Bölüm 426

avatar
7643 19

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 426


Bölüm 426: Sadece Bir Seferlik!

Kısa bir süre sonra Doğu Topraklarının Yüce Tang’ında bulunan bu gösterişli konak muazzam bir gürültüyle doldu. Tüm konak sallandı ve ardından yerle bir olmaya başladı. Çok sayıda insan hemen dışarı çıktı ama gayet sakinlerdi. Aslında, bazıları aralarında memnun bir halde alçak sesle muhabbet ediyorlardı. Bazılarının ellerinde kitaplar vardı ve hatta bazılarında hesap tahtası bulunuyordu, bir yandan yürürken bir yandan da hesaplamalar yapıyorlardı.

Herkes gayet soğukkanlıydı. Bu durumda ulaşılabilecek sadece tek bir kanaat vardı… Bu konak böylesine muazzam çöküşlere sık sık sahne oluyordu…

Konağın yerle bir olmasıyla birlikte güzel kadın ve Fang Yu birer ışık ışınına dönüşerek Ji Klanının Atasal Konağının bulunduğu yöne doğru fırladılar.

Yıkılan konaktan bir iç geçirme sesiyle birlikte üzerinde bilgin elbisesi olan orta yaşlı bir adam başını sağa sola salladı. Adam uzaklarda kaybolan karısına ve kızına baktı ve ardından tekrar iç geçirdi, ama onlara engel olmak için bir şey yapmadı.

Güzel kadın havada uçarken yüzü öldürme arzusuyla doluydu. Hızı inanılmazdı. Onun yanındaki Fang Yu ise gergin görünüyordu, ama içten içe de oldukça heyecanlıydı.

Bir süre sonra ikili simsiyah bir renge sahip olan ve duvarlarla örülü bir şehre yaklaştılar. Şehir kare biçimindeydi, tıpkı topraklara bastırılmış devasa bir mühür gibiydi.

Bu şehrin içinde uzaklardan görkemli bir görünüme sahip olan bir imparatorluk sarayı bulunuyordu. Etrafında görkemli binalar yayılmıştı ve önünde şok edici auralar yayan on sekiz tane ejderhanın bulunduğu büyük bir meydan yer alıyordu.

Bu imparatorluk sarayının sadece bir tane ana kapısı vardı ve kapı tamamen altından yapılmıştı. Bu kapının yüzeyinde çıkıntı yapmış olan 3,927 tane altın iğne vardı. Bu iğnelerin her biri sıradanın ötesindeydi ve hepsi de değerli birer hazine olarak görülebilirdi.

Kapıda aynı zamanda süzülen bulutlar ve uğurlu canavarların oymaları yer alıyordu. Her şey altındandı, tıpkı Göksel bir kapı havasına sahipti.

Burası Doğu Topraklarının Yüce Tang’ında bulunan bir numaralı Ji Klanı Atasal Konağıydı. Bu konaklardan toplamda yüz civarında vardı ve her biri öyle olmasalar da birer imparatorluk sarayı havasına sahiptiler. Yapıldıktan sonra bu saraylar yıllardır oldukları yerde haşmetli bir şekilde duruyorlardı. Onlar tüm Klanın figürsel kalkanları gibilerdi.

Her duruma karşın Ji Klanı üyeleri bu imparatorluk sarayının etrafına devasa bir duvar dikmişlerdi.

Fang Yu ve annesinin yaklaşmasıyla havada şok edici dalgalanmalar oldu ve bir rüzgar uğuldadı. Hemen Ji Klanı Gelişimcileri bunu fark ettiler.

Hemen olduğunuz yerde kalın!

Eğer bir adım daha atarsanız hiç tereddüt etmeden infaz edileceksiniz!

Fang Yu annesine doğru endişeli bir şekilde baktı. “Anne, biraz aceleci davranmıyor musun…

Fang Yu’nun ağzından bu sözler çıkarken güzel kadın sağ ayağını kaldırdı ve şiddetle kapıya vurdu. Hemen dört bir yana bir gürleme sesi yayılırken tüm şehir sarsıldı. Kapı anında yerle bir oldu ve toza dönüştü. Şiddetli bir rüzgar peyda olarak onun enkazını etrafa sürükledi.

Bu ne cüret! Ji Klanına karşı hamle mi yapıyorsun!?!?

Kapını yıkılmasıyla birlikte şehrin içinde bağırma sesleri duyuldu ve kapıya doğru havada uçuşan insan kalabalıkları ortaya çıktı. “Canınıza mı susadınız!?!?

Anne, aceleci olma, şartlar ne olursa olsun fevri davranmamalısın…”

Kapa çeneni!” diye bağırdı güzel kadın Fang Yu’ya gözlerini dikerek. Sağ yumruğunu sıktı ve ardından yere vurmasıyla birlikte yerin deniz suyu gibi dalgalanmasına, muazzam bir gümbürtünün yankılanmasına neden oldu. Dört bir yanda meydana gelen çatlaklar yeri şok edici bir şekilde yardı.

Öldürme arzusuyla dolu olan kadın üzerine gelen Gelişimcilere doğru fırladı. Yaptığı tek şey tek bir yumruk atmaktı, gelen bütün Gelişimciler ipi kopmuş uçurtmalar gibi savruldular. Acınası çığlıklar içinde havada geriye doğru sendelediler.

Kadın o anda patlayıcı bir şiddete sahip bir Ejderha gibiydi. Her gittiği yeri sarsıyordu. Tıpkı bin kadar Gelişimcinin durdurmak için hiçbir şey yapamadığı bir rüzgar hortumu gibiydi.

Fang Yu bir kenarda duruyordu. Annesine sürekli aceleci olmaması telkininde bulunsa da yüzünde tıpkı annesi gibi öldürme arzusu vardı, aynı zamanda heyecan da vardı. Gittiği yerlerde annesinin daha önce icabına baktığı kişileri tekrar ezme noktasına gelmişti.

Bir kaç nefeslik süre geçtikten sonra aniden gökyüzü karardı. Şehir duvarları adeta yıkımın eşiğine gelmiş gibi göründü ve toprağın kendisi sayısız çatlakla kaplandı. En sonunda şehir duvarı toz duman oldu. Güzel kadın bir hortuma dönüşerek imparatorluk sarayına doğru esti.

Göz açıp kapayıncaya kadar imparatorluk sarayına ve altın ışıkla parlayan, üç binden fazla iğne ve uğurlu hayvanlarla kaplı olan devasa levhaya vardı. Aniden şehirde bir gürleme duyuldu ve düzinelerce figür dışarı fırladı. Ortaya çıkmalarıyla birlikte Gelişim Merkezleri şok edici bir güç yaydı.

Bayan Fang, buraya geliş amacınız Fang Klanı olarak Ji Klanına savaş ilan etmek midir!?” Yaklaşan gruptan beyaz saçlı bir adam sert bir tonla konuştu. Onun yanında bulunan kişi ise 11. Ji’den başkası değildi, yüzünde hayret dolu bir ifade vardı. Yaklaşırken şaşkınlıkla anne-kıza çiftine bakıyordu.

R.N: 11. Ji’nin ismi 310. bölümde geçmişti.

Ben buraya Fang Klanını temsilen gelmedim.Ben buraya bir anne olarak, kendimi temsilen geldim!” Güzel kadın kararlı bir duruşa sahipti ve Anka gibi gözlerinden öldürme arzusu taşıyordu. Bu sözlerini yumruğunu bir kez daha yere sertçe vurarak vurguladı.

Gök ve Yer gürlemeyle doldu ve sanki havanın kendisi bile yerle bir olacak gibiydi. Dört bir yandan siyah bir rüzgar yayıldı ve gelen düzinelerce Ji Klanı üyesine doğru sertçe ilerledi.

Ji Klanı üyelerinin yüzleri hemen titreşti. Aynı zamanda Fang Yu hızla konuştu: “Anne, aceleci bir şey…

Daha sözünü bitiremeden, güzel kadın imparatorluk sarayının Göksel kapısına doğru hücum etti ve yumruğunu doğrudan ona savurdu.

Darbe indiği anda şok edici bir gümbürtü neredeyse Doğu Topraklarının yarısını salladı. Ji Klanının Göksel kapısı sayısız yıldır görkemli bir halde orada duruyordu. Ama şimdi çatlama sesleriyle birlikte katman katman çözünmeye başlamıştı. Kapı parçalanırken, üç binden fazla altın iğne imparatorluk sarayına doğru fırladı ve on sekiz ejderha heykeline sertçe çarparak sanki onları hayata döndürüyormuş gibi göründüler.

Gürültü sesi havayı doldurdu ve on sekiz ejderha acınası feryatlar koparttı. Vücutları saldırıya karşı direnemeyerek patladı. Bu noktada sarayın yarısı enkaza dönüşmüştü ve tüm şehre bir karmaşa hakimdi.

... yapma…” Fang Yu sözünü bitirdi. Annesine ve yıkılan altın kapıya boş boş bakakaldı.

Meng Li!! Deli misin sen!?!?

R.N: Şimdi burada bir not geçelim. Biraz önce Bayan Fang diye seslenmişlerdi, şimdi de Meng Li diye hitap ettiler. Çin kültüründe evlendikten sonra kadınların soy isimleri değişmez. Ama uygun bir ünvanla birlikte kocalarının soy isimleriyle de çağrılabilirler. Çince de Meng Li’nin yazılışı (孟丽) şeklinde ve Meng Hao’nun soy ismi olan Meng ile yazılışı tamamen aynı. Buradaki Li ise “güzel” anlamına geliyor.

Bu öfkeli kükreme yaklaşan bir düzine kadar yaşlı adamın oluşturduğu gruptan gelmişti. Onların gözleri öldürme arzusu ve öfkeyle doluydu ama bir nebze de çaresizlik vardı.

Benim oğluma zarar vermeye mi cüret ediyorsunuz!? Ji Klanı Atasal Konağını tamamen dağıtacağım ve sizin Güney Gök Kapınızı yok edeceğim! Diğer insanlar Ji Klanından korkabilirler, ama ben korkmuyorum!” Kadının gözlerinden taşan öldürme arzusunun bir sonu yok gibi görünüyordu. Bu öldürme arzusunu uzun zamandır bastırmıştı, ama artık dayanamıyordu. Doğrudan uzun adımlarla yerle bir olan ana kapıdan geçti.

Fang Yu da hemen onun peşine takıldı. Anne-kız ikilisi Göksel kapıdan geçtiler ve aniden kendilerini bambaşka bir dünyada buldular.

Karşılarında uzanan bir dağ silsilesi vardı ve tamamen beyaz renkteydi. Uzaklardan bakınca karla kaplıymış gibi hissedilse de dikkatli bir şekilde bakınca aslında bu beyazlığın yeşimden kaynaklandığı görülüyordu.

Bütün dağ silsilesi aynıydı ve en yüksek noktasında basit bir ev yer alıyordu. Ev görkemli yapılarla çevrelenmişti ve eve giden yolun yarısında devasa bir kapıya benzeyen bir köprü vardı. Bu köprü zengin yeşim ve mermer süslemelere sahipti ve yüzeyine kelimeleri tıpkı uçan ejderhalar ve dans eden ankalar gibi görünen akışkan bir yazıt kazınmıştı.

Güney Gök Kapısı!

Köprüden aşağı doğru yeşim dağa basamaklar oyulmuştu, dağın en aşağısında bir göl yer alıyordu. Gölün yüzeyinde, yukarıdaki  imparatorluk sarayının yansıması görülebiliyordu. Yüzeyde herhangi bir dalgalanma yoktu, yansıma son derece gerçekçi duruyordu. Eğer dikkatlice bakmazsan aradaki farkı anlayamayabilirdin. Dağ ve dağın göldeki yansıması neredeyse aynıydı.

Anne…” dedi Fang Yu içeri girer girmez. Normalde o oldukça atılgan biriydi ama şu an bir nebze şaşırmış haldeydi. Şu ana kadar olan bitenler son derece şaşkınlık vericiydi. Annesine neredeyse afallamış bir şekilde bakakaldı.

Güzel kadın soğuk bir homurdanmayla beyaz yeşim dağlara doğru baktı. O sırada gözlerinde bir nebze korku ve endişe belirtisi görülebiliyordu. Fakat bu korku belirtisi hemen yok oldu, öfke ve öldürme arzusuyla silindi. Kadın derin bir nefes aldı, bu arada ondan aniden korkunç, delice bir güç yükseldi.

Kadının saçları etrafta uçuştu ve gözleri ışıl ışıl parladı. Onun etrafındaki her şey değişti ve yukarıdaki gökyüzü bile bulanıklaşırken muazzam bir baskı dışarı yayıldı. Şok edici bir şekilde, şu an elinde bir kılıç tutuyordu!

Ve bu kılıç… Bir tahta kılıçtı!

Bu kılıç Meng Hao’nun dört tahta kılıcı gibi değildi. aralarındaki fark onun yüzeyine antik bir stille karakterler kazınmış olmasıydı.

Ayrıl!

Kadın elinde sıktığı kılıcı dağdaki Güney Gök Kapısına doğru savurdu. Bu kılıç saldırısı yukarıdaki gökyüzünün kararmasına  ve yerin hiçliğe dönüşmesine neden oldu. Sanki dünyadaki bütün güç bu tek kılıcın içine emilmiş ve katlanmış Kılıç Qi’sine dönüşmüş gibiydi. Bu şok edici Qi havada uğultularla doğrudan Güney Gök Kapısına yöneldi.

Tam o anda bir düzine kadar yaşlı adam grubu yaklaştı. Onlar öfkeyle doluydu, ama kılıcı gördükleri anda yüzleri şok ile doldu.

Lanet olsun! Ölümsüz Katleden Kılıç!!

Seni deli Meng! Sen… Sen... Sen… Sen bu Ölümsüz Katleden Kılıcı burada, Güney Gök Gezegeninde kullanmaya mı cüret ediyorsun!?!?

Kılıç Qi’si o kadar hızlıydı ki göz açıp kapayıncaya kadar Güney Gök Kapısına ulaştı. Fakat belirsiz bir anda Güney Gök Kapısının tam yanında genç bir adam belirmişti. Görünüşüne bakınca çok yaşlı durmuyordu fakat, vücudundan soyut bir kadimlik yayılıyordu.

Adam önce gelen Kılıç Qi’sine daha sonra da güzel kadına baktı. Başını sağa sola salladı, onu engellemek için hiçbir şey yapmadı. Kılıç Qi’si Güney Gök Kapısına sertçe çarparak tüm yapının sallanmasına ve ardından yerle bir olmasına neden oldu.

Güney Gök Kapısı Ji Klanı Güney Gök Gezegenine vardığı günden beri yerinde duruyordu ve iktidar pozisyonunu temsil ediyordu. Bu onun ilk yıkılışıydı.

Genç adam yıkılan kapıya baktı ve ardından soğukkanlılıkla konuşmaya başladı: “Babanın, Kıdemli Meng’in hatırına sana bir şey söylemeyeceğim. Durma, öfkeni dışa vur. Ama… Bu sadece bir seferliğine olacak!

Genç adam elbise kolunu salladı ve dünyadaki her şey bulanmaya ve herkes yok olmaya başladı.

Güzel kadın daha tamamen ortadan kaybolmadan önce kararlılık ve sağlamlıkla dolu sesi tüm dünyada çınladı.

Ben de bir uyarı yapacağım...” dedi. “Bu sadece bir seferle kalsa iyi olur!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44340 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr