577.Bölüm - Ölümle Mücadele (3)

avatar
3019 11

Kara Büyücü - 577.Bölüm - Ölümle Mücadele (3)


577.Bölüm – Ölümle Mücadele (3)

 

“Bu- Ah!” Ölüm Tanrısı’nın ne olduğunu anlamak için bir saniyeden bile daha kısa bir anı olmuştu. Ardından, birden tüm ruhu karıncalanmış ve keskin acı vücudunun her bir köşesine yayılmıştı. Vücudunun her milimine bir iğne batırılıyormuş gibi hissettiren bu acı Ölüm Tanrısının yüzündeki monoton ifadenin savaşın başından beri ikinci kez değişmesine neden olmuştu.

 

Bu sefer, Ölüm Tanrısının yüzü acıyla buruşmuştu.

 

“Screeech!!!” Tehlikenin kaybolduğunu hisseden kan figürü hiç beklemeden saldırmaya başlamıştı. Pençeleri aşırı yüksek bir hızda Ölüm Tanrısının göğsüne doğru savrulurken Ölüm Tanrısının vücudunu saran ince gri bariyer yüzünden tam olarak bir hasar veremese de bariyeri aşan minimal miktardaki enerji Ölüm Tanrısının vücuduna zarar vermeyi başarıyordu.

 

İnfirmi’nin daha önceki vuruşunun Ölüm Tanrısına o kadar ağır hasar vermesinin tek nedeni Ölüm Tanrısının sürpriz yakalanması ve bariyerinin orada olmamasıydı. Ve o bile yalnızca fiziksel hasar vermişti ve ruhunda bir şey olmadığı için Ölüm Tanrısı hasarı hızlıca iyileştirebilmişti.

 

Ama şimdi farklıydı. Ne kadar minimal olursa olsun saldırıların her biri direkt olarak ruhuna işliyorlardı ve bir yara bırakmak yerine işledikleri kısmı direkt olarak ondan söküp alıyorlardı. Savaşın genelini düşünen Cain’in aksine bu kan figürü ruh parçasını kendi enerji harcamasını düşünmeden vahşice söküp yutuyordu.

 

“Uzaklaş!” Ölüm Tanrısı elini kaldırdığında gri kemiklerden oluşan devasa bir el arkasında belirmiş ve o geri çekilirken bu el hızla kan figürüne doğru fırlamıştı. Ölüm Tanrısının amacı bu gri eli kullanarak kan figürünü kendisinden uzaklaştırmaktı ancak bu gerçekleşmemişti.

 

Kan figürünün vücudu el tarafından kavrandığında anında katılığını kaybetmiş ve elin etrafından geçmişti. Ama direkt olarak Ölüm Tanrısının peşinden gitmek yerine kan damlaları hızlıca gri renkli eli sarmış ve parçalamaya başlamışlardı.

 

Birkaç saniye içerisinde gri el tamamen ortadan kaybolmuş ve kan figürü vücudunu yeniden oluşturmuştu. Ama bu sefer öncekinden biraz daha büyük görünüyordu. Dirsek ve omuzlarındaki dikenler uzamış ve sivrilmişlerdi.

 

“Yalnızca benim ruhumu değil, aynı zamanda başka varlıkları çürütebilen ölüm enerjimi de yiyebiliyorsun.” Ölüm Tanrısı asasını kalan sol eliyle sıkıca kavrarken konuşmuştu. Siyah gözlerinde bir anda parlak beyaz renkte birer X işareti belirmişti ve duruşu değişmişti. Yüzündeki ifade önceki gibi tamamen duygusuz değil, ciddiydi.

 

“Her şeyi yiyebileceğin gibi aşırı fantastik bir fikir yürütmeyi istemesem de bu doğru görünüyor. Ve madem bu savaşın sonunda en azından %50 ölme şansım var, o halde ikimizinkini de %100’e çıkarıp en azından berabere bitirmeyi hedefleyebilirim.”

 

Başkaları bunu yapmadan önce düşünebilirlerdi, ama Ölüm Tanrısı ölümden asla korkmamıştı. Hayır, ölüm onun uzun zamandır beklediği bir şeydi. Ama değersiz bir düşmana veya rastgele bir olayda ölmek istemiyordu. Cain’e karşı dövüştüğü bu dövüş, onun için en iyi ölüm zamanıydı.

 

“Yasak teknik, Ölüm’e Yakarış.”

 

O mırıldandığı anda bir anda tüm görüntüsü değişmeye başlamıştı. Önce eli iyileşmiş, sonra vücudundaki hayat gücü miktarı hızla azalırken derisi buruşmuş, boyu kısalmış ve saçları beyazlamıştı. Gerçeklikten reddedilene kadar yetişkinlikten yaşlılığa asla geçmeyen Ölümsüzler için bu değişim gerçekten de büyük bir değişimdi.

 

“Ölümün kucağına birlikte gidelim, Habis Lord.” Bu sözlerden sonra, kan figürü ve Ölüm Tanrısı birbirlerine vahşice saldırmaya başlamışlardı.

 

 

O sırada, Ölüm Tanrısının bilmediği bir şey vardı. Bunu Baş Tanrı bile bilmiyordu çünkü Ölü Zihin Kristali daha önce kullanılmış olsa da üzerinde kullanıldığı herkes direkt olarak ölmüştü ve bu kristalin etkisinin zihni direkt olarak öldürdüğü düşünülmüştü.

 

Ama gerçek bu değildi. Gerçek, zihnin mühürlenmesiydi. O anda mor duvarların arasında el ve ayak bileklerinde prangalar olan Cain zar zor hareket edebiliyordu ve kaçmaya çalıştığında canı vücudu milyonlarca kılıç tarafından delinmişçesine yanıyordu.

 

“Bu kadar sorun olacağını kim düşünürdü ki… Ama böyle olmaz. Şimdi ölemem. Şimdi ölürsem kendi tarafımız güçlü bir asker kaybeder ve planın ilerlemesi için en azından bir dövüşe daha katılabilmem gerekiyor.”

 

Cain oradan kurtulmak için çırpınırken bir yandan da gözlerini kapatmış ve savaş başlamadan önce Paul’le arasındaki konuşmayı düşünmeye başlamıştı. Savaş başlamadan önce Paul Cain’i ve Shuan’ı yanına çağırıp onlarla özel bir şekilde konuşmuştu.

 

 

“Savaş zorlu olacak, ama bir planım var.” Paul konuşurken oldukça ciddi duruyordu ve bu normalde rahat olan Shuan’ın bile dikkatli bir şekilde dinlemesine neden olmuştu. Karanlık odanın içinde Paul’ün gözleri her zamankinden daha parlak ve kararlı görünüyordu.

 

“Tanrıların güçleri sizinkilerden daha yüksek ve teknikleri de böyle. Bu yüzden birebir dövüşmenizden yana değilim. İstila birliklerinin yöneticilerini yalnız göndermeye karar vermemin nedeni istedikleri zaman dünyadan kaçabiliyor olmaları. Ama gerçek savaşta bizim kaçma şansımız olmayacak.”

 

“Baş Tanrı’nın bana direkt olarak saldıracağını düşünmüyorum. Ben de direkt olarak savaşa katılmayı düşünmüyorum. Savaş büyük ihtimalle gerçek savaşta iki taraftaki herhangi güçlü birisi öldüğünde başlayacak. Yani ya benim bir Habis Lordum ölecek ve savaşı ben başlatacağım ya da karşı tarafın bir Tanrısı ölecek ve Baş Tanrı bana saldıracak. Şahsen ikinciyi tercih ederim ve yapabiliyorsam ben de bir hareket yapacağım.”

 

Paul konuşurken gözlerini hafifçe ovuşturmuş ve bir süre sessiz kaldıktan sonra devam etmişti. “Yabancılara dikkat etmenize gerek yok. Shuan’ın gönderdiği ajanlara göre onların güçleri… dengesiz. Ya aşırı güçlüler, ya da zayıflar. Ve çoğu zayıf olan kısımda. Liderlerinin nasıl bir güce sahip olduğundan emin değilim ama onlarla ilgilenecek kişiyi çoktan seçtim. Ve sizlerin de dövüşmenizi istediğim tanrılar var.”

 

Paul sözlerini bitirdiğinde Cain’in de, Shuan’ın da önlerinde rakiplerinin bilgilerinin olduğu bir parşömen belirmişti. O parşömenden Ölüm Tanrısı hakkındaki her şeyi okuyan Cain daha sonrasında Paul’e bakmıştı.

 

“Patron, izin verirsen bir şey sormak istiyorum. Sanırım biraz özel sayılabilir.”

 

Paul ona onayladığını belirten bir bakış attığında Cain sorusunu hafif bir tonla sormuştu.

 

“Aynı bizim gibi Grim, Wulian ve Aleena da savaşa katılacak. Aynı şekilde Amelia da. İlk üçünü eşlerin ve Amelia’yı kızın olarak gördüğünü biliyorum ve senin yalnızca düşmanlarına karşı soğukkanlı olduğunun farkındayım. Bu savaşta karşı tarafın gücü bizden üstün sayılabilirken onları savaş alanına katman…”

 

Cain sorusunun sonunu getirememişti çünkü o anda Paul’ün yüzünde de bir miktar hüzün belirmişti. Ama bu, kararlı bakışlarının değiştiği anlamına gelmiyordu.

 

“Bu bir savaş, Cain.” Paul derin bir nefes alırken oturduğu yerden kalkmıştı. “Kayıplarımız olacak. Hem de çok olacak. Eğer bu kayıpları şimdi vermezsek o zaman daha ileride daha acılı bir şekilde vereceğiz. Bu yüzden tüm gücümüzü kullanıp tek seferde zirveye geçmeyi yeğlerim.”

 

“Ve onların ölümünü bir kez görebileceğimi düşünsem de… merak etme. Şimdi size planımı açıklayacağım. Ama bunu başka kimseye söylemenizi istemiyorum. Çünkü bu planın lafı dışarıya çıkarsa az önce bahsettiğin isimlerin ve büyük ihtimalle tarafımızdaki birçok kişinin beni durdurmaya çalışacağını biliyorum.”

 

Paul’ün sözlerinin üzerine ikisi de şaşırmıştı ve ağzını ilk açan Shuan olmuştu.

 

“Patron, planın işe yarayacağından eminsen neden seni durduracaklarını düşünüyorsun?”

 

O bu soruyu sorduğunda Paul’ün vücudu hafifçe duraksamış, ardından yüzünde bir gülümseme belirmişti.

 

“Çünkü eğer planım doğru giderse… bir noktada ölmem gerekecek.”

 

 

Crack!

 

Bir çatlama sesiyle Cain düşüncelerinden kendisine gelmiş ve mor duvarların birinde ufak bir çatlağın açıldığını fark etmişti. Bu çatlaktan içeriye kırmızı bir sıvı hızla doluyordu ve bu sıvı duvarların daha fazla çatlamasına neden oluyordu.

 

Her şeye zarar veren bu sıvı Cain’i de sardığında ona zarar vermemiş, aksine onu mühürleyen prangaları kırmıştı. Bir anda, Cain yalnızca zihin formundan çıkmış ve vücudunu geri kazanmıştı.

 

Ama bu iyi olduğu anlamına gelmiyordu. Bir anda prangalardan aldığına benzer bir acı tüm vücudunu sarmış ve etrafında olan biteni anlamasına neden olmuştu. O anda Ölüm Tanrısı da, kendisi de ağır yaralı bir haldeydi. Ölüm Tanrısı hayata zar zor tutunuyordu ve kendisi de birkaç darbe daha alırsa ölecekti.

 

“Kendine geldin.” Cain’in formu değişmese de Ölüm Tanrısı onun zihninin geri geldiğini anlayabilmişti. Bu yalnızca en basit hareketlerden anlaşılabilirdi ve daha önceki canavarın aksine Cain acı yüzünden bir anlığına irkildiğinden Ölüm Tanrısı bunu görebilmişti.

 

“Ölü Zihin Kristalini bir şekilde yemeyi başardın. Ama bu bir şeyi değiştirmeyecek. Şu anda yalnızca azmin yüzünden ilerleyebiliyorsun ve vücudunun durumu ejderha arkadaşınınkinden bile daha kötü.”

 

Ölüm Tanrısı bundan bahsettiğinde Cain yakınında süzülen İnfirmi’ye bir bakış atabilmişti. İnfirmi yaralı olmasına rağmen ikisinin arasındaki savaşa sürekli olarak girmeye devam etmişti ve hem Ölüm Tanrısı hem de Cain tarafından saldırıya uğramıştı. O anda yarı ölü bir haldeydi.

 

“Eğer alabiliyorsam onun gönlünü alacağım… ama şimdilik sadece uyumak ve iyileşmek istiyorum. Güvenli bir şekilde.” Cain konuşurken insan formuna geri geçmiş ve bileğinde bir ışık parıldamıştı. “Bu savaşı ikinci seviyeye taşımanın vakti geldi. Shuan daha dövüşmeye başlamadığına göre bunu yapan ben olmalıyım.”

 

Işık parıltısı yok olduğunda Ölüm Tanrısı birden yaklaşan tehlikeyi hissetmişti. Ama tepki bile veremeden önce, birden tüm düşünme yeteneğini kaybetmişti. Vücudu anında tozlara dönüşürken onun az önce olduğu yerde uzun bir figür belirmişti.

 

“Baş Tanrı, artık başlayalım.”

 

Cain İnfirmi’yle birlikte geri çekilirken Paul’ün gür sesle konuştuğunu duymuş ve hafifçe sırıtmıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44343 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr