584.Bölüm - Kaptan'ın Gücü

avatar
2906 15

Kara Büyücü - 584.Bölüm - Kaptan'ın Gücü


584.Bölüm – Kaptan’ın Gücü

 

Uzay Tanrıçasının Boşluğuna benzeyen ama bir o kadar da farklı olan bir boşlukta, yıldızlar yerine gerçekliklerin ve başlangıçta doğan varlıkların olduğu yerde; hiçlikte, Vincent Paul’ün gerçekliğindeki savaşı izliyordu.

 

“Kötü bir ölüm... ama değerli bir ruh. Onu ben alıyorum, Vincent.”

 

İlk başta, Yabancıların gelişinin uyarısını yapan Yaradan dünyadan dışarıya süzülen milyonlarca ruh parçasından birkaçını ellerinde toplamış ve sırıtırken konuşmuştu. Ama sözleri bittiği anda bir anda yüz ifadesi değişmişti.

 

“Sen-”

 

“Yüce Olan’ın emirleri kesindir.” Vincent’in kılıcı kınına geri dönerken Yaradan’ın vücudu sayısız parçalara bölünmüş ve her şey ve hiçbir şeyden oluşan hiçliğin içine karışmıştı. Elinde tuttuğu ruh parçaları ise Vincent’in sol eline takılı olan bir yüzüğe doğru süzülmüşlerdi.

 

“Her şey, çizgisinde ilerliyor. Biraz aceleye gelmiş olsa bile yapabilecek bir şey yok...” Vincent mırıldanırken bir siyah ve bir koyu kırmızı kristale sahip olan yüzüğü hafifçe okşamıştı...

 

...

 

Savaşın ilk günü arkada kaldığında askerler hâlâ dövüşmeye devam ediyorlardı. Onlar sürekli yemesi, içmesi ve dinlenmesi gereken ölümlü askerlerden farklılardı. Bu dövüş yıllarca sürse bile onlar hâlâ vahşice savaşmaya devam edebilirlerdi. Bu yüzden bu savaş milyonlarca yıldır gerçekleşen en büyük şeydi.

 

Hatta, bu savaşın Catherine Ascher’ın doğumu ve Konsey’in oluşumundan sonra evreni en çok sarsan olay olduğu söylenebilirdi. Çünkü bu savaşın sonucu evrenin tüm düzenini etkileyecekti!

 

“Oldukça ağır bir saldırıydı, değil mi?” Bir günün ardından bile Savaş Tanrısı durduğu yeri değiştirmemişti. Yaralarını iyileştirmeye çalışırken o anda tamamen ekipmansız ve ağır yaralı bir şekilde orada dursa da iki taraftan da kimse ona yaklaşmamıştı.

 

Cehennem Tarafındaki Habis Lordların her biri dövüşmeleri için farklı Tanrılara gönderilmişlerdi ve alanları Savaş Tanrısından uzaktı. Sonuçta savaş alanı neredeyse tüm Uzay Tanrıçasının Boşluğuna yayılıyordu. Bu yüzden yalnızca normal Tanrılar ona saldırabilirdi ama hiçbiri saldıracak cesareti toplayamıyorlardı.

 

Hepsi Cennet Yiyen İmparatoriçe’nin ölümüne şahit olmuş veya duymuşlardı. Yalnızca 1 gün geçse de Cennet’in askerleri karşı tarafın moralini parçalamak için herhangi bir yolu kullanmaktan çekinmemişlerdi. Bu yüzden Savaş Tanrısına yakınlaşmaya cüret eden kimse yoktu.

 

Bu, en azından dövüşten bir gün geçene kadar doğruydu. Ama Savaş Tanrısı hâlâ yaralarını iyileştiriyorken birden diğer askerlerin gözüne tanıdık gelmeyen bir figür Savaş Tanrısının menziline girmişti.

 

Bu adam hafifçe grileşmiş siyah saçlara ve sakallara sahipti. O anda üzerinde siyah bir takım elbise vardı ve yüzünde rahat bir ifadeyle Savaş Tanrısının menziline girmişti. Savaş Tanrısı bu adamdan herhangi bir enerji dalgalanması hissetmediği için kaşlarını hafifçe kırıştırmıştı.

 

“Tehlikeli... ama enerji hissedemiyorum. Aurası ortada olmasına rağmen durum böyleyse...”

 

“Sen, yabancılardan birisin değil mi?” Savaş Tanrısı düşüncelerini ortaya koyarken bir yandan da deposundan devasa bir savaş baltası çıkarmıştı. Zırhı ve kılıcı önceki savaşında kullanılamayacak bir hale geldiklerinden o anda kullanabileceği en güçlü silahı çıkarmış ve tek eliyle onu tutarken kalkanını da hazır tutmuştu.

 

“Bu adam normal değil. Yaydığı tehlike seviyesiyle en azından Yabancıların zirvesinde bir varlık olduğu kesin.”

 

Savaş Tanrısı Yabancılar bu evrene girmeden önce Yaradan’ın yaptığı uyarıyı hatırlıyordu. Buna rağmen, Yabancıların arasında evrene zarar verebilecek kadar tehlikeli herhangi birisi ortaya çıkmamıştı ve bu şaşırtıcıydı.

 

Eğer durum yalnızca böyle olsaydı o zaman Yaradan zaten herhangi bir uyarı yapmakla uğraşmazdı. Yani yalnızca tek bir durum olabilirdi. Yabancıların arasında gerçekten tehlikeli olanlar geçen yıllarda kendilerini göstermemişlerdi...

 

“Buraya gelirken senin kimliğini öğrendim. Cennet tarafının Savaş Tanrısı sensin değil mi? Her zaman gerçek bir Savaş Tanrısıyla karşılaşmak istemiştim.” Orta yaşlı adam konuşurken hafifçe sırıtmıştı. “Ben Orwell. Umut’un Kaptanı ve sizin aranızda söylenen ‘Yabancıların’ lideriyim.”

 

Savaş Tanrısı bu sözlerin ardından Orwell’i bir kez daha süzmüştü. Aynı anda, küçümseme dolu gözleri Orwell’in sakin ama alaycı gözleriyle karşılaşmıştı.

 

“Bir süre önce Cehennem tarafından birinden yara aldığını duydum. Bu yüzden önce seni aradan çıkarayım dedim. Seninle işim bittikten sonra Cennet ve Cehennem’in liderlerini bulmam gerekiyor.” Orwell konuşurken belindeki uzun kılıcı yerinden çekmişti. Tek kenarı keskin olan bu kılıç bir sabre gibi görünse de bir sabrenin eğriliğine sahip değildi.

 

Bzzzt!!! Parlak mavi bir ışın kılıcın keskin kenarını parlatırken Orwell derin bir nefes almıştı. Diğer yabancı askerlerinin aksine Orwell boşlukta hayatta kalmak için bir mekanizma kullanmıyordu. Bu yüzden direkt olarak görülebilecek bir zayıf noktası yoktu.

 

“Seni üç saldırıdan az bir sürede öldüreceğim.” Orwell özgüvenle dolup taşan sözlerinin ardından kılıcının kabzasını iki eliyle sıkıca kavramıştı. Onun sözleri Savaş Tanrısının kaşlarının çatmasına neden olmuştu.

 

“Yaralı olsam bile beni öldürecek güce sahip değilsin, istilacı köpek.” Tek elinde tuttuğu savaş baltasının iki başı da parlak beyaz bir enerjiyle sarılırken Savaş Tanrısı bir kez daha dövüşmeye hazır bir hâle geçmişti.

 

“İstilacı köpek... biri bana hakaret etmeyeli baya zaman oluyor. Umut bu gerçekliğe indiğinden beri dünyaların düzenlenmesi dışında asla oradan ayrılmadım ve hiç dövüşmedim. Acaba eski gücüme hâlâ sahip miyim... Elbette sahibim.” Orwell cümlesini büyük bir sırıtışla bitirmişti. “Ben her zaman en güçlüyüm, Çakma Savaş Tanrısı.”

 

Swoosh!

 

Sözleri bittiği anda, Orwell Savaş Tanrısına doğru fırlamıştı. Hızı bir Tanrı seviyesinde değildi ve Savaş Tanrısı onu gözleriyle kolayca takip edebiliyordu ama bu Savaş Tanrısını rahatlatmak yerine kaşlarının iyice kırışmasına neden olmuştu.

 

“Yaydığı tehlike seviyesiyle gücünün benimkine yakın olması gerekiyor, ama neden hızı bu kadar düşük? O kılıç...”

 

Savaş Tanrısı Orwell’in elindeki kılıca bir bakış attıktan sonra savaş baltasını başının üzerine kaldırmıştı. “Daha fazla düşünmeye gerek yok. Ya onu öldürüp kazanacağım ya da kaybedecek ve öleceğim. Bu kadar basit.”

 

“Tanrı Yaran Balta!” Savaş Tanrısı baltasını aşağıya doğru savurduğunda beyaz renkli geniş ancak keskin bir enerji dalgası baltadan ayrılmış ve hızla Orwell’e doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu saldırı Tanrıları korkutabilecek bir enerjiye sahipti ama Orwell kaçınmadan ilerlemeye devam etmişti.

 

“Bu saldırı, kaçınmamı gerektirmiyor.” Orwell hafifçe mırıldandıktan sonra vücudu birden dönmüş ve iki elinde tuttuğu uzun kılıcın keskin ağzı ile beyaz enerji dalgası karşılaşmıştı.

 

Rumble!!!

 

Bir anlığına, boşlukta dolanan beyaz enerji ışınları ve mavi elektrik arkları sanki birbirine dolanan iki uzun ejderha gibi görünmüşlerdi. Vücutlarıyla bir diğerini parçalamaya çalışan bu ejderhalar gitgide daha sıkı dolanmış, ve bir saniyeyi bile aşmayan bu karşılaşmada kazanan mavi ejderha olmuştu.

 

“Bir Tanrıyı öldürmek... bir gün böyle bir seviyeye ulaşacağımı biliyordum.” Orwell kılıcını Savaş Tanrısının boynuna geçirirken mırıldanmıştı. Savaş Tanrısı ise gözlerinde belirgin bir şok ifadesiyle yalnızca kılıcın boynunu kesip kellesini vücudundan ayırışını hissedebilmişti...

 

“Haha... bu iyi hissettiriyor. Şimdi, Cennet ve Cehennemin liderleri... Oh?” Orwell kendi kendine mırıldanırken birden Savaş Tanrısının ölmediğini fark etmişti. Uçan kafa başsız vücut tarafından yakalanmış ve yerine geri oturtturulmuştu.

 

“Güçlü bir fiziksel saldırı. Ama ruhuma zarar vermediğin için beni öldüremezsin.” Savaş Tanrısı bunu söylerken karşı tarafın özgüvenini kırmayı amaçlıyordu. Çünkü Yabancıların ruha saldırabilen tek güçleri yetenekleriydi ve karşı taraftaki adamın yeteneği saldırı tipi görünmüyordu çünkü hâlâ kullanmamıştı...

 

Onun sözlerinden sonra Orwell’in birden gülmesini beklememişti.

 

“Oh? Demek bu yüzden yolda öldürdüğüm zayıf kişiler sizin yaptığınız gibi tozlara dönüşmedi. Eldian’ı daha dikkatli dinlemeliydim. Her neyse, bundan sonra saldırılarım ruha da zarar verecek.”

 

Orwell’in sözleri bittikten sonra Savaş Tanrısı anında defansa geçmeye çalışmış ama o bunu başaramadan önce Orwell’in kılıcı kalbine saplanmıştı. Ve bu sefer gerçekten de, ruhu da ağır bir yara almıştı.

 

“Nasıl...”

 

“Saldırı daha öncekinden hızlıydı ama herhangi bir yetenek görülmedi! Nasıl ruhum bu kadar yara alabilir!?” Savaş Tanrısı zihninden haykırırken ruhundaki yaradan çatlaklar yayılıyordu. Bunun anlamını biliyordu. Öldürdüğü her ölümsüz aynı şeyi yaşamıştı.

 

Ruhu parçalara ayrılıyordu.

 

“Sorunu cevaplayayım.” Orwell bir anda gülümsemişti. “Benim yeteneğim, Özgüven. Basit bir isim olarak görünebilir ama şunu bilmen gerekir ki bu yetenek beni bir ölümsüzden daha ölümsüz, en güçlüden daha güçlü yapar.”

 

“Çünkü ben inandığım sürece, o güce sahibim.”

 

“S*ktir... hileci... p...” Savaş Tanrısı sözlerini bitiremeden önce vücudu tozlara dönüşmüştü. Ama son anında bile gözlerinde derin bir isteksizlik görülüyordu. Onun milyonlarca yılda biriktirdiği güç karşısında yalnızca kırklarında olan bir adamın gözlerinde yalnızca kendisine inanarak yok edebileceği bir şeydi...

 

“Ruh olayını öğrendiğim iyi oldu. Hm?” Paul ve Baş Tanrıyı bulmak için harekete geçmeye hazır olan Orwell bir anda gözlerini tamamen açmıştı. Oldukça yakınında siyahlar içindeki bir figür süzülüyordu.

 

“Grim’i öldüren kişi Savaş Tanrısıydı... Ama onu sen öldürdün. Fazla geç kaldım.” Catherine savaş alanına bakarken gözlerini kısa bir süreliğine kapatmış ve derin nefesler almıştı. Aralarında aşırı sıkı bir bağ olmasa da Grim’in Habis Lordlardan birisi ve aynı zamanda Paul’ün en zayıf noktalarından birisiydi.

 

Catherine onu şu anda göremiyor olsa da Paul’ün öfkeden çıldırdığından emindi.

 

“Yabancıların Lideri... intikam şansımı benden aldığın için seni öldüreceğim.”

 

Catherine’in tek elinde tuttuğu mızrak birden ileriye doğrulduğunda güçlü bir aura boşluğun ortasında süzülen bu kadının vücudundan yayılmış ve yüzlerce kilometrelik bir alanı kaplamıştı. Auranın kapladığı her yerde boğucu bir baskı oluşuyordu ve yerçekiminin olmadığı bu savaş alanında auranın içinde kalan herkes birden dünyanın merkezinde, her yönden gelen yerçekiminin altında olduklarını hissetmişlerdi.

 

Milyar yılı aşkın bir zamandır bu evrende sakince dolaşan terörist, Catherine Ascher, bir kez daha öfkeyle ateşlenmişti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44342 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr