Bölüm 315

avatar
9536 23

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 315


Bölüm 315: Huang Daxian’ın Ölümsüzler Mağarası



Siyah Topraklarda gün batımı vaktiydi. Gökyüzü karanlıktı, aşağıdaki topraklar ise simsiyahtı. Ortama ıssız bir hava hakimdi.



Etrafta herhangi bir ölümlü görünmüyordu; öyle zayıf insanların böyle bir çevrede hayatta kalmaları zordu. Bu bölgede çoğunlukla Gelişimciler yaşıyordu. Yaşayan ölümlüler varsa da onlar Gelişimci Klanlarının soyundan gelen, güçlü vücuda sahip, canlı Qi ve kana sahip kişilerdi.



Meng Hao Siyah Topraklara girdiğinde bir an arkasını dönüp baktı ve yüzünde bir kuşku parlaması oluştu. Bazı nedenlerden dolayı bu topraklara girdiği anda vücuduna bir çeşit görünmez ipliğin eklendiğini ve tüm vücudunu kapladığını hissetmişti.



Siyah Topraklara girmeden önce bunu saptayamamıştı fakat tüm vücudunu sardığı anda fark etmişti.



Sarmaşıklar onu hızla ileri doğru taşırken Meng Hao düşünceli bir şekilde kendi kendine mırıldandı. Bir süre sonra zihnini sakinleştirdi. Gözleri pırıldarken Ruhsal Duyusunu saldı.



Çevresindeki üç yüz metrelik bölge aniden zihninde beliriverdi.



Sağlığımı geri kazanmak için sessiz bir yer bulmalıyım… Zhou Dekun’un Siyah Topraklara götürüldüğünü duymuştum… Dahası, burada Gözsüz Larva ile ilgili bilgiler olmalı. Acaba onu arıtabilir miyim?” Meng Hao bir kez daha Ji Hongdong’un depolama çantasını çıkarttı. Onun üzerindeki büyülü sembolde herhangi bir zayıflama belirtisi yoktu. Meng Hao onu bir nebze baskılayabilse de çantayı açamıyordu. Mührü yeterince uzun süre baskılayabilirse onu açabileceğini hissediyordu.



R.N: Zhou Dekun, Meng Hao’nun önce tartıştığı sonra Siyah Elek Tarikatında arkadaş olduğu Ocak Lordu. Siyah Toprak Gelişimcileri tarafından kaçırılmış ve ondan sonra bir daha görünmemişti. Gözsüz Larvadan ise 165. bölümde bahsedilmişti.



Uzun bir süre geçtikten sonra Meng Hao bir kez daha gözlerini kapattı. Sarmaşıklar hiç durmadan yola devam ediyordu. Kısa süre sonra bir aydan fazla süre geçmişti.



Meng Hao ara sıra Siyah Toprak Gelişimcileriyle karşılaşıyordu. Onlar çoğunlukla cılız ve sıska insanlardı ve şiddetli bir kötücül auraya sahiplerdi. Onlar genelde yalnızdı ya da nadiren üç ya da beş kişilik gruplar halinde görünüyorlardı. Meng Hao’ya göre onların çoğu yalnız kurt gibiydi.



Bu durum Güney Diyarından oldukça farklıydı.



Buradaki insanlar sanki hayat ve ölüm arasındaki ince çizgide yürümeye alışkın gibiydi. Hayatta kalmak için ellerini kana bulamaları gerekiyordu.



Fakat bu vahşiliklerine rağmen yerel gelişimciler Meng Hao’yu görünce göz bebekleri büzülüyordu. Meng Hao’nun etrafta uçuşan beyaz saçları son derece şüphe çekiciydi. Yüzündeki solukluğu da ekleyince insanların üzerinde oldukça ürkütücü bir etki bırakıyordu.



Tüm bunlara vahşi görünümlü sarmaşıkları da ekleyince resim adeta tamamlanıyordu. Meng Hao Nüve Formasyonu aurasıyla birlikte kan kokusu yayıyordu. Görenler hemen onun bulaşılmaması gereken biri olduğu kanaatine varıyordu.



Hatta onunla aynı seviyedeki bazı gelişimciler bile onun Gelişim Merkezi aurasını hissedince bir an tereddüt ettikten sonra yoldan çekiliyordu.



Siyah Topraklarda öldürme eylemi hayatın değişmez bir parçasıydı ve yerlerde ölü cesetler görmek sıradan bir olaydı.



Meng Hao yolculuğu boyunca düzinelerce vahşi büyü savaşına rastlamıştı. Hatta bir kaç tane de ölüm görmüştü. Yaptığı bu gözlemler onun Siyah Toprakları daha iyi anlamasını sağlamıştı.



Meng Hao’ya en tuhaf gelen şey ise bir aydır sürekli tetikte olmasına rağmen peşinden gelen hiçbir Ji Klanı üyesi görememesiydi. İster istemez Siyah Topraklara girdiği anda üzerini kaplayan görünmez iplikleri düşündü.



Bir an tereddüt etti, neler olduğunu tam olarak anlamamıştı. “O iplikler acaba Ji Hongdong’u öldürdükten sonra mı ortaya çıktı? Bu Ji Klanının beni takip edebildiği bir iz mi yoksa? Eğer durum buysa neden Siyah Topraklara girdiğimde üstümü kapladı?



Zaman yavaşça akıp giderken bir ay daha geride kaldı. Güney Diyarına nazaran Siyah Topraklar çok büyük değildi. Fakat Meng Hao yolculuğu esnasında çok fazla şehir görmemişti, sanki her şey birbirinden oldukça uzağa yerleşmiş gibiydi.



Neredeyse her yer boş ve ıssızdı. Toprak simsiyahtı, ağır ve ölümcül bir sessizlik içine işlemişti adeta. Ayrıca Ruhsal Enerjiyle dolu olan yerlerin sayısı çok azdı. Neyse ki Meng Hao’nun şu an ruhsal enerjiye çok fazla ihtiyacı yoktu. Bir gün yine sarmaşıkların üzerinde otururken aniden gözlerini açarak uzaklara doğru baktı.



Ruhsal Duyusu yardımıyla yaklaşık kırk kilometre ötede kısa bir dağ ve basit bir Ölümsüzler Mağarası görmüştü. Ölümsüzler Mağarası dağın içinde değildi, bunu yerine onun altındaydı, tıpkı bir tünel gibiydi. Dağın yanında bir kaynak vardı, sular bir araya toplanarak bir sarnıç şekillendirmişti.



Sarnıcın suyu çamurlu ve kirliydi, tüm bölge hayvan atıkları ve otlarla doluydu. Bölge sanki terk edilmiş gibiydi. Eğer Meng Hao özellikle dinlenebileceği ve sağlığını kazanabileceği bir yer arıyor olmasaydı, büyük ihtimalle öyle bir yeri görmezden gelip geçerdi.



Gerçekten de fena değil...” diye düşündü. İradesini sarmaşıklara aktardı ve sarmaşıklar kısa dağa doğru yöneldi.



Kısa süre sonra bölgeye vardı. Meng Hao dağın yamacına yaklaştığında sarmaşıkların toprağa gömülerek kendini gizlemesine izin verdi.



Meng Hao yabani otların içinden yürüyerek sarnıcı geçti. Bunun yaparken orada su içen küçük, siyah bir yaratık gördü. Yaratık Meng Hao’ya doğru baktı, zalim ve vahşi bir havası vardı.



Meng Hao onu görmezden geldi, havada uçarak dağı inceledi. Daha sonra dağın yüzeyindeki geniş bir yarığa doğru uçtu, yüzünde tatminkar bir ifade vardı.



Çentikli yarık aşağı doğru açılıyordu ve kısa süre sonra Ölümsüzler Mağarasının ana girişi Meng Hao’nun karşısına çıktı. Meng Hao elini salladı ve kapının önce titremesine, ardından yavaşça açılmasına neden oldu.



Ölümsüzler Mağarası çok büyük değildi; mağaranın içindeki neredeyse her şey tozla kaplanmış haldeydi. İçeride hala biraz beşinci ya da altıncı seviye Qi Yoğunlaştırma alemi aurası kalmış olsa da, belli ki uzun süredir kullanılmıyordu. Görünüşe göre mağaranın gerçek sahibinin Gelişim Merkezi çok yüksek değildi.



Meng Hao bir süre bakındıktan sonra elbise kolunu fiskeledi ve bir rüzgar peyda olarak anında bütün tozu ve rutubeti temizledi.



Meng Hao daha sonra bacaklarını çaprazlayarak oturdu ve uzun, derin bir nefes aldı. Gözleri düşünceli bir bakışla doldu, ardından elleriyle bir büyü hareketi uyguladı ve parmağını ana kapıya doğru salladı. Kapı yavaşça kapandıktan sonra üzerinde büyülü semboller ortaya çıktı, mühürlenmişti.



Yaralarımın şu anda yüzde ellisi iyileşmiş durumda. Bu sefer gerçekten de fena yaralandım…” Meng Hao bir kaç tıbbi hap çıkarttı, onları ağzına attı ve ardından gözlerini kapatarak meditasyona başladı. Yaraları yavaş ama kesin bir şekilde iyileşmeye başladı.



Simya Tao’su Büyük Ustası olduğu için doğal olarak kendi yaraları için en uygun hapları yapabilmişti.



Zaman yavaş ve huzurlu bir şekilde geçti. Ölümsüzler Mağarasının içi sessiz ve karanlıktı. Meng Hao bir süredir tek başına oturuyordu. En sonunda meditasyondan uyandığında gözlerini açtı ve karanlığa doğru baktı. Bazı nedenlerden dolayı aklına Mor Felek Tarikatında yaşadığı olaylar geldi.



Ji Klanı…” Gözlerinde ışıltılı bir parıltı belirdi ve bir kez daha gözlerini kapattı.



Üç aylık süre yavaşça geçti, fakat Meng Hao bunun farkında değildi. Şu an yaraları büyük ölçüde, en az yüzde seksen oranında iyileşmişti. Hesaplamalarına göre bir kaç ay içinde tamamen iyileşecekti ve eski zirve durumuna kavuşacaktı. Hatta bir nebze gelişim bile göstermiş olabilirdi.



Meng Hao için en şaşırtıcı ve tuhaf olan şey geçen üç ayda Ji Klanının onu aradığını gösteren en ufak bir belirti görmemiş olmasıydı. Meng Hao ister istemez bu konuda kafa yormaya başlamıştı.



Aniden aklına bir düşünce geldi. “Yoksa usta yüzünden mi?” Bir süre sessizce düşündü.



En sonunda iç geçirdi, gözlerini kapattı ve yaralarına odaklanmaya devam etti. Fakat bir an sonra aniden ifadesi titreşti ve dikkatini mağaranın dışına verdi.



Kısa dağdan yaklaşık elli kilometre uzakta, otuzlu yaşlarında olan sıska bir adam son derece temkinli ve dikkatli bir şekilde yürüyordu.



Onun Gelişim Merkezi çok yüksek değildi, büyük ihtimalle Qi Yoğunlaştırmanın altıncı seviyesindeydi. Gözlerinde vahşi bir parıltı görülüyordu. Eğer bu adam Güney Diyarında olsa onunla aynı seviyede olup da ona karşı kazanabilecek çok az kişi çıkardı.



Bu sefer cidden şanssızdım...” adam dişlerini sıkarak homurdandı. “Orası nasıl bir yerdi öyle!? İki yıl orada kapana kısılıp kaldım!” Adam tüm hızıyla küçük dağa doğru ilerledi.



Adam sanki rutin bir hareketiymiş gibi küçük dağa doğru dolambaçlı bir yol izledi ve etrafa göz attı. Herhangi bir tehlike olmadığına kanaat getirince ve peşinde kimsenin olmadığını anlayınca yarığa hopladı ve aşağı doğru indi.



Bir daha o lanet olası yere gitmeyeceğim. Neyse ki orada iki yıl kalmama rağmen en azından tehlike yaşamadım. Başka biri olsa büyük ihtimalle ölürdü.” Adam iç geçirdi, kendi kendine mırıldanmaya devam ederken yarıktan aşağı doğru ilerledi. Hayatında çok fazla ölüm gördüğünden bu tarz şeyleri hayatın bir parçası olarak görmeye başlamıştı.



Ne yazık ki hala tıbbi iksirim yok...” diye mırıldandı. “Fakat, kendi Ölümsüzler Mağaram olduğunu düşününce, kesinlikle iyi talihe sahip biri sayılırım.” Keyfi yerinde görünürken biraz rahatladı. En sonunda dinlenebileceği Ölümsüzler Mağarasına ulaşmıştı. Sağ elini kaldırdı ve bir emir madalyonu çıkartarak kapıya doğru fırlattı.



Ama madalyonun takırdayarak yere düşüşünü izlerken gözleri hemen kocaman açıldı. Ölümsüzler Mağarasının ana kapısında herhangi bir hareketlilik olmamıştı.



Bozuldu mu acaba?” diye düşündü. İleriye doğru yürüdü, emir madalyonunu aldı ve ardından ona dikkatlice baktı. Tam onu yeniden deneyecekken aniden yerde kapının son zamanlarda açıldığını gösteren toz izlerini fark etti.



Adamın gözleri hemen öfkeyle alevlendi. Ölümsüzler Mağarasının başka birisi tarafından çalındığını anlamıştı!



Senin nereden geldiğini bilmiyorum aptal kara cahil!” diye bağırdı hemen. “Ama burası Huang Dedenin Ölümsüzler mağarası! Çabuk çık oradan!” Adamın tahminlerine göre Ölümsüzler Mağarasının ruhsal enerjisi çoktan kurumuş olmalıydı. Yüksek seviye Qi Yoğunlaştırma Gelişimcileri buraya çok az ilgi gösterirdi, daha güçlü olanların ise işi burayla olmazdı.



Dahası adam bu Ölümsüzler Mağarasını yıllardır kullanıyordu. Tabii ki daha önce burayı ondan çalmaya çalışanlar çıkmıştı ama hepsi de ondan daha düşük seviyede olan kişilerdi ve adam onların her birini yok etmişti. En nihayetinde adam kesinlikle bu Ölümsüzler Mağarasının sahibiydi.



Fakat iki yıldır ortalıkta yoktu ve birisi buraya konmuştu.



Aç lan kapıyı! Seni ahmak! Burası Huang Dedenin bölgesi ve Huang Dedenin Ölümsüzler Mağarası. Çevredeki herkes benim Sekiz kollu Ejderha Kral Huang Daxian olduğumu bilir!



Mağaranın içindeki Meng Hao kaşlarını çattı. İlk başta burası terk edilmiş gibi görünmüştü, aslında burada yaşayan biri olduğunu hiç hayal etmemişti…



Huang Dedenin Ölümsüzler Mağarasını çalmaya çalıştığına göre yürek yemiş olmalısın!” diye bağırdı Huang Daxian. İçeriden bir cevap gelmeyince soğukça homurdandı ve ardından sağ eliyle bir büyü hareketi uygulamaya başladı. Parmağını ileri doğru uzattı ve kızarmış yüzüyle ileri doğru bir ateş dili fırlattı. O bir Ateş Küresine dönüşerek Ölümsüzler mağarasının ana kapısına doğru fırladı.



Dar yarık bir gümbürtü sesiyle doldu, daha sonra Huang Daxian hemen tekrar bağırmaya başladı: “Aç lan kapıyı! Seni lanet olası…



Daha sözünü bitiremeden ana kapı sessizce kayarak açıldı. Huang Daxian soğukça homurdandı ve rakibinin gözünü büyülü tekniğiyle korkuttuğu için kendiyle gurur duydu. Adam öfkeyle dolu olsa da hemen içeri hücum etmedi. Gözlerinde temkinli bir parıltı belirdi.



Adam yavaşça ana kapıyı açtı. İçeride hiç toz yoktu; sadece huzurlu bir şekilde oturan Meng Hao vardı.



Meng Hao’yu tek başına görünce konuşmaya başladı: “Senin ebeni…” Fakat öfkeli konuşmasının ortasında aniden Meng Hao’nun gözlerine baktı. Bu gözlerde buz gibi engin bir gurur vardı.



Onun saçları bembeyazdı ve şok edici, korkunç bir aura yayıyordu. Cildi donuktu, sanki normale dönmek için daha fazla kana ihtiyacı var gibiydi.



Tüm bunlar Huang Daxian’ın kafasının üzerinden bir kova soğuk su dökülmüş gibi hissetmesine neden olmuştu. Hemen titremeye başladı.



Ah Yoldaş... Yoldaş Taoist…









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr