476.Bölüm - Karmaşa Alanı

avatar
5571 21

Kara Büyücü - 476.Bölüm - Karmaşa Alanı


476.Bölüm – Karmaşa Alanı

 

Şeytan güçleri ve Karışık Irkların güçleri arasında birçok fark olsa da ikisinin de aynı şekilde uyduğu bir şey vardı. Karmaşa Alanının gri sisli bölgesine en yakın yerleşim yeri en azından 5 km uzaktaydı ve bu aradaki 5 km geçmesi yasak bir yerdi.

 

Elbette, yeterince güçlü olanlar bu yasağı çiğneyip kolayca Karmaşa Alanına girebilirlerdi. Normal kişiler ise Karmaşa Alanına girmeyi bile düşünmezlerdi. Bu yer uzmanların kolayca öldükleri bir yerdi.

 

O anda Paul Karmaşa Alanı ile Araf’ın asıl kıtasını ayıran 5kmlik ıssız bölgeyi çoktan aşmıştı. Gri sis perdesi ile arasında 2 metreden az mesafe vardı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı ve tek eli kılıcının kabzasındaydı.

 

“…Eğer bir şey olacaksa, olacak. Kaçınmanın bir anlamı yok.”

 

Paul kendi kendisine hafifçe mırıldandıktan sonra ileriye doğru fırlamış ve anında Karmaşa Alanının sis perdesinin içine girmişti. Bu sis perdesinin ne kadar kalın olduğunu bilmese de ardında daha önceden olduğu her yerden çok daha tehlikeli bir yer olduğunu biliyordu.

 

Yine de kararlıydı. Bu nedenle ilerlemeye devam etti ve devam etti. Bu yerdeyken zaman kavramı biraz farklı hissettirdiği için ne kadar geçtiğinden emin olmasa da ona dakikalar gibi hissettiren bir süre sonrasında en sonunda sisten ayrılmıştı.

 

“Ah!”

 

Ve çıktığı anda hissettiği ilk şey ciğerlerine dolan sıcak havaydı. Kurak ve çatlamış zeminin üzerine basan ayakları oldukça ısınmışlardı ve dayanabilmek için yerden yükselmesi gerekmişti. Aynı anda, vücudunun çevresini yoğun su ve buz manası ile kaplayarak vücudunu işgal etmeye çalışan sıcaklığı nötrlemeye çalışmıştı.

 

Bu halde bile, sıcaklığa alışabilmek için birkaç dakikaya ihtiyacı olmuştu. Bu birkaç dakikadan sonra ise en sonunda rahat bir şekilde etrafını inceleme fırsatı bulabilmişti.

 

O anda olduğu yer tamamen kırıklarla dolu bir zemine sahipti ve geldiği anda hissettiği anormal sıcaklık tüm bölgeyi sarıyordu. Bölge oldukça uzun bir mesafe boyunca tamamen düzdü ve Paul bölgenin bittiği sınırdaki dağları gözlerini iyice odakladığında görebiliyordu. Elbette, bunun nedeni sınırın oldukça uzak olması ve oraya gitmek için belki de günlerin geçmesi gerekmesiydi.

 

Ve asıl korkutucu şey bu sıcaklık ve garip zemin değildi. Bu yerde canavarlar vardı. Şeytani varlıklar olarak bilinen bu canavarlar farklı görünüşlere sahip olsalar da bu bölgedekilerin çoğu aynı görünüşlere sahiplerdi.

 

Elli metrelik, devasa filler. Siyaha yakın bir tondaki derilere ve gümüş renkli uzun dişlere sahip bu fillerin auraları o kadar güçlüydü ki Paul olduğu yerden baskıyı hissedebiliyordu. Her adımları yeryüzünü sarsıyordu ve birbirlerine yaklaştıklarında auraları çatışarak bir felaket yaratıyordu.

 

Bu filler oldukça yavaş olsalar da devasa boyutları sayesinde kısa sürede uzun mesafeleri kat edebiliyorlardı. Büyük ihtimalle birbirleri arasında da dövüştüklerinden tüm bölgede yalnızca 20 kadar fil vardı.

 

“Karmaşa Alanı adını gerçekten hak ediyor demek. Burada güçlü olanın sözü geçtiğine göre kendini gizlemek bir işe yaramayacak.”

 

Paul kendi kendisine hafifçe mırıldandıktan sonra soğuk bir şekilde gülümsemiş ve birden vücudundaki Dokuz Gölge Yıldız Prangası tekniğini kaldırmıştı. Mühürlenmiş aurası tüm gücüyle birden etrafa yayıldığında vücudu da değişmişti.

 

Siyah saçlarının kısalmasını sağlayan kızıl saç bandı kopmuş ve saçları birden salınmıştı. Bunun üzerine normalde beline ulaştığı görülen saçları hızla uzamış ve kısa sürede ayaklarını bile geçmişti. Kızıl gözlerindeki yedi köşeli yıldız işaretleri parıldamış ve Paul’ün aurasının vahşi haline ayrı bir güç katmıştı.

 

Bölgedeki tüm fillerin başları o sırada yavaşça Paul’ün olduğu yere dönmüş, hortumlarının uçlarından parlak alevler saçsalar da onun yakınına gitmemişlerdi. Şeytani varlıklar içgüdülere göre hareket ederlerdi ve bir düşmanı hissetseler de onunla karşılaşmazlarsa dövüşmezlerdi. Paul onlardan uzak sayılırdı ve hiçbiri yalnızca onunla dövüşmek için onun yanına kadar gidemezdi.

 

O sırada, bu bölgeden uzaktaki uzunca bir dağda bulunan devasa bir ejderha gözlerini yavaşça açmıştı. İrisinde altı farklı rengi barındıran bu ejderhanın oldukça uzun olan boynunda hepsi altıgen şeklinde kırmızı, mavi, sarı, yeşil, beyaz ve siyah ruh kafesleri diziliydi. Vücudunun tamamı da bu renklerden pulların rastgele dizilimi ile kaplanmıştı. Vücudunu dağın etrafına sardığında dağın görünmemesini sağlayacak bu ejderha altı renkli gözlerini Paul’ün olduğu bölgeye doğru çevirmişti.

 

“Bir anka…”

 

Kendi kendine mırıldanırken gözleri kısılan bu ejderhanın boynuzu hafifçe parıldamıştı. Ejderhalar ve Ankalar uzun süre boyunca alevin efendileri olmak için birbirleriyle dövüşmüşlerdi. Asıl en güçlü alev ırkı olan Cerberus ırkının nesli uzun zaman önce tükendiğinden bu unvan için dövüşen yalnızca iki büyük ırk kalmıştı.

 

“Bu anka türünün ne olduğunu bilmiyorum ama… korkutucu görünüyor. Zamanı gelince halledilmeli…”

 

Ejderha biraz daha mırıldandıktan sonra boynuzu parıldamayı kesmiş ve gözleri kapanmıştı. Boynu yeniden dağın zirvesine sarılırken oldukça derin bir uykuya yatmış gibi görünüyordu.

 

Bu ejderhanın dağına ve Paul’ün belirdiği çölümsü alana uzak başka bir yerde ise bir figür Paul’ün olduğu yere başını çevirmişti. Bu seferki figür insansı bir görünüşe sahip olsa da farklılıklar belliydi. Çünkü bu figürün boyu Paul’ün devasa olarak gördüğü 50 metrelik filleri ikiye katlıyordu. Evet, bu insani figürün boyutu tam olarak 100 metreydi!

 

Üzerinde basitçe yapılmış kırmızı bir cübbe ve tek elinde de dağları kolayca ayırabilecek devasa bir çift elli balta tutan bu figürün siyah gözleri Paul’ün olduğu bölgeye bakarken ışıldamıştı.

 

“Demek bu yüzden…”

 

Devasa figür kendi kendine mırıldanırken başını yavaşça yukarı aşağı sallamıştı. O anda aklında var olan birçok soru cevabını bulmuş gibiydi.

 

Elbette, kilometrelerce ötesini oldukça kolay görebilen Paul’ün bile bu iki figürü görmesi imkânsızdı. Karmaşa Alanı Araf’ın kendi kıtasından kat kat daha büyüktü ve yer şekilleri oldukça garipti. Belki tüm bölge düzlük olsaydı hafif bir siluet görebilirdi ancak aradaki dağlar ve ormanlar ile bu imkânsızdı.

 

Psssshhh…

 

Paul yere ayağını bastığında sıcaklığı yine hissetse de bu sefer ayağını koruyan manayı artırıp bir miktar buz manası eklediği için o kadar büyük bir tepki almamıştı. Bunun üzerine hafifçe gülümsemiş ve salınan saçlarının yerde sürünmesine aldırmadan yürümeye başlamıştı.

 

Neden mi yürüyordu? Çünkü o anda uçmaması gerekiyordu. Havadayken bunu kolayca hissedemiyordu ancak yere değdiği anda bir tehlikenin ona yaklaştığını hissediyordu. Bir şey geliyordu.

 

“Şimdi!”

 

Birkaç dakika yürüdükten sonra birden tepki veren Paul hızla yerden zıplamış ve metrelerce göğe yükselmişti. Aynı anda, birden az önce üzerinde durduğu zemin parçalanmış ve bir canavar yukarıya doğru uçmuştu.

 

Solucan şeklindeki bu canavar göze, kulaklara veya bir buruna sahip değildi. Yalnızca uzun vücudu ve bir ağzı vardı. Daire şeklindeki ağzının içinde yüzlerce sivri diş görülebiliyordu ve bunun iğrenç bir görüntü olduğu söylenebilirdi.

 

Eli bir anlığına kılıcının kabzasına giden Paul sonrasında kendisini durdurmuş ve elini havaya kaldırmıştı. Solucan yere doğru düşmeye hazırlanırken Paul’ün arkasında altı elementi temsil eden parlak toplar belirmişti.

 

Parlak bir alev topu, sürekli akan bir su topu, yeşil bir parıltı yayan hareketli bir rüzgar topu, ağır görünen bir toprak topu, sis halindeki ışık ve karanlık topları arkasında süzülüyorlardı. Bu, Altı Element Ruh Özü kullanıldığında ortaya çıkan bir özellikti.

 

“Sismik Darbe.”

 

Yumruğu yoğun bir toprak manasıyla sarmalanan Paul hafifçe mırıldandığı anda sırtından fırlayan kanatları onu solucana doğru fırlatmış ve yumruğu da sertçe aşağıya doğru inmişti. Paul solucana ulaştığı anda yumruğu da solucana ulaşmıştı.

 

Bam!

 

Solucanın vücudunda Paul’ün vurduğu yerden bir delik oluşmuş, vücudu yere sertçe çakılmış ve büyük bir krater oluşturmuştu. Normal bir solucan sürekli bölündüğü için böyle bir yarayla ölmezdi ve Paul bu solucanın ek bir özelliği olup olmadığını bilmediğinden yalnızca bu yarayla bırakmayacaktı.

 

“Yan.”

 

Bir miktar Cehennem Alevi solucanın devasa vücuduna inmiş ve saniyeler içinde onu hiçliğe çevirmişti. Paul ise arkasında bıraktığı kratere bir bakış attıktan sonra gözlerini bu çölümsü bölgede gezdirmişti.

 

Buraya geliş amacını unutmasa da biraz güçlenme şansı görmüştü ve bunu kaçırmayacaktı.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44260 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr