532.Bölüm - Büyük Savaş (2)

avatar
3992 15

Kara Büyücü - 532.Bölüm - Büyük Savaş (2)


532.Bölüm – Büyük Savaş (2)

 

“…Benim hayatımı almak isteyen çok fazla kişi var. Üzgünüm ama şu ana kadar hiçbiri bunu başaramadı.” Paul adamın belirişiyle yok olan ışık sütununa bakarken Reenkarnasyon’un asıl isteğinin bu adamı buraya çekmek olduğunu anlamıştı. Adamın gücü bir Üstün Dünya Lordu seviyesinde görünüyordu ama Paul tüm gücünü kullandığı sürece ona karşı kazanabiliyor olmalıydı.

 

“Hayır, ben onunla dövüşürsem…” O sırada Paul arkasında koruması gereken kişilerin olduğunu da hatırlamıştı. Kara Büyülerin güçleri yüksek olsa da kaçınmak imkansız değildi ve o yaşlı adamla dövüşürken Habis Lordlar sürekli tehlike altında olacaklardı.

 

“Yüce Kıdemli, lütfen Kara Büyücü’yü öldürün ve kalan böcekleri bizlere bırakın!” Bu adam ortaya çıktığında onun gücünün ne kadar yüksek olduğunu hisseden Sınırsız Fırtına Ankalarının Lideri anında umutlanmış ve gözlerini uzak mesafeden anka birliklerini öldürmek için birçok kişiyi hedef alan Amelia’ya çevirmişti.

 

“Hayır!” Paul onu engellemek istese de o sırada Asam onun önünde belirmiş ve hızla bir avuç darbesi savurmuştu. Paul kendisini ondan korumak için kılıçlarını kullandığında ise Amelia’dan daha da uzak olan bir yere fırlamıştı.

 

“Büyük Fırtına!” Sınırsız Fırtına Ankalarının lideri güçlü bir saldırıyı ona yöneltirken Amelia sahip olduğu en yüksek hızla kaçınmıştı. Ancak o yalnızca 5.Sema’daydı ve bir Küçük Dünya Tanrısı olan Sınırsız Fırtına Ankalarının Liderinin saldırısı ondan çok daha hızlıydı.

 

“Amelia!” Paul bunu hiç düşünmemişti. O ana kadar olan her şeyde onu takip eden kişilere bir şey gelmeyeceğini hesaplamıştı ancak Asam’ın ortaya çıkışı aşırı aniydi. Reenkarnasyon güçlü olsa da onun saldırılarına alışmıştı ancak Asam hakkında herhangi bir şey bilmiyordu.

 

Bu yüzden, Amelia’nın olduğu alana geçememişti. Güçlü fırtına küçük kızın bedenine ulaştığı anda onu yaklaşık 2 kilometre geriye fırlatmış ve yere gömmüştü. Olduğu yerden onun yaralı vücudunu görebilen Paul ise bir anlığına olduğu yerde donmuştu.

 

Yalnızca tek bir saldırı olsa da Amelia’nın vücudu onlarca kesikle doluydu. Hatta ruhunda bile hafif yaralar vardı. Paul’ün oluşturduğu mor renkli deri zırh bir miktar darbeyi engellemişti ancak en sonunda bir Küçük Dünya Tanrısı’nın saldırısına dayanamamıştı.

 

“Böyle olmaması gerekiyordu!” Paul Reenkarnasyon’a karşı kazandıktan hemen sonra ordusuyla birlikte düşman topraklarına girip tüm dünyayı ele geçirmeyi düşünüyordu. Kendi gücü oldukça yüksekti ve bunu yapabileceğini sanmıştı.

 

Ancak yanılıyordu. Kendi gücü yüzünden kendisine fazla güvenmiş ve Hayat ve Ölüm Sarayında öğrendiği şeylerden birisini, yandaşlarını da kendisiyle birlikte geliştirmesi gerektiğini unutmuştu. Şimdi, kendisi Tanrılara eşdeğer bir güce sahipti. Ancak öğrencisi onun yüzünden tek bir saldırıda bu duruma geçmişti.

 

“…Yalnız dövüşmüyorum, değil mi?” O sırada Asam ona yeniden saldırmak için elini kaldırmıştı. Aynı şekilde, Sınırsız Fırtına Ankalarının Lideri de bir saldırı daha yapıp Amelia’nın tüm birliklerini öldürmeye hazırlanıyordu.

 

“Kara Büyü, Hiçlik Yeli.” Bu Paul’ün o ana kadar kullanmadığı bir saldırıydı. Yalnızca en acil durumlar içindi ve şimdi böyle bir durumdaydı. Eli yeşilimsi bir enerjiyle kaplanmış ve Asam’ın göğsüne hafifçe dokunmuştu. Ardından, Asam yüksek bir itici güç hissetmiş ve Paul’den birden uzaklaştığını hissetmişti.

 

Yalnızca bir an geçmişti ancak Asam’ın vücudu uzay duvarını aşmış ve Uzay Tanrıçasının Geçidinde bir süredir gelmediği ancak hatırladığı bir yere ulaşmıştı. Çarptığında bir binayı devirmişti ve tüm alanda bir alarm çalışmıştı.

 

“Ne ol-” O sırada, birden Asam onu saran auraları hissetmiş ve başını kaldırmıştı. Orada gördüğü kişiler ise bir anlığına nefesinin kesilmesine neden olmuştu. Uzay Tanrıçası Silleverde, Ay Delen Tanrı Alpras, Büyülü Alev Tanrısı Sabatha ve Ölüm Bilmeyen Kahya Vord yukarıdan ona bakıyorlardı ve Vord o anda eldivenlerini çıkarıyordu.

 

“Efendim o tekniği yalnızca en tehlikeli durumda kullanacağını söylemişti ve sen buradaysan bu efendimin veya dostlarından birinin hayatının tehlikeye girdiği anlamına gelir.” Vord her zaman giydiği beyaz eldivenleri çıkarırken hafifçe mırıldanmıştı. “Ve bu benim gözlerimde affedilemez.”

 

“Katılıyorum.” Alpras, Sabatha ve Silleverde birlikte konuşmuş ve aynı anda alan birden değişmişti. Silleverde savaş gücü konusunda o kadar yüksek seviyeli olmasa da uzay üzerindeki kavrayışı Asam’ınkinden bile daha yüksekti ve bu sayede onun kaçmasını imkansız hale getirmek için uzayın tüm katmanlarını mühürlemişti.

 

Sabatha’nın vücudundan yayılan alevler bölgedeki sıcaklığı tamamen yükseltirken Alpras’tan yayılan keskin dondurucu niyet tam tersini yapıp sıcaklığı düşürüyordu. Vord ise olduğu yerden Asam’a bakarken gözlerinin beyazı ve irisleri tamamen siyah renge bürünmüşlerdi. Yüzündeki ifade gitgide daha da ürkütücü bir hale gelirken sesi kabuslardan fırlamış ve canavarınkine benziyordu.

 

“Yaşlıların bir üyesi olduğunu varsayıyorum. Bence hiçlikte dağılma zamanın çoktan geldi.” Vord’un aurası tüm uzayı sarsarken Asam’ın yüzü korkuyla dolmuştu.

 

O sırada, uzak bir dünyadaki Rüzgarın Kutsal Elementali Haolia evrende bir değişiklik hissetmiş ve başını hafifçe kaldırıp içinde olduğu dünyanın göğüne bakmıştı. Ardından, dudaklarının kenarları hafifçe kıvrılmıştı.

 

“Tam olarak rüzgar bazlı olmasa da, itiş gücü oldukça yakın ve yeterli. O çocuk gerçekten de böyle bir kara büyü oluşturmayı başardı.” Hiçlik Yeli tamamen rüzgar bazlı olmasa da bu Haolia için yeterliydi. O anda dünyanın var oluşundan beri hiç değişmeyen Rüzgarın Kutsal Elementalinin vücudu değişmeye başlıyordu.

 

“Demek Cerbera’nın hissettiği şey buydu ha? Hehe… hiç de fena değil…”

 

Haolia kimsenin onu göremeyeceği ve hissedemeyeceği bir yerde değişimini yaşarken İlk Küçük Cehennemdeki Anka Birliklerinin Liderleri bir şok içerisindelerdi. Çünkü Paul’ün tek saldırısından sonra Asam’ın tüm aurası kaybolmuştu. Yani ya bu dünyadan gitmiş ya da tamamen yok edilmişti ve iki seçenek de onlar için oldukça kötüydü!

 

Savaş alanındaki normal askerler dövüşmeye devam ederlerken Anka Liderleri ve Habis Lordlar oldukları yerde donmuşlardı. Paul ise olduğu yerden aşağıya doğru süzülmüş ve Amelia’nın yanına inmişti. Amelia’nın yaralı vücudunu kollarına aldığında zaten hissettiğini sandığı bir duygu içinde doğmuştu.

 

“…Kendi gücüm beni kör etti ve beni takip eden kişiler yüzünden kendimi bir Hükümdar sandım. Ama yanıldığım bir nokta var. O kadar kişiden yönetmek için gerekli özellikleri öğrendim ancak yaptığım tek şey öğrenmek oldu ve onları uygulamakla uğraşmadım.” Paul’ün kollarındaki Amelia’nın vücudu beyazımsı bir ışıkla kaplanıp iyileşmeye başlarken Paul bir kez daha gökyüzüne yükselmişti.

 

“Hüküm… ne kadar önemli olduğunu unuttum sanırım.” Paul gözleri kapalı bir şekilde mırıldanırken birden ruhunda süzülen Ruh Sarayının siyah zemininde bir işaret daha belirmişti. Altın Renkli bir Taç şeklindeki bu işaret o anda oldukça güçlü bir şekilde parıldıyordu.

 

“Burası, bu dünya, benim topraklarım!” Paul güçlü bir şekilde haykırdığında saf altın renkli bir dalga onun vücudundan ayrılmış ve tüm dünyaya işlenmişti. Aynı anda, Paul’ün tüm birliklerinin içine de saf altın renkli bir ışık girmişti ve her biri kaybettikleri enerjilerini kazanmaya başlamışlardı.

 

“Ve benim hükmümün geçtiği yerde, tek seçenek zaferdir!” Paul’ün başındaki kan kızılı taç o bu cümleyi haykırırken daha önceki zamanlardan çok daha güçlü bir parıltı göstermişti. “Herkes, ileri! Birini bile sağ bırakmayın!”

 

“Anlaşıldı!” Askerlerin hepsi bir ağızdan bağırıp ileriye atıldıkları anda Anka birlikleri kelimenin tam anlamıyla ezilmeye başlamışlardı. Paul ise ona en yakın olan periye Amelia’yı verdikten sonra bir kez daha ordusunun başına geçmişti.

 

O zamana kadar orduyu yetiştirirken bir hata yapmıştı ve fazla aceleci davranmıştı. Ancak şimdi bunu düzeltmek istiyorsa daha fazla zamana ihtiyacı vardı ve kesinlikle bir anda çözülebilecek bir şey değildi. Aslında, bu savaş da onları eğitmek için iyi bir durum sayılırdı.

 

Kılıçları ikişer kez savrulduğunda toplam dört saldırı yapmış ve her biriyle bir kelleyi uçurmuştu. Ancak bu kelleler kalan liderlerin kelleleriydi ve Kutsal Nefes Ankalarının Lideri ölürken bile acı bir gülümsemeye sahipti. Asam ortadan kaybolduğu anda bu savaşı kaybettiklerini zaten anlamıştı.

 

Liderlerin ölümü Anka Ordusunun tüm moralini yıkarken Paul daha fazla savaşa karışmamıştı. Yalnızca geri çekilmiş ve olduğu yerden iki ordunun dövüşünü izlemişti. Sayı farkı hala yüksek olsa da Paul’ün ordusunun gücü daha yüksekti ve yeterli zamana sahip oldukları sürece karşı taraftaki başıboş anka kalabalığını tamamen öldürebilirlerdi. Bu birkaç gün alabilirdi çünkü Paul o anda kaçan birçok kişiyi görebiliyordu ancak elini bile kıpırdatmıyordu.

 

Artık herhangi bir tehlike kalmamıştı. Kaçanlar bu dünyadan asla kaçamazlardı ve yeni beliren Hüküm Ruh Özü sayesinde Gök Gözleri olmadan bile tüm dünyayı hissedebiliyordu. Hepsinin hareketleri onun isteği üzerine kolayca görülebilirdi.

 

Paul’ün gözlerinde, bu savaş çoktan bitmişti.


[YN]: Biraz hızlı bitmiş gibi görünebilir ancak savaşın daha fazla uzamasının gerçekten bir mantığı yoktu. Bu nedenle ortaya birden çıkan garip bir şey eklemedim. Reenkarnasyon dışında en azından :D Her neyse, bayadır bölümleri yazarken aklımdan geçen rastgele bir çizgiye bağlı olduğumu ve önceden düşünmediğimi fark ettim. Bu bazı yerlerde açıklar bırakıyordu. Bu nedenle bu sefer gireceğim arcın konusunu önceden hazırladım ve daha düzgün bir şekilde yazabilmem gerekiyor. Neyse, fazla uzatmadan gidip bölüm yazayım ben. Size iyi günler <3






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr