Bölüm 100 - Avcılar (3)

avatar
771 3

Ejdertanrı Efsanesi - Bölüm 100 - Avcılar (3)


Satou yiğitçe çıkıp savaşmayı isterdi ama aptal değildi. Her ne kadar içgüdüleri ona savaşması konusunda ısrar etse de şu an mantıklı davranması gerekiyordu.


O sırada sırtında iki kılıç olan savaşçı kendi kendine mırıldandı.


“İlk kez böyle oluyor… Etrafta namevt olmadığına göre söylentiler gerçek mi?”


Diğer savaşçı cevap vermedi. İki kılıçlı savaşçı pek yanındakini umursamıyor, daha çok kendi kendine konuşuyordu.


“Yarım Ejderha… Düşüncesi bile büyüleyici. Onun kellesini almak çok eğlenceli olacak.”


Gözlerinin olması gereken yerdeki kızıl parıltılar daha da koyulaştı. O sırada da atlar onları bir binanın önüne götürdüler. Daha da ilerlemek, binayı dümdüz etmek isteseler de aceleyle durdular.


Camdan gözleyen Satou, Aurora Tekniğinin tam görünmezlik özelliğini kullanmanın tam zamanı olduğunu düşündü. Ruh Sarayında bolca çalışma fırsatı bulmuştu. Neredeyse hepsine hâkimdi.


Bu yüzden her şeyini hızla gizledi. Bu sırada adamlar içeri girdi. Burası da bir handı. Yol üstünde olduğundan burada çok han bulunduğu söylenebilirdi. Gezginlerden iyi para kazanıyorlardı.


Hancı gelenleri görünce irkildi. O sıradan bir hancıydı. Korkması kaçınılmazdı.


“Efendiler, sizi buraya ne getirdi? Nasıl yardımcı olabilirim?”


Korkudan tüm profesyonelliğini yitirdiği söylenebilirdi. Savaşçılardan birinin elinde aniden bir kâğıt belirdi. Kâğıdı açıp, içeriğini kontrol etti ve hancıya döndü.


“Buraya namevt temizliği için geldik. Aynı zamanda kertenkeleye benzer bir insansı arıyoruz. Hiç bu tariflere yakın birini gördün mü?”


Hancı hemen cevap vermedi. Gözlerinde tereddüt izi belirgindi. Satou da bunu görebiliyordu ve bu hancıya saygı duymasına neden oldu. Böyle güçlü insanlara karşı bile tereddüt edip, onu hemen satmamak cesurcaydı.


Tabii hemen sonra hancı onu daha da şaşırttı.


“Sayın savaşçılar, size yardımcı olmak isterdim ama söylediğiniz kişiyi hiç görmedim.”


Hancı içtenlikle özür dilerken Satou şaşkına dönmüştü.


‘İnsanlar çok garip.’


O sırada savaşçılardan biri iç geçirdi.


“Buradan bir şey çıkmayacağını biliyordum. Hadi gel. Gidelim Ralph.”


Ama Ralph ismindeki savaşçı herhangi bir gitme belirtisi göstermedi. Bunun yerine bakışlarıyla tüm hanı silip süpürmekteydi. Sanki canlı değil de bir çeşit makine gibiydi.


Satou bununla ilgili kötü bir önseziye kapıldı. Zaten saklanmak zorunda olduğundan rahatsız olmuştu. Her an kontrolsüzce saldırabilecek durumdaydı. Ejderha gururu ona izin vermiyordu.


Ejderhalar aynı zamanda savaşa karşı duydukları yoğun şehvetleriyle de bilindiğinden bu normaldi. Saklanmak veya kaçak dövüşlerden çok direkt ve heyecanlı savaşları severlerdi.


Ralph, gözleriyle etrafı tararken sonunda bir yerde durdu. Satou’ya bakıyordu!


Bakışlar kesişti. Zaman o an yavaşlamış gibiydi. Satou o kaskın altından delip geçen keskin bakışları net bir şekilde hissediyordu.


Bu bakışlar ona oldukça garip geldiğini söyleyebilirdi. Neredeyse hiçbir duygu yoktu. Nefret, öfke, şaşkınlık; heyecan bile yoktu! Olan tek şey donukluktu.


Satou ilk kez böyle bir şey görüyordu. Garip hissettirdi. Ralph onun olduğu yere uzunca bir süre bakmaya devam etti.


O anda yakalandığını hissetti ama yine de emin olmadan hareket etmedi.


“Ne oldu Ralph? Orada ne ilgini çekti?”


Ralph’ın baktığı yere baksa da bir şey hissetmediğinden şaşırdı. Orada bomboş bir koltuk vardı. Ne kadar dikkatli bakarsa baksın ilginç bir şey yoktu. Hiçbir şey hissetmiyordu. Çok garipti.


Ralph ise derince bir şekilde baktıktan sonra mırıldandı.


“Orada. Aradığımız.”


Sesi garip bir şekilde Satou’nun sesine benziyordu ama çok daha hırıltılıydı. Sanki konuşmasını engelleyen bir şey vardı.


Ralph’ın dediğini duyan savaşçı kılıçlarını çekti.


“Kendini göster iblis!”


Ama herhangi bir hareket olmadı. Savaşçı şüpheci bir şekilde Ralph’e baktı. O sırada Ralph titremeye başladı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanmaya başladı.


“Ev… Eve götür lütfen… Taşı bilmiyorum…”


Söylediklerinin anlaşılması güçtü ama Satou net bir şekilde duyabildi.


‘Ne taşı?’


Merak etse de cevabını öğrenemezdi. O sıradaysa onun bu halini gören savaşçı afalladı.


“Ne? Ne oluyor Ralph? Yoksa yine… Ah lanet olsun. Şimdi anlaşıldı.”


Aniden savaşçının elinde bir şırınga belirdi. İğnenin ucundan bir sıvı yere damladı ve anında tahtayı eritti.


Hancı onu görünce titredi. O şey her neyse oldukça tehlikeliydi.


Ralph ise titremeyi kesmemişti. Daha fazla sayıklıyor ve merhamet diliyordu. Savaşçı hemen Ralph’ı kolundan tuttu ve şırıngayı sapladı.


Hancıyı ve Satou’yu şaşkına uğratan bir şekilde sayıklamaları azalmaya başladı. Hatta titremesi yavaşlamışa benziyordu. Düzelmeye başladığını görünce savaşçı rahat bir nefes aldı.


Hemen önünde duran hancıya döndü.


“Burada olanı görmedin.”


Hancı hızla kafasını salladı.


“Güzel. Ben Avcı Mars. Eğer herhangi bir namevt saldırısı olursa veya o insansıdan bulursanız bu tılsımı parçalamanız yeterli.”


Hancıya bir tılsım fırlattı. Ardından Ralph’a döndü.


“Hadi gidelim Ralph. Burada bir şey yok.”


Ralph’ı da yanında sürükleyerek handan ayrıldılar. O sırada hem hancı hem de Satou aynı anda rahat bir nefes aldılar.


“Çok yakındı…”


“Kesinlikle.”


Satou tam görünmezliğini bozarken rahatlamıştı. Ralph denilen adamın son anda sorunu çıkmasa işler sarpa sarabilirdi.


‘Bunlar da kim böyle!?’


Satou merak etti. Bunlar kimdi? Neden onu arıyorlardı? Bunları merak ettikçe daha dikkatli olması gerektiğini hissetti.


‘O iki adam seni öldürebilirdi.’


O anda Cornel’in sesini net bir şekilde işitti. Ardındansa Damon konuştu.


‘İçgüdülerine yenik düşmeyip saklanmak iyi bir karardı ama kim o adamın gerçeği gören gözlere sahip olacağını tahmin edebilirdi ki?’


Damon’un dediğini duyan Satou’nun ilgisi kabardı.


‘Gerçeği gören gözlerde nedir?’


Damon hızla cevapladı.


‘İllüzyonun ardını görebilen gözler. Ölümlü diyarda oldukça nadirdir. Hele bir insanda görülmesi çok daha nadirdir. Daha çok İllüzyon Semenderi diye bilinen bir canavarın soyundan gelenlerde görülür. Özellikleri ise temel olarak illüzyonların ardını görüp çözümleme ve illüzyonlar oluşturma.’


Damon’un açıklamasını işiten Satou daha dikkatli olması gerektiğini zihnine not etti. Böyle bir şeyin olmasını beklemiyordu. Hazırlıksız yakalanmıştı.


O sırada az daha unuttuğu iyiliği hatırladı ve hancıya döndü.


“Teşekkür ederim. Sizin sayenizde kurtuldum.”


Hancının önünde minnettar bir şekilde eğilirken hancı babacan bir gülümseme sergiledi.


“Sorun değil. Kahramanımız için en azından bunu yapabilirim değil mi?”


Hancıya bakarken Satou bir kez daha her insanın yedi günahla yoğrulmadığını iyilerinde olabileceğini fark etti. Yüzünde gülümseme belirdi.


“Tekrardan teşekkürler. İzninizle gidiyorum.”


Ardından arka camı açıp, camdan atladı. Onlar henüz gitmemiş olabilirdi. Kapıdan çıkacak değildi.


Çıktıktan sonra hemen diğer hana gitmeyi düşündü. Onları bulmalı ve hemen buradan ayrılmalıydılar.



O sırada çıkan iki savaşçı boş boş dolaşıyordu. Ralph’in titremeleri durmuş, her zamanki cansız halini almıştı.


Mars ise etrafa bakışlar atıyor, aradıkları kişi gerçekten de burada olabilir mi emin olmaya çalışıyordu. İçten içe burada olmadığına emindi. Hatta aradıkları kişi muhtemelen Nihil üzerinde hiç yoktu!


‘Bunaklar gerçektende fazla paranoya yapıyorlar. Önceki çağlarda olanlardan ders çıkarmamızı anlıyorum ama bir söylentiye bile böylesine bir tepki vermek…’


Kendileri seçkin sayılırdı. Mars’a göre sadece bir söylenti için seçkin göndermek akıl işi değildi. Yaşlıları korkaklıkları ve paranoyaları nedeniyle küçümsedi.


O sırada genç bir adam koşa koşa arkalarından geldi.


“Avcılar! Sayın Avcılar lütfen bekleyin!”


Genç adam yirmili yaşlarda görünüyordu. Mars gence bir bakış attı. Onun bakışından korkan genç hemen konuya girdi.


“Ben sanırım sizin aradığınız şeyi biliyorum.”


Mars ona doğru döndü.


“Çocuk ne biliyorsun? Dökül.”


Açıkçası böyle bir şeyin varlığına zerre inanmıyordu. Bir hiç için arama yapmaktansa hemen gidip birkaç tane kafa patlatmayı tercih ederdi. Bu yüzden olabildiğince çabuk halletmek ve söylentilerin asılsız olduğunu kanıtlamak istedi.


Genç adam, açıklamadan önce niyetini belli etti.


“İki altın.”


Genç adam karşısındakinin zengin olduğunu fark etmişti. Zengin oldukları kadar güçlü olsalar da şansını denemekten çekinmedi. Her ne kadar genç adam göremese de Mars maskenin altında kaşlarını çattı.


“Önce bilgi.”


Genç adam ısrar etmek istese de Mars’ın vücudundan yayılan ölüm aurasından oldukça korktu ve hemen olanları anlatmaya başladı. Mars tüm bu olanları dinlerken ne hissettiğini görmek mümkün değildi.


En sonuna doğru gelene kadar herhangi bir ses çıkarmadı. Gencin anlattıkları çoğunlukla kulaktan duymaydı. Kendisi bir gelişimci değildi. Bu yüzden savaşmamıştı. Fakat olanları duymuştu.


Sonuna doğruysa, bugün tesadüfen gördüklerini aktardı.


“En son şuradaki handa görüldüler.”


Genç adamdan aldığı bilgileri süzgeçten geçirirken Mars’ın kaskındaki ışıltının yoğunluğu arttı.


‘İlginç… Nasıl bir canavarsın sen acaba?’


Gözleri parladı. Savaşmayı seven biriydi. Fakat yaptığı atılımdan beri dişine denk birini bulamıyordu. Hemen onu bulup savaşmak istedi. Hala bir yarım ejderha iddiasının asılsız olduğunu düşünmesine rağmen kim dengiyle savaşmak istemezdi ki?


Elinde bir kese belirdi ve onu genç adama fırlattı. Genç adam ilk başta kaşlarını çattı. İki altın istediğini net bir şekilde söylemişti ve ona gümüşlerle dolu bir kese mi veriyorlardı? Tam dolandırılmış gibi hissetmek üzereyken, keseyi açınca gördüğüyle şaşkına döndü.


‘Hepsi altın!’


Mars, Ralph ile birlikte genç adamı umursamadan gösterdiği hana doğru yürümeye başladı. Her adımında karşındakini kışkırtmak için kademeli olarak aurasını salıyordu. Buradaki insanlar onun için önemli değildi. Yeni namevt olaylarından dolayı direkt suçu namevtlere veya yarım ejderhaya atabilirdi.


Her ne kadar odağı han olsa da aurası tüm köyü kaplıyordu. Tüm köylüler korkunç bir baskı altındaydı ve bu baskı gittikçe artıyordu. Nefes alış verişleri kesilmek üzereydi. Fakat ortaya çıkan kimse olmadı. Baskı katlanılmaz bir seviyeye yükseliyordu. Bazı yaşlılar ve çocuklar baskıya dayanamayıp yere yığıldılar. Ölmeleri an meselesiydi.


Yine de hala ortada yoktu. Ejderhalar saçma derecede yüksek kibirleri oldukları bilinmeliydi. Gerçekten bir yarım ejderhaysa veya eğer gerçekten bir omurgası varsa tepki verirdi.


Yine de herhangi bir tepki alamadı.


O sırada Satou, kalbini tutuyordu. Ağzından kan sızarken Lucina’nın olduğu yeri takip ediyordu. Bu kan akmasının sebebi o adamın verdiği baskı değildi. Ejderha içgüdülerine ters düşen hareketler yapmaya devam etmesinin yan etkisiydi.


Şu zamana kadar genelde her zaman içgüdülerine uyarak hareket etmişti. En korkunç düşmanla yüzleşirken bile yiğitçe savaşmıştı. Fakat şimdi bunu yapması mümkün değildi. Karşılık verirse yeri açığa çıkardı.


Damon ve Cornel bile onu yenemeyeceğini düşünüyorsa işi riske atmak istemiyordu. Sorumluluklarını bir kez daha farkına varmıştı. O ölemezdi. Ne olursa olsun ölmeyecekti. Kaç tane olduğunu tam olarak bilmese de tüm diyarların tepesinden kibriyle bakana kadar ölemezdi!


Kibirli düşünceleri biraz da olsa soyunu yatıştırmış gibiydi. Fakat hala iç yaralanmalar devam ediyordu. Neyse ki Lucina’yı ve diğerlerini bulmuştu.


Satou’nun yalpalayarak gelişini gören üçlü şaşkına döndü.


“Satou!”


“Satou neyin var!?”


“Ortak…”


Satou, Lucina’ya zihninde özet geçerken diğerlerine sessiz olmalarını işaret etti.


“Bir şeyim yok… Lucina kurtları çağırıyorum. Hemen gidelim buradan.”


Elisa ne olduğunu anlamadı.


“Ne oldu? Ava çıkmayacak mıydınız? Bu baskı da ne?”


Satou ona döndü.


“Avcılar. Beni arıyorlar. Nedenini bilmiyorum.”


Elisa duyduğu bilgiyle kısa bir şaşkınlık yaşadı.


“Avcılar mı? Yoksa… Ama bu imkansız.”


Satou onun şaşkınlığının sebebini merak etse de kaybedecek zamanları yoktu. Her an bulunabilirdi. Doğruyu söylemek gerekirse Ralph denilen o adama bulaşmak istemiyordu. Başka ne tür numaraları olacağını kim bilebilirdi ki?


Hızla Lucina’ya binerken, kurtları da çağırdı. Yuzuru ve Elisa binerken kurtlar huzursuz olsa da Lucina tarafından yatıştırıldılar ve hızla yola çıktılar. Olabildiğince hızlı bir şekilde kurtulmak istiyordu.


Fakat yüz metre ilerlemişlerdi ki arkasında duyduğu sesle yakalandıklarını fark etti.


“Hey nereye? Bekleyin bir dakika.”


Mars’ın sesi duyulurken atlar kuduz köpekler gibi hırlayarak onlara doğru ilerlediler. Vahşi atları gören Yuzuru ve Elisa tıpkı Satou gibi şaşırdı. Fakat hemen ardından ikisinin de yüzünde çelişkili ifadeler belirdi.


Elisa’nın yüzünde bariz bir endişe belirdi.


‘Bu tasarım… Kardeşimin defterinde yazanla aynı!’


Son sayfadan önceki yırtılan sayfaların arasında bir parça kalmıştı. Orada yazan yazıda abanoz zırhlı insanların onu engellemeye çalıştığından ama pes etmeyeceğinden bahseden bir yazı vardı.


Yuzuru’dan ise yoğun bir öfke yayılmaya başladı. Bu Satou’yu şaşırttı.


‘Bu öfke… Yoksa bunlar o paralı askerler mi?’


İstemsizce merak etse de şu anda ikisini birden yenmesinin imkânı yoktu. Bu yüzden yapabileceği en uygun şeyi yaptı.


“Koşun!”


Kurtlar son hız koşmaya başladı. Bunu takiben atlarda hızla koşmaya başladı ve bir kovalamaca başladı. Kaskın altında Mars’ın dudakları yukarı kıvrıldı.


“Gerçekten kaçabileceğini mi sanıyorsun?”


İsterse tek darbesiyle hepsini aşağıya yığabilirdi. Fakat kovalamaca açık ara daha eğlenceliydi. Düşmanının umudunu yavaşça ezmek kadar haz veren bir şey yoktu.


Arkasında korkunç iki iblis olan Satou ve grubu ise ne yapacaklarını düşünüyorlardı.


‘Hiç mi yenmemin bir yolu yok?’


Damon ona usulca açıklarken açıkçası o da endişeliydi.


‘Bire birde belki mümkün olabilirdi. Fakat Usta ile Aziz alemi arasında niteliksel bir fark var. İkisiyle mücadele etmen mümkün değil.’


Satou’nun kaşları çatıldı. Arkaya arada bir alev büyüsü yolluyordu. Fakat alev büyüleri bir hiçmiş gibi engelleniyordu. Bu yüzden hiçbir anlamı yoktu.


Elisa’nın durumu da çok farklı değildi.


‘Ne yapmalıyız? Ejderha Avcıları! Onlar iblislerin arasında en kötüleri!’


Sadece efsanelerden duysa da ne kadar kötü olduklarını çok net biliyordu. Aslında amaçları kötü değildi ama kullandıkları yöntemler şeytani tarikatların bile saygı duymasına neden olacak kadar kötüydü.


Elisa ne yapabileceğini düşünürken elleriyle alevler fırlatıyordu. Fakat çok azı çarpıyordu. Onlarda hızla dağılıyordu. Ekipmanları hiçte sıradan değildi.


“Haha! Boşuna uğraşıyorsunuz. Pes etmenizi öneririm.”


Kahkahalarla gülerken kılıçlarından birini çekti, ona enerji yükledi ve savurdu.


Vzzz!


Rahatsız edici bir sesle ormandaki ağaçları bir bir parçalayarak ilerledi. Satou gelen enerjiyi görünce yapması gereken en iyi şeyi yaptı.


‘Lütfen işe yarasın.’


Manayı elinde topladı ve sıkıştırdı. Ardından da arkaya fırlattı. Mananın asıl renginden daha koyu ve soğuktu.


Soğuk enerji küresi havada uğursuz bir şekilde bir saniyeliğine durdu ve ardından patladı. Etrafı kaplayan kocaman bir buzdan duvar oluştu. Enerji dalgasını durduracağını umarak sürüsüyle birlikte tereddüt dahi etmeden koşturdu.


Chzz! Boom!


O sırada da enerji dalgasıyla buz duvarı çarpıştı ve parçalara ayırdı. Atlarsa buz parçalarının üzerinden atlayarak peşlerinden gelmeye devam ettiler.


Mars ise hala kahkaha atmaktaydı.


‘Gücümün yüzde onuna dayandı ha? Etkileyici. Çok etkileyici.’


Uğursuz iblisin kahkahaları Satou’yu rahatsız ediyordu. Ejderha soyu geri dön ve savaş diye haykırıyordu. Fakat mevcut durumda bunun intihar olacağını biliyordu. Bu yüzden kaçmaya devam ettiler.


Ağaçlar kaybolup, yerini kuraklığa bıraktı. Fakat inanılmaz bir şekilde arkalarındaki iki iblis onları kovalamaya devam etti.


“Satou durmalıyız.”


Elisa önündeki uçurumu işaret ederken solgun bir yüzle söyledi. Oldukça büyük bir uçurum vardı karşılarında. Satou derinliğini veya uzunluğunu göremiyordu.


“Ne yapmalıyız?”


Satou onlara bakarak sordu. Yuzuru öfkeyle “Savaşalım sonuna kadar!” diye yanıt verirken Elisa umutsuzca “Savaşmaktan başka seçeneğimiz yok gibi.” dedi.


Satou onları uzun bir süre taşıyamazdı. Kendisini bile o kadar uzun süre taşıyabileceğinden emin değildi.


Böylece savaşmaya hazır bir hal aldı. İlk kez zorlanan taraftaydı. Bunun heyecanını iliklerine kadar hissediyordu. Kurtlara önlerine dönme emri verirken Lucina’nın sırtından atladı. Yuzuru da aynıydı. Bir tek Elisa kalmıştı. Bir büyücü olduğundan uzaktan saldırması daha iyiydi.


Mars onların artık kaçma imkanları kalmadığını görünce kaskının içinde sadistçe gülüyordu. Kılıçlarını çıkarttı ve attan aşağıya indi. At üstünde savaşmayı pek seven birisi değildi. Hele ordu savaşı olmadığı sürece tamamıyla gereksizdi.


“Sonunda köşeye sıkıştın ejderha adam. Asıl halini gizlemeyi bırak da dövüş benimle!”


Satou’nun gözlerini savaş arzusu doldururken, biçimini çoktan değiştirmeye başlamıştı. Gittikçe değişen biçimini gören Mars sırıttı. Gerçekten de eğlenceli bir savaş olacaktı.


O sırada Ralph de büyük kılıcını bir şey söylemeden çıkarttı. Bakışları sadece Satou’daydı. Başka hiçbir şeyi umursamıyor gibiydi.


Satou bunu farkına vardığında yüzünde bir sırıtma belirirken uzun süredir mırıldandığı büyünün son metinlerini söyledi.


“Namevtlere hükmeden olarak emrediyorum açıl! Lalisa White kendini göster!”


Satou’nun yanında bir portal açıldı. İçinden yoğun bir miktarda ölüm manası yayılıyordu. Sayısız katliamdan sonra bile böylesine yoğun bir ölüm manasının oluşması mümkün değildi.


Mars daha da heyecanlı hissederken portalın içinden bir kadın çıktı.


Kadının ölü olduğunu belli edecek kadar solgun bir teni vardı. Bu ölü teni dışında oldukça güzel olduğu söylenebilirdi. Beyaz saçlarıyla çok çekici bir görüntü oluşturuyordu. En azından sadece yüzüne bakan birisi böyle düşünürdü.


Üzerinde olan paslanmış garip bir zırh vardı. Paslanmış zırh vücudunun büyük çoğunluğunu örttüğünden ürkütücü gözüküyordu. Belindeyse paslı bir kılıç vardı.


Mars ilginç bir şey olduğunu düşünerek gözlemlemeye devam etti. O sırada kapalı olan kadının gözleri aniden açıldı ve bu Mars’ı daha da şaşırttı.


Kadının göz akı kapkaraydı. Zümrüt yeşili gözleriyse ürkütücü bir şekilde parlıyordu. Sanki hedefini arıyor gibiydi.


“Beni mi çağırdınız efendim?”


Satou’ya doğru dönüp sorduğundaysa o başını salladı.


“Önümüzde güçlü bir düşman var. Savaşmaya hazır olun.”


Elisa ve Yuzuru biraz şaşırsa da bunu daha sonra sormayı tercih ettiler. Elisa dehşet verici bir alev büyüsü hazırlıyordu. Delicesine bir mana etrafında dönüyor ve saçlarını uçuruyordu.


Elisa arka tarafta büyük bir saldırı hazırlarken Satou, Yuzuru, Lalisa, Lucina, kurt sürüsü ve Satou’nun fırsattan istifade edip çağırdığı on patron seviye iskelet savaşa hazırdı.


Mars ise önündeki bu görüntü karşısında gülümseyerek ellerindeki kılıçlara mana yükledi. Biri zifiri bir siyaha bulanırken diğeri alevler içinde yanmaya başladı.


“Öyleyse… Gelin bakalım!”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44306 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr