209. Bölüm: Altın Güneşi Çalmak

avatar
924 11

İnatçı Yükselen - 209. Bölüm: Altın Güneşi Çalmak


Siyah alanda dört soy yerdeki bir alana bakıyorlardı. Hepsi kendi halinde olmasına rağmen gözlerini yerdeki bölgeden tek bir saniye çekmiyorlardı. Buna Göksel Tilki de dahildi, normalde umursamaz olan ve çoğunlukla uyuyan soy bile tek bir saniye gözlerini kırpmadan yerdeki bölgeye bakmaya devam etti.


Baktıkları alanda büyük bir görüntü alanı vardı. Görüntü siyah ortamdan tamamen farklı bir yeri gösteriyordu. Kırmızı saçlı, kırmızı gözlü bir gencin altın bir güneşi izlemesi ve ona yavaşça yaklaşmasını gösteriyordu. Çok garip bir sahneydi.


Soyların şu anda izlediği şey, Erthyo'nun anlık görüntüsüydü.


''6. Seviye Ateş, Karanlığı Aydınlatan Ateş. Güzel bir fırsat, eğer bunu kullanıp hap yaparsa en azından Ay Oluşumu seviyesinde bir hap yapabilir.'' Liss kendi fikrini belirtmek için konuştu. En azından yüzlerce yıl yaşamıştı, yaşı birkaç bin yıla dayanıyordu. Diğer soylar gibi milyonlarca yıl yaşamamıştı fakat bir sürü bilgi birikimi vardı. Bu sayede ateşi tanımış ve kendi fikrini sunmuştu.


''Evet fakat hâlâ çok düşük. Yapacağı hap Yarı- Ay Kırılımı seviyesinde bir hap, ayrıca %80 başarı gerekiyor. Bunu yapmak o kadar kolay değil, birkaç şey daha bulabilirse belki başarabilir.'' Yeraltı Yılanı, Liss ile bir akranı gibi konuştu. Bu çok çarpıcı bir olaydı, kendi boyutundaki kişiler bunu duysa ağızları açık kalırdı. Ancak şu anda bu oluyordu.


''Diğer dağın madeninde Soğuk Ay Kaynak Demiri var. Eğer onu alabilirse belki de 5. seviyeye kadar çıkarabilir. Ancak hâlâ çok uzak.'' Göksel Tilki fikrini belirtirken görüntüyü izlemeye devam etti. Sadece dışarıdan, uzak bir yerden baksa bile dünyadaki her yeri biliyormuş gibi konuştu.


''İzleyerek göre-'' Antik Hükümdar tam konuşmaya başladığında inanılmaz bir şey yaşandı. O bile bunu neden yaptığını anlamamıştı.


''O... Güneşi neden aldı?'' Göksel Tilki şaşkınlıkla konuştu. O da bir o kadar şaşırmıştı.


Tüm gözler yerdeki görüntüye döndü. Erthyo kuyruklarını anlık olarak metrelerce uzatmıştı, arından kuyruklarını güneşe sararak kendine çekmişti. Kuyrukları güneşe temas ettiği anda yanmış olmasına rağmen Erthyo hızlı tepki vermiş ve güneşi, mızrağın içine yollamıştı.


''Ne yapıyor? Ne düşünüyor?'' Yeraltı Yılanını gözleri gizemli bir ışıkla parladı. Erthyo'nun ne düşündüğünü bilmek istiyordu.


''Bilemiyorum.'' Evrenin sırlarını bilen ve herkesin üstünde bulunan Antik Hükümdar ve Göksel Tilki bile bunu bilmiyordu. Gözlerinde gizemli bir ışıkla olanları izlemeye başladılar.


Eğer Erthyo ateşi istiyorsa sadece mızrağıyla güneşi delebilir ve çekirdeğindeki altıncı seviye alevi alıp gidebilirdi. Bu işleri daha kolay hallederdi, ayrıca özel bir yöntemle güneşi bir fırın olarak kullanabilirdi. Ancak onda böyle bir yöntem yoktu ve olsa bile bu yöntemi öğrenmek uzun sürecekti. Bu yüzden güneşin dış kabuğu Erthyo için tamamen önemsizdi.



Ancak anlayamadıkları şey Erthyo'nun tereddüt etmeden güneşi almış olmasıydı. Güneşin tamamını yanına aldı.


***


Erthyo güneşe dikkatlice baktı. Güneşin altıncı seviye bir alevden oluştuğunu görünce kafasındaki planda daha emin olmaya başladı.


''Çok hızlı olmalıyım. Qian.'' Erthyo mızrak kalbini devreye soktu. Mızrak niyetini daha da güçlendirdi, mızrak niyetinin erimesi daha da yavaşladı. Aynı zamanda suratına atılan ısının derecesi biraz azaldı.


''Evet, kocacım?'' Qian'ın sesi mızrak geldi ancak mızraktan çıkmadı. Şu anda olduğu yerde eğer ortaya çıkarsa bir anda saldırıya uğrarlardı, ayrıca bölgenin efendisi tarafından ele geçirilirlerdi.


''Mızrağın içindeki dünyada boş bir arazi var mı? Hiç kimse tarafından kullanılmayan, çorak bir arazi.'' Erthyo gizemli ses tonuyla konuşurken güneşe adım adım yaklaşmaya başladı. Her adımında suratına vuran ısı daha da arttı, mızrak niyeti yavaşça buharlaşmaya ve aşınmaya başladı.


Erthyo'nun omuzlarına bir anda büyük bir ağırlık bindi. Sanki birkaç tonluk bir taş biri tarafından omzuna konulmuş gibiydi. Erthyo biraz inceledikten sonra ortamdaki yerçekiminin arttığını gördü.


'' Evet var. Terkedilmiş devasa bir arsa var, zamanında iki ustanın savaşında kullanılmıştı. Ortam tamamen boş, tek bir ot tanesi bile yok. Canlılar bile oraya yaklaşmıyor. Neden sordun?'' Qian bir süre sessiz kaldıktan sonra cevap verdi.


''Çıkış koordinatlarını oraya ayarla. Büyük bir şey yapacağız.'' Erthyo emin adımlarla ilerlerken cevapladı.


Qian'ın kafası karışsa da anında işe koyuldu. Çıkış koordinatlarını bölgeye ayarlamak için mızrağı kontrol etmeye başladı.


Erthyo adım adım güneş yaklaştı. Her adımında sırtındaki ağırlık arttı fakat o sanki bu ağırlık hiç yokmuş gibi ilerlemeye devam etti. Aslında bu doğruydu, şu anki ağırlığı zar zor hissediyordu. Beden gücüyle bu tür bir ağırlık ona pek bir şey ifade etmiyordu.


Güneşe 40 adım yaklaştığında, neredeyse 40 ton taşıyordu. Sonunda hızında bir yavaşlama oldu, adımları daha yavaştı, yere her bastığında yerde ayak izi ortaya çıkıyordu.


Bundan sonraki her adımda sırtındaki ağırlık giderek arttı. Ayrıca küçük bir itiş kuvveti hissetti, ancak geriye doğru değildi. Bedeni güneşin etrafında belirli bir yörüngede dönme isteği duyuyordu.


Erthyo bu garip fenomeni fark etse bile ilerlemeye devam etti. Ancak kendini yörüngeye bırakmadı, yörüngeye karşı çıktı ve ilerlemeye devam etti. Eğer kendini yörüngeye bırakırsa bir daha çıkamayabilirdi.


Bu aynı zamanda irade ve beden gücü sınavıydı.


Pat!


Bir adım daha attığında mızrak niyeti kalkanı şiddetle titredi, buharlar engellenemez bir şekilde çıktı ve aşınma hızı arttı. Sanki özel bir bölgeye girmiş gibi altıncı seviye ateş Erthyo'yu yok etmeye başlamıştı.


Isı artık dışarıda tutulamıyordu. Mızrak niyeti kalkanının içine işledi ve cübbesinin uçlarını yakmaya başladı.


Erthyo mızrağını sırtıyla dik tuttu, aynı zamanda mızrak kalbinin bir parçasını içerisine bıraktı. Mızrak Kalbini titreştirdi. Kalpten çıkan mızrak niyeti mızraktaki kalple çarpıştığında kalkanın aşınmış kısımları düzeldi.


Bu hareketteki özel kısım mızrak kalbinde yatıyordu. Kalp her mızrak niyetini aldığında onu eski gücüne getiriyor ve geri gönderiyordu. Ne kadar küçük olursa olsun anında büyük bir hale dönüyordu. Bu da az miktarla çok güç ortaya çıkarmasına sebep oluyordu. Tabii ki bu kusurlu mızrak kalbi yüzünden tam bir hareket değildi, ayrıca Erthyo buna çok hâkim olmadığı için savaşlarda kullanamazdı.


Erthyo ilerlemeye devam ederken sonunda güneşin kenarına geldi. Güneş yakından daha parlak görünüyordu, ona bakmak bile gözlerini acıtıyordu. Gözlerinin kenarından hafif bir kan şeridi aktı fakat bunu umursamadı.


''Hazırlan Qian. Hızlı olmalıyız.'' Erthyo'nun arkasından 6 kuyruk çıktı. Bu kuyruklar sırasıyla, koyu kırmızı, beyaz-gri, mavi, yeşil, beyaz mavi ve son olarak buz mavisi.


Buz mavisi kuyruk, eski turuncu ateş kuyruğuydu. Ancak alevleri evrim geçirdikten sonra kuyrukta evrim geçirmiş ve buz mavisine dönmüştü.


Kuyruklar normal boyutundan, 1 metreden, birkaç metreye kadar büyüdü. Erthyo kuyruklarını kontrol etti ve tüm güneşi sardı.


Bam!


Tek çekişle küçük güneş yere çarptı. Büyük bir yarık yerde belirdi, küçük örümcek ağları gibi çatlaklar etrafa yayıldı. Çatlaklardan, lavlar ve erimiş kayalar ortaya çıktı.


Tssss!!


Kuyruklar güneşe değdiği anda yanmaya başladı. Yanık et ve tüy kokusu ortama dağıldı.


Erthyo bunu umursamadı. Güneşi çekmek için tüm beden gücünü kuyruklarına yönlendirdi ve onu çekti. Güneş yerde derin yanık izi bırakarak ilerlemeye başladı. Aynı anda YokEdilemez Bedeni ve Yeraltı Dünyası Yılanı kan soyunu çalıştırdı.


Beyaz yılan derisi bedeninde ortaya çıktı. Erthyo'nun tüm kolları yılan derisiyle kaplandı, narin ve zararsız gibi gözüküyor olabilirdi fakat yeterli güç sağlandığında Ejderha pullarını solda sıfır bırakır evren metaliyle kafa kafaya çarpışırdı. Hatta daha fazlası.


Tabii ki bu Erthyo için şu anda imkânsız bir şeydi.


Şu anki pullar sadece onun kollarını koruyabilecek kadar güçlüydü. Kollarının tamamen erimesini önlemek için kullanıyordu.


Erthyo ellerini bir pençe haline getirdi ve ateş güneşe sapladı. Kol kasları şişti, damarları kollarında yüzen yılanlar gibi gözüktü. Bacaklarından ve kuyruklarından destek alarak güneşi kaldırdı. Güneş yerden kalktığında Erthyo'nun kemiklerinden garip sesler çıkmaya başladı. Eklem yerlerinden çatlamalar geldi, ne kadar ağır olduğunu belirtiyor gibiydi.


''Aç!'' Erthyo kükrediğinde mızrak sırtında hizalanmayı bıraktı ve kenara çekildi. Büyük bir ışık parıltısı mızraktan çıkarak, uzaysal bir portala dönüştü.


Erthyo güneşi kaldırdı ve sola doğru sallayarak ivmesiyle portalın içine fırlattı.


BOOOOOOOOOOOOMMMMMMM!!!!


Erthyo derin bir patlama duydu, patlama göğü sarsacak kadar büyüktü. Dünyanın döndüğünü zannetti ve görüşünü düzeltmek için kafasını derin bir şekilde salladı.


Portal kapandığında tereddüt etmedi. Mızrağı aldı ve dağdan aşağı inmek için sıçradı. Uzaktan gelen büyük ve baskıcı bir öldürme niyeti hissedebiliyordu.



''Güneş- Bulut Kahramanı olmalı. Güneşe dokunduğum an haberi almış olmalı.'' Erthyo dağın dönümünden aşağı inmedi. Sıçradı ve bir aşağıdaki rüzgarlı bölgeye kendini bıraktı.


Pat! Crack!


Ayağı yere değdiğinde büyük bir çukur oluştu. Yere değdiği anda tekrar sıçradı ve aşağı atladı. Büyük, yüzlerce yıllık ağaçların arasına dalış yaptı ve inişini yumuşattı. Düşerken daldan destek alarak ruh canavarlarının arasına indi.


Roar!



Ani patlama ve bir insanın inişi oradaki canlıları ürkütmüştü. Ancak çok hızlı kendilerini toparladılar ve savunma pozisyonuna geçtiler. Ancak Erthyo'nun onlarla savaşma isteği yoktu. Yere değdiğinde dengesini sağlamak için bir saniye harcadı. Ardından ileri sıçradı ve tüm hızıyla koşmaya başladı.


''Nereye gidiyorsun?'' Güzel fakat buz gibi bir ses arkasından geldi. Ses dalgaları kemik donduran soğukluk taşısa da aynı zamanda eritici bir sıcaklıkta taşıyordu.


Sırtındaki tüm tüyler dikeldi. Arkasından gelen tehlike sadece ses olsa bile çok büyüktü. Tehlike çanları çalıyor ve altıncı hissi çığlık atıyordu.


Ancak neyse ki Güneş-Bulut Kahramanı hâlâ dağın arkasındaydı. Ses dalgalarıyla saldırmak dışında pek bir şey yapamazdı. Bu da Erthyo'nun fırsatıydı.


Erthyo ormanın içine girdi ve bir süre yürüdü. Sonunda ölü bedenlerin, kan ve kırık silahların olduğu bir yere geldi. Burası dağa girmeden önce etraftı kontrol ederken gördüğü bir mekândı. Dağa izinsiz giren kişiler öldürülüp buraya atılmış ve orman yerlileri tarafından yenmişlerdi.


Hiç düşünmeden mızrağı yere attı ve içine girdi. Ardından mızrağı etrafında gördüğü diğer mızrakların şekline çevirdi. Sıradan demir ve sert odundan yapılma eski ve yıpranmış  bir mızrağa dönüştürdü. Ayrıca mızrağı neredeyse ikiye bölünmüş gibi göstermek için hafif kırık bir görüntü sağladı.


Vhoşşş!!


İşi bittiği anda ortamda bir kadın belirdi. Sırtında 4 kanat vardı. Beyaz, pamuk teninde tek bir leke yoktu. İpek benzeri kaşları, siyah kömür gibi parlayan gözleriyle güzel bir birliktelik oluşturmuştu. Beyaz cübbesi ve beyaz kemeriyle, tablolardaki meleklere benzemişti.


Kadında tek bir kusur yoktu, eğer bir kusur belirtmek gerekirse alnındaki üç kırmızı benek olurdu.


Kadın ortama geldiği anda ruhunu yaydı ve etrafı taramaya başladı. Güçlü ruhu etrafı tararken kendisi durmadı. Birkaç avuç içi darbesiyle yerde büyük kraterler oluşturdu ve yer altını aradı.


Bir süre aramanın sonunda son bir hava akımıyla 50 metre mesafedeki tüm ormanı temizledi ve dikkatlice inceledi. Ancak hiçbir şey bulamayınca geri döndü.


''Nasıl kaçtı? Kaçamaması gerekiyordu.'' Erthyo Ateşten güneşe dokunduğu anda savaşı bırakmıştı. Anında buraya geri gelmiş ve zaman kaybetmemişti. Hızıyla Erthyo'yu yakalaması gerekiyordu ancak başarılı olamamış ve elinden kaçırmıştı.


Onun gücüyle bunu olmaması gerekiyordu.


''Güneş- Bulut ne oldu? Atılımımdan sonraki gücümden korktuğun için böyle kaçtığını görmek, hahaha. O zaman bunu benim kazandığımı sayıyorum.'' Kadının arkasından güçlü bir ses geldi.


Arkasında kırmızı gözlü, iri yarı bir adam vardı. Kasları İyi gelişmişti, kolları bir kova kadar kalındı, bacakları kollarından biraz daha kalındı ve her yere bastığında derin iz bırakıyordu. Sırtında bir o kadar büyük bir ağır kılıç vardı, siyah bir metalden yapılmış bu kılıç ağır bir kan kokusu, vahşet ve soğuk bir aura yayıyordu.


Adamın sesi ortamı süpürdüğünde, ortamda kalan tüm cesetler çürüdü, yer tamamen verimsiz toprağa dönüştü. Değersiz malzemelerden yapılmış ve kırılmış silahlar eriyerek sıvılara dönüşmüştü.


''Hıh, İzinsiz bir misafir dağıma girdiği için acilen gelmem gerekti. Geri dönüp tekrar savaşalım.'' Kadın gururlu bir kuğu gibi yenilgiyi kabul etmeyi reddetti. Bir anda alandan yok oldu.


Adam güçlü bir şekilde güldü ve onu takip etti. Onun acısından zevk aldığı belliydi.


Ancak ikisi de tüm silah ve bedenler erirken sağlam kalan yarı kırık bir mızrağı gözden kaçırmıştı.


Mızrak eski haline döndü ve parlak bir ışıkla bir portal belirdi. Erthyo mızrağın içinden çıkarak, mızrağı eline aldı. Ciddi gözlerle giden ikilinin arkasından baktı. Aynı zamanda bir aciliyet ve kriz duygusu tüm bedenini sardı.


''Çok güçlüler. Onlarla savaşmak hapı yapsam ve kullansam bile zor. Ne yapmalıyım?'' Erthyo düşünürken ilerlemeye devam etti. Şu anki hedefi diğer dağ idi, yani ''Dağ Kılıcı Kızıl Ay Kahramanı'' nın dağıydı.


Erthyo dağ yoluna geldiğinde onu karşılayan ilk şey derin bir kan kokusu oldu. Onun gibi kana alışkın biri bile burnunu kapatmaktan kendini alamadı. Burada kaç kişinin veya canlının öldüğünü bilmek bile istemiyordu.


Anlık bir durgunluk yaşasa da durmadı ve ilerledi. Aynı zamanda altıncı hissine odaklanarak gardını kaldırdı.


Kafasını yukarıdaki kanlı aya ve diğer 15 tepeye çevirdi. Gizemli bir ışık gözlerinde parladı ve dağ yolunda ilerlemeye başladı.


Ortama girdiği anda derin bir soğuk onu kaplamıştı. Sapkın element içeren bu soğuk ruha işliyordu adeta. Erthyo bunu görmezden gelmek için elinden geleni yaptı ve ilerledi.


Ortamda ilerlerken etraftaki kırmızı ton giderek derinleşti, koyu kırmızının tonları dağa yaklaştıkça arttı.


Giii!!


Bir sesle beraber kafasını sesin geldiği yere çevirdi. Küçük tepeyi hızlıca geçti ve bedenini saklayarak sesin geldiği yere baktı.


''Vay...'' Başka kelime söyleyemedi. Önündeki kırmızı sapkın canlı denizini görünce başka kelime söyleyemezdi zaten.


Yüzlerce, belki de birkaç bin sapkın canlı tüm yolu kapatmıştı. O kadar sıkışıktı ki ilerlerken birbirlerine çarpmak zorunda kalıyorlardı. Yere düşen herhangi biri acımasızca eziliyor ve kan ve et püresine dönüyordu.


''Yüzlerce 5. saflık, birkaç yüz 4. saflık, birkaç 3. saflık ve bir tane 2. saflıkta sapkın canlı var.'' Erthyo kafasını dağa çıkan yola ve dağa çevirdi.


Dağın eteklerinde ve orta kısımlarında birkaç 4. sınıf sapkın canlı dolaşıyor ve devriye geziyordu. Dağın tam orta kısmında 2, 3. saflıkta sapkın canlı vardı. Dağın zirvesinin tam altında ise 2. seviye saflıktaki sapkın canlı duruyordu. Gözleri kapalı olsa, eğitim yapıyor olsa da Erthyo onun her saniye tetikte kaldığını söyleyebilirdi.


''Şimdi bunu nasıl halledebilirim.'' Erthyo birkaç orman tilkisinin yanlışlıkla buraya girdiğini görmüştü. Ancak yanlışlıkla olsa bile sonu kanlı bitmiş ve parçalara ayrılmıştı bu da manalı ya da manasız bu canlıların her kese saldırdığını gösterirdi. Geçmek için özel bir yöntem kullanması gerekiyordu.


Ama ne?


Öyle bir özel yöntemi var mıydı ki?


Erthyo elindeki kozları bir süre düşündükten sonra cevabı buldu.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr