208. Bölüm: Güneş- Bulut Kahraman Dağı

avatar
942 11

İnatçı Yükselen - 208. Bölüm: Güneş- Bulut Kahraman Dağı


Erthyo'nun 5 gün kadar zamanı vardı. Bunun 4 gününü elindeki bitkileri incelemek için kullanacaktı.


Hap yapımının önemli unsurlarından biri, hap yapımında kullanılacak malzemeleri incelemekti. Bu özellikle tepkimeleri, ısı kontrolünü ve bunun gibi ince detayları anlamasına yardımcı olacaktı. Fakat sadece bitkileri incelemeliydi, Canavar Özleri, Element Kristalleri vb gibi şeyler işlevleri belli malzemelerdi incelemeye pek gerek yoktu.


''Metal Kas Bitkisi!'' Erthyo elini Qian'a doğru uzattı. Qian depolama yüzüklerini inceledi ve içlerinden bir tanesinden bir bitki çıkardı.


Metal Kas Bitkisi bir sürü renk içeriyordu. Bakırın turuncusu, altının sarısı, demirin griliği, elmasın kristalliği ve maviliği... Bir sürü renk içeriyordu ve bu renkler birbirine karışmıştı. Ancak tüm renkler gözü rahatsız etmeden görünebilirdi. Her bir renk, bir kasmış gibi birbirine karışmış ve ayrılmıştı.


Yumruk büyüklüğünde bitki tam ortasında kristal bir top içeriyordu. Kristal top ağaç halkalarına sahipti ve tam 100 halka vardı.


''10.000 Yıllık, güzel.'' Erthyo sınıra kadar yaşlanmış Metal kas bitkisini incelemeye başladı. Renkleri bazen kaldırarak altına baktı, biraz yerlerini değiştirdi, kristalin yaş halkalarında elini gezdirdi... Sonunda 12 saat harcadı ve tüm detaylarını ezberledi.


''Damar Rafine Alev Otu.'' Qian sözleri duyduğunda yeni bitkiyi çıkardı. Bu bitki soluk renkli alevlerle kaplıydı, alev kendini rafine ederek özünü ortaya çıkarmak istiyormuş gibi kaotikti. Parmak uzunluğundaki sapı fırın görevi görmek için alevlerin etrafına sarılmıştı.


Erthyo bitkiyi aldı ve incelemek için 8 saat harcadı. İyice özümsediğini düşündüğünde kafasını salladı ve bitkiyi geri verdi.


''Altın Kemik İliği Otu...''


''Beden Sertleştiren Ağaç...''


''Meridyen Tavlayan Dağ Kökü...''


''Altı Organ Sertleşme Meyvesi...''


Erthyo dört gün boyunca tam 38 bitki inceledi. Meteorun derinliklerinden aldığı yarım çiçek vardı.


Çiçek bir insanın boyutu kadardı, mor meteor benzeri mor yaprakları ve etrafa göklerden gelen bir çiçekmiş gibi bir koku yayıyordu. Bitki ikiye ayrıldıktan sonra tek dalı kalmıştı, bu daldan çıkmış 2 yaprak sıvıyı sarmıştı. Erthyo bitkiyi böldükten sonra içindeki sıvı dışarı çıkmıştı, iki yaprak tam bir küre haline gelerek içindeki sıvıyı kapatmıştı.


Göğü Tutan Bitki olarak bilinen bu bitki sadece özel yerlerde yetişebilirdi. Bitki her 10 yılda bir boyutu küçülecek ve manasını saflaştıracaktı. Erthyo'nun elindeki bitki tam 1.70 metre boyundaydı.


Bu da 1700 yıllık bir bitki olduğunu gösteriyordu.


Erthyo kalan zamanını bu bitkiyi incelemeye harcadı. 9 saatin sonunda rahat bir nefes verdi ve gözlerini kapatarak zihnini rahatlattı.


''Hap Ustası olarak temelim demirler kadar sağlam, artık düzgün bir temelde ilerleyebilirim.'' Erthyo hangi işe başlarsa başlasın özellikle temeline dikkat ederdi, temel sağlam olduğu sürece istediği herhangi bir tekniği çalışmasında sorun olmadığı kanısındaydı.


''Sanırım tam bir veya iki günüm kaldı. Artık işe başlamam gerekiyor.'' Erthyo iki dağa tekrardan baktı. Gözlerinde tereddüt parıltısı vardı, iki dağın sahibi hâlâ üstünde duruyordu. Eğer orada kalmaya devam ederlerse Erthyo içeri girdiğinde kesinlikle fark edeceklerdi. Ve bu olduğunda Erthyo'nun yaşama şansı yoktu, kesinlikle ölecekti.


''Hahahaha!! Sonunda! Sonunda başardım. Sonsuz Gökyüzünde atılım yaptım, aynı zamanda Dağ Kılıcıyla birleştirebildim. Güneş! Gel buraya, bugün seninle skorları eşitleyeceğim.'' Erthyo düşüncelere dalmışken bir kükreme duydu, kükreme kulaklarına ulaştığında deliklerinden kan gelmeye başladı. Ancak ses çıkarmamak için dişlerini sıktı.


Dağ kadar sağlam ve haşmetli ses kaybolduğunda huzurlu bir ses geldi. Ses uzak ve ulaşılmazdı, aynı zamanda bir güneş kadar kavurucuydu.


''Demek atılım yaptıktan sonra bana saldıracak kadar cüretkârsın. Geçen seferki gibi dayak yemek istiyorsun gibi. Bu sefer elimden o kadar kolay kurtulmana izin vermeyeceğim.'' Ses yayıldığında ortamdaki huşu uyandıran ivme anında yok oldu, aynı anda kavurucu bir sıcak ortamı kapladı.


''İyi değil.'' Erthyo sıçardı ve Qian'ı kucakladı. Üstüne gelen kavurucu sıcağa sırtıyla karşılık verdi.


Pat!


Fşşşş!!


Bzzzz!!


Sırtına çarpan şok dalgası büyük bir yara bıraktı, yaradan kan çıkmasın rağmen anında buharlaştı. Erthyo'nun cübbesi anında yok oldu, sırtındaki et ve deri kavrulmaya başladı. Büyük bir acı çekmesine rağmen Erthyo tek bir ses çıkarmadı. Sadece soğuk, öldürücü niyetli gözlerle önüne baktı, gözleri dipsiz 10.000 yıllık bir buz nehri kadar soğuktu.


İçindeki öldürme niyetini engelleyen mühür titredi, birkaç saniye sonra sakinleşmesine rağmen 5-6 şiddetinde bir deprem gibi titredi ancak fazla uzun sürmeden durdu.


Erthyo derin bir nefes verdi ve Qian'a baktı.


''İyi misin?''


''Ben iyiyim. Al bunu giy.'' Qian dişlerini sıktı. Kafasını dağıtmak için başka bir cübbe aldı, eğer bunu yapmasaydı gözleri şok dalgalarının geldiği iki dağa kayacaktı ve yaydığı öldürme niyeti yüzünden yerleri belli olabilirdi.


Erthyo yeni giysiyi giydi ve iki dağa baktı. Öncekinin aksine dağlardaki huşu uyandıran hisler gitmişti, içi boş boyanmış bir kap gibi gözüküyordu.


''Savaşmaya gitmiş olmalılar. Hadi gel.'' Erthyo mızrağı eline aldı ve Güneş- Bulut Kahramanının dağına doğru koşmaya başladı.


İkili hızlıca dağa vardılar. Dağ yaklaştıkça daha güzel görünüyordu. Tablolardan fırlamışçasına bir görüntüye sahipti. Küçük çiçek denizleri etrafta güzel ve hoş kokular salıyordu, ruh canavarları aralarında gezerek bu tabloyu eğlenceli hale getiriyordu. Dağın kenarındaki küçük şelale ve göl tablodaki son ve en çarpıcı dokunuş gibiydi.


Erthyo ruh canavarlarına dikkatlice baktı. Qian'a bir bakış attı ve mızrağa girmesini işaret etti. Qian kafasını salladı ve karşı çıkmadan mızrağa gitti.


Erthyo derin bir nefes alarak ileri adım attı.


Pat!


Erthyo adımını attı. Nefesini tuttu. Fark edileceği ihtimalini göze alarak ayağının birini geride tuttu, böylelikle üstüne herhangi bir canlı atlarsa alandan çıkıp güvenli bir mesafeye koşmak için ilk hamleyi yapabilirdi.


Ancak hiçbir canlı ona dönmedi. Bazıları ona bir bakış attı fakat ruh enerjisi, mana enerjisi ya da herhangi bir tehdit havası yaymadığı için kimse onu bir tehdit olarak görmedi.


Erthyo tuttuğu nefesi sonunda bıraktı. Mızrağını arkasına sakladı ve ruh canavarlarına göstermeden ilerlemeye başladı.


Grrrrr!!!


Erthyo belirli bir mesafe kat ettiğinde solundan hırlama duydu. Kafasını çevirdiğinde gri kürklü büyük bir kurdun kendine yaklaştığını gördü, gözlerinde öldürme niyeti ve yaydığı baskıcı hava niyeti belli etmek için yeterliydi.


Kafasını baktığın yöne çevirdiğinde mızrağın parlak ucunu gördüğün fark etti. Çok küçükte olsa görülebiliyordu ve hafif tehdit havası yayıyordu.


Neyse ki tek gören canlı oydu, yoksa başı belaya girebilirdi.


''Ne yapmalıyım? Onu öldürmeli miyim? Hayır! Onu öldürürsem sahibine bilgi gidecek. Başka bir şey yapmalıyım.'' Erthyo hızlıca bir plan düşündü.


Grrr!!


Kurt ona giderek yaklaştı, yaydığı ses ve düşmancıl hava başka canlılarında dikkatini çekmeye ve Erthyo'ya bakmalarına neden oldu.


Erthyo derin nefes aldı ve mızrağın şeklini değiştirdi. Küçük, yarım metrelik bir çubuk haline getirdi. Elini kaldırdı ve çubuğu havaya kaldırdı. Çubuk göründüğünde kurdun tetikliliği zirveye çıktı, hafif bir ruhsal enerji bile yaymaya başladı. Eğer böyle devam ederse diğer canlıları etkileyecek ve Erthyo'ya saldırtacaktı. Bu olduğunda kaçmaktan başka bir şey yapamazdı, düşmanın arazisinde dezavantajlı bir konumdaydı. Kaçmak en iyi çözümdü, tabii ki bunu yaptıktan sonra bu dağın sahibi daha da tetik hale gelecek ve Erthyo'nun işi çok zorlaşacaktı.


Bunun olmasını engellemeliydi.


''Atıyorum. Bak.'' Erthyo küçük çubuğa dönüşmüş mızrağı gideceği yöne doğru fırlattı. Arından ellerini kaldırdı.


Kurt hırlasa da bir şey yapmadı, herhangi bir patlama ya da ölüm olmadığını görünce kafası karıştı ve çubuğa bakmak için kafasını çevirdi.


Çubuk ileride, dağa giden yola saplanmıştı. Sıradan demir bir çubuk gibi orada duruyordu, mana enerjisi, ruhsal enerji veya herhangi bir şey yaymadan orada durdu. Bu hali kurdun sonunda onun sadece normal bir çubuk olduğuna ikna olmasına sebep oldu.


Kafasını geri çevirdiğinde karşısındaki insan çoktan yok olmuştu. Kafası iyice karışırken etrafı dikkatlice inceledi ancak onu hiçbir yerde bulamadı. Kafası iyice karışmıştı ancak oradan ayrıldı ve başka bir yere gitti. Çubuğa başka bir bakış atmadı.


Vhoşşş


Kurt gittiğinde sade, demir çubuk parladı, iki metre uzunluğunda, bilinmeyen metallerden yapılmış bir mızrak haline geri döndü. Arından küçük bir parlaklık yaydı ve içinden Erthyo çıktı.


''Bu yakındı.'' Gerçekten yakındı, tetikte olmak için mızrağını yanında bulundurmuştu ancak bunun sonunu getireceğini düşünmemişti. Kendisine iyi bir deneyim olmuştu.


Neyse ki hızlıca düşünmüş ve çözüm bulmuştu.


''Mızrak bana tam 200 metre yakın olduğu sürece içine girebilirim. Bunu ileride bir koz olarak kullanacağım.'' Erthyo daha dikkatli hale geldi ve ilerlemeye başladı.


Bundan sonra yol o kadar tehlikeli değildi. Birkaç devriye gezen ruh canavarı dışında hiçbir şey yoktu. Erthyo kurda uyguladığı taktiğin aynısını onlara da uygulayarak, onları atlattı ve ilerlemeye devam etti.


Vhoşş


Erthyo ilerlemeye devam ederken bir anda ölüm hissi tüm tüylerini kaldırdı, sırtında soğuk bir ürpertiyle hiç düşünmeden ileri yuvarlandı.


Shing! Bam!


Vhoşşş


Erthyo arkasındaki patlamaya tepki veremeden ölüm hissi tekrar zihninde belirdi. Arkasına bakmadan mızrağını tuttu ve sapladı.


Bam!


Mızrağı tutan kolu tamamen uyuşmuştu, ağzından kan damlarken yolun kenarına doğru bedeni serbest bir şekilde uçtu.


Erthyo mızrağını yere sapladı, havada uçan bedeninin hızını yavaşlattı. Ardından ayaklarını yere koydu ve kendini arkaya doğru fırlattı. Sırtı duvara değdiğinde durmadı, yeri tekmeledi ve sola uçtu.


Güvenli bir bölgeye geldiğinde arkasındaki saldırgana bakmak için döndü.


Boşluk!


Ortada sadece boşluk vardı, sert esen rüzgâr dışında saldırgandan herhangi bir belirti yoktu. Erthyo ortamı ve az önce bulunduğu bölgeye baktığında ne olduğunu buldu.


''Rüzgâr mıydı?'' Dağa uzaktan baktığında dağı sürekli tıraş eden sert rüzgarlar vardı. Dağı bir kılıçla keser gibi keserek dağı yontuyor ve daha düz ve pürüzsüz hale getiriyorlardı.


Erthyo uzaktan baktığı için dağın hangi bölümünde olduğunu anlamak zordu. Ancak artık kılıç rüzgarlarının olduğu bölgede olduğunu biliyordu.


''Ne kadar korkunç bir güç.'' İç çekmekten kendini alamadı. Aldığı saldırı asıl düşmandan bile değildi fakat içsel yara almıştı. Gerçek savaşta neler olacaktı kim bilir?


Ancak umutsuzluğa düşmedi, yapması gereken işler vardı. Savaşı işi bittikten sonra düşünecekti.


Bedenini yere eğdi, elleriyle yeri avuçladı ve ileri atıldı. Hızlı olmalıydı, savaşı ne zaman bitireceklerini bilmiyordu.


Tehlike!


Tüyleri kalktığında tereddüt etmeden ileri sıçradı. Arkasından gelen patlama sesini duyamadan tekrar ölüm tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Ayağıyla yeri tekmeledi ve kendini havaya bıraktı. Az önce durduğu bölge tofu gibi kesilmiş, geriye pürüzsüz bir dağ yolu kalmıştı.


Erthyo yere varmadan altıncı hissi davul çalmaya başladı. Gittiği yolda öleceğini Erthyo'ya bildiriyordu.


Erthyo mızrağını tuttu ve dağın kenarına geçirdi. Aşağı inen bedeninin ivmesini kullandı ve kendini ileri atmak için mızrağı bir dal gibi kullandı. Havada giderken mızrağı delikten çıkardı ve yanına aldı.


Yere indiğinde durmak için zamanı yoktu, takla attı, iki elini yere geçirdi ve bedenini itti.


Pat!


Arkasındaki patlamadan kaçıp yere indiğinde daha nefes almamıştı. Ancak tüyleri dikilmişti, nefes aralığında olduğu için tekrar hareket edemezdi.


''Lanet olsun bunu kontrol eden biri mi var?'' Saldırılar çok dikkatli ve tam zamanında yapılıyordu. Biri kontrol etmiyorsa böyle saldırılar yapmak imkânsızdı. Ancak arkasında öldürme niyeti hissetmediği için birisinin kontrol etmediği biliyordu.


Erthyo mızrağını tuttu ve gelen saldırıyı karşılamak için defalarca sapladı, saplamalar tek haline geldi ve kılıç rüzgarıyla karşılaştı.


Pat!


Kolu yerinden çıktı, kan ağzından kontrolsüzce akarken bedeni ipi kopmuş bir uçurtma gibi uçmaya başladı. Erthyo zihnini sertleştirdi, kolunu havada yerine taktı ve bedenini zorlukla çevirerek yere düzgün bir iniş yaptı.


Ağır yaralansa bile dayanabilirdi, yeni saldırıyı beklemek için tetikte kaldı. Ancak yeni bir saldırı olmadı. Bir süre daha bekledikten sonra güvenli bir bölgede olduğunu anladığı için kendini yere bırakma isteği duydu.


Ancak bırakmadı, eğer şu anda bırakırsa geri kalkma gücü bulamayabilirdi. İçinde kalmış tıbbi ilacın etkilerini harekete geçirerek bedenini iyileştirmek için kendine bir saat ayırdı. İçindeki tüm tıbbi etkiyi harcadığında yaralarının tamamı neredeyse iyileşmişti. Sırtındaki yanık eti ve parçalanmış yaralarda hiç var olmamış gibi yok olmuştu.


Erthyo ayağa kalktı ve ilerlemeye devam etti. Bir süre yürüdükten sonra kavşak benzeri bir yerden döndü ve tepeye sonunda vardı.


Tepe, bir dağa ait olmayacak kadar düz ve temizdi. Erthyo etrafta tek bir toz bile görmemişti, ortamda oturulabilecek ve yemek yenebilecek masa ve sandalyeler, ayrıca kendini kapatabileceği mağara vardı. Mağaranın içi çeşitli saldırılarla parçalanmış haldeydi, alevlerden dolayı erimiş, kılıç saldırılarından delinmiş, kesilmiş, çeşitli element etkileri mağaranın her yerinde görünüyordu.


Dağın tam ortasında altın bir güneş vardı. Sarı altından yapılmış gibiydi, yaydığı parlaklık Erthyo'nun çıplak gözle bakamayacağı kadar parlaktı. Üstünde neredeyse katılaşmış parlak, açık mavi bulutlar vardı, dağılmadan güneşin etrafında belirli bir yönde ve şekilde hareket ediyorlardı.


Alana adımını attığı anda yüksek bir ısı dalgası bedenine çarptı. Bunu bekleyen Erthyo mızrak niyetiyle tüm bedenini korudu.


Czzz!!


Isı dalgası mızrak niyeti kalkanına çarptığında küçük görünmez bir buhar bedeninden çıkarak havaya yükseldi, küçük bir yanık kokusu burnunu doldurdu. Aslında bu güneşin ısı dalgası mızrak niyetini yakmıştı.


Erthyo'nun ilgisi çekildi. Mızrak kalbini devreye soktu, mızrak niyetinden oluşmuş kalkanı güçlendirdi. Mızrağını sırtına paralel tuttu, mızrak şiddetlice titredi. Titreyen mızrakla beraber mızrak niyeti kalkanı daha da güçlendi. Daha sağlam hale geldi.


Yine de bu mızrak niyeti kalkanının erimesine ve buharlaşmasına engel olamadı. Sadece daha yavaşlamasına sebep oldu. Ancak bu Erthyo'ya yeterdi.


Adım adım güneşe doğru yaklaşırken gözleri garip bir ışıkla parladı. Mızrak niyeti bedenini ısıdan korusa da bu güneşten gelen ısıyı engelleyemiyordu. Erthyo'nun suratı yüksek ısıdan kızarmıştı ancak bunu önemsemedi.


Çünkü bunu yapabilecek tek bir alev olduğunu biliyordu. Bu evrende mızrak niyetini eritebilecek ve mızrak niyetinin içinden ısısını hissettirebilecek tek bir alev vardı.


Tek demek yanlış olurdu, belirli bir seviyedeki alevler bu etkiyi yaratabilirdi.


Bir 6. Seviye Alev! Sadece 6. seviye bir alev bu etkiyi yaratabilirdi ve şu anda Erthyo'nun karşısında böyle bir alev vardı. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr