75. Bölüm - Morbus (2) [Düzenlendi]

avatar
1248 13

Ejdertanrı Efsanesi - 75. Bölüm - Morbus (2) [Düzenlendi]


O… Bilge alemine ulaşmıştı!

 

Korkutucu. Tek kelimeyle böylesine bir hızla yükseliş mümkün olamayacak kadar korkutucuydu.

 

Bilge alemi ne demekti? Manayı anlamak demekti. Kimisine göre gelişimin gerçekten başladığı alemdi. Fakat kimisine göre gerçek ustaların uğrak noktası olan bir alemdi bu. Diğer bir deyişle bu aleme ulaşan insanlar er yada geç birer uzman olarak anılacaktı!!

 

Satou'nun şaşkın bakışlarını görünce güldü.

 

"Gelişimime mi baktın?" Diye sorduktan sonra bir an durdu ve şaka amaçlı, trip atar gibi "Sürpriz yapmayı düşünüyordum hmph!" dedi.

 

Nasıl baktığını sormadı bile. Ne de olsa gelişim seviyesi yüksek olanlar düşük olanların gelişimlerini sezebilirlerdi. Fakat bilmiyordu ki Satou'nun sezmek yerine gördüğünü.

 

Satou "Böylesine bir hız… Korkutucu." diye yorumda bulundu.

 

'Bunu diyecek en son canlı sensin seni canavar. Fakat itiraf etmem gerekir ki seçtiğin kadınlar gerçekten de senin gibi birer canavar.'

 

Satou duyduğu -ya da daha doğrusu zihninde yankılanan- yanıta karşılık bir şey diyemedi. Kendisi zaten bir canavarken başkalarına -özellikle de kendi kadınları olunca- şaşırmaması gerekirdi.

 

Onun yorumunu duyan kadınları ise güldüler.

 

Satou, “Pekala… Sanırım benimle gelecek kadar güçlüsünüz. Öyleyse hadi hazırlanın. Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz.” derken iç çekti. Yalnız başınayken daha özgürce savaşabilse de şu an amaçları savaşmak değil, birisini aramak olduğundan takımca gitmek en uygunu olacaktı.

 

‘Hmm… Şimdi, müdireden aldığım söz sayesinde birisini yanıma alabilirim… Kimi alsam…?’

 

Aklına ilk ağzı iyi laf yapabilecek Rance geldi. Fakat sonra kafasında eledi onu. Ağzı iyi laf yapabilecek olsa da gücü yeterli değildi. Ne de olsa yolda bir sürü tehlike ile karşılaşmaları olasıydı. Her zaman onu koruyamazdı.

 

Biraz düşünmenin ardından potansiyeli iyi olan kişileri kafasında bir bir elemeye başladı.

 

Kafasına yatan en uygun kişiyi seçtikten sonra malikaneden çıkmak için bir adım attı, kapıyı açtı ve kızlara dönüp “Birazdan geleceğim.” dedi ve çıktı.

 

Müdirenin odasına istediği kişiyi bildirmek için çıktı.

 

Tak! Tak!

 

"Gir."

 

Satou, içeri girdi.

 

“Sonunda bizden kopartacağın dahiyi mi seçtin?” diye sordu iğnelercesine.

 

Satou gülümsedi.

 

“Evet…”

 

 

Avını yakalamış bir avcıya benzer bir ifadeye sahip olan Satou, kızlarla kaldığı malikaneye geri döndü.

 

Satou, "Kızlar hazır mısınız!?" diye seslendi. Sesi nerede ise tüm malikane de yankılandı. Normalde böyle sağlam bir yapının ses geçirmesi imkansızdı. Bunun sebebi malikanenin sahibi olması ve ses geçirmesini Satou’nun istemesiydi.

 

Odaların kapısı bir bir açıldı ve her biri birbirinden güzel üç kız dışarı çıktı. Bunlar tabii ki Roselia, Rose ve Yuzuru idi.

 

Satou, Yuzuru’nun da gelmek isteyeceğini bildiğinden hiç sormamıştı bile.

 

Anlaşılan hazırlardı.

 

Satou kızlara seslendi.

 

“Akademi çıkışında birisini bekleyeceğiz.”

 

“Kimi?”

 

Satou, “Bizimle eşlik edecek birisi.” dedi sadece ve kızlarla malikaneden ayrıldı.

 

Güzelliklerle çevrili oldukça yakışıklı bir adam. Kim görse ilgisini çeker, en azından bir kez bakardı.

 

Yine de ne Satou, ne Roselia, ne de Yuzuru bunu umursadı. Rose ise biraz rahatsız olsa da pek belli etmedi.

 

Dörtlü bu şekilde akademiden çıkarken tüm bakışları üzerine çekti.

 

“Bu o canavardı değil mi? Oldukça yakışıklı.”

 

“O kadar kızı nasıl idare edebiliyor?”

 

“Güçlü olan birisinin her şeyi elde etmesi normal…. Off! Lanet olsun böyle dememe rağmen feci kıskandım!”

 

Satou, her zamanki kayıtsızlığını koruyordu. Tabii kayıtsızlığını korumasına rağmen bu sesleri duyunca ister istemez içindeki kibir alevleniyordu. Yüzünde istemsizce kibirli bir gülümseme belirmişti.

 

Dörtlü birlikte Akademiden çıktılar. Dışarıda, akademinin, krallık surlarından görkemli surlarına bakarken, birisini beklemeye başladılar. Üçlü kimin geleceğini merak ediyor, Satou’nun yüzünde ise garip bir gülümseme vardı.

 

Yaklaşık iki dakikalık bir bekleyişin sonunda yanlarına birisi geldi. Bir yetmiş beş boylarında bir kızdı bu. Yeşil uzun saçları havada dalgalanırken güzel safire benzer gözleri soğuk bir ışıltıyla parlıyordu. Etrafındaki soğuk havaya uyumlu olacak şekilde kar beyazı tek parça bir kıyafet giyiyordu. Kar beyazı cildi ve soğuk havasıyla uyumlu olan bu giysiyle birlikte tam anlamıyla karların prensesi gibiydi.

 

“Sonunda geldin, bende görevi reddedeceğinden korkmuştum.”

 

Hana önce etrafındaki kadınlara baktı. Her birinden az da olsa Satou’nun aurasını sezebiliyordu. “Bu görevi bensiz de yapabilirdin.” dedi soğukça. Güç olarak buradaki Satou dışındakilerle eşit güce sahip sayılırdı. Bir kişi pek bir fark yaratmazdı.

 

Satou ise kafasını iki yana salladı.

 

“Hayır. Şu an gideceğimiz yerin neresi olduğu belli değil. Her doğa koşuluna uygun insanlara ihtiyacım var. Yuzuru, vahşi doğayı ve insan doğasını iyi denebilecek derece de sezebiliyor. Roselia, rüzgar büyüsü ile iz sürme de iyi. Sen ise soğuk doğa koşullarında bize yardımcı olabilirsin.”

 

Hana soğukça kısa bir süre ona baksa da sonraları onayladı.

 

“Peki.”

 

Roselia ve Rose onun tavrının çok soğuk olduğunu düşünürken Yuzuru tam tersini düşünüyordu. ‘Gözlerinde ki saklı rekabet kıvılcımları çok yoğun. Satou’ya dikkat etmeliyim.’

 

Satou ise tüm bunu önceden fark etmişti. Bu yüzden onu seçmişti zaten. Kendisine ileride yardımcı olabilecek bir asta ihtiyacı vardı. Yuzuru güçlüydü ama yeterli değildi. İleri de olacak olayları bilmese de soyunun onu tehlikeye sokacağını sezebiliyordu.

 

Tabii bunun dışında söylediği mazerette bir bakıma doğruydu.

 

“Öyleyse hadi gidelim.”

 

Ve böylece takımın yolculuğu başladı. Bu yolculuğun sonunda olacak olaylar ise Satou’nun tamamen beklentilerini aşacaktı.

 

 

Elisa elindeki haritaya bakarken mırıldandı.

 

“Sanırım burası.”

 

Karşısında bir harabe vardı. Harabenin duvarlarında oldukça antik bir izlenim veren yazılar vardı. Çoğu parçalanmış olduğundan anlaşılması zordu. Fakat tüm bunlara rağmen garip bir baskı yayıyorlardı.

 

“Sonunda buldum...”

 

Bu harabe efsanelerde geçen bir yerdi. Efsane her bin yılda bir bu harabenin görünür olduğundan bahsederdi ve her görünür olduğunda iyi veya kötü hep bir olay patlak verirdi. Elisa’nın burayı aramasının nedeniyse…

 

“Ha? Burada biri mi var?”

 

Hemen arkasına küçük bir alev küresi fırlattı. Alev topu denebilecek kadar büyük değildi. En fazla bir portakal kadar büyüktü.

 

Alev topu hedefine çarptığı an hedef yere yığıldı ve alev alev yanmaya başladı.

 

“Bu şeyde… ne?”

 

Yerde olan şey bir insan… hayır bir insanımsının iskeletiydi. Sıradan bir insanla oldukça benzer biyolojik özelliklere sahip olsa da tek göz yuvası ve kuyruk sokunumundan uzanan kemikler onun bir tür ‘insanımsı tek gözlü kertenkele’ diye tanımlanmasına olanak sağlıyordu.

 

Bu şeye dikkatli bakan Elisa ürktü. Bu şey uzun zaman önce ölmüştü.

 

“D-demek ki efsane gerçek.”

 

Heyecandan mı, korkudan mı bilinmeyen bir şekilde sesi titrese de o buna pek dikkat etmedi. Hissettiği hissi elinden geldiğince bastırıp düşündü. ‘Daha dikkatli olmam lazım. Efsane doğruysa ilerledikçe daha fazla içgüdülere sahip bu tip yaratıklarla karşılaşacağım…’

 

Tedbir amaçlı Ateş Kabuk büyüsü ile kendini alevler içinde sardı ve yavaş adımlarla harabeden içeri girdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44296 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr