Cüce Köyü Demir El.
Thor Krallığı, köylerinde yakın bir madende bulunan minerallerden toplu halde yüksek kaliteli mal üretimi yapabilen çok sayıda Cüce Üstat barındırmasıyla ünlüydü.
Yerleşim alanlarında ufak ufak evler bulunuyordu. Köyde demirci dükkanlarının seyrek oluşu köyün zanaatkarlardan oluştuğunu başkaları için belirgin kılıyordu.
Şehir merkezinde bulunanların büyük çoğunluğu Cücelerdi.
Diğer köylerden insanlar sıklıkla ana meydanı, ticaret bölgesini ve pazar yerini ziyaret ediyor ve bu da Demir Elin köy girişi yakınlarında kamp kuran Tüccarları nadir bir manzara haline getiriyordu.
İnsanlar ve Elfler Cüce Tüccarlardan bir şeyler alabilmek adına şehir boyunca yük arabalarını sürüklüyordu.
"Ben Roen’in en iyi tüccarlarından biri olan Mithras’ım. Yarattığınız herhangi bir silah veya zırh varsa bana satmaya razı gelir misiniz acaba?"
"Bu tamamlanmış üründen bol miktarda ihraç edildi. İlgilenin lütfen..."
"İhtiyaç duyabileceğiniz tüm ürünleri toptan tedarik edeceğim. Thor Krallığında demir ve bakır pahalı ama Noid Krallığının makul fiyatlı 3. sınıf demirine ne dersiniz?"
"Fiyatlar tavan yapacak. Bunu nereden bulabildiniz?"
İnatçı Tüccarların ısrarlı talepleri!
Gün geceye dönerken bu Tüccarlar direnmeye devam ediyordu.
Demir El köyünden elde edilen silah ve zırh gibi mallar Versailles Kıtasının diğer noktalarında çok yüksek fiyatlara satılıyordu.
Tüccarlar kasten bu köye geliyor ve Cücelerin yaptığı her şeyi alabilmek adına çaresizce mücadele ediyordu.
"Onu bana satın lütfen."
"Ben bir Cüce Savaşçıyım..."
Güzelce sakal uzatmış tüm Cüceler zor zamanlar geçiriyordu.
Açıkçası bir Cüce Zanaatkar arıyorsanız Demir Ele gelmemeniz gerekirdi. Burada yaşayan Zanaatkarlar inceliksiz bir Demircilik yeteneğine sahipti ve yalnızca öğelerin değerlerini bilmeyen Tüccarları bulup dolandırma peşindeydi.
Bu esnada Weed, Demir Ele giriş yapmıştı.
Alanda toplanan Tüccarlar bedenine kıyasla nispeten büyük bir kafaya sahip oluşu nedeniyle Weed’i izlemekle yetiniyor ve kafalarını sallıyorlardı.
'Onlar Tüccar ve burası da doğru yermiş gibi görünüyor, Cüce Köyü.'
Tüccarların bir kısmı satın alacak bir şeyler bulup para kazanma amacıyla Morata’dan uzun bir yol katetmişti. Toplu alım satım yapıyorlardı.
Köylerin gelişimi amacıyla Krallıklar tarafından toplanan Mal Komisyonları ticaret endüstrisinin gelişmesine yardımcı olmadığı için Tüccarların morali bozuktu. Benzer şekilde teşvik ücretleri keyfi olarak ziyaretçilere hitap edecek şekilde hesap edildiği için satılan malların kalitesi de yetersizdi.
Uzaklardan seyahat eden Tüccarlar Cüce Weed’i görmüştü.
'O benim avım.'
'O Cüce benimdir.'
Aç Tüccarlar grubu Weed’e doğru koşuşturuyordu.
"Mal alınıp satılır."
"Ne varsa alırım."
"Lütfen mallarını ucuza sat. Çok uzaktan geldim. Ne olur!"
"Koşulsuz şartsız herkesten yüksek fiyat vereceğim. Satacak bir şeyin varsa sat lütfen."
Tüccarlar grup halde toplanıp yalvarmaya başlayınca başarılı Cücelerin kaçacak hiçbir yeri kalmazdı.
Demir Ele gelen tüm Cüce zanaatkarlar düşük seviyeli olur ve etraflarını saran kalabalık, onları fizyolojik olarak korkuturdu.
Weed ise rüzgar gibi kaçıyordu.
Kısa boyundan faydalanarak tüccarların elinden kurtulabilmek adına mükemmel yön duygusuyla bacaklarının arasından koşturuyordu.
"Ah!"
"Kaçtı."
Boşuna çabalayan tüccarlar yıkılmış halde kalakalmıştı.
Böyle bir kalabalığı rahatlıkla atlatabilmek…
Aksi tüccarlık kariyeri kötü bir izlenim bırakmıştı.
* * *
Gerçek tüccarlar şehrin girişinde oturuyor, kımıldamıyordu.
Ve Weed köyün girişini aşarken dolaylı olarak bazı cümleler kuruluyor, geride kalıyordu.
"Benden daha yüksek fiyat verecek tek bir alıcı bulamazsın."
"Parasız kaldık..."
Onların gönüllerince izledikleri iş stratejileri, kendilerini diğer tüccarlardan farklılaştırmaktı.
Derken Weed şehrin iyice derinlerine, Demir El köyüne ulaştı.
* * *
Cüce demirciler doğuştan gelen yüksek el becerisi statı sayesinde silah ve zırh yaratımında ustaydı.
Cüce savaşçıların bile zorluk çekmeden meşale veya ok gibi temel şeyleri yaratabildiği iddia edilirdi.
Cüce savaşçılar ölümüne çarpışmalarıyla ünlüydü fakat çoğu Cücenin zanaatkarlık yolunu seçtiğini söylemek abartı olmazdı.
Bunun sebebi de Cücelerin üretim becerileri için gerekli sanat ve el becerisi ile kutsanmış olarak doğmalarıydı.
Zanaatkarlık yaşam tarzını seçenlerin başlangıçta ırklarını seçerken bu faydaları hesaba katması gerekirdi. Demir konusunda en yetenekli ırk Cücelerdi.
Daha en baştan yüksek üretim becerisiyle dayanıklı mallar üretebilir olmalarıyla aranır ve saygı duyulurlardı.
İnsan demirciler de hemen hemen her silahı yapabilirdi ancak uzmanlıkları çok azalmış durumdaydı.
Elf demirciler ise en iyi ve en güçlü yayları yapardı.
Fakat Elfler büyü ustalarıydı ve okçulukta uzman bir ırktı.
Pek fazla Elf demirci bulunmazdı. Var olanlar da özel ahşap materyallerden yay yapar ama o yayların yeterli sıklıkta ticareti yapılmazdı.
Dolayısıyla Cüce ırkı demircilerinin yaşam tarzı kıskançlık konusuydu ancak hayatları zengin olmanın yakınından dahi geçmiyordu.
"Vauuv, bu ay demir cevheri fiyatları yükselmiş."
"Sana da mı öyle geldi? Son zamanlarda bu fiyat artışı beni öldürecek diye düşünüyorum."
"Demircilik yetenekleri yükselecek ama aradaki tüccarlar fiyatlara adamakıllı müdahale etmedikçe... Bu iş cidden zor."
Pek çok cüce tavernada oturmuş, durumdan şikayet ediyordu.
Weed ise alçak bir masada oturuyor ve sütünü içerken anlatılanları dinliyordu.
'Bu dünyadaki herkes hayatın zor olduğunu söylüyor.'
Bir cücenin sanatçılara kıyasla ne kadar zor bir hayatı olduğundan ve cücelere dayatılan ekonomik zorluklardan yana şikayetler devam etse de ortada büyük bir hikaye yoktu.
"Şu Akryong Kaybern vergileri iyice arttırdı."
"E daha üç ay önce artmamış mıydı zaten?"
"Bu yüzden nadir bir altınla süslemek isteyebilirim işte."
"Aaah! Yine mi avlanma görevi? Taleplerinin sonu gelmiyor. Bu sefer nasıl bir canavarmış?"
"Senin neyin var böyle? Komutasındaki bir veya iki lejyon onu nasıl canavar yapar?"
"Onun elinde olan veya elde ettikleri bununla sınırlı değil gerçi."
"Dinleyin, *Minotaur korumalar bir işe yaramadı." (yarı insan yarı boğa canavar)
* * *
Akryong Kaybern.
Thor Dağı da diğer komşu dağlar gibi bir ejderha tarafından yönetiliyordu.
Ejderhanın hazine arzusu kolay kolay doyurulamıyordu; cüceler sürekli olarak haraç ödeme veya ejderhanın öfkesiyle yüzleşme seçimiyle karşı karşıyaydı.
İnsan köyleri canavar işgali altındaydı, böyle bir işgal olmasa bile diğer krallıkların saldırılarıyla karşılaşıyorlardı.
Morata bile canavar işgali karşısında güvende değildi.
Cüce köyleriyse Ejderhaların hükümdarlığında canavar saldırıları karşısında güvendeydi fakat bunun karşılığında haraç ödeme zorunlulukları vardı.
Koşulsuz şartsız kötü bir işti ama bir el koyma durumu yoktu. Bazen Ejderhalar komutaları altındaki canavarları yönetip geliştirilmesi gereken yeni madenleri değerlendirirdi. Tabii bu madenlerden çıkan mithril ve demir cevherlerinin de yarısından fazlasının ödenmesi gerekiyordu.
Bunun yanı sıra Cüce savaşçıların dağlarda avlanmasına izin veriliyor ve ejderhalar bu durumda bile onları cezalandırmıyordu.
Ejderhalar Cücelere baş belası gözüyle bakar ve onları yalnızca bir iş uğruna çalıştırır, sayıları ister bir olsun ister birden çok, onları tek bir işçi gibi görürlerdi. Canavarlarsa yalnızca onların alanlarında yaşayan solucanlardı.
Onlara müdahale etmenin veya zahmete girmenin gereği yoktu.
Thor Krallığında yaşadığı bilinen beş ejderha vardı ancak en çok hazinenin Beyaz Ejderha/Akryong Kaybern’de olduğu söyleniyordu.
Thor Krallığı defalarca yükseliş evresine geçmiş ama buna rağmen Ejderhalar nedeniyle en iyi ülke olamamıştı.
Thor Krallığı paralı asker topluyor ve periyodik olarak Ejderhalara karşı verilen mücadeleyi hararetlendiriyordu ancak hiçbir kazanç elde edemiyordu. An itibarıyla göreve katılan tek bir paralı asker bile nadir bulunuyordu.
Weed ekmek ve sütten oluşan basit bir öğünden sonra tavernayı terk etti.
'Her şeye rağmen, Cüce hayatı bu işte.'
Cücelerden duyacağınız her şey abartı olurdu.
Yoksulluk başladığında et ve biranın olduğu yerlerde vakit geçirmek gibi bir alışkanlıkları vardı!
Cüce köyünde yaşamak için yüksek vergilerin üstesinden gelmek gerekliydi.
Kıtadaki en yüksek kalite cevherleri silah yapımında temel olarak kullanmakla yeteneklerinde artış gerçekleşiyor ve ünlü Cüce zanaatkarlar sonsuz sipariş almayı sürdürüyordu.
Servet edinmek için Thor Krallığından ayrılan Cüceler silah ve zırh satıyor, hatta parayla krallıkta lord olmayı başaranlar bile oluyordu.
Loncalar güçlerini genişletmek adına güçlü bir yüksek seviyeli oyuncu ağı oluşturmak için mal tedarik ederdi.
Ve Versailles kıtasında hatırı sayılır ölçüde hırslı demirci vardı.
Weed Oymacılar loncasına giriş yaptı.
Oymacılar loncası genel olarak Thor Krallığı Cüceleri tarafından kullanılırdı.
El becerisinin ne kadar önemli olduğunu anlayarak bu statı yükseltmenin hızlı bir yolu olduğu için oymacılığı öğrenmişlerdi.
Loncada pek çok Cüce bulunsa da mükemmel heykel dönüşümü sayesinde hiçbiri Weed’e dikkat kesilmiyordu.
"Tsk Tsk, hala mükemmeliyetin yakınından geçmiyorsun, daha öğrenecek çok şeyin var."
Cüce Eğitmen sürekli olarak huysuzluk ede ede Cücelerle ilgileniyordu.
"Sanata çok az özenerek silah yapıyorsun, bunun zamanla sorun yaratacağını bilmiyor musun? Sanat eksikliğiyle güçlü silahlar yapabilirsin ama mükemmellikten çok uzak olurlar."
"Oymacılar loncasına gelerek silahlara hayat vermeyi öğrenmek mi? Demircilik loncası size iyi eğitim vermiş gibi görünüyor. Ama henüz çok erken. En azından buraya geldikten sonra silahlarınız doğru düzgün yaratılacak. Hepsi kusur doluyken herhangi bir ifadeleri olmadan onlara nasıl hayat vereceksiniz ki?"
"Bu Cüceler amma beceriksiz."
Eğitmenin sözleri Cüceleri harekete geçirmiyordu.
'Bu işçi daha ne kadar eylem gerçekleştirecek acaba…'
'Yoruldum, midem bulandı ve usandım artık. Bu herifin üretim süreci amma uzunmuş.'
Diye düşünen Cüce acı çeke çeke başını saygıyla eğerek geri çekildi.
Bir demircinin yeteneği ne kadar yüksekse o kadar iyi mallar yaratır ve etrafta bir o kadar çok tanınırdı.
Ve Cüceler, şikayet etmelerine rağmen bu duruma katlanıyordu.
Her türlü silahı üretebilecek bir demircilik yeteneğine sahip olmak için el becerisini hızla geliştirmek şarttı.
Böyle bir el becerisi için de en iyi yol, oymacılığa aşina hale gelmekti. Oymacılığın başka nesneleri yaratıp geliştirme/dönüşüm gerçekleştirme konusunda yardımı dokunuyordu ama düpedüz çekilmez bir işti.
Cüce eğitmen Weed’e sırasını beklemesini söylemişti.
"Hünerli Eller, bir ifade biçimi oluşturmak için burada. Sanat yolunu geliştirmek adına yeni açıklamalar talep etmek için."
"Ne?"
Cüce Eğitmen şüpheli bir ifadeyle dinliyordu. Kırışıklarla dolu yüzünde kasılmalar gerçekleşiyordu. Sakalını okşuyordu ve huysuz tavrını unutmuştu.
"Az önce ne dedin sen?”
"Buraya yeni teknikler öğrenmek için geldiğimi söyledim."
Ungseong-ungseong.
"O Cüce az önce ne dedi?"
"Yeni teknikler mi, o da ne halt demek oluyor?"
"Oymacılık seviyesi neymiş ki?"
Cüceler duyduklarına inanamıyordu. Çünkü daha önce böyle bir şey söyleyen bir kullanıcıya hiç rastlamamışlardı.
Oymacılık uzmanlığı yükseldikçe daha iyi yetenekler öğrenilebilirdi!
Şimdiye dek öğrenmeye zahmet etmeyi düşünmemiş ama Cüce Köyündeki Oymacı loncası söz konusu olduğunda tuhaf bir şekilde gelip öğrenmeye karar vermişlerdi. Diğer Cüce loncalarındaki yetenekleri öğrenmenin faydalarıyla kıyaslayınca maliyetin üçte biri bile etmiyordu.
Cüce eğitmen, Weed’i sergilenen Elf Boynu heykeline yönlendirdi.
"Sana bir Oymacı olarak yeterli beceriye sahip olduğunu kanıtlaman için bir şans veriyorum. Öyleyse… hünerini bir görelim bakalım."
"Tema ne olsun?"
"Canın ne isterse, zihin esnek olduğu sürece ortaya çıkan heykel iyi olacaktır."
Weed, Elf Boynuna aşinaydı.
'Dükkanlarda satılan heykel parçaları genellikle mükemmel kalitede ahşaptansa pahalı materyallerden yapılmış oluyor.'
Ahşap heykel yapmak gerçekten sıkıcıydı.
Sonuç kötü olmasın diye olabildiğince hızlı çalışmaya kalkmamak gerekirdi.
Ağaçlar yaş aldıkça ağaç damarları desenler oluşturmaya başlar ve bu desenlerin akışına uygun bir heykel yaratırsanız sonuç çok güzel olurdu.
Bu şekilde ahşaptan yapılı başyapıt heykeller çok pahalıydı ve bedelleri düzinelerce altını aşabilirdi.
Cüce Eğitmense Elf Boynunun içerisinden çıktığı mükemmel kalitedeki ahşabı test olarak sunmaktaydı.
"O Elf Boynu kolay şekil almıyor. Doğaçlama bir ahşap heykel yapmak zor bir testtir..."
"Ya başarısız olursam?"
Oymacılar loncasındaki Cüceler işlerini güçlerini bırakmış Weed’i izliyordu.
Bu sırada Weed Elf Boynunu sessizce aşağıdaki sandalyeye yerleştirdi. Bir Cüce olduğu için ufalmıştı ve sorunsuzca oymacılık yapabilmesi için sandalye kilit rol oynuyordu.
Weed Zahab’ın oyma bıçağını cesurca çıkartarak Elf Boynuna sapladı.
*Puukg!*
Test bir heykel gerektirdiği için gözlemci cüceler şaşkın görünmemek için ellerinden geleni yapıyordu!
Oyma bıçağı Elf Boynunun derinlerine saplanmış durumdaydı.
İşte bu durumda Weed, Zahab’ın oyma bıçağıyla çaprazlama bir kesik atarak Elf’in boynuyla kafasını ayırdı.
Oyma bıçağının her hareketinde Elf Boynunun dış hatları kesin olarak şekilleniyordu.
"Bunun oymacılıkla ne alakası var?"
"Oyma bıçağına kılıçla aynı uzmanlıkla yaklaşıyor, bu nasıl mümkün olabilir..."
"Normalde onu bir oyma bıçağı olarak kullanmıyorum."
Alet şaşırtıcıydı ama esas sürpriz, belirleyici ustalıktı.
Ne çeşit bir oyma bıçağı bir ahşabı mahvetmeden ona saplanabilir, onu kesebilir veya merhametsizce defalarca parçalayabilirdi ki?
Yine de oyulan kısımlar arttıkça şaşırtıcı bir şekilde ahşap, şekil almaya başlıyordu.
Rastgele kesilmiş gibi görünse de hiçbir hata yoktu. İnsan eliyle bu tarz işleri birkaç kez yapınca hiç tereddütsüz rahatlıkla çalışabilir hale geliyordu.
Bir oyma bıçağı kullanırken ustalığa ulaşılmazsa sonuç değersiz olurdu.
Bu zorlukta bir parça üzerinde çalışırken bıçağın gücüne güvenmek gerekliydi.
Cüceler testi gerçekleştiren Weed’e hayretler içerisinde bakmaktan utanç duymuyordu. Test üzerinde çalışırken Weed’in aklından geçenlerse basitti.
'Ucunda para da yok zaten, kabaca halledeyim!'
Çok fazla kişinin bu testi gerçekleştirmesine müsaade edilmezdi ve geçme gereklilikleri netleştirilmemişti.
'Acele edip lanet dönmeden önce bitirmeliyim.'
Bilinmeyen varlıkların ruhları kulağına fısıldıyordu. O lanet her an devreye girebilirdi. Vakit nakitti.
'Eğer başarılı olursam fiyatı düşürmem gerekse bile bu işten altın kopartabilirim, her kuruş önemli...'
Acemilik günlerinde yeni parçalar üretmek korkunçtu.
Şimdiyse gelişme göstermişti ve yaptığı heykellerin ihtişamını arttıracak özgüvene sahipti.
Şehir etrafındaki cüceler Weed’i izleyip ne oyacağını görmek adına çevresinde dikilmeye başlıyor, Weed onlara ilham veriyordu.
'Yapıyı zihninde canlıymış gibi görmelisin.'
Weed ne yapması gerektiği konusunda endişeliydi.
Kaç saniye sürdüğüyse onu endişelendirmiyordu.
Burası Cücelerin Köyüydü.
Heykelin Cücelerin kalplerine dokunması gerektiği en baştan kararlaştırılmıştı.
"Bu bir Ejderha."
"O geniş ve düz kanatlar, gelişmiş kalçalar ve kalın bacaklar… Bu Akryong Kaybern!"
Ahşabın boyutu gereği heykel gerçek, canlı halinden ufak olmak zorundaydı.
Ama ne yapacağına karar verdiği anda heykelin genel kompozisyonunu hızlıca ve güzelce tamamlamıştı.
Açgözlü ağızlar açık kalıyordu.
İnsanın üst ve alt dudak yapıları bir daire halini alırsa ses tellerine de tek bir kelimeyi söylemek düşerdi.
Para!
Kısa kollarıyla mücevherleri tutuyor, kaşları ve sakalları doğuştan öne uzanıyordu.
Akryong Kayberin’in kanatlarının üzerinde süzülebilme çabasıyla pervasızca karada koşuyordu.
"Yaptığım diğer ejderhadan daha iyi oldu."
"Onun için -Ejderha olmasa bile- somon balığı yemek son derece büyük bir anlam ifade ederdi."
Akryong Kaybern’in beliren şeklini izleyen Cücelerin siniri bozuluyordu.
Heykel, üç boyutlu bir sanat temsiliydi.
O şeyin ismini duymak bile tepelerini attırırken bir de görmek ve hissetmek o öfkeyi ikiye katlamıştı.
Bu sırada Cüce Eğitmen konuştu.
"Testi geçtin. Yeteneklerine fazla güvenmezken bu kadar kısa bir sürede böyle bir heykel yapmış olman etkileyici."
Cüce Eğitmenin bu sözleri olabilecek en büyük övgü şeklinde görülebilirdi.
Egosu olan bir Oymacı olarak görülmek kötü olurdu.
Weed sessizce kendisini temize çıkarttı.
"Temayla ilişkili bir heykel yapmak istememek samimi arzumdu."
"Anlıyorum. Ustalıkla yapılmış harika bir heykel olduğunu gördüğüm için çok nitelikli olduğunu söyleyeceğim. Ancak cüce toplumumuzun tarzından haberdar değilmişsin, Akryong Kaybern heykelleri bizim için bir tabudur."
"Daha önce sadece tek bir ejderha oymuştum."
Cüce Eğitmen tatminkar bir şekilde güldü.
"Bana kalırsa o harika biri."
Gözlemci cücelerin suratları kaskatı kesilmişti.
Pek çoğu birkaç kelimeyle eğitmenle böyle bir ilişki geliştirdiği için Weed’e hakaretler ediyor, lanetler okuyordu!
"Oymacılık Eğitmeniyle arkadaş olmayı başaran bir kullanıcı çıktı!"
"Böyle yaltaklanmayı nereden öğrenmiş ki?"
Weed'in tekniğini ilk defa gören Cücelerde ona yaklaşma arzusu doğmuştu ve bu da göğün çökmesine değecek bir olaydı.
'Çok zor bir dünyada yaşıyoruz.'
'Borç kelimelerle kapatılır, kurnaz dil hayatta özgürce yiyebilir.'
Her halükarda Eğitmenle ilişki geliştirmek Weed’e Oymacılık eğitimi bedelinde %20 indirim sağlamıştı.
"Heykeller insanların kalplerine dokunabilir, eğer zihnini kapatmazsan heykeli anlayabilirsin."
Ttiring!
"Heykeller ölümsüz değildir. Yıllar yılı hasar görürler. Restorasyon ile hasarları üzerinde çalışılırsa daha mutlu olurlar. Heykellerde zamanı geri alma sanatını öğrenmeyi başarabilirsen geçmiş hakkında pek çok bilgi edinebilirsin. Ancak maalesef bu teknik zaman içerisinde kayboldu."
- Heykel Restorasyonu Öğrenildi!
Weed yeni edindiği bu yetenekler hakkında çabucak bilgi edinmeye karar verdi.
"Yetenek bilgileri penceresi. Heykel İletişimi, Heykel Restorasyonu!"
- Heykel Dili/İletişimi 1 (0%) :
Canavarlar veya insanlarla olması fark yaratmaz, iki türden heykelle de iletişim kurulabilir.
Değerli eserlerin düşmanlığı hafifler, avantajlı büyüler söz konusu olur.
Ün ve yetenek seviyesi yükseldikçe mevcut limitlerin ötesinde yeni ırklarla iletişim kurmak mümkün hale gelir.
Orta Düzeyde Heykel İletişimine sahip olan maceracılar özel duygu becerileri edinirler.
Heykel Restorasyonu 1 (0%) :
Yetenek seviyesine bağlı olarak hasarlı heykeller orijinal görünümlerine döndürülebilir.
Weed halihazırda yüksek bir üne sahipti ve dalkavukluk ile ilahi yardımın etkisiyle yeteneğe gerek yoktu. İlk olarak öğrenme işi yerine getirilmişti.
Esasında bir şeyler öğrenmek, Weed’in buraya gelme nedeninin yalnızca bir kısmıydı.
Durmadan etrafında yaygara kopartan o bilinmeyen heykellerin varlığıyla Tanrıça Freya’nın Cüce Krallığına gelmesi şeklindeki kehanetin söylediklerini kabullenmişti.
Heykelini yaparken ahşabı dilimleyiş şekli bir şüphe kokusu taşıyordu.
Bu yaygın bir olay değildi.
Fakat Eğitmenin ağzından dökülen sözler beklenmedikti.
"Oyma işi hakkında ne düşünüyorsun? Bu bir Oymacının hayali değil mi sence de?"
Weed’in, hiç tartışmasız, bu an için basit bir yanıtı vardı.
'Para, ün, güç, söyleyecek daha ne var ki?'
Ancak anlık olarak doğabilecek anlaşmazlığı atlatmak için bir yanıt verip vermemesi önem taşımıyor ve Eğitmen hiç beklemeden konuşmaya devam ediyordu.
"Oymacının hayali heykeller için hevesle can atmaktır, daha iyi heykeller yaratmak kalbin saflığını gösterir. Bunlar Oymacının sözleri, romantik değil mi?"
"...."
"Ehh… vakit geldiğinde bir Oymacı olarak sen de takip etmeyi arzuladığın yolu seçeceksin."
"Kendi yolumu mu?"
"Heykeller sanat alanındaki diğer türlere göre daha asil ve daha zorludur."
Weed bunun farkındaydı.
Heykel. Sanatın berbatsa eline kolay kolay para geçmezdi.
"Hayatını heykel yapmaya adamak… sahiden kolay iş değil. Oymacılıkta zirvelere ulaşma ihtimali, yalnızca bu bakış açısıyla, inanılmaz düşük."
Çünkü İleri Düzey Oymacılığa ulaşma yolunda ustalığın ilerleyişi çok yavaştı. Yalnızca yetenek artışındaki düşüklükle kalmıyordu, kılıç ustalığıyla ilişkili Heykele Hayat Bahşetme, Heykel Dönüşümü gibi heykel becerileri de düşük seviyedeydi.
"Heykel yaparken her şeyini vermek zor. Bu noktada durmak cesaret kırıcı olurdu ve şu ana kadarki tüm zorluklardan sonra bir ödül olmalı."
"Buna değer mi?"
"Heykel Ustaları sanat alanında tanınır ve aralarında ünlü soylular da vardır. Fırsatın olursa insan krallığındaki bir soyluyu ziyaret etmelisin."
Weed de içlerinden biriydi, bu yüzden bu tavsiye ona pek kıymetli gelmemişti.
"Şimdiye dek oymacılıkla elde ettiklerimden farklı alanlarda faydalanabildim. Kolay yolu seçip seçmemekte özgürsün. Tüm bunların sebebi de bu zaten. Fakat ben aynı zamanda oymacılığın sonunu da görebilmeliyim ve bu süreçte kendimiz için işleri kolaylaştırabilmeliyiz."
"...."
"Sanatı takdir etmediğin sürece heykel yapmak zor değildir. Zamanını harcar ve keyif alırsın, seni kim suçlayabilir ki? İşte bu, senin yükünü alabilir."
Ttiring!
- Seçilmiş Oymacı
Cüce Eğitmen senin gibi birini bekliyordu.
*Heykel Nitelikleri: On günü aşkın süre boyunca günde 5 veya üzeri heykel yapılırsa sonrasında Oymacılık yeteneği uzmanlığı daha hızlı artış gösterir.
*Heykel Özellikleri: Sanat Gelişimi ve Çekicilik Statı artar. Büyük, güzel heykellerin yaratımında faydası olur.
*Çok Yönlü Sanatçı: El becerisine dayalı yeteneklerin öğreniminde yardımı dokunur. Heykelden öte, ellerin kullanıldığı yetenekler de dahil olmak üzere diğer üretim yeteneklerinde %25lik bir büyüme gerçekleşir. Fakat başka herhangi bir üretimde ustalaşacak sanatsal bir yetenek olmaz.
*Ebedi Oymacı: Ruhunu heykel dünyasına adamış olan oymacı. Sanat Eseri, Şaheser, Başyapıt ayrımlarının yanı sıra heykelin diğer özellikleri büyü yaratır.
Heykellerin özellikleri gelişti.
Tarihi eserler, anlaşılmaz çalışmalar, kıta hazineleri ve büyüler yaratılabilir.
Oymacılık yeteneğiyle ilişkili etkiler %20 arttı.
Muhteşem sanatsal kalite ve yetenek heykeli daha yüksek bir seviyeye çıkarır ve özel etkilere bağlı olarak pek çok ödül mevcuttur.
Ancak yaratılan şey başarısızlıkla sonuçlandığında düşüş daha büyük olur.
Weed uzun bir süredir çelişkide değildi.
'Başından beri böyleydi.'
Oymacılık seçilmiş ve birkaç kez meslek değiştirme şansı olmuştu. Ancak Weed ne zaman bir seçim yapma vakti gelse Oymacılık yolundan gitmişti.
Özünde oymacılığa giderek daha da ısındığı gerçeği inkar edilemezdi.
Bir insan üstün işçilik becerisine sahipse daima harika heykeller yapardı. Ancak heykelin detaylı kısımları aynı şekilde etkileyici olmazdı.
Bu durumda beceri yetersiz olmalıydı.
Bir çocuk tarafından yapılan merkezleri bir heykeller. Veya kurs işçiliği(?) yetersiz hissettirir, her şey olması gerekenden farklı gelirdi.
Tuhaftır ki başkaları yapılan heykellerden memnun kalır, keyiflenir, suratlarına gülümsemeler yerleşirdi.
Yapılmaya değer heykelleri oluşturan şey hoşluktu. Heykellere duyulan sevgi ve her oyma hareketinde kendinize duyduğunuz inançtı.
'Kız kardeşimin gülen yüzü, büyükannemin sevgi dolu gözleri… Sanırım bunlar benim en mutlu olduğum anlardı.'
Weed yaptığı işten keyif alarak para kazanıyordu. Bu tam bir lütuftu!
Seoyoon’u gülümserken heykele dökmek.
Bir katil, korktuğu vakitler, sevindiği vakitler, tüm bunlar gerçek bir heykelin başlangıcına katkı sağlamıştı.
Dondurucu bir kar fırtınasının ortasında donarak ölme riskinin üstesinden Bingryong’u yaratarak gelmişti.
Heykeller, maceraları esnasında Weed’e eşlik eden tek yoldaşlardı.
Acı verici bir hayale sahip olmak.
O gerçekleşmemiş hayaller, heykeller aracılığıyla gerçeğe dönüşüyordu.
Yaşamı heykel ve kılıç ustalığına yatırım yaparak geliştirmek de bir başka dönüşümdü.
Heykel yapmanın zor olmadığı hissini yaratıyordu.
Oymacıların insanların hislerine yakın ama onlardan arınmış olması gerekiyor ve buna rağmen heykeller farklı biçimlere sahip oluyordu.
Başarısızlık korkusu Oymacılar, bilhassa büyük olanlar için sıklıkla zaman alır ve yalnızca iyi bir heykel bunu inkar edebilirdi.
Kalp ve ruhla yapılan bir heykel.
Weed şairane anıları unutmaya çalışıyor ama önünde oymacılık geleceğine dair hayaller belirip duruyordu.
'Ehh, şu ana kadar verilen değer çok düşük... Daha da iyiye gidebilir mi acaba, ama yorucu olur, o yüzden sana sunulanı seç gitsin.'
Ve Weed konuştu:
"Ebedi Oymacılık yolundan gideceğim."
* * *
- Oppa, nasılsın?
- Şey...
Zephyr Todeum’da yalnızdı ve Yurin’in sorularını fısıltıyla yanıtlıyordu.
Ne yanıt verse bilmiyordu ama aniden bağlanınca fısıltıyla da olsa bir selamlaşma gerçekleşmişti.
'Biliyorum, en azından Geomchi’nin öldürüldüğü gün.'
Öyle yıkıcıydı ki Geomchi’nin bahsi geçtiğinde ruh hali ve kalbi ağırlaşmış, oturmak zorunda kalmıştı!
Ancak inkar edilemezdi, yanıt nazikti.
Derken arabanın içerisinde Yurin ansızın şöyle dedi:
- Oppa’nın evi nerede?
- Gangbuk. Pyeongchang.
- Pyeongchang nerede?
- Tarif etmek zor... Bukhansan’ın kuzeyi.
- Oh, kardeşin hayatı zormuş. Musluktan düzgün su akıyor mu? Oradan otobüs geçiyor mu?
- .....
- Daha sonra sana enerji veren deniz yosunlu bir pirinç keki alacağım.
Pyeongchang sonradan gelişen bir dağ kasabası muamelesi gördüğü için kartvizitler bile dağıtılmıyor/dağıtılamıyordu.
- Oppa okuldan mezun olunca ne yapmaya niyetli?
- Ne?
- Yapmak istediğin hiçbir şey yok mu?
- Ne yapmak istediğimi... çok düşünmeme gerek kalmadı. Ebeveynlerim aile işini bana devredecek. Şimdiye dek bu yolda bir sürü çalışma yapıldı.
- Aile işiniz ne?
- Sung.....
Zephyr gerçeği söyleyip söylememe konusunda tereddütlüydü. Çünkü henüz Kraliyet Yolundaki hiç kimseye ailesinden bahsetmemişti.
- Sung Elektronikten misin?
- Ha? Hı hı.
Yıllık hazine ve net şirket geliri hususunda eski beş yıldızlı dünya rekoru sahibi olan Sung Elektronik, bir grup bağlantılı şirketin merkeziydi.
'Sung Elektroniğin bağlantılarımızdan biri olduğunu söylemek yanlış olmaz sonuçta.'
- Sung Elektronik bilgisayardan cep telefonuna, mutlak aletlerine dek her şeyi satıyordu, değil mi?
- E-evet öyle.
- Hehe! Bu harika.
Zephyr pek çok kadınla tanışmış ve onun alışılmadık biri olduğunu fark etmişti.
'Bu da tuhaf bir tepkiydi gerçi.'
Şaşkınlık ve hayranlıkla birlikte düzgün bir tavırdı.
Derken Yurin’in fısıltısını işitti.
- Bu gece evime gelebilir misin? Abime söyleme... Bugün ona bir resim yapacağım.
Yurin ansızın net bir ses tonuyla işte böyle söyledi.
* * *
Choi Ji-Hoon Lee Hye Yeon’un yaşadığı mahallede arabasını sürdükçe kalbi sıkışıyor, çektiği acıyla beti benzi atıyordu.
"Neler oluyor?"
Normalde bir kadının evine ettiği daveti hoş karşılardı ama karşısında Lee Hye Yeon olunca şartlar farklılaşıyordu.
İpin ucunda hayatlarımız varken, sohbet ve yakınlıkla gece vakti eve çağrılmışken ne gerekirse yapmalıyım…
"Ölüm kalım meselesi. Bahaneye yer yok."
Choi Ji Hoon pek çok sanrıya kafayı takmış ve geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Hye Yeon’un verdiği basit talimatlar sayesindeyse evi bulmak zor olmamıştı.
Yollardan ve mağazalardan biraz uzakta, tenha bir alanda ufak bir ev bulunuyordu.
Avlu açmış çiçeklerle doluydu ve köşede kavanozlar görünüyordu.
"."
Choi Ji Hoon gülümsedi.
"Bu evde iyi yetiştirilmişçesine hoş bir hava var."
Ama gerçek hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu.
Lee Hye Yeon mutfaktaydı, temizlensin diye gayret veriyordu.
"Mutfak hizmetçisi olarak geldi, evlenince de öyle gidecek. Ölmeye hazırlanırken bile Kimchi ile aperatif hazırlamaya devam edecek."
Öyle olsa da bulaşık ve çamaşırlarla ilgilenmeye tam anlamıyla zorlanmıyordu, çoğu Lee Hyun'un göreviydi.
Ev kurtarılmıştı.
Yılların gazete dağıtımıyla bir coğrafya duygusu edinmişti. Uzun süreliğine güneşin vurduğu sessiz, tenha bir yerde bir ev bulup almışlardı.
Ding dong.
Choi Ji Hoon kapı zilini çaldı ve ön kapı açıldı.
"Affedersin."
Bir kadının evini ilk ziyaret edişi olunca kalbi gizliden gizliye titremeye başlamıştı. İki kolunda bir çiçek buketi ile armağan olarak bir meyve sepeti taşıyordu.
*Hav!*
Derken havlayan bir köpek avluya koşturdu.
"Heog!"
Choi Ji Hoon duraksayarak geri çekildi.
"Bu dana gibi köpek de neyin nesi?"
İri köpek kuyruğunu sallaya sallaya koşturmuştu ve çaresizce yalanıp bedenine sürtünüyordu.
Abartılı bir samimiyet gösterisiydi.
Bu tavrın sebebinin kendisinin bir misafir olduğunu anlaması olduğunu fark etti.
"İçeri gel."
Lee Hye Yeon, üzerinde beyaz bir tişörtle, mütevazı bir kılıkla verandaya çıkmıştı. Choi Ji Hoon ise hala arkadaşça davranmaya çalışıyordu.
"Boshin, git de dinlen hadi."
Hye Yeon bunu söyler söylemez köpeğin kuyruğu bir anda sallanmayı kesti ve hızlıca kulübesine çekildi.
Choi Ji Hoon'un içi allak bullaktı, çiçeklerini ve meyve sepetini uzattı.
"Eli boş gelmek tuhaf olacaktı, ben de bir şeyler getirdim."
"Ah, teşekkürler."
Hye Yeon meyve sepetini alarak Choi Ji Hoon’u eve davet etti.
"Peki ya çiçekler?"
"Şemsiye ayaklıklarına koymaya ne dersin..."
"....."
Lee Hye Yeon, soya sosu ve diğer baharatlarla birlikte kaynamış olan ana yemeği aperatiflerle birlikte sundu.
"Bon appetit." (Fransızca afiyet olsun.)
Choi Ji Hoon ise aceleyle hareketlenip kurulu masadaki yemeğin başına geçerek kaşığını kaldırdı.
"Pek fazla olmasa da buyur, karnını doyur."
Evde yemek bir başkaydı. Garnitürler mideyi zorlamayacak şekilde dikkatlice seçilmişti.
Kusursuz Choi Ji Hoon, yemeğin tadına hayran olmuştu.
"Çok lezzetli. Hoşuma gitti."
Sözleri yersiz değildi, pirinç bile bir harikaydı. Yediği bu yemek, restoranlarda yediği tam bir öğünden bile lezzetliydi.
İnsan bu pirinci yer yemez havalara uçtuğunu hissediyordu.
"Sen benim için yemek hazırlamışsın, ben de temizliği yapayım."
"Yo, teşekkür ederim. Sen misafirsin. Ben bulaşıkları hallederim, sen odamda bekle. Hemen döneceğim."
"O-odanda mı?"
"Hı hı. Odaya gitsene."
"......"
Choi Ji Hoon’un ilgisi çekilirken Hye Yeon açık bir kapıyı işaret ederek içeri girdi.
20 yaşında bir kızın odasına girmek.
Beklediği şey pembe duvar kağıtları, ünlü posterleri ve fotoğraflardı. Ancak onu karşılayan şey çoğu bilim ve tıpla ilişkili kitaplarla dolu raflar, ortasında da gizem romanları olmuştu.
«Dünya 10 teknolojik ilerlemeyle yok edilecek»
«İnsan Anatomisi»
«Bir seri katilin daveti»
"Cidden iyi kitaplar okuyor."
Choi Ji Hoon başlıkların yazı dilini bile dikkatsizce es geçememişti.
"Birazdan gelir... Ne yapıyorum ben burada?"
Hye Yeon'un unutulmaz ve harikulade bir atmosferle dolup taşan odası onu korkutuyordu.
'Ama... Bu kızla olamam ki. Hiç değilse diğer kızlar insanın gözünde benzer oluyordu.'
Hye Yeon'un odasında ferahlatıcı bir koku vardı.
Daha az önce çalıştığı için masanın her yanına kitaplar ve notlar yayılmıştı.
Bir müddet sonraysa Hye Yeon, elinde tornavida ve çekiç gibi aletlerle içeriye girdi.
"Dinlenebildin mi? Televizyon düzgün çalışmıyor, o yüzden onarıver lütfen."
"Efendim?"
"Sung Elektroniktenim demiştin ya. Onar lütfen."
"Sung... Elektronik. Şey, televizyonu onarabileceğimden emin değilim. Güney Kore’de araba var diye bu hepimizin araba yapabildiği anlamına gelmiyor, haksız mıyım?"
Choi Ji Hoon, kafa karışıklığına rağmen televizyonu getirilen aletlerle demonte etti ve çok şükür ki tamir gerektiren parçaları bulabildi.
"Ah! İşte ekran geliyor."
Gergin Choi Ji Hoon, işini bitirerek alnındaki soğuk terleri sildi.
Eski moda bir televizyondu ama daha önce herhangi birini parçaladığı hiç olmamıştı.
'Bu tecrübenin faydası dokunacaktır.'
Diye düşünen Choi Ji Hoon, yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
'Şimdi tek yapmam gereken güzel bir konuşma gerçekleşmesini beklemek.'
O saniyede, Lee Hye Yeon’un parlak, masum, mükemmel doğallıkta gülümsemesiyle kendisini güvenilir biri gibi hissediyordu.
"Gerçekten onardın. Hayran kaldım."
Choi Ji Hoon biraz dramatik bir şekilde küt küt atan kalbini işaret etti.
"Gelecekte ne zaman yardıma ihtiyacın olursa beni çağır lütfen."
"Bunu gerçekten yapabilir miyim?"
"Elbette."
"Aslında bozulmuş birkaç şeyimiz daha olabilir."
"...."
"Önemli şeyler de var? Ah, ama onları nasıl onaracağını bildiğini sanmıyorum..."
"Yo. Sen getir, bir bakayım."
Hye Yeon gerçekten de hepsini getirmişti.
Gaz sobası, fırın, hava temizleyiciler, nemlendiriciler, süpürgeler, cep telefonları, dizüstü bilgisayarlar, yazıcılar, masaüstü bilgisayarlar, monitörler, kasetler, telefonlar, fanlar, bir pilav pişirici ve bir de taharet musluğu!
"Bu, hepsi bu mu?"
"Hayır. Devamı var. Mutfaktaki buzdolabı da bozuk."
"......"
"Onaramaz mısın? Depoya götürmen mi gerekecek?"
Choi Ji Hoon şevkle başını salladı.
"Yo. Bir denerim."
Diyerek en kolayıyla, telefonla işe koyuldu.
Eski parçalar yıpranıp kullanılamaz hale gelmişti, genel olarak da parçalar kırılmaya meyilliydi.
Tamir sürecinden sonraysa en ufak bir arıza bile tespit edilemediği için yeni alınmışa döndü.
"Bunca şeyi nereden buldun?"
"Eski evimizden getirdim, bir kısmını da abim topladı. Gazete dağıtırken denk gelmiş."
"Anlıyorum."
Onarım işi zordu fakat hemen yanı başında oturan Hye Yeon’la konuşabildiği için Choi Ji Hoon’un rahatı yerindeydi.
#Merhaba tüm LMS severler! Uzun aralar verdiğiniz, dört gözle beklediğiniz, pek sevdiğiniz ama bir türlü düzenli okuyamadığınız bu seride artık birlikteyiz! Aranızda beni diğer serilerden tanıyanlar vardır ama tanımayanlar için kısaca bilgi vereyim. Yaklaşık 3 buçuk yıl önce Re:Zero ile başladığım çeviri serüveninde Heavenly Jewel Change serisini 20. bölümden itibaren devralıp tamamladım, A Will Eternal serisini dünyanın en korkak kahramanıyla başlatıp evrenin en güçlüsü haline gelişiyle bitirdim. Ve şimdi de pintiler pintisi, başımızın tatlı belası Weed’in maceralarını kaldığı yerden devralıp sizlerle buluşturacağım. Açıkçası sitede -kendi çevirdiklerim dışında- hür irademle okumaya başladığım ilk, hatta tek seri LMS idi. Yıllarca WoW oynamış biri olarak oyun içi içerikler de oyun dışı hikayeler de çok hoşuma gitmişti. Hele Geomchiler’in tatlılığının tarifi de eşi benzeri de yok :D Ve tesadüfen bu seriyi çevirmek bana kısmet oldu. Umarım bir aksilik çıkmadan bu seriyi birlikte tamamlamak da kısmet olur.
Bu arada maalesef İngilizce kaynak çok iyi değil, sık sık anlamsız cümleler veya konu atlamaları denk geliyor. O kısımlar Türkçe çeviriye de ister istemez yansıyor. Elimden geldiğince toparlamaya çalıştım/çalışacağım. Kelime seçimlerini de olabildiğince alıştığınız şekilde yapmaya çalışıyorum. Gözünüze batan bir şey veya bir öneriniz varsa yorumları okuyor olacağım.
İlk bölümün şerefine biraz fazla konuştum, mazur görün :) Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..