25.Bölüm - Avcıların Rüyası

avatar
11464 40

Kara Büyücü - 25.Bölüm - Avcıların Rüyası


Paul adamı yolladıktan birkaç saat sonra adam geri dönmüştü. Şimdi ise Paul ve mavi kıyafetli yaşlı simyacı malzemeleri kontrol ederken George onları izliyordu.

"Kızıl Roodz Yaprakları."

"Tamam."

"Etçil Tavşan kanı."

"Tamam."

.....

Yaklaşık yarım saat sonra malzemelerin sayımı bitmişti. Mavi kıyafetli simyacı merakla Paul bakıyordu. Dayanamayıp sordu.

"Genç efendi, bu malzemeler tam olarak ne için? Bu yaşıma kadar simya çalıştım ama bu malzemelerle yapılan bir ilaç hiç duymadım."

Paul gülümsedi.

"Bu malzemeler üç farklı ilaç için. İlaçların hepsi de avcıların ilgisini çekecek şeyler."

Paul konuşmaya başlayınca simyacılar ve George kulak kesildi.

"İlk yapacağımız ilaç, Kan Yenileme Hapı. Bu hap kişinin fiziksel olan her yarasını kolayca iyileştirebilir. En ağır yara için 15 dakika gibi bir süre gerekir. Normal yaralar ise birkaç dakikada iyileşir."

Bunu duyunca dinleyenler şok olmuştu. Şu ana kadar yaptıkları en iyi hap olan Kızıl Kan Hapı sadece normal yaraları iyileştirebilirdi ki bu yaklaşık 20 dakika alırdı. Guilla ailesinin hapları ise normal yaraları 10 dakika gibi bir sürede iyileştirebilirdi ama bu hap; dakikalar içinde normal, 15 dakikada ağır yaraları iyileştiriyordu. Bu muhteşem bir ilaçtı.

"İkinci ilaç, kısa süreliğine kişinin fiziksel gücünü arttıran bir ilaç. Adı Çelikkan İksiri. Bu iksiri içen birinin gücü 20 dakikalığına iki katına katlanacaktır. Ancak sonunda bir süreliğine bitkin düşecektir. Bu 20 dakika son çare gibi bir şey ama güçlü hayvanları avlamak için de kullanılabilir veya birkaç kişi bir canavar bile avlayabilirler."

Dinleyenler yine şok oldu. Savaşçılığın veya büyücülüğün yolundan yürümeyen biri için canavarları avlamak oldukça zordu. Bir kişi savaşçı olup vücudunu ve çevreyi anlamadan veya büyücü olup doğanın gücünü çağırmadan canavar avlayamazdı ama bu iksir bunu mümkün kılıyordu. Elbette tek başına olmasa bile birkaç kişiyle bile oldukça iyi bir kazançtı.

"Üçüncü ve son ilaç ise, Tavşanadım Hapı. Bu hapın herhangi bir yan etkisi yok ve 10 dakikalığına kişinin hızını ikiye katlayabilir. Ayrıca yapması da oldukça kolaydır."

Bunu duyunca mavi kıyafetli simyacı nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. İyileştirme hapı Guilla ailesindekilerden daha iyiydi ve diğer iki hap hiç duyulmamışlardı. Bu kesinlikle Ejderyiyen şehri gibi küçük bir şehrin ilaç piyasasını sarsmaya yeterdi. Parlayan gözlerle Paul'e baktı.

Paul ona doğru güldü. "Şimdi size bu ilaçların tariflerini vereceğim. Yarına kadar bana hepsinden yapabildiğiniz kadar yapmanızı istiyorum."

Bu sözleri söylerken kenarda duran simyacıya da bakmıştı. Orta yaşlı Simyacı Paul'ün ona baktığını gördükten sonra önce titredi ama sonra hemen eğildi.

"Dediğiniz gibi olacak genç efendi."

Paul babasına baktı. George demek istediğini anladı ve odanın kapısına yöneldi ve çıktı. Paul de onun arkasından gitti ama kapıdan çıkmadan önce son bir kez dönüp kırmızı kıyafetli simyacıya baktı.

"Umarım ilaçları doğru olarak yapabilirsiniz!"

Simyacının bacaklarındaki güç yavaşça çekildi. Daha sonra Paul ona doğru gülümseyip odadan çıktı.

Paul odadan çıktıktan sonra adam derin bir nefes aldı ve titremesini durdurmak için sandalyeye oturdu.

"Genç efendi, nasıl bir canavar o öyle?"

Bu sırada Paul George'un yanına varmıştı. George sordu.

"Paul, o ilaçların tariflerini nereden biliyorsun?"

Paul gülümsedi.

"Abyss'teyken birçok kez delirmenin sınırına ulaştım. O zamanlarda kendimi sakinleştirmek için bazı şeyler düşünmem gerekiyordu ve ben aklımda kalan simya materyallerini düşündüm. Birçok kez bu materyalleri ve etkilerini düşündüm ve hesapladım. En sonunda kendi tariflerim şekillenmeye başladı."

George şaşırmış bir yüzle Paul'e döndü.

"O halde, o ilaçları yaratan aslında sensin?"

Paul sadece gülümsedi. Elbette ki babasına yüz bin yıl öncesinden bir simya bilgisine sahip olduğunu söyleyemezdi.

İkili yavaşça koridorda yürüdü ve dükkanın satış kısmına açılan kapıyı açtı. Onlar çıktığı anda tezgahtar dizleri üstüne çöktü.

"Lütfen Genç Efendi! Lütfen bu küçüğü affedin! Bu küçük kim olduğunuzu bilmiyordu!"

Paul gülümsedi.

"Size kolay gelsin."

Daha sonra ise babasının peşinden dükkandan çıktı ve at arabasına bindi. Onlar çıktıktan sonra tezgahtar sonunda rahat bir nefes alabilmişti.

At arabasında giderlerken Paul George'a söyledi.

"Yarın o dükkanın önünde ilaçların tanıtımını yapmalıyız. Sadece yapıp koyarsak insanların ilgisini çekmeyecektir. Ayrıca o üçlüyü birlikte satmamız gerektiğini düşünüyorum. Maliyetleri Kızıl Kan Hapından daha az ama teker teker satılırsa yine de iyi bir kâra geçemeyiz."

George kafasıyla onayladıktan sonra konuştu.

"Onları tek bir set olarak satacaksak bunun için bir isim düşünmeye ne dersin?"

Paul'e baktı. Paul güldü.

"İsmi var zaten. Yarın ki tanıtımda söyleyeceğim."

George güldü. O sırada Paul sessizleşti. En azından dışarıdan sessizdi ama içinden ustasıyla konuşuyordu.

"Başkalarının ilaçlarını kendi tariflerin olarak gösteriyorsun ha? Cidden..."

"Ne yani kafamın içinde bir simya hazinesi mi var demeliydim?"

"Ah, artık umursamıyorum biliyor musun? Zaten epey yorgunum ben. Şu anda bir atılımın hemen dibindeyim. Bir süre sonra atılım yapıp daha sonra sağlamlaştıracağım."

Paul şaşırdı.

"Usta, sen atılım yapabiliyor musun?"

"Elbette! Ruhum var olduğu sürece atılım yapabilirim."

Paul ustasının gücünü biliyordu. Ona sordu.

"Usta, sen tam olarak hangi seviyeye geçeceksin?"

"Ah, ruhum atılım yapabilir ama bu bir canlınınkiyle aynı olmaz. Seviyelerimiz farklıdır. Ben şu anda Dışavurum seviyesinin ilk seviyesindeyim. İkinci seviyeye atılım yapacağım."

"Dışavurum seviyesi de nedir?"

"Bu bir ruhun gelişme seviyesidir. İlk seviyede bağlı olduğu kişiyle konuşabilir. İkinci seviyede ise auramı dışarı salabilir bir hale geleceğim ama bunun için bana yaklaşık bir ay gerekli. Atılım yaptıktan sonra ruh gücümü stabil hale getirmem gerekiyor ve bu benim için epey zor."

"Anladım. O halde birkaç hafta sizinle konuşamayacağım."

Paul'ün sesinde hafif bir üzgünlük vardı. Spadia'da bunu farketmiş olacak ki alaycı bir sesle konuştu.

"Oh, ne oldu? Ustan olmadan hiçbir şey yapamıyor musun yoksa? Bana bu kadar mı bağlandın küçük velet? Ah, ama seni anlıyorum. Senin gibi bir salak tabii ki de benim gibi muhteşem bir ustaya bağlı kalacaktır. Ah, ahh..."

Paul sinirli bir sesle konuştu.

"Kimmiş ulan salak!? Sen misin muhteşem usta? Peh! Git de atılımını yap egoist ihtiyar."

"Sus ulan!"

Spadia bağırıyordu ama mutluydu, aynı Paul gibi. Bir süre Paul'le atıştıktan sonra tahtın üzerinde bağdaş kurdu ve meditasyon yapmaya başladı. Ustasının meditasyona başladığını anlayan Paul onu rahatsız etmemek için daha fazla konuşmadı ve yavaşça gözlerini açtı. George garip bir biçimde ona bakıyordu.

George'un bakışlarının nedeni barizdi. Paul uyumuyordu yani rüya bile görmüyordu ama gözleri kapalıyken nedensizce yüz ifadesi değişip durmuştu. Paul bunu anlayınca başını kaşırken gülümsedi.

"Pardon, bir şeyi hatırladım da."

George başka bir şey söylemedi ve eve gidene kadar da bir daha konuşmadı. İkisi eve vardıklarında Paul annesinin avluda çalıştığını gördü. Rüzgar oturduğu yere toplanırken yavaşça küçük bir hortum oluşuyordu. Birden Luke koşarak avluya girdi.

"Anne, ne yapıyorsun!? Çiçeklerimi mahvediyorsun!"

Luke çiçeklerin önüne geçerek bir koruma pozisyonu aldı. Sylvia ise yavaşça gözlerini açtı ve ona bakmaya başladı.

"Hadi ama, o çiçeklere senin olmadığın sürece bahçıvan bakıyordu. Onun yakındığını hiç duymuyorum ben."

İkili bir süre tartıştı. George ve Paul bir süre gülerek onları izledi, daha sonra ise Paul babasına döndü.

"Baba, benim bir silaha ihtiyacım var."

George gülümsedi. Eliyle onu takip etmesini işaret ettikten sonra evin içine girdi. Paul yavaşça onu takip etmeye başladı.

Paul'ün aslında Bin Şeytan Kılıcı vardı ama ustası onu önemli durumlar haricinde kullanmamasını söylemişti. Eğer SS dereceli bir silahın haberleri ortaya çıkarsa Paul bundan kurtulamazdı. Bu yüzden başka bir silah kullanmayı düşünüyordu. Bin Şeytan Kılıcını önemli durumlar haricinde çıkarmayacaktı.

Paul George'u bir süre takip etti ve en sonunda ikili bir depoya geldiler. Deponun içi biraz boş görünüyordu. Birkaç kasanın içinde paralar vardı ve onun dışındaki tüm eşyalar etrafa dizilmişlerdi. Paul George'un yanına geldiğinde durdu. Şimdi karşısında birkaç silah vardı. Kılıç, mızrak, sabre, ve başka birkaç silah daha.

Paul kılıçları eline alıp incelemeye başladı. Eline ilk aldığı kılıç yeşil kabzalı bir kılıçtı. Kılıcın bıçağı parlıyordu. George başını sallayarak konuştu.

"O kılıç hızlı ve hafif olmasına rağmen oldukça sağlam bir kılıçtır. Üst üste saldırılar yaparken iyi olacaktır."

Paul kılıcı kaldırdı ve birkaç kez rastgele salladı. Daha sonra yerine koydu.

"Fazla hafif. Rahat kullanamıyorum."

Gerçekten de çok hafifti. Kılıç Bin Şeytan Kılıcının onda biri kadar bile ağır değildi.

George biraz şaşırmıştı ama onun yerine başka bir kılıç uzattı. Bu kılıç beyaz kabzalıydı. Bıçağı parlıyordu.

"Bu kılıç biraz daha ağır. Bunu dene bakalım."

Paul George'un elinden kılıcı aldı ve tek eliyle savurmaya başladı. Bir süre geçtikten sonra yine çok hafif olduğunu söyleyerek onu geri verdi. George'un ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Elindeki kılıç hafif bir kılıç değildi. Kendisi bile bir savaşçı olmasına rağmen tek eliyle öyle rahatça savurup sonra yığılmadan kalamazdı. Cidden ağır bir kılıçtı.

George'un aklına birden bir şey geldi. Hemen deponun arkasına doğru koştu ve oradan hala kınında duran bir kılıç getirdi. Kılıcın kını ve kabzası koyu kırmızı renkteydi. George kılıcı zar zor taşıyordu, bu yüzden hızlıca açıkladı.

"Bu kılıcın sana uyacağından eminim. Bu kılıç büyülü bir silah, Ejder Dişi!"

"Ejder Dişi?"

Paul kılıca baktı. Kılıç hala kınında olduğundan bıçağını göremiyordu ama hala kılıçtan yayılan ağır ölüm aurasını hissedebiliyordu.

George hemen açıklamaya koyuldu.

"Bu, zamanında birkaç aileyle birleşip şeytani bir klana saldırmamızdan kalan bir silah. Kazanılan ganimetler dağıtılırken kılıç hoş göründüğü için almak istedim ve bunun için bir aileyle kavga bile ettim ama sonunda kılıcın ağırlığı yüzünden kullanamadım bile. Bak bakalım sana uygun mu?"

Paul heyecanlıydı. Kılıç cidden güçlüye benziyordu çünkü. Hemen ellerini uzatıp kılıcı aldı ve yavaşça kınından çıkardı. Kılıcın parlayan bıçağı ağır bir kan arzusu taşıyordu.

Paul kını beline astı ve kılıcı iki eliyle kavrayarak savurmaya başladı. Her savuruşunda havayı yararak ufak bir rüzgar oluşturuyordu. Bu kılıç Bin Şeytan Kılıcıyla aynı güçte olmasa bile ağırlığı neredeyse aynıydı ve Paul'ün tekniklerini tamamlıyordu. Paul kılıcı kınına sokarken babasına döndü.

"Bu kılıç kaçıncı derece bir büyülü silah?"

George güldü.

"Emin ol bilmiyorum. Dediğim gibi, kılıcı hoş göründüğü için almıştım. Her neyse, kılıç sana uygun mu?"

Paul belindeki kılıca bakarak konuştu.

"Tamamen uygun."

George gülerek konuştu.

"O halde senindir. Cidden, benim kullanamadığım bir kılıcı bile kullanabiliyorsun ha? Sanırım yaşlanıyorum."

Paul de güldü ve ikili birlikte depodan çıktılar. Yemek yemek için yemek salonuna gittiler ve yemeklerini yemeye başladılar.

O sırada Sylvia Luke'a sordu.

"Luke, ne zaman geri döneceksin?"

Luke cevap veremeden Paul araya girdi.

"Abim nereye gidiyor?"

Sylvia Paul'e döndü.

"Abin Altın Güneş Şehrinde bir öğretmen oldu. Çocukları eğitmek için gitmesi gerekiyor."

O sırada Luke konuştu.

"Çocuklara bir aylık bir tatil verdim. Ay bitene kadar evde kalacağım."

Paul gülümsedi.

"Bu iyi büyük kardeş. Bu ay bitene kadar bu şehirde epey şey olacak."

Sylvia ve Luke anlamadı ama Paul ile doğrudan konuşmuş olan ve Ford'un yaptıklarını bilen George anlamıştı. Ancak bunu bir ayda yapabilmek neredeyse imkansızdı.

Yemekten sonra George ve Luke odalarına çekildi. Paul ise avluda bir süre çalıştıktan sonra kütüphaneye geçti ve orada bir şeyler aradı.

"Buldum!"

Kitaplığın üst raflarından deri kapaklı ağır bir kitap indirdi. Kitap oldukça kalındı ve üzerinde tek bir cümle yazıyordu: Büyülü Canavarlar ve Özellikleri.

Paul kitabı biraz inceledi. Kitap A seviyesi ve altındaki her canavarın isimlerini ve özelliklerini içeriyordu. Hemen ilk sayfasını açtı ve okumaya başladı. Kutsal Zihin sayesinde gördüğü her şeyi hatırlayabildiğinden hızlıca sayfaları geçiyordu ama kitabın birçok sayfası vardı.

Bir saat, iki saat...

Hava kararana kadar okumaya devam etti ve sonunda kitabı okumayı bitirebildi. Kitabı aldığı rafa koyduktan sonra kütüphaneden çıktı ve esneyerek odasına yöneldi.

Odasına geçtiğinde direkt olarak yatağa uzandı ve uyumaya başladı.

Ertesi gün uyandığında hemen hafif bir kahvaltı yaptı, kılıcını beline astı ve babasını buldu.

"Baba, tanıtımı ben yapmayı planlıyorum. Ne zaman gidersek gidelim iyidir. Zaten haberler şehirde yayılır."

George başını salladı.

"Sen kapıya git ve bir at arabası hazırlatmalarını iste. Ben de birazdan geleceğim."

Paul başını salladı ve hemen evin çıkışına gidip bir at arabası hazırlamalarını istedi. Birkaç dakika sonra araba hazırlandı ve George'da geldi. Paul'e baktı.

"Hadi gidelim."

Paul başıyla onayladı.

At arabasıyla giderlerken George sessizdi. Paul ise yapacağı konuşmayı düşünüyordu. Dükkana vardıklarında çoktan dükkanın önünde ufak bir sahne hazırlandığını gördü. Sahnenin önünde birçok insan toplanmıştı. Paul ve George at arabasından indi ve dükkana girdiler. Arka odaya gidip simyacılarla buluştular.

Paul sordu.

"İlaçlar hazır mı?"

Yaşlı simyacı cevap verdi.

"İlaçlar çoktan hazır genç efendi. Sizi bekliyorduk."

Hemen birkaç çanta çıkarıp bunları Paul'e verdi. Paul çantaları açıp içlerine baktıktan sonra gülümsedi. Haplar doğru kalitedeydi ve iksir ise oldukça iyiydi. Simyacılara gülümsedikten sonra hemen çantaları yanına aldı ve George ile birlikte dükkandan çıkıp sahneye çıktı.

Sahnenin önünde bekleyenler biraz şaşırdılar. George, Veussia Ailesinin başı olduğundan dükkanın önündeki sahneye çıkması normaldi. Büyük ihtimalle bir ilaç tanıtacaktı ve bu yüzden birçoğu avcı olmak üzere onlarca insan toplanmıştı. Ancak hiçbiri bu genci tanımıyordu.

Paul'ün Abyss'e düştüğü haberi halka açıklanmamıştı. Kimse Veussia Ailesinin küçük genç efendisinin nereye gittiğini bilmiyordu. Geçen zamanda yavaşça Paul unutuldu ve bu yüzden toplanan onlarca insan olmasına rağmen kimse bu gencin kim olduğunu bilmiyordu. Hepsi meraklı gözlerle ona bakıyorlardı.

George'da bunu farketti ve Paul'ü ileriye doğru iterek konuştu.

"Onu fazla görmediğiniz için tanıyamamış olabilirsiniz. Bu, benim küçük oğlum ve Veussia Ailesinin genç efendisi Paul Veussia'dır."

George'un sözleri bir çok insanı şaşırtmıştı. Bir yıldır kendini göstermeyen genç efendi neden şimdi çıkıyordu ki?

Paul halkın onun Abyss'e düşüşüyle ilgili bir şey bilmediğini fark etti ve hikayeye uyarak konuşmaya başladı.

"Buradan izleyen tüm halka sesleniyorum. Neden bir yıldır görünmediğimi soracak olabilirsiniz. Elbette bunun nedenini açıklayacağım."

Bu sırada George geri çekildi ve tüm sahneyi Paul'e bıraktı.

Paul derin bir nefes aldı.

"Dışarıda görünmediğim bir yıl boyunca evde simya çalışmaları yapıyordum. Birçok materyali inceledim ve araştırdım. Yüzden fazla deney yaptım ve sonunda işe yarar üç sonuç elde ettim."

Bu sırada elindeki üç çantayı kaldırdı.

"Bu üç çantanın içlerinde üç farklı ilaç var. Bu ilaçların ilki Kan Yenileme Hapıdır."

İlk çantanın içinden kırmızı renkli bir hap çıkardı. Bu hap Kızıl Kan Hapına benziyordu ama ondan daha küçüktü.

"Bu hap, ağır yaralarınızı 15, normal yaralarınızı ise birkaç dakikada iyileştirebilir."

Bu sözler duyulduğunda kalabalıktan uğultular duyulmaya başlandı. Birçoğu Paul'e inanmıyora benziyordu. Paul güldü.

"Bana inanmıyor olsanız da pek mühim değil. Zaten bunu kanıtlayacağım."

Elindeki çantaları yere bıraktı ve sağ eliyle kınında duran Ejderin Dişi'ni kavradı.

Kılıcı çektikten sonra sol kolunda derin bir yara açtı ve kılıcı hemen kınına geri soktu. Bu sırada ise yarasından kan boşalıyordu.

Onu izleyen kalabalık birden şok olmuştu. O yara ciddi sayılabilecek bir yaraydı ve doğru dürüst iyileştirilmezse Paul sol kolunu bir daha kullanamayabilirdi.

George bile korkmuştu.

Paul ise gülerek Kan Yenileme Hapı'nı aldı ve ağzına attı. Yarası anında iyileşmeye başlarken kalabalık hayretle izliyordu. Böyle bir iyileştirme hızı korkutucuydu.

Birkaç dakika sonra yara tamamen kapandığında Paul gülerek kalabalığa baktı.

"Sanırım artık yalan söylemediğimi anlamış oldunuz."

Birden kalabalıktan çığlıklar yükselmeye başladı.

 

Kalabalık bağırmaya devam ederken Paul onları susturdu. Daha sonra ise ikinci çantadan sarı renkte bir iksir çıkardı. Paul'ün az önceki gösterisini izlemiş ve ona inanmış olan kalabalık ve özellikle avcılar heyecanla bekliyordu.

Bir süre elindeki iksiri sallayan ve etrafa gösteren Paul konuşmaya başladı.

"Bu iksir, Çelikkan İksiridir. İçen kişinin gücünü 20 dakikalığına iki katına katlar. 20 dakikanın sonunda yan etki olarak bitkin duruma düşersiniz. Bu iksirin herhangi bir benzeri şu anda şehrimizde bulunmuyor."

Onun sözlerini duyan kalabalık çılgınca bağırmaya başladı. Kan Yenileme Hapı ve Çelikkan İksiri, bunlar şu ana kadar duyulmamış ancak çok güçlü olan ilaçlardı.

Paul heyecanlı kalabalığı susturdu ve herkesin gözleri onu takip ederken son çantanın içinden ufak, yeşil renkli bir hap çıkardı.

Bu hapı kalabalığa gösterdi ve ardından konuşmaya başladı.

"Bu hap, son çalışmamdır. Adı Tavşanadım Hapı. Bu hap bir kişinin hızını 10 dakikalığına ikiye katlayabilir ve herhangi bir yan etkisi bile yok!"

Bunu duyan kalabalığın sesi neredeyse Paul'ün kulak zarlarını patlatıyordu. Hızlı yenilenme, anlık güç artışı ve hız artışı... Oldukça harika bir üçlü değil miydi bunlar?

Paul kalabalığa baktı ve gür bir sesle konuşmaya başladı.

"Bildiğiniz gibi şu anda şehrimizde olan en iyi iyileştirme hapı 2 gümüşten satılıyor."

Bunu duyan kalabalık birden susmuştu. Elbette ilaçlar güçlüydü ama peki ya ücreti? Elbette pahalı olacaktı.

Paul güldü.

"Ben bu üç ilacı tek bir set olarak toplayacak ve satacağım! Bu üç ilacın olduğu set, "Avcıların Rüyası" dükkanlarımızda 4 gümüşten satılacak!"

Bu fiyatı duyan kalabalık heyecandan çığlıklar atmaya başladı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44252 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr