45. Bölüm - Eve Dönüş [Düzenlendi]

avatar
1790 17

Ejdertanrı Efsanesi - 45. Bölüm - Eve Dönüş [Düzenlendi]


Satou, arenanın çıkışına doğru ilerlerken birden~

 

Öhö! Pü!

 

Satou birdenbire kan kustu. Kan kıpkırmızıydı. Yanii herhangi bir iltihaptan dolayı olan bir kan değildi bu. Herhangi bir yara da hissetmiyordu. O halde neden kan kusmuştu?

 

Hızla, vücudunda neler olduğunu anlayabilmek için çekirdeğindeki çekirdeği kullanmaya başladı. Gördükleri ise çok ürperticiydi.

 

Vücudunda, mana damarlarının büyük çoğunluğunda hasar oluşmuştu. Mana damarları, gelişimciler için gelişim organlarından sonra gelen en önemli şeydi. Çünkü bu olmadan ne kadar gelişirlerse gelişsinler güçlerini gösteremezlerdi.

 

Gerçi Satou’nun korkutucu derecede yenilenme özelliği olduğundan mana damarlarının zarar görmesi onun problem değildi. Esas sıkıntı bu hasarın sürekli halde devam etmesiydi!

 

Uzay manasına dönüştürdüğü ejder manasından kalıntılar damarlarında kalmıştı. Bu kalıntılarda mana damarlarına zarar veriyordu. Eğer Satou’nun olağandışı iyileşme gücü olmasa çoktan sakat kalmış, hatta ölmüş olabilirdi!

 

Tüm bu nedenlerden dolayı, mana damarları çok yavaş iyileşiyordu.

 

Satou ise derince iç çekti. Böylesine güçlü bir yeteneği kullanmanın bedeli buydu anlaşılan. En az bir ay boyunca hiçbir şekilde yetenek kullanamayacaktı.

 

Yine de yaptığından pişman değildi. Kadınını öldürmeye çalışan kişinin sonu ölümdü! Ayrıca bu sayede sevgilisi ve kölesiyle birlikte mutlu yaşayabileceği bir malikane kazanmış oldu.

 

Satou bunları hatırlayınca yeniden gülümsedi ve gülümseyerek yurda doğru yol aldı.

 

 

Satou, çıkışa doğru yürüdüğü sırada öğretmenler bölümünde;

 

“Bu çocuk çok vahşi!” dedi yaşlı bir adam hayretle.

 

Sıska adam onaylar bir şekilde başını salladı.

 

“Kesinlikle katılıyorum. Ancak dikkat ettiniz mi? Satou isimli bu gencin, kullandığı uzay manası sonucunda vücudunda bir tür geri tepme olmuş gibi görünüyordu. Kolayca iyileşebilecek gibi değildi. Çok gözü pek bir gençmiş...”

 

Son cümlesinden Satou’nun bu fevri hareketinden bir öğretmen olarak ne kadar etkilendiği belli oluyordu. Onun hemen arkasından hiddetli bir kükreme geldi.

 

“Sadece haydut gibi davranan bir velet! Müdire neden onun cezalandırılmasını istemediğini anlamıyorum!"

 

Bu kükremenin sahibi öğretmenlerle hemen hemen aynı statüde olan denetmen Tokaku'ydu. Bu denetmen kurallara sıkı sıkıya bağlı olmasıyla ünlüydü. Her zaman tarafsız bir şekilde cezalandırırdı. Aynı zamanda bu eleman, öğrencilere karşı acımasız olmasıyla meşhurdu. Ancak hiçbir öğretmen ona karşı çıkmaya cüret edemiyordu. Çünkü o da Rias gibi Usta Aleminden yüce bir figürdü!

 

Tabii ki Rias, Tokaku’nun aksine nedeni bilinmeyen bir şekilde fazla gücünü ön planda tutmadığından neredeyse herkes ona küçümsemeyle bakıyordu. Çünkü gücü hakkındaki herşeyin abartı olduğunu düşünüyorlardı.

 

Öğretmenler, denetmenin kükremesini duyunca istemsizce titrediler. Onları korkutabilecek müdireden sonraki tek kişiydi bu adam!

 

O sıralarda yukarıdan soğuk bir yanıt geldi.

 

“Kararlarımı sorgulamak size düşmez denetmen. Ancak yine de kararımın sebebini size açıklayacağım. İyi dinleyin! Bu genç ölçüm testinde kırmızı ejderhayı çıkarabilen bir dahi! Üstelik garip bir şekilde her elemente bir yatkınlığı var! Draconis Akademisi çıkarttığımız vasat figürler yüzünden zaten düşüşte. Hazır elimize altın tepsiyle sunulmuş bir fırsat verilmişken, sizce böylesine bir dahiyi cezalandırmalı mıyım?”

 

"Ama Alexander uzay büyüsü kullanan nadir bir dahiydi! İmparatorluğa dördüncü bir formasyon ustası çıkartabilirdik!"


Diye isyan etti Tokaku. Fakat sesi açıkça bir kaç ton yüksekti.


Müdire ona yanıt verirken iç geçirdi.


"Hah, haklısın. Fakat bu hakemin yetersizliği yüzünden olan bir şeydi. Bunun için üzülmemizin bir anlamı yok. Önemli olan mevcudiyete bakabilmek. Başka şikayeti olan?"


Müdirenin son cümlesinden tarifi imkansız bir baskı yayılıyordu. Bu baskıyla karşılaşan herkes titredi. Müdireye saygı eki kullanmama cüret edebilen tek kişi Denetmen bile istemsizce titredi. Bu nasıl bir güçtü böyle! Denetmen kendisini sanki bir kaç tonluk kayanın altında kalmış gibi, asla kaldıramayacağı korkutucu bir güçteki bir kayanın altında gibi çaresiz hissetti.

 

Kısa süreli bir sessizlik oluştu. Hiç kimse konuşmaya cüret dahi edemiyordu. O sırada yukarıdan müdirenin sesi bir kez daha duyuldu.

 

“Cevap vermediğinize göre benle aynı fikirdesiniz ha? Pekala o zaman. Anlamayan ‘bazı’ kişiler için bir kez daha kararımı söylüyorum. Kazanana verilecek ödülün ceza olarak yarıya indirildiğini ve sadece kişiye özel tüm masrafları bizim tarafımızdan karşılanacak olan Kızıl Ejder Malikanesini Satou Black isimli gence verilecek.”

 

Kimseden ses çıkmadı. Herkes şaşırmıştı.

 

Akademi de iki yüze yakın malikane vardı. Kimi zaman öğrenciler kendi evlerine çıkmak isteyebileceklerini, öğrencilerin ailelerinin hayatlarını tehdit eden bir düşmanla karşılaşıp akademiye sığınmak isteyebilecekleri vb. durumlar olabileceğini düşünen eski müdürler/müdireler zamanında yaptırmıştı bu yapıları.

 

Ancak bu yapılar arasında herkesin ağzını sulandıran ama kimsenin kullanma izni olmadığı, buranın kurucusu aynı zamanda ilk müdürünün kullandığı bir malikane vardı.


O kadar ki herkes hayallerinde bile kurmaya cüret edemedikleri muhteşemlikteydi bu malikane.

 

Bu malikane akademinin kurucusu, Kızıl Ejder Köşkü ismini verdi.

 

Malikane 20 odaya*, 1 salona, 2 mutfağa ve 2 banyoya sahipti. Anlayacağınız normal köşklerden baya büyük ama bir malikane kadar gösterişli olmayan bir mekandı burası.

 

Malikanenin özelliklerini sıralayacak olursak;

 

Öncelikle bu malikane yapılırken kullanılan özel malzemelerden dolayı, çok yüksek bir savunma sistemine sahipti. O kadar ki akademiye saldırı olsa ve akademi yok edilse bile bu malikene fazla hasar almazdı. Ayrıca diğer malikanelerdeki antrenman sahasından çok daha kaliteli bir sahaya sahipti. Hatta şöyle denilebilir ki Göksel Aziz aleminden herhangi birisinin 5 saldırısına dayanabilecek kadar dayanıklı bir sahaydı burası.

 

Aynı zamanda kayıtlara göre en iyi ses yalıtımına sahip malikaneydi.

 

Tabii bu özelliklerin hiç biri, diğerlerinden çok daha önemli olmasını ve ya  diğer öğretmenlerin bile bu malikanenin hayalini bile kurmaya cüret edememesinin nedeni değildi.

 

Akademi deki herkesin hayallerinde bile elde etmeye cüret edemiyorlardı; burada akademideki tek mana saflaştırma formasyonu bulunuyordu!

 

Formasyonlar. Çok geniş bir kavramdı. Çok fazla formasyon türü vardı. Uzay manasıyla yapılabilenden tutunda, ruh gücü gerektiren formasyonlara kadar çeşit, çeşit türleri vardı.

 

Ancak formasyon ustaları aşırı nadirdi. O kadar ki koskoca imparatorlukta sadece üç formasyon ustası vardı!

 

Tabii onlarda kendi öğrencilerini eğitmek için kendi oluşumlarını kursalar da hiçbir öğrencisi, onlar kadar efsaneleşememişti.

 

Mana saflaştırma formasyonu ise, formasyon ustalarının öğrendiği ilk formasyondu. Buna rağmen formasyon ustalarının az bulunmasından dolayı bu formasyonda aşırı değerliydi.

 

Bu yüzden de öğretmenler karşı çıkmak istedi ama ne yazık ki çıkacak cesareti bulamadılar.

 

 

Tüm bunlar olurken Satou’nun odasında;

 

Satou elindeki mektuba çeşitli duygularla bakıyordu.

 

Maçı kazandıktan sonra kaldıkları yurda döndüğünde masa da bu mektupla karşılaşmış idi. Üzerinde ise kendi klanının mührü vardı. Satou merakla ve birazda heyecanla mektubu açmıştı. Ancak okuduklarını görünce istemsizce duygusallaştı.

 

Mektubu yazan annesiydi. Genel olarak nasıl olduğunu, zorbalığına uğrayıp uğramadığını ve sağlığına dikkat etmesini yazmıştı. Annesi ondan o kadar uzaktayken bile halini düşünmesi onun kalbini sıcak bir hisle doldurdu.

 

Ancak devamını okudukça bu sıcak hissin yerini endişe aldı.

 

Çünkü devamında annesi klanının güncel durumunu anlatmış ve bu süre boyunca geri dönmemesini istemişti.

 

Şu anda klanı, savaşa hazırlanıyordu. Satou akademiye katıldıktan sonra, her ne kadar en düşük akademiye olsa bile gücü azımsanmayacak kadar kudretli bir akademiye katıldığından, klanının hem statüsü hem de ünü artmıştı.

 

Bu nedenle şehirde onlara bağlı olan; demirciler, ölümlülerin tükettiği eşyaları satan marketler vb. mekanlar dolup taşıyordu.

 

Bu sayede de Black klanı baya zengin olmuştu. Babası Jun, bu zenginliği akıllıca kullanarak genç kuşakları geliştirmiş aynı zamanda da çeşitli yerlere ilan astırıp asker toplatmıştı. Ne de olsa bir dağda iki kaplan olmazdı.

Bu adeta açık bir savaş ilanıydı!

 

White klanından ise hiç bir tepki gelmese de onların gizlice hazırlandığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

 

Şehir lordunun klanı ise tarafsızlığını koruyordu. Çünkü şehir lordu biliyordu ki eğer bu iki klanın kavgasına karışırsa adeta kaplanları engellemeye çalışan bir tavşan gibi olurdu klanının sonu.

 

Satou ise White klanı hakkındaki bilgileri görünce, zihnine o lanet mirasta yaşadığı olaylar akın etti ve bu yüzden gözleri kızardı. Hatta gözlerinin rengi kızıla dönüp, elips şeklini aldı. Ancak buna tezatlık oluşturacak şekilde…

 

Gülümsüyordu.

 

“Kusura bakma anne ama istemesen de savaşa katılmak zorundayım.”

 

Sonrasında kağıdı katlayıp, boyutsal yüzüğüne koydu ve ufaktan hazırlanmaya başladı.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr