267.Bölüm - *Bölüm Adı Gizli*

avatar
7249 32

Kara Büyücü - 267.Bölüm - *Bölüm Adı Gizli*


Valheia’nın Kraliyet Sarayındaki balo salonunda, o akşam büyük bir balo düzenleniyordu. Başkentteki birçok asil ailenin ve güçlü gelişimcilerin katıldığı baloda yemekler yeniyor, müzikler çalınıyordu.

 

Kral, Kraliçe ve Taç Prensi de o gün balodalardı. Taç Prensi etrafını saran asil kızlarıyla muhabbet ederken Kral genel olarak asillerle konuşuyor ve gülüşüyordu. O gün, onlar için mutlu bir gündü.

 

Kral, Sisli Gök Akademisini yıllardır bastırmaya çalışmış olsa da bunu başaramamış ve krallığın üzerindeki otoritesi her zaman sorgulanabilir olmuştu. Ancak şimdi, o adamın yardımıyla birlikte Sisli Gök Akademisini kolayca bastırmakla kalmamış Altın Peri Akademisine ve birkaç asil aileye karşı da harekete geçmişti.

 

Adamın tek isteğinin usta seviyeli bir büyücü olduğunu bilen Kral ilk başta onu bulmanın kolay olacağını düşünmüştü. Ancak geçen süre boyunca gencin herhangi bir izini bulamamıştı ve bu nedenle korkusu iyice artıyordu.

 

Çünkü biliyordu ki o adam sabırlı olsa da en sonunda sabrı tükenecekti. Ve o zaman geldiğinde hâlâ o genci bulamamış olursa o adamın öfkesini krallığından çıkarma şansı vardı. Onun gibi birine karşı gelmeyi hiç istemiyordu. Ondan gerçekten de korkuyordu.

 

Ama krallıktaki asillerin o adamı tanımadıklarını bildiğinden bu korkuyu belli edemezdi. Yoksa adam ayrıldıktan sonra yine otoritesi sorgulanabilir olacaktı. Zaten bu yüzden oldukça rahat olduğunu göstermek için bu baloyu veriyordu.

 

Elbette, asiller bu balonun sebebini onların üst üste olan savaşları kazanmaları olduğunu sanıyorlardı. Birkaç aydır sürekli olarak Sisli Gök Akademisine karşı toplu olarak saldırıyorlardı ve o ana kadar hiç kaybetmemişlerdi. Bu gerçekten de kutlanabilecek bir durumdu.

 

Onlar mutlu bir şekilde gülüp şaraplarını içerlerken Sisli Gök Akademisinin dağındaki hava bunun tam tersiydi. Yaralılar iyileştirme ilaçlarının uygulandığı yerlere taşınıyorlardı ve kan kokusu dağı sarmıştı. Öğrenciler ve kıdemlilerin hepsi tetiktelerdi ve silahları ile hazinelerini hep yanlarında bulunduruyorlardı.

 

Dağın üst kısımlarındaki evinde Kanlıbıçak ile beraber bıçak tekniğine çalışan Luke o anda üzerindeki terleri silmek için durmuştu. Üstüne bir şey giymediğinden yapılanmaya başlamış olan vücudu görünüyordu ve epey terlemişti.

 

Kanlıbıçak ona bakarken yavaşça iç çekti. Luke gözleri yüzünden bir büyücü olamasa da savaşçılık yolundaki kabiliyeti basitçe çok yüksekti. Eğer fazla geç başlamasaydı çoktan Kanlıbıçak’ın kendisini geçmiş olurdu.

 

Ancak Kanlıbıçak’ın buna karşı bir çözümü yoktu. Başını sertçe iki yana sallarken yanına getirdiği su şişesinden büyük bir yudum aldı. Eskiden bir oyunmuşçasına yaptığı antrenman artık yorucu olmaya başlamıştı.

 

Neyse ki o anda son turu bitirmişlerdi. Kanlıbıçak Luke’un evinin bahçesinden ayrılırken Luke daha önceden yere bıraktığı gömleğini yeniden giymiş ve evine girmişti. Yarın bir saldırı daha olup olmayacağı belirsizdi ve enerjisini yeniden toplaması lazımdı.

 

Ancak o anda, tüm dağ birden sarsıldı. Garip bir çatlama sesi tüm dağa yayılırken Luke anında bıçaklarını almış ve sesin geldiği kısma doğru ilerlemeye başlamıştı. Onunla birlikte onlarca kıdemli ve öğrenci de ilerliyorlardı.

 

Krallığın ne zaman saldıracağı belli olmuyordu ve bu nedenle saldırı durumlarında yakında olan herkes oraya gitmek zorunda kalıyorlardı. Belirli bir düzen kurabilecek vakitleri bile yoktu.

 

Alana ilk ulaşan kişi Akademi Başkanı olmuştu. Ondan sonra ise Kanlıbıçak ve Luke gelmişlerdi. Sophia kendi akademisinin sorunlarıyla ilgilenmek için bir süre önce geri dönmüştü ve Altıngöz savaş gücüne sahip değildi.

 

Bir saldırı bekleyen grup sesin geldiği yere ulaştıklarında şaşırmışlardı. Çünkü orada yalnızca havada garip, beyaz renkli bir kırık görünüyordu ve daha fazlası yoktu. Bu kırığın yavaş yavaş büyümesi ve devam eden çatlama sesleri dışında herhangi bir zarar görünmüyordu.

 

Ancak hiçbiri gardlarını indirmeye cesaret etmeye cüret edememiş ve kimileri silahlarını çekip kırığa uzatırken kimileri ise büyülerini hazırlamaya başlamışlardı.

 

Kırık yetişkin bir insanın geçebileceği bir boyuta ulaştığında bir anda gür bir kırılma sesi duyulmuş ve o bölgeyi bir anlığına bir ışık sarmıştı. Işık yüzünden önlerini göremeyen birçok kişi bir anda korkmuş ve geri çekilmişlerdi.

 

Birkaç saniye sonra ışık dağıldığında gözleri ilk iyileşen kişi Luke olmuştu. Kırıktan dışarıya çıkan uzun siyah saçlara sahip kızıl gözlü figürü gördüğünde gözleri sonuna kadar açılmıştı. Onun ardından oradaki kişilerin de gözleri düzeldiğinde her biri şaşkınlık içerisinde ortaya çıkan Paul’e bakmaya başlamışlardı.

 

Paul ise o sırada onlardan da fazla şaşırmıştı ve endişeliydi. Şaşkınlığı, tek görüşte tanıdığı abisinden ve dağı saran belirgin kan kokusuyla acılı bağırışlardan gelirken endişesi bunlara neden olanlardan dolayıydı.

 

O gözlerini Akademi Başkanına çevirdiği anda akademi başkanı bir anda titremişti. Daha önceden kendisinden güçsüz olan bu gencin o anda oldukça tehlikeli olduğunu tüm hisleri ona söylüyordu. Ona karşı kazanma şansı yoktu.

 

“Akademi Başkanı, yaşlı adam nerede?”

 

Akademi Başkanı bir anlığına ona cevap veremese de onun bahsettiği yaşlı adamın kim olduğunu anlayınca derin bir nefes almış ve birden herkesin duyabileceği bir şekilde bağırmıştı.

 

“Dağılın! Kimse gördüğü şeyleri herhangi bir şekilde anlatmaya izinli değil! Sen… Benimle gel. Seni Yüce Ata’ya götüreceğim. Ve bilmen gereken şeyler var.”

 

Onun ses tonundan gerçekten de bir şeylerin olduğunu anlayan Paul endişeyle onu takip etmeye başlamıştı. Luke’un da onu takip ettiğini fark eden Paul onun sorularının olduğunu biliyordu ve onları cevaplayacaktı. Ancak bundan önce yaşlı adamın durumunu kontrol etmeliydi.

 

Onlar yukarıya çıktıkça ölüm aurasının belirdiğini ve gittikçe güçlendiğini fark eden Paul’ün yüzü buruşmuştu. Bir süre sonra Akademi Başkanı durmuş ve eliyle dağın tepesini göstermişti.

 

Yaşlı adamın orada olduğunu anlayan Paul anında oraya doğru fırlamıştı. Dağın tepesindeki ufak kulübenin kapısını açıp içeriye girdiğinde onu karşılayan şey ise Yaşlı Adam Klaus’un aşırı zayıflamış bedeniydi.

 

Kulübedeki yatağın üzerinde bağdaş kurmuş bir şekilde oturan yaşlı Klaus’un bedeni içindeki tüm hayat çekilmişçesine kırışmıştı. Kızıl kılıcı kınından çekilmiş bir halde kucağında duruyordu. Etrafa ağır bir ölüm aurası yayan Klaus arada sertçe öksürüyordu.

 

İçeriye giren Paul’e bakan Klaus bir gülümseme gösterirken bir yandan da konuştu.

 

“Sonunda geldin velet. Çok bekl- Ögh!”

 

Birden yeniden öksürmeye başlayan Yaşlı Klaus’a bakan Paul bir anda kalbinin sıkıştığını hissetmişti. Onun önüne geçip dizlerinin üzerine çöktükten sonra ciddi bir ses tonuyla konuştu.

 

“Yaşlı adam… Ben yokken neler oldu?”

 

Yaşlı adam Klaus acı bir gülümseme gösterirken bir kez daha öksürdü. Vücudundaki hayat enerjisinin hızla azaldığını hisseden Paul onu zorlamak istemese de öğrenmesi gerekiyordu.

 

Bunu iyi bilen Yaşlı Klaus yapabildiği kadar basit bir şekilde anlatmaya başlamıştı.

 

Paul’ün ayrılışından kısa bir süre sonra, Krallık birden onu aramaya başlamışlardı ve bu arayışı komşu ülkelere bile yaymışlardı. Bu arayışı yaparlarken şiddet kullanmaktan çekinmemişlerdi ve en sonunda Sisli Gök Akademisi ile Altın Peri Akademisine de bulaşmışlardı.

 

Birkaç ufak kavganın sonucunda krallık akademinin Paul’ü sakladığı kanısında bulunmuş ve akademiye toplu bir savaş açmıştı. Akademidekiler Paul’ün nerede olduğunu bilmeseler de onun ailesini krallıktan korumak için akademiye almışlardı ve bu krallığın saldırılarını artırmasına neden olmuştu.

 

Elbette, Yaşlı Adam Klaus böyle bir durumda kendisini geri tutmamıştı. Krallığın büyük bir sayıyla geldikleri bir günde kılıcını çekmiş ve yüzlerce asker ile uzmanı kolayca öldürmüştü. Ancak tam o askerlerin kalbine korkuyu yerleştirirken beyaz saçlara ve beyaz gözlere sahip bir adam ortaya çıkmıştı.

 

Yaşlı Klaus bu adamdan basitçe ‘anormal bir şekilde güçlü’ olarak bahsetmişti. Onunla olan savaşını yalnızca kaybetmemişti. Aynı zamanda ruhuna hasar almıştı ve canlılığı git gide azalıyordu.

 

Yaşlı Adam Klaus’un gittikçe zayıflayan sesini duyan Paul’ün kalbi iyice ağrımaya başlamış, yüzü ekşimişti. O sırada Yaşlı Adam Klaus başını kaldırmış ve iki gözünü Paul’ünkilere kilitlemişti.

 

“Velet, bana bir söz vermeni istiyorum.”

 

Yaşlı Klaus’u can kulağıyla dinlemeye başlayan Paul onun kendi kılıcını iki eliyle uzattığını görmüştü.

 

“Kılıcımı al ve o küçük piçin başını benim için al. Daha önce de söyledim. Bu kılıcı yalnızca öldürmek için çıkarırım ama onu kınından çekmeme rağmen hedefimi, o küçük kralı öldüremedim. Son isteğimde bana yardım et.”

 

Paul hafifçe titreyen elleriyle ellerini uzattı ve Klaus’un kızıl kılıcını tuttu. Bin Şeytan Kılıcından daha hafif olan kılıç etrafında inanılmaz bir ölüm ve katliam aurası taşıyordu. Paul bunun Yaşlı Adamın geliştirdiği enerji yüzünden mi yoksa kestiği kişilerden dolayı mı olduğunu bilmiyordu.

 

En sonunda, yaşlı adam Paul’e bir kez daha acıyan bir bakış attı.

 

“Gerçekten… Özür… Dilerim…”

 

Paul bu son özrün ne olduğunu bilmese de son isteğinden bile önemli olduğunu anlamıştı. Çünkü bu sözlerden hemen sonra, Klaus’un gözlerindeki hayat ışığı tamamen sönmüştü.

 

Onun son sözleri, Paul’e dilediği özür olmuştu.

 

*Bölüm Adı: Yaşlı Klaus’un Ölümü






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr