Lms 14.8 : Elementsel Yaratım

avatar
3600 33

Legendary Moonlight Sculptor - Lms 14.8 : Elementsel Yaratım


Çevirmen : Clumsy-nim



Daymond ve Toprağın Yırtıcıları Loncası, toplanan Şeytani Ruhları sınıflandırdı.

 

Yaklaşık 50 adet devasa Şeytani Ruh vardı! Bini aşkın orta boyutta Şeytani Ruh ve on binlerce de ufak Şeytani Ruh da toplama dahildi.

 

“Şimdilik bir deney yapmakla başlayalım.”

 

Daymond da Nardo’nun fikrinden yanaydı.

 

“Ne kadar gücümüz olduğunu öğrenmemiz gerekiyor.”

 

Şeytani Ruhlar ilk bakışta inanılmaz görünseler de bunun gerçek bir dövüşte sınanıp doğrulanması gerekliydi.

 

Tüm Şeytani Ruhları peşlerine takan lonca üyeleri Diriliş Kilisesinden çıkarak çorak topraklarda bir deney gerçekleştirdi.

 

Rakipleriyse oradan geçen talihsiz bir *Mantikor sürüsü oldu. (yarasa kanatlı, aslan bedenli, akrep kuyruklu bir yaratık.)

 

İri aslanları anımsatan Mantikorlar fazlasıyla hızlı ve güçlü canavarlardı. Toprağın Yırtıcıları Loncasının bile ölümüne çarpışması gerekiyordu. Fakat zamanında hasar alarak kazanma şansları olsa da görevi yaparken zayıflamışlardı ve muhteşem bir performans sergilemeleri mümkün değildi.

 

“Saldırın şu piçlere.”

 

Daymond’un komutuyla devasa boyutlu Şeytani Ruhlar şiddetli adım sesleriyle çorak topraklarda ilerlemeye başladı.

 

Attıkları her adımda yer yarılıyordu. İnanılmaz ağırlıklarını kullanarak Mantikorlara hücum eden Şeytani Ruhlar onları tamamen ayaklar altına alıyor, ezip geçiyordu.

 

Şeytani Ruhların ön ayakları tarafından tekmelenen birkaç Mantikor ansızın havaya fırlatılıyor, diğer Şeytani Ruhlar ise onlara vurmak veya onları kazığa oturtmak için boynuzlarını kullanıyordu.

 

Sağlam bir manzaraydı: ısırık ve pençe saldırıları kullanan Mantikorlar Şeytani Ruhlara hemen hemen hiç zarar veremiyordu.

 

Ne zaman bir Mantikor ölse Daymond ve loncası, Diriliş Enerjilerinin yükseldiğini hissediyordu.

 

- Bir başkasının canını alarak 35 Diriliş Enerjisi elde ettiniz. – Embinyu Kilisesine olan bağlılığınız arttı. Embinyu Kilisesine yaptığınız katkı arttı. Kıdemsiz Takipçi statüsü kazandınız.

 

Şeytani Ruhların avlanmakta başarılı olduğu her seferde diriliş enerjisi elde edebiliyorlardı. Embinyu Kilisesine olan bağlılıkları da artıyordu.

 

Daymond’un ordusu diriliş gücünün kullanıldığı her seferde büyüyordu!

 

Nardo el çırparak heyecanını gösterdi.

 

“Bu kadar güçle bir kale duvarını yıkabilecek olmalıyız.”

 

Bununla kıyaslanabilir bir kuşatma silahı yoktu.

 

Fakat devasa boyutlu Şeytani Ruhları saldıkları takdirde inanılmaz güçleriyle ellerinden gelmeyecek hiçbir şey olamazdı.

 

Diriliş Ordusunun gücünü değerlendiren Daymond ve Toprağın Yırtıcıları Loncası ürpermiş durumdaydı.

 

Orta ve ufak Şeytani Ruhlar da bir harikaydı.

 

Diriliş Gücüyle ölü Asker ve Şövalyeler yeniden diriltilebiliyordu. Mantığını yitirerek diriltilenlerse düşmanlarıyla acımasızca ve vahşice çarpışıyordu.

 

***

 

“Şimdi nereye yöneleceğimize karar verme vakti.”

 

Kemik değneğini ve başlığını kuşanan Daymond böyle söyledi.

 

Yani Diriliş Ordusuyla birlikte çorak topraklarda avlanırken elde ettiği öğelerini!

 

“Önce şuradan bir çıkalım da.”

 

Diye fikrini açıkladı Suban.

 

“Bana kalırsa İnsanlar ve Elflerin işgal ettiği Krallıkları fethetme vaktimiz geldi.”

 

Diriliş Ordusu sayıca büyüyordu ve çorak arazilerde düzgün bir avlanma sahası bulmak zorlaşmıştı.

 

Yalnızca orta boyuttaki Şeytani Ruhları harekete geçirseler bile olay saniyeler içerisinde çözümleniyordu, yani sürüyle canavar bulmanın kolay iş olmadığı açığa çıkmıştı.

 

Toprağın Yırtıcıları loncası başından beri mücadeleci, yağmacı ve agresif bir yapıdaydı. İnsandan yoksun çorak arazilerdeyse katlanılamaz bir sabırsızlıkla dolup taşıyorlardı.

 

“Sahiden de hamlemizi yapma vaktimiz geldi.”

 

Marvin de aynı fikirdeydi.

 

Sahip oldukları gücü kullanmamanın bir suç olacağını düşünüyordu.

 

Versailles Kıtasındaki Krallıklardan daha sağlam bir güce sahiplerdi.

 

Dünyaya kaos getirip getirmeyeceklerini bilemeseler de bu işe dahil olanların hiçbiri bu nedenle endişelenip oyalanamazdı.

 

Nardo bir soru sordu.

 

“En yakın köy nerede?”

 

“Bu çorak topraklarda bile bir iki ufak sınır köyü vardı.”

 

Peşlerinde diriltilmiş ordularıyla değersiz avcıları ve geçimlerini sürdürecek kadar tarımla yetinen ufak köyleri geride bırakmışlardı.

 

“Ama öyle küçükler ki almaya çalışmaya gerek yok. Dokunmasak da olur. Başlangıç için Morata’ya ne dersiniz? Orada bayağı kişi toplanıyor.”

 

Marvin Morata’yı tavsiye etmişti.

 

En yakın ve en yoğun nüfuslu şehir orasıydı! Fakat Suban’ın aklında farklı bir fikir vardı.

 

“Morata’da bir Freya Kilisesi var. Ayrıca oradaki maceraperestler yüksek seviyeli ve başlangıç olarak o tarz bir yere saldırırsak hatırı sayılır bir zarar almaktan kurtulamayız muhtemelen.”

 

“E biraz hasar almayı beklememiz lazım zaten. Hem Şeytani Ruhlar ölseler bile onları daima yeniden diriltebiliriz.”

 

“Eh, orası öyle ama Morata’nın etrafında daha pek çok düzgün Krallık veya köy yok mu?”

 

“Olabilir ama...”

 

“Biz Morata’yı aldıktan sonra ufak Kuzey şehirlerinin icabına bakmakla meşgul olurken Ana Kıtadaki Krallıklar bize saldırma hazırlığı yapabilir. İnsanlar henüz bizim farkımıza varmadan Ana Kıtaya saldırmalı ve gücümüzü hızla arttırmalıyız.”

 

Nardo da Suban’la aynı fikirdeymiş gibi görünüyordu.

 

“Kazanacağımızdan emin olduğumuz ufak çaplı savaşlarla vakit harcarsak sonrasında dezavantajlı taraf oluruz. Onun yerine Ana Kıtaya, pek çok savaş fırsatı olan bir yere gitsek daha iyi olmaz mı?”

 

Ortada bir anlaşmazlık vardı. Bir civar köylere saldırarak işe koyulmak isteyenler vardı, bir de hemen Morata’ya saldırmak isteyenler.

 

"Ana Kıtaya gideceğiz. İlk önce topraklarımızı çalan ve kardeşlerimizi katledenlerden intikamımızı alacağız. Yeterince gücümüz var, yani boşa vakit geçirmenin anlamı yok. Toprağın Yırtıcıları Loncası ismini bu noktada bir kenara atacağız. Bundan böyle yolumuza Diriliş Kilisesi olarak devam edeceğiz.”

 

Diriliş Kilisesi Rahipleri Daymond’un kararına uymayı seçmişti.

 

Savaşçı bir lonca oldukları için bir karar ortaya atılmışken kimseden çıt çıkmazdı.

 

Böylece Diriliş Kilisesi ve Şeytani Ruhlar güneye doğru harekete geçti.

 

***

 

“Şeytani Ruhlar saldırıyor!”

 

“Çok sayıda canavar ilerliyor.”

 

Avlanmaya çıkmış olan kullanıcılar her şeyi bırakıp telaşla Isoru Krallığının Kuzey kapısına doğru koşturuyordu.

 

“Neler oluyor?”

 

“Canavarlar saldırıyor mu dediniz?”

 

Durumu öğrenmek isteyen kullanıcılar kale duvarlarına yaklaşıyordu.

 

Çoğu canavar kalın kale duvarlarına nüfuz edemez ve oklar ile büyülere kolay hedef olurdu.

 

“Size de av partisi bir canavar sürüsüne denk gelip kaleye geri koşuyormuş gibi gelmedi mi?”

 

“Nasıl bir canavar sürüsü onları geri dönecek kadar korkutmuş ki?”

 

İnsanlar ağır ağır sohbet edip yaşananları izlerken Kuzey kapısına koşturan kullanıcılar panik halindeydi.

 

“Millet, şehri boşaltmaya hazırlanın!”

 

“Yalnızca Isoru Krallığını terk ederseniz hayatta kalabilirsiniz, acele edin!”

 

“Canavar Ordusu yaklaşıyor!”

 

İş yapan Tüccarlarla sohbet etmekte olan Savaşçılar ve meydanda birbirleriyle konuşan insanlar, bu haykırışlardaki telaşı hissederek ayaklandı.

 

Fakat kaçmaktan ziyade olup bitenleri anlamak adına şehir duvarlarına doğru hareketlendiler.

 

“Pişman olup olmamanız umurumda bile değil!”

 

“Biz sizi şehri boşaltmanız için uyarmıştık.”

 

Kuzey kapılarına ulaşan kullanıcılar anında Güney kapılarına koşturarak şehri terk etti.

 

Dostları ve şüphelenen bazı kullanıcılar da onların peşine takıldı.

 

Isoru Krallığının Şövalye ve Askerleri ise Kuzey kapılarının üzerinde toplanarak hizaya girdi. Normal şartlarda ortalıkta görünmeyen Büyücüler bile asalarını çekerek savaşa hazırlandı.

 

Ve kullanıcılar durumun vahametini ancak o zaman anlayabildi.

 

Onlar kaçsak mı kaçmasak mı diye kafa patlatırken Şeytani Ruh sürüsü Kuzey istikametinden yaklaşıyordu.

 

Kaleyle kıyaslanabilecek boyutta devasa Şeytani Ruhlardı.

 

Diriliş Kilisesi, on binlerce Şeytani Ruh Lejyonuyla belirmişti.

 

Şeytani Ruhları düzenli bir şekilde kapıların ardında topladıklarındaysa Daymond, atının üzerinde öne çıktı.

 

“Benim adım Daymond!”

 

Daymond, kale duvarlarına doğru kuvvetle bağırdı.

 

Metrelerce uzakta olsa da kullanıcılar onu net olarak duyabilmişti.  

 

“Adı Daymond ise o bir kullanıcı mı yani?”

 

"Galiba Kuzeydeki patron canavarları avlayan şu meşhur kullanıcı..."

 

"Bir canavar ordusuyla birlikte burada belirmesine yol açacak nasıl bir görev almış ki?"

 

Şüpheli bir şekilde Daymond’un sıradaki sözlerini bekliyorlardı.

 

Onlara kalırsa Daymond bilhassa beraberinde getirdiği Canavar Ordusu düşünülünce Isoru Krallığından büyük bir servet isteyecek ve teslim olmalarını önerecekti.

 

Fakat sıradaki sözlerini işitip de şaşırmamak elde değildi.

 

“Isoru Krallığınıza savaş ilan ediyorum. Savaşmak istemeyenlere 10 dakika süre tanıyorum. Kale duvarlarından çıkıp Güneye kaçabilirsiniz. Uyarımızı dinlemeyenleriyse ölüm bekliyor.”

 

Çarpıcı ve emsalsiz bir ültimatomdu!

 

Daymond’un komuta ettiği Canavar Ordusunu gören kullanıcılar sessizce Isoru Krallığını terk etti. Fakat alandan uzaklaşmak yerine yakınlardaki bir tepeye geçerek Isoru Krallığı savaşını izlemeyi seçtiler. Daymond ve Diriliş Kilisesi ise onlara dokunmama kararı aldı.

 

“10 dakika sona erdi. Kalede kalan herkes düşmanımızdır.”

 

Diyen Daymond ve Diriliş Kilisesi Rahipleriyle Şeytani Ruhları büyülerini kullanmaya başladı, çok geçmeden kaleyi gri dumanlar sarmaladı.

 

Musibetin hızla yayılışıyla Asker ve Şövalyelerin yüzleri yeşile boyandı.

 

Ve öyle hastalıklı bir hale geldiler ki zırhlarının ağırlığını taşıyamayarak kale duvarlarından aşağı devrilmeye başladılar.

 

“Yer Ejderleri. Hücum!”

 

Nardo’nun komut verdiği Devasa Şeytani Ruhlar ağır adımlarla kendilerini Ordudan ayırdı.

 

Tuhaf bir şekilde o devasa Şeytani Ruhlar adım adım, paytak paytak ilerliyordu. Derken hızla ivmelenerek korkunç, eşsiz bir hızla kale duvarlarına daldılar.

 

PAAAAATTTT!

 

Ve duvarların bir kısmı un ufak oldu.

 

Devasa boyutlu Şeytani Ruhlar kale duvarlarını ardı ardına vurup parçalarken orta boyuttaki Şeytani Ruhlar kaleye saldırıyordu; ya duvarlara sıçrıyor veya tırmanıyor ya da devasa boyuttaki Şeytani Ruhları kullanarak kendilerine bir giriş buluyorlardı.

 

Isoru Krallığı Askerleri oklar atsa, büyüler yollasa da doğrudan saldırı yiyen Şeytani Ruhlar bile hızla yeniden ayaklanıyordu.

 

Diriliş Rahipleri mütemadiyen canlarını yeniliyordu.

 

Devasa Şeytani Ruhlar sayesinde kale duvarları tamamen dağılmıştı; kalenin iç kısmı bile yıkıma uğramıştı.

 

Koca kalenin bir tarafa eğilip çatlamış halde devrilişi, gözlemciler için korkunç ve unutulmaz bir manzaraydı.

 

Daymond ve Diriliş Kilisesi her şeylerini ortaya koyuyordu. Kalenin içerisindeki tek bir ruhu dahi bağışlamıyorlardı.

 

Isoru Krallığı hızla ezilmiş, Diriliş Ordusu daha da güçlenmişti.

 

Şeytani Ruhlar savaş tecrübesi kazandıkça gelişmişti.

 

Yaşamla kendilerinden geçirilen sıradan Asker ve Şövalyeler ise diriltilmişti.

 

İşte Daymond ve Diriliş Ordusu bu şekilde Isoru Krallığını ele geçirdi.

 

Versailles Kıtasında inanılmaz değişim rüzgarları esiyordu.

 

***

 

Kurueso Cüceleri su parkı nedeniyle heyecan içerisindeydi.

 

“Kekeke!”

 

“Suda oynarken içilen bira gibisi yok.”

 

Cüceler, yaşları veya cinsiyetlerinden bağımsız olarak su parkında oynamaya bayılıyordu. Çok geçmeden de su kaydırağından kayarken bira içmek yeni moda halini almıştı.

 

Herman ve Pin, Weed’e hitap ediyordu.

 

“Kendellev’in heykeli! Bu Cüce Oymacılar Loncası Eğitmeninin verdiği ırk görevi değil miydi? Bunu tanıdığım birinin keşfettiğini düşünüyorum da… Sahiden şaşırtıcı bir haber.”

 

“Tebrikler. Uzun zamandır çözülemeyen bir görevin üstesinden geldin.”

 

Cüceler için gizemli, efsanevi Kendellev’in izini bulmak etkileyici bir işti.

 

Weed’in görev penceresinde de bir değişiklik söz konusuydu—Oymacılık Loncası Eğitmeni Jorbid’in yanına giderse ödülünü alabilecekti.

 

Herman da dahil olmak üzere Cücelerin onu kıskanmasında bir tuhaflık yoktu.

 

Weed ise tevazu örtüsü altında kendi düşüncelerini dile getiriyordu.

 

“Oh, lütfen ama. Yalnızca şans eseri buldum.”

 

“...”

 

“Tüm Kurueso’yu gözden geçirdiğime göre heykelin olabileceği tek yer orası değil miydi?”

 

“...”

 

“Yaptığım şeyin hiçbir özel veya göze çarpan yanı yoktu, yalnızca diğer Cücelerin çabaları yetersiz kaldı.”

 

Bu, ilgilerini büyük oranda azaltan bir konuşma tarzıydı!

 

Weed için iltifat kabul etmek tuhaf bir işti, bu yüzden her şeyi bir şaka gibi göstermek adına elinden geleni yapıyordu.

 

‘İltifat kabul etmenin bir işe yaramadığı kesin!’

 

Henüz reşit değilken çalıştığı o günlerde ne zaman işini düzgün yapmasa küfür yerdi. Yemekten çok küfür yediği günlerdi.

 

Ama çaba sarf ederek yetersizliklerinin üstesinden gelebilmişti. Tekniklerde uzmanlaşmış ve diğer insanlar kadar iyi iş çıkartabilmeye başlamıştı.

 

Giderek daha çok tuğla kaldırıp taşımış, oyuncak bebeklere daha çok göz dikmiş, daha çok gazete dağıtmıştı.

 

“Demek bu alanda yeteneğin var.”

 

“Kesinlikle ihtiyaç duyduğumuz harika bir bireysin.”

 

Başkandan aldığı iltifatlar arttıkça yapması gereken işler de artmıştı.

 

Hele bir barda yarı zamanlı çalışmaya başladığında işler iyice kötüleşmişti.

 

“Sahiden çok iyisin! Bu mükemmel tat tam oturdu! Bundan böyle bu tarz işleri Hyun Lee’ye yaptıracağım.”

 

Aldığı her iltifatta göğsü kabarsa da pek yakında bedenen çökeceğini biliyordu.

 

Dolayısıyla şu anki senaryoda Herman’ın niyeti aynı olmasa da Weed içgüdüsel olarak bu karşılığı vermişti.

 

Ve karşısındakileri kasten kandırıyor da değildi.

 

Büyük çabaların ardından yapılan tüm keşifler sonunda apaçık ortadaydı.

 

“Bir Oymacı olarak yalnızca tamamlanmış işleri aramak işe yaramaz. Ortada ne heykeli olursa olsun kullanılan materyalleri, yapılan mekanı ve heykelin temel özelliklerini anlayınca benim yaptığım şey mümkün hale geliyor.”

 

“Materyalleri ve temel özellikleri anlamak… Mesele yalnızca kılıcı tamamlamak değil, kendini gerçekten sürece adamak diyorsun yani?”

 

Sıradan sözler olsa da Herman, onlardan bir ipucu yakalamışçasına üzerlerine uzun süre düşünmüştü.

 

Pin ise bir müddet tereddüt ettikten sonra dikkatlice şöyle dedi:

 

“Görevi tamamladığına göre Kurueso’dan ayrılacak mısın?”

 

O da Weed’in hemen hemen tüm Oymacı görevlerini tamamladığının ve hatta Kendellev’in izini bile bulduğunun farkındaydı. Gerçekteyse Weed, birçok farklı türde görev tamamlamıştı.

 

Maceralar veya savaşlar gerektiren görevler, dikiş veya demircilik görevleri, izlenimler üzerine heykel yapma görevleri… Hepsini tamamlamıştı!

 

Elinden her iş gelen biri olarak alabileceği görev çeşidi artmıştı.

 

Genellikle Cüceler Weed’i görür görmez ona bir görev veriyordu.

 

“Doğudaki kömür madeni öncü solucanlarla dolup taşıyor. Onlarla ilgilenebilir misin?”

 

Öncü solucanlar, seviyeleri 300ün üzerinde canavarlardı.

 

Weed’in bu seviyede onları avlaması imkansız değildi fakat topraktan güç alan canavarlar oldukları için onları büyü kullanmadan yakalamak zordu. Bunun yanı sıra herhangi bir tehlike hissine kapıldıkları takdirde etkisi giderilmesi zor bir zehir saçıyorlardı.

 

“Dökme demiri bile toz haline getirebilen ve zırhların bile engelleyemediği efsanevi bir kılıcın Krallığımızda gizlendiği söyleniyor, buna inanabiliyor musun? O kılıcı bulursan çok memnun olurum.”

 

Efsanevi bir kılıç görevi.

 

A sınıfı zorluğuyla Kurueso’da hiç kimsenin çözemediği bir uzmanlık göreviydi.

 

Ortada pek ipucu yoktu ama bu görevi yalnızca Cüce şehir sakinleriyle yakınlığını maksimum seviyeye çıkarttığı takdirde tamamlayabilecek olma ihtimali yüksekti.

 

Her daim yağcılık yapabilecek olan Weed, bunun denemeye değer bir görev olduğunu düşünmüştü. Fakat pes etmekten başka şansı kalmamıştı. Çünkü görevin ortasında ihtiyaç duyulan İleri Düzey Demircilik yeteneğinden yoksundu.

 

“Kurueso’nun Güneyindeki bataklıkta Cücelerin ömürlerini uzatabilen bir meyve olduğunu söylüyorlar ama bugüne dek bulan olmamış. Bir de sen denemek ister misin?”

 

B sınıfı bir görevdi.

 

Bir Rahiple grup oluşturduğu takdirde bataklıktaki zindanda meyveyi bulma mücadelesi verebilirdi.

 

Bu tarz A ve B sınıfı görevlerin ardı arkası kesilmiyordu.

 

Gerçekten görev yağıyordu.

 

Weed, Pin’in sorusunu basitçe yanıtladı.

 

“Sanırım gitmek zorundayım.”

 

“Ben de öyle düşünmüştüm...”

 

“Ama henüz gitme vakti değil. Buraya gelme sebebim—Sanırım bunu başarabileceğim.”

 

***

 

Emin olamasa da Kendellev oymacılıkta uzmanlık seviyesine ulaşmış gibi görünmüyordu.

 

‘İzini bulduğuma göre bir Oymacılık Üstadı olsaydı geride heykeller hakkında bir sır bırakmış olurdu.’

 

Yine de Kendellev sayesinde heykel yapmak için neye ihtiyaç duyduğunu çözebilmişti.

 

Kendellev’in heykellerle etkileyici bir yakınlık sahibi bir oymacı olduğunu tahmin ediyordu. Sudan heykel yapabilmiş olması, suyun temel özelliklerini onu kendi bedeniymişçesine kontrol edebilecek derecede iyi anladığı anlamına geliyordu.

 

Oymacının sırrı!

 

Cansız bir nesneyle olan yakınlığınızı en üst dereceye yükseltirseniz her şeyin heykelini yapabilirdiniz.

 

Bir Ay Işığı Oymacısı olan Weed, ışığı kontrol etmeyi öğrenmişti. Her yerde özel oymacılar vardı. Onlar canları istediği için heykel yapan kişilerdi. Oymacılık sevdaları onların motivasyonları ve itici güçleriydi.

 

Ve şimdi Weed, kendilerinin heykelini yapması için yalvaran o gizemli varlıkların heykelini yapacak özgüveni kazanmıştı.

 

- Seni beceriksiz oymacı, o kalın kafanı ve ellerini kullan da heykelimi yap.

 

- Benim heykelimi yapmama sebebin nedir acaba? Beni yapasın diye ne dersen dinleyeceğim!

 

‘Onları anlamalıyım. Onları verdikleri hislerle birlikte heykele çevirmeliyim.’

 

Bir su damlasının böylesine güzel bir şekilde ışıldama sebebi en iyi özelliklerine hayat veriyor olmasıydı. Rüzgar özgürlüğü ifade ederdi, gökkuşaklarıysa fantastikti.

 

Gökkuşaklarının bir düşün içerisindeymiş gibi belli belirsiz görünen özellikleri Kendellev’in heykelinde canlanmıştı. Yetişkinleri çocukluk masumiyetine dönmeye zorlayan yoğun duygular taşıyordu!

 

Weed oyma bıçağını iki eliyle kavradı.

 

‘Onlara dönüşeceğim. Bana yansıttıkları hisleri benimseyeceğim. Kalbimin yönlendirmesiyle heykellerini yapacağım.’

 

- Oymacı, heykelimi yapacak mısın?

 

Samimi ve ağırbaşlı, cesaretlendirici ancak kaba olmayan bir ses—Weed bu hissiyatı varlığında muhafaza etmeye karar verdi.

 

İnsan, canavar ya da her neye benziyorsa buna bir isim vermek zordu. Sınıflandırmak için sese odaklanmak zorundaydı.

 

O ses pek çok bilgi taşıyordu.

 

Şu anki duyguları ve karakteri, eşleşen bedeni ve varlığını koruyan genel eğilimi hissedilebiliyordu.

 

‘Samimiyetle aydınlanan gözler, en azından ortalama büyüklükte eller, geniş ve sağlıklı omuzlar ve beden. Verdiği yiğitlik hissi ve samimiyeti de göz ardı edemem.’

 

Öncesinden ne yapacağı konusunda çırpınmaktansa duyguların yönlendirmesiyle heykel yapıyordu.  

 

Bacaklar da kollar da uzundu. Her şeyi insanlara nazaran biraz daha büyüktü. Fakat bir canavar gibi çirkin değildi ve şefkatli, yardımsever bir centilmen hissi veren bir heykel olmuştu.

 

“İşte senin için yaptığım heykel bu.”

 

Ding!

****


- Elementsel Ruh Heykeli Yaratımı sanatını öğrendiniz.

 

- Elementsel Heykel Yaratımı: Yeni Elementsel Ruhlar için bedenler yaratabilen bir Heykel.

 

Versailles Kıtasında varlığını sürdüren sayısız Ruh mevcut. Fakat bunlar içerisinde yalnızca ufak bir kesim maddi bir bedene sahip veya isimlendirilmiş. Ruhlar için bedenler yaparsanız o Ruhlar o bedenlerle Versailles Kıtasında dolanabilecek hale gelecek. Onlara bir isim verirseniz o Ruhların babası olacak ve onları savaşlarınız sırasında kullanabileceksiniz. Ruhun tükettiği mana miktarı azsa en baştan Orta Düzey Ruhları çağırabilirsiniz. Ödüllü Ruhlar veya Ruhların Kralını çağırabilmeniz için tamamlanan beden tatmin edici olmalı. Gelecekte çağırabileceğiniz Ruhların kalitesi oymacılık yeteneğinize ve yakınlık seviyenize bağlı olacak. Oymacılık yeteneğinde uzmanlaşırsanız ‘Irk Yaratımı’ yeteneğini öğrenebilirsiniz.

 

Kısıtlamalar: Yalnızca İleri Düzey Oymacılıkla kullanılabilir.
Yetenek Gerekliliği: 200 Sanat Statı (Kalıcı Tüketim)
Uyarılar: Ruhlar en çok şeyi doğdukları ilk gün öğrenirler. Ruhların karakteri onlara şekil veren Oymacıya bağlıdır. Zıt Elementsel Ruhlar aynı anda çağrıldıkları takdirde birbirleriyle savaşacaktır. Çok sayıda Şeytani Ruh yaratılırsa kötü şöhret doğabilir. Tamamlanmış bedenli bir Ruh, Ruhların Kralını yitirirse yeni bir Ruhların Kralı yaratılana dek tüm ruhlar güçsüzleşir. Yetenek uzmanlığı elde edilirse insani canavarlar yaratılabilir fakat tüm statlar 20 puan düşer.

 

- Yeni bir ruh yarattınız. 160 Sanat statı tüketildi. – İleri Düzey Oymacılık yeteneğiniz 6. seviyeye yükseldi. Heykelleriniz olağanüstü hassaslıkta ve detaylı olacak. – El Becerisi yeteneğiniz gelişti. – Şöhret 260 yükseldi. - Cazibe 60 yükseldi.

****

Oyma Bıçağı, Heykele Hayat Bahşetme, Heykel Dönüşümü… Ve şimdi de yeni bir gizli oymacılık sanatı öğrenmişti.

 

Ruh Yaratımı yeteneği.

 

Dünyada var olan Ruhlara maddi ve fiziksel bir form bahşeden gizli bir Oymacılık sanatı!

 

Oymacı Weed, yanı başındaki odunu oymuş ve yerden yükselen tozlar tıpatıp aynı şekli almıştı.

 

Derken o toz öbeği, hürmetle dudaklarını kımıldattı.

 

“Oymacı, bedenimi yarattığına göre ismimi de seç lütfen.”

 

Weed kısaca kafa yorduktan sonra cevapladı.

 

“Tozlu olsun.”

 

“Peki.”

 

Nasıl bakarsanız bakın bu ruh Toprakla ilişkili görünüyordu, dolayısıyla Weed’in aklına gelen ilk isim Toprak Adam olmuştu. Fakat bunu seçerse niyetini okumak çok kolay olacağı için kafasını kullanıp Tozlu ismini seçmişti.

 

‘Beklenildiği gibi hiç kimse isimlendirmekte benden iyi olamaz.’

 

Diye düşünen Weed sordu:

 

“Bedenini beğendin mi?”

 

“Hareket etmek biraz rahatsızlık verecek gibi ama hoşuma gitti.”

 

Yeni bir heykel tipi olabileceği için Weed, emin olmak adına onu tanımlamayı denedi.

 

“Tanımla.”

****


- Toprak Ruhu Tozlu.

 

Oymacının yeteneğine bağlı olarak doğdu. Hassas ve güvenilir bir karaktere sahip. Uyumsuz bir bedene sahip olduğu için kabiliyetlerinin yalnızca %35ini sergileyebilir. İleri Düzey Ruh olma ihtimali taşıyor. Ruh çağırma yeteneği aracılığıyla farklı üstün yeteneklerini gösterebilir.

 

Uzmanlıklar: Deprem, Kazma, Gömme, Bitki Özü Bulma, Ekinlerin Büyüyüşünü Hızlandırma. Bu ilk teşebbüs olduğu için Ruhun özellikleri hayata geçirilemedi ve yalnızca kabul edilebilir bir yetenekle yapıldı.

****

- Seni pis oymacı! Ne cüretle benden önce başka bir piçi yaparsın! Öfkeleniyorum. Her şeyi yakıp yıkacağım.

 

Weed, o öfkeli seste kendi başarısızlığının yansımasını görerek oyma bıçağını kaldırdı.

 

‘Bu bir ruh. İnsana benzemesine bile gerek yok ki.’

 

Bu düşünceyle çarpıcı bir ateş yarattı. Ve ateşin bedenine ince uzun kollarla bacaklar ekledi.

 

- Yeni bir ruh yarattınız. 160 sanat statı tüketildi. – Heykel Tanımlama yeteneği yükseldi. – El becerisi yeteneği yükseldi. - Şöhret 260 yükseldi. – Cazibe 60 yükseldi.

 

Weed’in heykeli alevlenmişti. Odunlardan geriye kalan tek şey döküntüydü, kısacık bir sürede de her şey yanıp tutuştu. Heykelin yerindeyse tıpatıp aynı şekilli, alevli bir form belirdi.

 

“Bu beden hoşuma gitti. Çok memnun kaldım. Oymacı, ismimi söyle!”

 

Ateş heykeli durumun keyfini sürüyordu.

 

“Alevli Çakıla ne dersin?”

 

“Alevli Çakıl, ha! Cidden hoşuma giden bir isim.”

 

“Tanımla!”

 

****

 

- Alevli Çakıl. Çarpıcı bir Ateş Ruhu.

 

Oymacılık yeteneğinin genişlemiş, yeni sınırlarında bir Oymacı tarafından yaratıldı. Sabırsız ve şiddetli bir kişiliğe sahip. Cazibe eksikliği çekse de kendine uyan bir bedene sahip olması sayesinde kabiliyetlerini büyük ölçüde sergileyebilir. Gücünün %62sini kullanabilir. İleri Düzey Ruhluğa ilerleyebilir. Ruh Çağırma yeteneği aracılığıyla farklı üstün yeteneklerini gösterebilir. Uzmanlıklar: Ateş Mızrağı, Ateşe Dayanıklılık, Yakıp Yok Etmek.

 

“Tozluyu çağırıyorum, Alevli Çakılı çağırıyorum!”

 

Weed’in gözleri ışıldarken manası, çekilen bir dalga gibi dışarı aktı. Toprak titreyerek yükseldi. Şiddetli, yakıcı bir alev oluştu. Ve böylece yüzlerce Tozlu ile Alevli Çakıl çağrıldı.

 

Orta Düzey Elementsel Ruhlar, İleri Düzey Elementsel Ruhlar. İşte bu, İleri Düzey Oymacılık Yeteneğinin sergilediği güçtü!

 

Elinden gelen tüm Elementsel Ruhları çağırmış olmasa da beş altı Elementsel Ruh uğruna hayal kırıklığına uğramamıştı. Elementsel Ruhların sayısı yükselirse onları kontrol etmek de zorlaşırdı.

 

“Ah, bu dünyaya adım atabilmek! Hayalimin sahiden gerçek olduğunu mu söylüyorsunuz?”

 

“Şuraya baksanıza. Bunlar bizim bedenlerimiz. Bir özleri var ve onları gönlümüzce hareket ettirebiliyoruz.”

 

Yakın zamanda yaratılmış Elementsel Ruhlar için bu başlı başına bir mucizeydi. Bedenlerini gören ruhlar hayretler içerisinde böyle şeyler söylüyor ve ayaklarını yerlerde yuvarlıyordu.

 

Tozluların bunu her yapışında toprak bir miktar sarsılıyor, Alevli Çakılların alevleriyse daha da yoğunlaşıyordu.

 

Yaratılış mucizesi onları mutlu mesut meşgul etse de çok geçmeden Weed’i fark ettiler. İçgüdüsel olarak yaratıcılarının o olduğunu biliyor ve ona büyük bir yakınlık besliyorlardı.

 

Weed’in karizması ve liderliği tetiklenmişti. Ve Aslanın Kükreyişi!

 

“Öhöm! Ben sizleri yapan sahibinizim. Size hayat bahşettiğime göre bana karşı görevlerinizi yerine getirmelisiniz.”

 

İlk yapılan Tozlu ve Alevli Çakıl bilhassa egoluydu.  

 

Onlar yoldaş ruhlarının temsilcileriydi.

 

Fakat diğer sıradan ruhlar eğilerek sayıp dökmeye başlıyordu.

 

“Sahibimizi takip edecek ve toprağın gücünü konuşturacağız.”

 

“Size tehdit teşkil eden her şeyi yerle bir edeceğiz.”

 

Sıralanan ruhlardan sadakat yeminleri yükseliyordu!

 

Weed ise bir tarikat lideriymişçesine kollarını kaldırmıştı.

 

“Bana inanın ve beni takip edin!”

 

“Emredersiniz, Efendim!”

 

“İnanın! Bana inanın ve yolunuza kutsamalar çıksın.”

 

“Kimim ben!”

 

“Bizleri yaratan Kudretli Efendimizsiniz.”

 

“Son ana dek gayret eden, imkansızı mümkün kılan kahraman bir oymacısınız.”

 

Tozlular ve Alevli Çakıllar bir yarış içerisindeymişçesine iltifatlar yağdırıyordu. Belki de yaratıcıları Weed olduğu için ilk önce kötü şeyleri öğrenmişlerdi.

 

“Peki ya zekam?”

 

“Kıtanın en zekisi sizsiniz.”

 

“Siz bir dahisiniz.”

 

“Bir yaşındayken 0.1 saniyede 100 metreyi emeklerdim. İki yaşımdayken kanatlarımı açıp gökte uçardım.”

 

“Ohhhhhhhhhhhhh!”

 

Weed’in kıyafetinin arkasından Işığın Kanatları yayılmıştı.

 

Görkemli. Ne görkemli bir parıltıydı ama! Yalanlar uğruna kullanılmak, hayat bahşedilen ay ışığı heykelinin hayatı buydu işte!

 

Ruhların mutlak sadakatini gören Weed’in yüreği sıcacık olmuştu.

 

“Benim yüzüm dünyadaki en yakışıklı yüz. Bu dünyada benden daha iyi görünümlü tek bir insan bile yok! Gülümseyen yüzümü gören kızlar üzerime düşmeden edemiyor.”

 

“...”

 

“...”

 

Tozluların ifadeleri acı bir hurma yemişçesine değişmeye başlıyordu.

 

Alevli Çakıllar greyfurt turtası ısırmış gibi görünüyordu.

 

“B-bu birazcık...”

 

Weed refleks olarak Alevli Çakıla döndü. Umursamazca tamamen sağlıklı çimleri yakıyordu.

 

“İstediğini yapmasına izin verdik ve onu dinledik ama gerçekten nerede duracağını bilmiyor.”

 

“Aynen. Cidden bir bedenimiz olsun diye ona bu kadar yaltaklanıp çile çekmek zorunda mıyız?”

 

“Bence yalnızca ruh olarak var olmak da o kadar kötü değildi...”

 

Alevli Çakıllar kendi aralarında sessizce mırıldanıyordu.

 

Weed yüksek sesle boğazını temizledi.

 

“ÖHÖM! Bu üzücü bir vukuat. Onca zorlukla yaptığım Elementsel Ruhların bu dünyadan tatmin olmaması… Acaba tüm bunlar bir daha tekrarlanmasın diye Heykel Yıkımı yeteneğimi kullanıp her şeyi yıkıp dağıtsam mı?”

 

Tozlular ve Alevli Çakıllar hayatlarının tehlike altında olduğunu hissederek hızla kollarını kaldırdı.

 

“Çok yaşa Efendi Weed!”

 

“Efendimiz çok yaşa!”

 

Mutlulukları kısa ömürlü olmuştu ve kollarını kaldıran Tozluların ve Alevli Çakılların bedenleri bulanıklaşıp gözden kaybolmaya başlıyordu. Weed’in manası tamamen tükenmişti ve onları daha fazla orada tutamıyordu.

 

“Lütfen bizi dilediğiniz zaman çağırın, Efendim!”

 

“Bizi unutmayın lütfen.”

 

Tozlular ve Alevli Çakıllar gözden kaybolurken sözleri havada belli belirsiz şekilde çınlıyordu.

 

Tüm Tozluların ve Alevli Çakılların gidişinin ardından ise Weed kısa bir süre düşüncelere dalarak manasını yeniledi.

 

Ruh Yaratımı oymacılık yeteneği.

 

Zihninde bu oymacılık sırrını keşfetmeye adadığı çabalara dair hatıralar dolanıyordu.

 

Oymacılığa lanetler okuduğu o eski zamanlar!

 

Manasını tamamen dolduran Weed, yeniden ayaklandı.

 

“Tozluyu çağırıyorum. Alevli Çakılı çağırıyorum!”

 

Toprak ve ateşlerin yükselişiyle Tozlular ve Alevli Çakıllar bir kez daha çağrıldı!

 

Ve Weed bir kez daha iki elini havaya kaldırdı.

 

“Çok yaşa, Efendi Weed!”

 

“Çok yaşayın!”

 

Bu yorucu beyin yıkama işi tüm gün devam etti.

 

Amaçsa onları yalnızca kendisine saygı duymaları için zorlamaktı!

 

“Kimim ben!”

 

“Değersiz benliklerimize acıyan ve bizlere birer beden veren mutlak ölümsüz yaratıcımız.”

 

“Peki ya benim sözlerim nedir?”

 

“Bu topraklarda neslimiz tükense bile itaat etmemiz gereken mutlak komutlar.”

 

“Bu önemsiz bedenin komutunuzu yerine getirirken var olmayı kesmesinden daha büyük bir onur olamaz.”

 

Ertesi gün Tozlular büyük bir hırsla Weed’in yakut madenine gönderildi.

 

“Madenleri dikkatlice çıkartın. Üzerlerinde tek bir çizik dahi olmasın!”

 

Bir Ruh Yaratıcısı ruhlara arkadaşı gibi davranırsa ona saygı duyarlardı…

 

Normal şartlarda kişi tatlı ve sevilesi ruhlarla dost olarak Versailles Kıtasında maceralara atılabilirdi.

 

Fakat bu şartlar Weed’e işlemiyordu.

 

Ruhlar birer gündelikçi gibi yakut madenlerine çağrılıyordu.

 

#Bu bölüm çok iyiydi ya! Diriliş cephesi de bayağı heyecanlı ilerliyor, oymacılık cephesi de. Bu arada Morata’yla savaşmanın eşiğinden döndüler. Er ya da geç kaçınılmaz savaş geldiğinde neler olacak çok merak ediyorum. Bu gidişle bizimki de ruhlardan bir ordu yapacak kendine. Onları şimdilik köle olarak madene yollasa da ‘dünyanın en yakışıklı adamı’ olarak tüm emirleri kanun tabii, ileride savaşa da gönderir hepsini. Neyse… Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr