenlerini şarj edişleriyle yıldırımlar oluştu.

 

*BOOOOOOM!*

 

Ve gök gürültüsü sesleri eşliğinde yıldırımlar ilerlemeye başladı.

 

MOOOOOOOOOO!

 

Sarı Oğlan panik halinde uzun uzadıya inleyerek yana sıçradı.

 

Yön değiştirirken de hızını azalttı.

 

Yıldırımlar Weed ve Sarı Oğlanı ucu ucuna ıskalayarak taşlı dağ ve zemine saplandı, yeri sarstı. Dört bir yana kırık kaya parçaları uçuştu.

 

“İneğimden de bu beklenirdi!”

 

Weed iltifatı eksik etmedi.

 

İneğin hareketleri çevikti ve üstün dayanıklılığı atlardan üstündü. Weed hiçbir talimat vermemiş olsa da Sarı Oğlan kendi kendine kaçabilmişti.

 

Sarı Oğlanın akıcı bir şekilde yaklaşan yıldırımdan kaçındığını düşünüyordu da! Gerçekten Weed’in beklentilerini karşılamıştı.

 

“Tekrar hücum et!”

 

Möööööööööö.

 

“Korkutucu bir iş. Sevmedim. Savaşmanın benim yaradılışıma uygun olduğunu düşünmüyorum.”

 

Diyen Sarı Oğlan kafasını salladı.

 

Savaşmak, bu masum ineğe uymuyormuş gibi görünüyordu.

 

Ancak Weed, onu iltifatla motive etmek yerine güçlü bir tehdit savurdu.

 

Savaşmaktan yana zerre kadar tereddüdü kalmayacaktı!

 

“Korkuyorsan o heriflere doğru koş bakalım. Izgara biftek, çiğ biftek, kaburga çorbası, marine edilmiş biftek dilimleri, kemiksiz marine edilmiş biftekler, shabu shabu, oxtail çorbası, paça çorbası, kemik suyu çorbası!”

 

MÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖ!

 

Sarı Oğlan dört ayağı üzerinde tüm gücüyle koşmaya başladı.

 

Ağır bir cüssesi olsa da gücü ve dayanıklılığı öyle harikaydı ki yeniden hızının zirvesine ulaşabildi.

 

Yaklaşıyorlardı, Caltroplarla aralarında 100 metre kalmıştı.

 

“Yıldırım Mızrağı!”

 

Bir yıldırım saldırısı daha ateşlendi!

 

Weed Antik Kalkanını kaldırdı.

 

Yakınlıkları gereği Sarı Oğlanın hızlı refleksleriyle bile tamamen kaçınmaları imkansızdı. Ki kaçınsalar da hızları düşecek olursa saldırı güçleri de düşerdi, yani kaçınmak arzu edilebilir bir seçenek değildi.

 

Yıldırım saldırıları Antik Kalkan tarafından engellendi. İkili, kalkanın belli belirsiz aurasıyla çevrelendi ve saldırı başka bir yöne yöneldi.

 

Weed büyük bir direnç hissetse de buna katlanarak kılıcını savurdu.

 

Caltroplara ulaşmalarına ramak kalmıştı.

 

“Ay Işığı Oyma Bıçağı!”

 

Sarı Oğlan Caltropların yanından geçer geçmez Daemon Kılıcı da Caltropları kesip geçti.

 

Weed önce hızlıca sağdaki Caltrop’a saldırdı, sonra da kılıcın kabzasının yönünü değiştirerek bir kez de yukarı doğru savurdu.

 

Daemon Kılıcı avcunun içerisinde özgürce sıçrayıp oynuyordu!

 

Weed’in hareketlerinin sonu gelmiyordu.

 

Sol eliyle Sarı Oğlanın boynuzunu sımsıkı tutarak bedenini döndürdü.

 

Mööööö!

 

Bacakları ve poposu hafifçe yükseldi. Kılıcın sağladığı merkezkaç kuvvetini kullanarak bedeninin yönünü değiştirdi.

 

Ve Sarı Oğlanın üzerinde yaptığı 360 derecelik dönüşle soldaki Caltropun kellesini uçurdu.

 

“Gaargh!”

 

Caltropların dik duruşlarından eser kalmamıştı.

 

Bir Şövalye hücumu olmasa da Weed’in muazzam bir ivmelenmeyle gerçekleştirdiği kılıç saldırısı sayesinde verdiği hasar muazzamdı. Ve Caltroplar Sağlıkları yüksek canavarlar değillerdi.

 

Kuru, sağlam tenleri hatırı sayılır bir defans sağlasa da Ay Işığı Oyma Bıçağının rakibin defansını hiçe sayma gibi bir etkisi vardı.

 

İki rakibi mağlup ettikleri ve Caltroplar arasında hücuma geçtikleri sıralardı—

 

*Hoop!*

 

Sarı Oğlan ön bacaklarını zikzak çizercesine kımıldattı. Bu sefer çok daha yavaş adımlarla kümelenmiş Caltroplara yaklaşıyorlardı.

 

At sırtındaki bir Şövalyenin hücumunun en büyük dezavantajı buydu!

 

Bu hücum düz alanda kişinin en güçlü silahı halini alırken canavarları bir kez aşıp geçtikten sonra ters istikamete dönmek çok zordu. Uzun mesafeli saldırıları bilen bir canavar karşısındaysa bir zayıf nokta halini alırdı.

 

Ancak Sarı Oğlan bir at değildi.

 

Yana adım, geriye adım. O, sorunsuzca yön değiştirebilen bir inekti!

 

Caltropları aşarken bir anda hızını düşürüp yön değiştirmişti. Weed’in kılıcını savurması için gereken mükemmel mesafenin ne kadar olduğunu bile biliyordu.

 

Sadıktı, etkinliği iyiydi ve tıpkı kendisine emanet edilen görevi yerine getiren bir inek gibi ilk defa yaptığı bir işi yaparken bile hiçbir hatası olmuyordu.

 

Caltroplar birer kılıç kesiği sonrası ölmemiş olsalar da savaşma güçleri büyük ölçüde azalmıştı. Artık Weed’in tek yapması gereken, boğazlarındaki ince deriye sağlam birer kesik atmaktı.

 

Geriye kalan son Caltrop, Sarı Oğlanın önündeydi.

 

Weed Sarı Oğlanın ensesini okşadı.

 

“Sarı Oğlan, indir şunu!”

 

“İstemiyorum. Böyle fena bir şeyi nasıl yapabilirim!”

 

Savaştaki çekingenliğini hala üstünden atmamıştı!

 

Weed ise ödül ve ceza taktiğini nasıl kullanacağını iyi biliyordu. Sürekli tehditler savurur ve dehşet saçarsa ineği ne kadar sadık olursa olsun mutlaka bir dirençle karşılaşırdı.

 

“Onu indirirsen sana bir bakır sikke veririm. Öldürürsen de iki sikke.”

 

Savaşması için yeni bir teşvik!

 

Sarı Oğlan için bir bakır muazzam bir meblağdı.

 

‘Bir bakırla neler alınır neler… Bir sürü besleyici saman alınır. On kova serin su alınır!’

 

On bakırı olana dek para biriktirirse bir karış toprak bile alabilirdi. Birazcık yabani ot dikecek olursa da hiç olmazsa midesi kazındığı vakitlerde onları yerdi.

 

Hele bir de 10 altın toplarsa hırpalanmış da olsa bir ahır alırdı ki Sarı Oğlanın hayattaki umudu, hayali buydu.

 

Kendi evine sahip olma düşü!

 

MÖÖÖÖÖÖ!

 

Sarı Oğlanın enerjik ivmelenişi!

 

Yerde derin çukurlar açacak kadar sağlam bir şekilde ilerleyerek sivri uçlu boynuzlarını Caltropa geçirdi.

 

Caltrop ise darbenin etkisiyle acınası bir şekilde inleyerek birkaç metre geri püskürtüldü.

 

Weed tüm Caltropları avlayarak kıymetli tecrübe puanları, ganimetler, kurumlu bir demir tabaka, kocaman bitki tohumları, mavi bir bilye ve benzeri şeyler toplamış oldu.

 

“Henüz bilyelerin ne işe yaradığını bilmiyorum ama toplarsam satacak bir yer bulurum elbet.”

 

Weed gelirini kontrol ederek içten bir kahkaha patlattı.

 

Emeğinin meyveleri, yani demircilik öğesi de tecrübe puanları da harikaydı.

 

“Avlanmanın böyle harika olması lazım zaten.”

 

Caltroplarla Şeytani Ruhlar arasında bir düşmanlık vardı!

 

Buradaki Şeytani Ruhlar Diriliş Ordusunun Şeytani Ruhlarına görünüş olarak çok benzerdi ve Feryat Nehri boyunca yayılmışlardı. Feryat Nehrinin suyunu içen yaratıklar Şeytani Ruhlara dönüşüyormuş gibi görünüyordu.

 

Weed öncelikle o Şeytani Ruhları ve Caltropları avlıyordu.

 

“Beş Anka Kuşu Kardeş. Konuşlanın!”

 

Anka kuşlarını da savaştırıyordu.

 

Görkemli Anka Kuşu Kardeşler!

 

Tek nefeste derin sisleri buharlaştırıyorlardı. Zemin ısıyla ışıldıyor ve alev alıyordu.

 

Nemlerin dağılışıylaysa Caltropların yıldırım saldırıları güçsüzleşiyordu.

 

Anka Kuşları tek seferde uzun mesafeleri aşıp gagalarıyla düşmanların kafalarını didikliyordu.

 

Sınırsız denilebilecek Sağlıkta canlılar oldukları için normal saldırıları bedenleriyle karşılıyorlardı.

 

Sağlıkları hatırı sayılır ölçüde düşse bile kendilerini iyileştirebiliyorlardı! Yeniden ayaklanmaları çok kısa sürüyordu.

 

Minicik bir alevleri kalsa dahi ölümün döşeğinden geri dönebiliyorlardı; Anka Kuşlarının savaşa katkısı büyüktü.

 

“Huhuhu.”

 

Weed pis kahkahalar atıyordu.

 

Hayat bahşettiği heykellerin bu kadar yiğitçe çarpıştığını görmek ona zevk veriyordu.

 

Anka Kuşları ne kadar güçlü olursa elde edebileceği öğelerin ve ganimetlerin sayısı da o kadar artardı!

 

“Savaşın. Güçlenin. Dünyayı alevlerinizle kaplayın!”

 

Beş Anka Kuşu ve Sarı Oğlan!

 

Weed’in güçlü destek kuvvetleri halini almışlardı.

 

Weed Feryat Nehrindeki Canavarları avladıkça aktivite bölgesi de genişliyordu.

 

Ancak kendisini ne tür tehlikeler bekliyor olabileceğini bilmediği için nehir kıyısından ayrılmıyor ve geniş alanlarda dolaşıyordu.

 

Öyle olsa bile yalnızca Anka Kuşlarıyla onar Caltrop avlayabiliyordu.

 

Fakat bunun için de çok uzun süreler beklemek zorunda kalıyordu.

 

#Yine daldan dala atladığımız, minik bilgiler aldığımız bir bölümdü. Ah canım Sarı Oğlanım ya, başını sokacağı bir ahırı olsun, birazcık yemiyle çoluğa çocuğa karışsın istiyor ama hayatta bulduğu sahibe bakın. Şu masum boğayı da kendisine benzetmez inşallah bizim manyak pinti. Hadi bakalım bu çılgın boğa savaşları nereye kadar gidecek, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr