485.Bölüm - Küçük Dünya, Büyük Okyanus!

avatar
5224 22

Kara Büyücü - 485.Bölüm - Küçük Dünya, Büyük Okyanus!


485.Bölüm – Küçük Dünya, Büyük Okyanus!

 

[YN]: Bu bölümü yazdıktan sonra önceki bölümlerde Vielis’in bir Büyük Dünya’da olduğunu yazdığımı hatırladım ama konuyu bu şekilde devam ettirmem gerektiği için o bölümlerin sayısını bulanlar lütfen onları düzeltmem için yorum kısmına bölümleri yazsınlar :D

 

Ufuk çizgisine kadar, hatta bu çizginin de ardında görüp görülebilecek her yeri kaplayan masmavi bir okyanusu olduğu yerden izleyen Paul’ün siyah paltosu esen rüzgar ile yavaşça dalgalanıyordu. Elindeki pusulayı ufak bir hareketiyle deposuna koyan Paul gözlerini okyanusun üzerinde gezdirirken hafifçe gülümsemişti.

 

Alevin Kutsal Fiziğinden sonra ele geçirmek istediği Kutsal Fizik Suyun Kutsal Fiziğiydi. Bunun iki ana nedeni vardı.

 

İlki Suyun Kutsal Fiziğinin Alevin Kutsal Fiziğine zıt düşmesi ve Gerçek Zıtlık Ruh Özünü geliştirebilecek olmasıydı. Paul bu ruh özünü kullanmasa da bunun tek nedeni Ruh Özünün ardındaki aşırı güçtü. Bazı konularda bu ruh özü sahip olduğu Kara Büyülerden bile daha tehlikeli olabilirdi. Eğer yeterince geliştirirse bu tehlikeyi azaltma şansı vardı ve bu nedenle biraz daha hızlı ilerlemek istiyordu.

 

İkinci neden ise basitçe Rüzgârın Kutsal Fiziğinin zor ele geçirilir olmasıydı. Bunun nedeni Rüzgârın Kutsal Elementalinin doğasından geliyordu. O elemental özgürlüğüne aşırı bağlıydı ve bir yere yerleşmiş olsa da o yerde birçok hâlde bulunabilirdi.

 

Rüzgârın Kutsal Elementalinin aksine Suyun Kutsal Elementali oldukça sakin bir hayat yaşardı. Eğer toprak sabrı temsil ederse, o zaman su sükûneti temsil ederdi. Suyun Kutsal Elementali Vielis Altı Kutsal Elemental arasında en sakin olanı sayılırdı.

 

“Ama bu da bir sıkıntı… Duyulanlara göre Vielis bir kez uykuya daldığında uykusu birkaç yüzyıl sürüyormuş. Eğer onu bulduğumda uyuyor olursa ne yapacağım?”

 

Paul’ün böyle bir endişesi gerçekten de vardı. Vielis’i uyandıracak gücü yoktu ve bekleyecek yüzyılları da yoktu. O anki gücüyle birkaç yüzyıl beklemek bir sıkıntı olmasa da zaman geçtikçe tehlike artacaktı. Ayrıca bu süre boyunca gücünü artıramayacağı için bu onun için büyük bir sıkıntı olacaktı.

 

“Ve okyanusun sınırlarını bile göremiyorum. Bu gözlerle bile bu kadar geniş bir yerse o zaman Vielis’i bulmak sıkıntı olacak… Neden bir Küçük Dünya bu kadar büyük bir okyanusa sahip ki?”

 

Paul bunu merak ederken uçmaya başlamış ve dünyayı dolaşmaya başlamıştı. Bir Yükselen için bir Küçük Dünya’yı gezmek kolay, bir Büyük Dünya’yı gezmek zorlu, bir Üstün Dünya’yı gezmek imkânsızdı. O anda bir Yükselen’e eş güce ve uzay üzerindeki Engelsizlik Ruh Özüne sahip olan Paul için bir Küçük Dünyayı gezmek oldukça kolay sayılırdı.

 

Ancak tüm dünyayı gezmiş olsa bile ne bir canlıya, ne de bir kara parçasına ulaşmıştı. Bu onun ilk başta şaşırmasına neden olurken sonrasında biraz düşününce ne olduğunu anlamıştı.

 

“Bir su dünyası!”

 

Nadir olsa da, genelde küçük dünyalar arasında tamamen su ile kaplı olan dünyalar olurdu. Bu dünyalar ya Üstün Tanrılar tarafından bir şekilde su altında bırakılmış ya da doğal olarak böyle oluşmuşlardı. Paul o anda üzerinde olduğu dünyanın hangisi olduğunu bilmese de bir su dünyasında olmak onu biraz heyecanlandırmıştı.

 

Shane daha önce bir su dünyasına gitmişti ancak bunun tek nedeni alev kullanan rakibini zayıflatmaktı ve orada fazla kalmamıştı. Allatra ise direkt olarak alev büyülerinde uzmanlaştığı için su dünyasına gitmemiş ve sonrasında suyu bile yakabilen Cehennem Alevlerini kullanabilse bile bir su dünyasına gitmekle uğraşmamıştı.

 

“Bir su dünyasında hayat tamamen su altındadır ve okyanusun altında bazen Tanrıların bile göremeyeceği sırlar yatar…”

 

Bu söz evrende bilinen bir sözdü. Elbette, bu sözdeki ‘Tanrılar’ Üstün Dünya seviyesine ulaşan uzmanlardı ve Yaratanlar değillerdi. Herhangi bir şey Yaratanların gözlerinden kaçamazdı.

 

“Bu okyanusun altını görmeyi gerçekten de istiyorum.”

 

Paul yüzünde bir gülümseme ile mırıldanırken vücudu hafifçe değişmişti. Aurası baskılanırken gözlerindeki yıldız işaretleri ufak bir göz bebeği şekline girecek kadar sıkışmış ve saçları ile gözleri kahverengi renge dönmüşlerdi.

 

Paul’ün o anda sınırsız su ve havadaki rüzgar manasından başka hissedebildiği tek şey derin denizlerin altındaki toprağın manasıydı. Bu dünyada hayatta kalabilecek canlılar da bunlardı. Yorulmadan uçabilecek güce sahip bazı hava canavarları, okyanusların efendisi olan su canavarları ve nefes ihtiyacı bulunmayan bazı toprak canavarları. Elbette, bazı ırklar da burada yaşayabilirdi ve Paul o anda bu ırklardan birisi gibi görünmeye karar vermişti.

 

“Vielis’i bulmaya çalışırken bir Su Dünyasını gezmiş olacağım… Bu biraz eğlenceli olabilir.”

 

Paul’ün uçan vücudu o anda esen hafif bir rüzgârla kum taneciklerine dönüşüp dağılırken yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

 

Okyanusun derinliklerinde, o sırada berrak suyu lekeleyen kanla dolu bir bölge vardı. Bu kanlı suyun içinde garip şekildeki cesetler ve bu cesetlerin eşyaları yüzüyordu. Aynı anda, okyanusta büyük bir savaş devam ediyordu.

 

Bir tarafta, devasa balinalar vardı. Başlarının üzerinde uzun bir boynuzlara sahip olan bu balinaların her birinin vücutları ufak adalarla aynı boyuttaydı ve sayıları sayesinde okyanusun içinde oldukça büyük bir yer kaplıyorlardı. Onları yöneten kişi okyanusun içinde süzülen bir tahtta oturan maskeli bir adamdı. Bu adamın yüzü maske ile tamamen kapansa da alnından çıkan uzun boynuz onun türünü direkt olarak belli ediyordu.

 

Diğer tarafta ise boyut olarak çok daha küçük ancak ekipman olarak çok daha yüksek seviyedeki deniz insanları vardı. Bu kişiler Paul’ün daha önce dövüştüğü balık adamlar gibi değillerdi. Deniz insanlarının yalnızca bellerinin altı bir balığa benziyordu ve bel üstleri genelde yakışıklı erkekler ve güzel kızların görüntüsünü taşıyordu.

 

Onları yöneten kişi ise tahtında oturan adamla aynı hizada dik bir şekilde duran bir adamdı. Turuncumsu uzun saçlara ve sakallara sahip olan bu adamın tek elinde altın bir üç dişli mızrak vardı. Vücudunun üst kısmı oldukça yapılıyken alt kısmının pulları parlak bir turkuaz renktelerdi.

 

Okyanusun içinde rüzgar yoktu. Ancak su içindeki her canlının hareketi ufak bir akıntının oluşmasına neden oluyordu ve bu turuncu saçlı adamın saçları da dalgalanıyorlardı. Elindeki altın mızrak hafifçe parıldarken etraftaki her varlık garip boğucu etkiyi hissedebiliyorlardı.

 

“Venki, senin boynuzunun mu yoksa benim mızrağımın mı daha sivri olduğunu öğrenmek istiyorsun gibi görünüyor.”

 

Turuncu saçlı adam ağzını açıp konuştuğunda aurası o bölgeyi tamamen sarmış ve karşı taraftaki boynuzlu balinaları epey ürkütmüştü. Ancak tahtında oturan Venki isimli adam ona herhangi bir cevap vermemişti. Bunun yerine yavaşça tahtından kalkmış ve ellerini iki yana açmıştı.

 

“Guuoaaaaa!!!”

 

Arkasındaki boynuzlu balinalar birden güçlü bir şekilde bağırmaya başlarlarken deniz insanlarının çoğu kulaklarını tıkamak zorunda kalmışlardı. Buna rağmen çoğunun ruhları titriyordu. Boynuzlu balinaların boynuzları onlar için bir dağıtıcı görevi görüyordu ve ruh teknikleri üzerindeki kontrolleri aşırı yüksekti.

 

Normal bir ruh gücü tekniği bile onların ellerinde oldukça güçlü bir tekniğe dönüşebilirdi. Buna güçlü derileri ve fiziksel güçleri de eklendiğinde savaş alanında oldukça büyük bir güç oluyorlardı.

 

“Gel, Sidur. Hangimizin daha güçlü olduğunu şimdi göreceğiz.”

 

Venki ellerini iki yana açarken hafifçe gülmüş ve Sidur isimli turuncu saçlı adam basitçe altın mızrağını kaldırmıştı. Farklı kullanma yolları olsa da bir üç dişli mızrağın en güçlü saldırı biçimi onu fırlatmaktı. Sidur’un en güçlü teknikleri de buna odaklanıyordu.

 

Venki ise basitçe ellerini kaldırmış ve etrafındaki su akışını değiştirmişti. Yüz ifadesi belli olmasa da Sidur onun kendisiyle alay ettiğini hissedebiliyordu. Bu onu daha da öfkelendiriyordu.

 

“Altın Işık.”

 

“Aşılmaz Dalga Akıntısı.”

 

İkisi de hafifçe mırıldandıkları anda etraflarındaki mana değişmişti. Sidur’un mızrağı hızla ileriye doğru fırlarken parlak sarı bir ışıkla kaplanmış ve Venki’nin etrafındaki dalgalar da bu mızrağa doğru aşırı güçlü bir momentum ile ilerlemeye başlamışlardı.

 

Ama o anda, bir ses o bölgedeki herkesin kulaklarında çınlamıştı.

 

“Okyanusun kanla boyanması pek güzel değil… Kanın rengi hoşuma gitse de berrak suyu kirletmesi güzel değil. Tamamen kandan bir okyanus olsaydı ilgimi çekebilirdi ancak şimdi yalnızca iğrenç bir lekeye benziyor.”

 

Bu ses oldukça kutsal bir his taşıyordu ve duyan kişiler istemsizce hafifçe titremişlerdi. Aynı anda, normalde savaş alanını saran kan birden tamamen temizlenmiş ve savaş alanındaki tüm mana akışı durmuştu.

 

Evet, tüm mana akışı. Sidur’un ve Venki’nin saldırıları da durmuşlardı. Deniz insanlarının ekipmanları çalışmayı kesmişlerdi. Balinalar içgüdüleri sayesinde hissettikleri korku ile ağızlarını sıkıca kapatmışlardı.

 

“Evet, bu daha iyi.”

 

Aynı anda savaş alanının ortasında bir genç adam belirmişti. Kahverengi saçlara ve gözlere sahip olan bu genç Paul’ün kendisiydi ve o anda çoktan su dünyasını bir haftadır geziyordu. Ancak Vielis’e rastlamayı başaramamış ve bulduğu tek heyecan verici şey bu ufak savaş olmuştu…






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44323 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr