50. Bölüm - Savaş Başlıyor! [Düzenlendi]

avatar
1641 12

Ejdertanrı Efsanesi - 50. Bölüm - Savaş Başlıyor! [Düzenlendi]


Göz açıp kapayıncaya kadar bir hafta geçip gitti. Satou o sırada elindeki ikiz kılıçları kınına sokup sırtına bağlıyor idi. Bu stil en hızlı kılıç çıkarma stili olmayabilirdi. Fakat unutmamak gerekir ki Satou’nun en güvendiği şey kılıçları değil büyüleriydi.

 

Satou aynaya baktı.

 

“Tıpkı gerçek bir savaşçıya benzedim.”

 

Yansımasındaki kendisine bakarak şaşırmadan edemedi. Üzerinde simsiyah bir zırh vardı. Bu zırhın üzerinde ise klanının ana sembolü olan kafatası işlenmişti. Zırh oldukça sağlam görünüyordu. Sanki delinemez gibiydi.

 

Bu zırhta tıpkı silahları gibi bir tür mana işçiliği ile yapılmıştı.

 

Fakat ne yazık ki bu zırh kendi aleminden birisinin bir yumruğuna zar zor dayanırdı.

 

Neyse ki kendisinin derisi zaten kendi alemindekiler tarafından kolay kolay parçalanamayacak kadar sağlamdı.

 

Satou hazırlıklarını tam tamamlamış iken içeri aynı renk zırh giymiş bir asker geldi.

 

“Genç efendi. Yakında savaşa gideceğiz. Efendi hazır olup olmadığınızı sormamı istedi.”

 

“Hazırım. Hadi gidelim.”

 

Ardından asker ile birlikte klandan dışarı çıktılar. Dışarıda ki üç yüz asker yüzlük bölüklere bölünmüştü.

 

Ortalama bir klanın bu kadar büyük bir birlik toplayabilmesi oldukça takdire şayandı.

 

Satou ise biraz yürüdükten sonra Jun’un yanına doğru yürümeye başladı. Tüm orduyu görebileceği bir yerde duruyordu.

 

Satou yanında gelen askere emretti.

 

“Bölüğüne dönebilirsin.”

 

Asker daha fazla bir şey söylemeden bir kere daha eğildi ve bölüğüne döndü.

 

Satou babasının yanına geldi. Babasına bakarken ifadesinin garip olduğunu fark etti.

 

“Baba sorun ne?”

 

Jun oğluna dönmeden konuştu.

 

“Bu savaş düşündüğümüz kadar kolay olmayacak. Seni durdurmak istemesem de savaş bu şakaya gelmez en beklenmedik anda kellen yere yuvarlanabilir.”

 

“Biliyorum baba. Fakat biliyorsun ki klanım için can vereceksem bu benim için en onurlu şey olur.”

 

Jun, Satou’ya baktı. Gözlerinde parıltılar vardı. Oldukça mutlu gözüküyordu.

 

“Vefalı evlat… Senin gibi bir vefalı evlat yetiştirmek belki de hayatımdaki en büyük başarı. Artık bu savaşta ölsem bile gam yemem.”

 

Satou, babasının bu konuşmasından rahatsız olsa da bir şey söylemedi.

 

Jun ise Satou’nun rahatsız olmuş ifadesini görünce kahkaha attı.

 

“Merak etme evlat. Evlendiğini görene kadar ölmek gibi bi niyetim yok.”

 

Sonrasında boğazını temizledi ve taburuna bir bakış attı.

 

“Askerler!”

 

Jun’un sesini duyan askerler hızla düzene girdiler. Kiminin elinde kılıç, kimin elinde uzun bir tırpan, kiminin elinde ise ikili baltalar vardı. Hemen hemen hepsi saygı ile Jun’a bakıyordu.

 

Jun herkesin ona odaklandığına emin olduktan sonra konuşmasına başladı.

 

“Kiminiz sırf savaşmak için, kiminiz ise buraya para için geldi! Ancak birlikte gördüğünüz eğitimde edindiğiniz yoldaşlarınızı eminim hepiniz korumak istiyorsunuzdur! Savaşacağız ki sevdiklerimizi koruyalım! Savaşta illaki ölümler olacaktır! Fakat unutmayın! En kötü durumda ölecek duruma düşsek bile düşmanımızı da yanımızda götüreceğiz ki sevdiklerimize zarar veremesinler! Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız! Anlaşıldı mı!?”

 

Askerlerin kanı kaynamaya başladı. İstemsizce gaza geldiler ve tek bir ağızdan bağırdılar.

 

“Anlaşıldı!”

 

“İleri!”


 

White Klanının arazisinin içinde:

 

Bembeyaz zırhlarla kaplı en az altı yüz kişiden oluşan bir tabur vardı.

 

Her birinin zırhında parlak bir güneş sembolü vardı. Bunlar Işığın Temsilcisi Paralı Loncasından başkası değillerdi!

 

Hasai White bu kadar büyük bir taburu görünce daha da mutlu oldu. Bu savaşı %90 ihtimalle onlar kazanacaktı.

 

Bunu düşünürken yanına iri yarı bir asker geldi. Adam Hasai'nin iki katı uzundu. Boyut olarak adeta bir ayıya benziyordu.

 

Ayıya benzeyen adam derin bir ses tonuyla, Hasai'ye sordu.

 

"Para hazır mı?"

 

Hasai onayladı.

 

"Evet hazır. Black Klanını yok ettiğiniz an paranızı alacaksınız."

 

Ayıya benzeyen adam ağır bir şekilde kafasıyla onayladı.

 

O sırada koştura koştura bir gözcü geldi. Nefes nefese kalan gözcü kalan nefesini kullanarak bildirmeye çalıştı.

 

"P… Patron… Geldiler…"

 

Ayıya benzeyen adam şaşırdı. Tahmininden erken gelmişlerdi. Fakat hemen şaşkınlıktan sıyrıldı ve şeytani bir şekilde sırıttı.

 

"O halde hadi konuklarımızı karşılayalım. Beyler hazır mıyız!?"

 

Askerler yanıtladı.

 

“Elbette patron!”

 

“Her zamanki gibi ezip geçelim!”


"Bu savaşı kazanmak bir böceği ezmek kadar kolay olacak!" 

 

Askerlerinin yanıtını gören ayıya benzeyen adam gülümsedi.

 

“O zaman beni takip edin!”

 

Konuşması bittikten sonra yanında duran Hasai'yi umursamadan taburuna doğru gitti ve taburuyla birlikte klanın girişine 'misafirlerini' karşılamaya gitti.

 

Ayıya benzeyen adamın onu sanki o orada yokmuş gibi görmezden gelmesi Hasai'nin hoşuna gitmedi. O, onların işvereniydi. Biraz yüz verse ölür müydü?

 

Yine de bir şey söylemeye cüret edemedi. Bu tabur ile ayıya benzeyen adam isterse White Klanını rahatlıkla yok edebilirdi!

 

Bu yüzden şimdilik her ne kadar istemese de ayıya dayı demek zorundaydı.

 

Hasai iç çekti ve ayıya benzeyen adamı takip etti.

 

 

White Klanının girişinde:

 

Bir tabur asker vardı. Siyah zırh setlerinin üzerindeki kafatası sembolleri ile adeta dünyayı karanlığa boğmak için gelmiş karanlığın şövalyeleri gibi görünüyorlardı.

 

Bu şövalyeler tabii ki de Black klanının askerleriydi. En önde babasının yanında duran Satou içten içe heyecanlıydı. İlk defa böyle bir savaşa katılıyordu.

 

Jun ise adeta yıllarını savaşa adamış bir general gibi keskin bakışları ile White Klanını süpürüyordu.

 

Jun biraz daha gözleri ile etrafı süpürdükten sonra sesine mana aktarmış kadar gür bir sesle kükredi.

 

“Hasai! Aynı dağda iki kaplan olmaz! Bu işi bitirme vakti geldi de geçti! Ortaya çık da onurunla savaş!”


Jun’un kükremesini bazı yalnız gelişimci olan askerler garip karşıladı. White Klanı dışında şehir lordunun klanı da yok muydu?

Fakat bu şimdinin konusu değildi. Jun’un kükremesini duyan White Klanının sakinlerinin yüzleri beyazladı ve bazı hizmetkarlar hızla içeri kaçtı.

 

Jun kısa bir süre Hasai’nin gelmesini bekledi. İçindeki şüpheye rağmen savaşın sonucunun zafer olacağını düşünüyordu.

 

En sonunda beklediği kişi geldi. Üstelik arkasında üç yüz kadar asker vardı!

 

Jun’un kaşları çatıldı.

 

Buna ters bir şekilde Hasai, Jun’u görünce garip bir şekilde gülümsedi.

 

“Haklısın aynı dağda iki kaplan olmaz. Umarım genç neslini, yaşlılarını ve kadınları bir yere saklamışsındır. Aksi halde kökü kuruyacak olan klan benim klanım değil, senin klanın olacak! Saldırın çocuklar!”

 

Hasai’nin bu şekilde emir vermesinden ayıya benzeyen adam rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Fakat sonuçta işverenleri oydu.

 

Ayıya benzeyen adam bağırdı.

 

“Saldırın! ”

 

Paralı askerler hızla saldırıya geçtiler. Jun’un birliği üzerine çığ gibi tabur yağmaya başladı.

 

Jun ise tabii ki boş durmadı ve hemen emri verdi.

 

“Saldırın!”

 

Emri duyan tabur daha fazla düşünmeden var güçleriyle düşmanlara atıldı!

 

Satou’nun içinde tarif edilemez bir heyecan vardı. O da ellerindeki iki eşsiz aura yayan kılıçları ile birlikte diğer herkes gibi önündeki altı yüz kişilik tabura atıldı!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr