1. Bölüm: Küçük Hırsız

avatar
221 0

Kılıçkıran - 1. Bölüm: Küçük Hırsız


Issız bir orman, Uya Ormanı. Hayvanlardan, İnsanlardan hatta canavarlardan yoksul bu orman içerisinde sadece bitkileri ve bazı istisnaları bulunduruyordu. Bunlardan biri ise önündekileri izleyen küçük Aduro'ydu.

Küçük boyu ile ıssız olan her yeri keşfetmeyi kendine ilke edinmişti. Çünkü, başka yapacak bir şeyi yoktu.

Çalıların arkasında önündeki adamların ne yaptığı öğrenmek istiyordu. Aslında, onları burada görmek ona tuhaf gelmişti. Onun gibi garip huyları olan başka birileri var mıydı?

Ama hayır, bu düşünce defterinden silmek için başını iki yana salladı. Bu, düşük bir ihtimaldi. Öncelikli hedefi, onların ne yaptığını öğrenebilmekti.

Karşısında iki adam vardı. Bir ağacın baş ucunda durmuş, ellerinde kürekler, yeri kazıyorlardı. Hava Uya'da genelde sıcak olurdu. Belki de bu - bitkiler hariç canlıların bu ormandan uzak durma sebebiydi.

Çocukların bazen yaşlarının çok üstünde garip sezişleri vardır. Aduro da bu adamlara karşı ş yle bir seziş içerisindeydi: Onlar, iyi insanlar değildi...

Adamların teki, diğerine göre iri ve kısa olan, diğerine seslendi, "Baksana, sence Osla bu sandığı buraya mı gömdü? Doğru yeri kazdığımıza emin misin?"

"Gönlün rahat olsun," dedi diğeri. Bellini doğrulttu ve elindeki küreği toprağa sapladı, "Osla'nın tarif ettiği yer burası."

Bu kısa konuşmanın ardından adamlar tekrar önündeki işlerine döndü. Güneş gökyüzündeki yolculuğunun birazını daha tamamlarken ormandaki olmayan kuşların cıvıltısı ona yoldaş oldu. İkisi beraberce devam ederken arka plandaki yere dökülen ter damlalarını hiç kimse fark etmedi.

"Çok yoruldum."

"Ben de."

"Biraz mola verelim, ne dersin, ha?"

"Hiç fena olmaz. Buraya gelirken şuralarda gölgelik bir yer görmüştüm. Oraya gitmeye ne dersin?"

"Olur."

İki adam dinlenmek üzere gözden kaybolurken etrafa neredeyse üç saattir onları izleyen küçük Aduro çıktı. Uzun süredir hareket etmediği için vücudu uyuşmuştu. Ayağa kalkıp adamların yaklaşık üç saattir kazdığı çukura gitti. Adamlar dinlenmeye giderken kürekleri buraya bırakmışlardı. Aduro, bunu fırsat bilip kendinden uzun olan küreklerden birini alıp adamların yarım bıraktığı işi tamamlamaya çalıştı. Şans bu ya, az sonra adamların bahsettiği sandığı buldu. İki avuç genişliğinde  olan bu sandığı kilit tarafında işlenmiş değerli bir taş ve demir iskelete arada bir sırada çakılmış olan bakır çiviler haricinde özel kılan hiçbir unsur yoktu.

Aduro gözü ucu ile inceledikten sonra ona göre derin olmayan çukura girip o sandığı çukurdan dışarı çıkarttı. Yere oturdu. Pislenmeyi pek de umursamıyordu. Şimdi sıra sandığı biraz daha incelemekteydi. Eliyle seyrek olarak çakılmış çivilerde gezdirdi. Sonra demir iskelete. Ama yaklaşan ayak sesleri ona gitmesini, aksi takdirde enseleneceğini söylüyordu.

Ayağa kalkıp hemen  tabanları yağladı. Arkasına bakarsa adamların onu fark edip kovalayacağından korkuyordu.  Ne adamlar onu görmeliydi ne de o adamları... Bu yüzden Aduro, bir şey izin bir şey almanın yani çalmanın ona ilk defa hissettirdiği duyguları anlamaya çalışırken arkadan gelen bağrışmalara kulak bile asmadı.

"Kim kazdı burayı? Sandık nerede?"

"Başından beri bizi izleyen biri mi vardı? Etrafı ara, Retuğro."

"ORTAYA ÇIK, SENİ HIRSIZ!"

* * *

Aduro Uya Ormanı'nı yeni yeni arkasında bırakırken yaptıklarından pişmanlık mı yoksa gurur duyması gerektiğini düşünüyordu. Ne de olsa bu ilk hırsızlığıydı. Kimden ne çaldığını bilmese de.  Ama onlar hakkında sadece bir şey biliyordu: İyi değillerdi.

Uya' yı arkasında bırakırken bu düşünceleri kafasından silmek için eve gitmeden önce Ulu Şelale'ye gitmeye karar verdi. En sevdiği yer olan Uya Ormanı'ndan sonra ona en çok huzur veren yer olan Ulu Şelale, rivayetlere göre yetmiş yıldır durdurak bilmeden akıyormuş. Başka bir rivayete göre ise o şelalenin arkasında esrarengiz olaylar kol geziyormuş. Çoğu kimse bunun gerçek mi yoksa sıradan bir uydurmamı olduğunu öğrenmek istemiş ama Şelale'nin arkasına gitmeye cüret edememişti. Buna Aduro'nun babası ve ağabeyi de dahildi.

Bir süre sonra, Aduro Ulu Şelale'ye varmıştı. Koca Şelale yaklaşık otuz metre yukarıda beliriyor, yine otuz metre aşağıda ise büyük bir gürleme ile Mesun Gölü'ne karışıyordu. Şelale ve nehrin etrafında ise en az şelale kadar canlı bir yaşam söz konusuydu.
Kuş cıvıltılar mı dersin, arıların vızıltıları mı dersin bilemem ama hayvanların sesi çağlayan su ile karışıyor, ortaya doğal bir müzikal sunuyordu.

Aduro, ilk başta Mesun Gölü'nden kana kana su içti, elini yüzünü yıkadı. Daha sonra yere hop diye oturdu. Doğal müzikalin verdiği serinlik ile derin bir nefes aldı. Sonra başladı sandığı açmaya. Daha doğrusu çalışmaya. Elleriyle açmaya çalıştı, sonra bir dal buldu onunla açmaya çalıştı. En son yüksek bir yerden sandığı attı ama sandıktan tık yok. Aduro en sonunda pes etti. Yaptığı açma denemeleri sonucunda kirlenen sandığı gölge güzelce yıkadı. Sonra evin yolunu tuttu.

Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti diyemem çünkü evi şuradan şurasıydı. En fazla bir kaç saatlik yolculuktu canım, ne var ki?

* * *

Uzun bir günün ardından eve gelen Aduro, evinin kapısını yavaş bir şekilde çaldı,"Anne! Ben geldim."

Saniyeler sonra kapı açıldı. Açan annesiydi. Yüzü endişeli, yeşil gözleri yavrusunu arar bir şekilde, işlerini alelacele yapmış gibi duruyordu. Öyle ki kadıncağızın sarı kıvırcık saçlarından bir tutam yüzünün önünde bitiveriyordu.

"Aduro, neredeydin oğlum? Senin için endişelendim! Saat oldu akşamın on biri, sana demedim mi eve geç gelme diye?"

Aduro, içinden "Aha, şimdi hapı yuttum." diye geçirdi. Annesi ona bir şey yapmaz, sadece uyarırdı ama babası? 

"Özür dilerim anne. Şelale'nin oradaydım. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim."

"Hadi, geç içeri. Şanslısın baban eve gelmedi. Ağabeyinle yurt dışına çıktılar."

Aduro derin bir nefes aldı, paçayı sıyırmıştı ne de olsa! Babası ara sıra hanedan dışına çıkar, ticaretle uğraşırdı. Ağabeyini de yanına alır ona da öğretirdi.

Vakit kaybetmeden eve geçtiler. Ev çok küçük değildi çok da büyük. Orta halli bir aile için ideal büyüklükteydi. Duvarları taştan, üç katlı bir evdi. Réuni Şehri'nin doğu yakasına bakan mevkideydi. Annesi şömineyi yakmış evlatları için evi ısıtmıştı. Aduro'dan başka çocukları da vardı. Bunlardan büyük olanı Payah on yedi yaşında, Aduro dokuz yaşında ve en küçüğü Kokta dört yaşındaydı.

"Anne," diye seslendi Aduro. Sesi uykulu çıkıyordu. Malum şömine onu mayıştırmıştı, "Geç geldiğimi babama söylemezsin, değil mi?"

"Bir şartla, " dedi annesi. "Uyuyana kadar bana yardım edeceksin, tamam mı?"

"Tamam! Ama n'olur baba söyleme! Yoksa beni öldürür!"

***

Hızla geçen birkaç saatten sonra Aduro, kendini yatakta buldu. Annesi odasına geldi ve yatağının yanına oturdu. Hiçbir şey demeden eliyle oğlunun başını okşadı. Oğlunu seviyordu. Onun için her şeyi göze alabilirdi. Şahsen en çok onu seviyordu. Payah daha çok babayla vakit geçirdiği için oğul-anne ilişkileri Aduro ilekinden daha zayıftı. Kokta zaten küçük, hiçbir şey bilmiyordu. Ama Aduro. Onun bir tanesiydi.

Az vakit sonra annesi oğluna iyi geceler dileyip yanında ayrıldı. Aduro ise fırsat bu fırsat deyip yaklaşık bir saattir yatağının altında sakladığı sandığı çıkardı. Aslında, canı çıkmıştı. Annesi görmesin diye yapmadığı iş, atmadığı takla kalmamıştı...

Sandık, bakır çivileriyle açılmayı bekliyordu. Aduro ise son bir kez sandığı açmaya çalıştı ama çabaları boşunaydı. Sandığı tekrar eski yerine koyup yatağının yanındaki raftan defter ve kalemini aldı.

* * *

"Sevgili Günlük,

Bu gün, önceki günlerden farklı bir olaya tanık oldum. İki adam Uya'da bir yer kazıyordu. Biraz sonra yoruldular ve gittiler. Ben de o sırada gittim ve adamların yarım bıraktığı işi tamamladım ve tuhaf sandığı buldum. Onlardan çaldım ama... Ama kötülerden bir şey çalmak iyi bir şeydir, değil mi? Onları öldürmek iyi bir şeymiş, babam söyledi. O halde onlardan bir şey çalmak da iyi bir şeydir. Yani. Öyle olması gerek. Değil mi? "

* * *







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44773 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr