Bölüm 308

avatar
8570 22

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 308


Bölüm 308: Ben Onun Ustasıyım!



Mor Felek Tarikatının Ruh Bölme Patriği ilk önce bir an sessiz kaldı, ardından konuşmaya başladı: “Tarikat Liderinden bir mesaj aldım. Doğu Hap Bölümünden Fang Mu Mor Felek Tarikatını terk etti. Onun ölü ya da diri olup olmadığını bilmiyoruz. Eğer canlıysa onun Mor Felek Tarikatıyla bir alakası yok. Benzer şekilde ölüyse de bizimle bir ilgisi yok.



Bu kelimeler ağzından birer birer dökülürken gözleri ışıl ışıl parladı. Böyle bir konuşma yapmak ona çok büyük bir aşağılanma ve yoğun bir hüzün hissettirmişti.



Diğer Ruh Bölme Patriği hiçbir şey söylemedi, ama kaşları hafiften çatılmıştı. Gözlerinde sanki patlamanın eşiğindeymiş gibi bir öfke görünüyordu. Fakat hiçbir şekilde Ji Klanını kızdıramayacağının farkındaydı.



Fang Mu ile ilgili meseleyi burada sadece onlar biliyordu ve aslında gerçekten de Mor Felek Tarikatından acil bir emir almışlardı. Bu emrin içeriği çok basitti. Bir Ji Klanı üyesinin ölümünden bahsedilmiyordu, sadece meydana gelmek üzere olan bu ani değişimlerden bahsediyordu. Mesaja göre Fang Mu kendi isteğiyle Tarikatı terk etmişti ve herhangi bir aksilik olursa iki Patrik bunu hemen açıklayacaktı.



İkisi de önemli bir şey olduğunu anlamıştı ve şu anki gelişmelerin ardından problemin tam olarak ne olduğunu fark etmişlerdi. İkisi de bin yıldır yaşayan insanlardı, yani meselenin özünü doğal olarak anında anlamışlardı.



İsminin ne olduğu önemli değildi, görünüşe göre çocuğun saldırmaktan başka şansı kalmamıştı ve bir Ji Klanı üyesini öldürmüştü. Tarikatı bu işe karıştırmamak için de gönüllü olarak Mor Ocak Lordu Madalyonunu kırmış ve Tarikatla bağını kopartmıştı.



Böyle bir seçim iki Ruh Bölme Patriğinin de kalplerinde bir acıya sebep olmuştu. O Tarikatlarının bir öğrencisi, Doğu Hap Bölümünün Miras Çırağıydı. Bir kriz anında Tarikata sorun çıkartmamak için böyle bir adım atmaktan çekinmemişti.



Fakat ne yazık ki onu korumalarının bir yolu yoktu. Mor Felek Tarikatından hiç kimse şu an bir şey yapamazdı. İki Patrik mecburen tüm Güney Diyarı Gelişimcilerinin önünde onunla aralarına mesafe koymuşlardı.



Onun hayatı önemsizdi. Onun ölümü önemsizdi. Onun artık Mor Felek Tarikatıyla alakası yoktu.



Patriğin sözleri bölgede ani bir sessizliğe neden oldu. Diğer Tarikat Gelişimcileri şaşırmış ve kafaları karışmıştı. Bu sözlerdeki çaresizliği görebilmişlerdi ve Ji Klanının baskın gücüyle kıyaslandığında herkes aniden bir acıma duygusu hissetmişti.



Ji Klanı Ruh Bölme Gelişimcisi bir an soğukça Mor Felek Tarikatı öğrencilerine baktı, ardından homurdandı. Fakat herhangi bir hamlede bulunmadı.



Sessizlik devam etti. Hiç kimse konuşmuyordu. Herkes daha önce kaybolan öğrencilerin geri dönmesini bekliyordu.



Dört bir yanda kısıtlayıcı büyüler çoktan ortaya çıkmıştı. Şu anda herhangi bir insanın ışınlanma gücü kullanmasına imkan yoktu. Fakat bir an sonra Siyah Elek Tarikatının ışık sütununda Mor Elek Patriğinin gözleri pırıldamaya başladı.



En sonunda konuşmaya başladı: “Ji Klanının Yoldaş Taoistleri ve diğer kıdemli nesil üyeleri. Ben daha önce Meng Hao’nun antik İyi Şans Tarikatının iyi şans efsununa sahip olduğunu görmüştüm. Korkarım ki sizin kısıtlayıcı büyüleriniz…” Gülümsedi ama konuşmasını bitirmedi.



Bu sözler hemen Ji Klanı Kıdemlilerinin gözlerinin titreşmesine ve birbirlerine bakmalarına neden oldu. Ruh Bölme Gelişimcisi sağ elini salladı ve bir yeşim kolye ortaya çıktı.



Bunu kısıtlayıcı büyünün içine yerleştirin. O iyi şans efsununu engelleyebilir.



Mor Felek Tarikatı Ruh Bölme Patriklerinin yüzleri karardı. Bakışlarını Mor Elek Patriğine çevirdiler, gözlerinde zar zor gizleyebildikleri kötü niyetli duygular titreşti.



Çeşitli Tarikatların öğrencileri kışta kalmış ağustos böcekleri gibi şaşkınlıkla titrediler. kafalarından çeşitli düşünceler geçti. Fang Mu’yu düşündüler, ardından Meng Hao’yu… Ve ifadeleri çeşitli yoğunlukta hayretle titreşti.



Fang Mu tüm Güney Diyarında ünlü biriydi. Öyle ki kendi neslinde gökyüzündeki öğle vakti güneşi gibiydi. Hiç kimse onunla kıyaslanamazdı. O Büyük Usta Hap Şeytanının Miras Çırağı, Doğu Hap Bölümünün Tao Çocuğu, Güney Diyarının dört Büyük Ustasından biriydi… Hap Kazanıydı…



Meng Hao’nun ise Kan Ölümsüzü Maskesiyle görünüşü herkesin kalbinin şaşkınlıkla dolmasına neden olmuştu.



O Yüce Ruh Yazıtını elinde bulunduran kişiydi, Song Klanının damadıydı ve şimdi de Kan Ölümsüzünün Mirasını alan kişi olduğu ortaya çıkmıştı!



Bu sessizlikte kendi ışık sütununda oturan Song Klanı üyelerinin yüzlerinde biraz çirkin ifadeler vardı. Tuhaf Song’un da kaşları çatıktı ve kalbinden iç geçiriyordu.



Ruh Bölme Patrikleri de dahil orada bulunan bütün Gelişimciler aniden kalabalığa yaşlı bir adamın katıldığını fark etmemişlerdi. Bu adamın görünüşü zayıf ve görkemsizdi. Fakat kimse onun orada olduğunu fark etmemişti, sanki yaşlı adam bu dünyadan değilmiş gibiydi.



Yaşlı adam gülümsedi. “Sen Yetkinlik alemine girdin çocuk.” dedi kendi kendine. “Dünyada Karma denilen bir şey vardır ve bugün senin onu ekmene yardım edeceğim. Gelecekte senin Yetkinliğini ele geçireceğim ve bu da Karmayı hasat etme kısmı olacak.” Tabii ki onun sözlerini de kimse duyamamıştı. Bu kişi Wang Klanının onuncu Patriğiydi.



Herkes sessizce beklemeye devam etti.



Bu sırada Güney Diyarında, Zhao Ülkesinin eskiden bulunduğu yerde, sayısız dağ silsilesinin ardında engin bir deniz yer alıyordu.



Bu deniz Batı ve Güney ile Kuzey ve Doğuyu birbirinden ayıran Samanyolu Deniziydi.



Aniden Güney Diyarının dışındaki Samanyolu Denizinin üzerindeki hava dalgalanmaya ve bozulmaya başladı. Aniden ileri doğru adım atan bulanık bir insan figürü belirdi. Bu figür en başta belirsizdi ama hızla yaşlı bir adam şekline bürünmüştü.



Bu kişi Doğu Topraklarının Beyaz Dağının zirvesinde Karmaya olta atan yaşlı adam, Ji Klanı Patriği Ji Fang idi!



Samanyolu Denizinin üstünde süzülürken Güney Diyarına doğru baktı. Ardından vücudu titreşerek ileri doğru fırladı. Fakat Güney Diyarının sınırına geldiğinde ve tam girmek üzereyken kaşlarını çatarak soğukça homurdandı. Sağ kolunu kaldırdı ve onu ileri doğru salladı.



O anda havayı dolduran bir gürültü dört bir yana yayıldı ve altındaki denizin kükreyerek çalkalanmasına neden oldu. Güney Diyarının sınırını kapsayan topraklar sarsıldı ve deniz kıyısına dizilmiş olan büyük kayalar çatladı ve un ufak oldu.



Topraklar çatlarken ve deniz çalkalanırken Ji Fang’ın karşısında yaşlı bir adam belirdi. Onun üzerinde uzun gri bir cübbe vardı ve elbise kollarına hap ocağı resmi işlenmişti.



Yaşlı adamın saçları uzun ve beyazdı ve oldukça sıskaydı, derisinde siyah lekeler vardı. İfadesi durgundu fakat güçle doluydu. Gözleri ışıl ışıl parladı ve sanki bu gözlerin içinde Göksel bir aura saklıymış gibiydi.



Yayılan güçlü tıbbi hap aroması tüm alanı doldurmuştu.



Ji Fang soğuk bir bakışın ardından konuşmaya başladı: “Sana Mor Doğu mu yoksa Hap Şeytanı mı demeliyim!?



Bu yaşlı adam Meng Hao’nun ustası Hap Şeytanından başkası değildi!



Hap Şeytanı bir an sessiz kaldı, ardından Ji Fang’a baktı. “Mor Doğu öldü, ben Hap Şeytanıyım.



Neyse, senin Hap Şeytanı ya da Mor Doğu olman önemli değil...” dedi soğukça, başını hafifçe kaldırdı. “Eğer Mor Felek Tarikatının yok edilmesini istemiyorsan yolumdan çekilirsin. Benim Ji Klanımın bir üyesini öldüren herkes ölmek zorundadır!



Hap Şeytanı başını sağa sola salladı. “Ben onun Ustasıyım. O bana üç kez secde etti, şimdi benim onun için bir şeyler yapma zamanım geldi.” Sağ elini kaldırdı ve aniden büyülü bir şekilde elinde bronz bir hap ocağı peyda oldu. Ondan hemen dört bir yana yayılan bir antik Qi ortaya çıktı. Hap ocağından akan mavimsi bir sis etrafta döndü ve tüm bölgeyi bir pus dünyasına dönüştürdü.



Eğer sen gerçekten de Mor Doğu olsaydın, o zaman bir nebze kuşkularım olabilirdi.” dedi Ji Fang homurdanarak. “Ama sen, açıkçası… Ölümüne susamışsın!” Elini kaldırmasıyla birlikte bir sis yoğunlaştı, hemen onu ve Hap Şeytanını içine aldı.



Artık onları görmek imkansızdı. Sadece sisin içinde yankılanan arka arkaya gelen patlama sesleri duyulabiliyordu. Onların altındaki Samanyolu Denizi kuduruyordu. Güney Diyarının sınır toprakları sarsılıyordu. Her iki adamın da yaptığı saldırılar Gök ve Yeri sarsmaya yetecek kadar güçlüydü.



Sisin içinden sert bir ses yankılandı. “Hap Şeytanı, çırağın için böyle bir şey yapmaya gerçekten değer mi? Belki beni durdurabilirsin ama tüm Ji Klanını durdurabilecek misin?



O benim çırağım olmayı seçti, ben de onun Ustası olmayı seçtim. Bu Tarikatı terk edince silinebilecek bir şey değil. Buna değeceğine inanıyorum. Her şeye değeceğine inanıyorum! Ji Klanını durduramam, ama seni bir süre oyalayabilirim. Bu benim için yeterli!



Ardından bir patlama daha gökleri salladı. Güney Diyarının Samanyolu Deniziyle buluştuğu bu ıssız bölgede sarsıcı bir savaş meydana geliyordu.



Sis çalkalandı, yıldırım çatırdadı, gök gürültüsü koptu; savaşa zirveye ulaşmıştı.



Choumen Tai’nin hayali zihinsel aleminin içindeki duvarlar şu an yerle bir oluyordu. Meng Hao ortadan kaybolurken Xu Qing dudağını ısırdı ve gözlerini kapattı.



Meng Hao gitti. O artık Fang Mu değildi, bunun yerine şimdi Gelişim Merkezi Nüve Formasyonu aşamasında olsa da Zhao Ülkesinden ayrıldığı haline geri dönmüştü.Bir ışık ışınına dönüştü ve uzaklara doğru fırladı.



O labirentten ayrılmıyordu, Xu Qing’den ayrılıyordu.



Giderken arkasına bakmadı.



Elinin üstündeki yeşil iz titreşti. Bu iz Mor Çekirdeği şekillendirdikten sonra ortaya çıkmıştı ve kan, damarlarında deveran olmaya başlamıştı.



O bir çeşit büyülü sembol gibiydi. Tabii ki onu Temel Kurulum aşamasına ulaştığında ve Choumen Tai’nin çağrısı sırasında da görmüştü.



Meng Hao ilerlemeye devam ederken duvarlar paramparça oluyordu. Tüm Labirent yerle bir oluyordu ve içerideki bir çok Gelişimci artık birbirini görebilir duruma gelmişti. Hemen kendi Tarikat ya da Klanlarına göre gruplaşmaya başlamışlardı.



Fakat tüm bölgenin kaosa sürüklenmesine neden olan saldırıya maruz kalan hiç kimse yeniden gruplaşacak kadar hızlı değildi.



Meng Hao havada uğultularla ilerlerken giderek hızlanıyordu. Hiç kimse onun yüzünü göremiyordu, sadece yanlarından gelip geçen bir figür görebiliyorlardı.



Gümbürtü sesleri giderek şiddetlenirken duvarlar yerle bir olmaya devam etti. Meng Hao aniden bir an duraksadı. Etrafındaki yıkılışa bakınca tüm bölgenin tamamen yok olmasının an meselesi olduğunu anlamıştı.



Li Daoyi ve Ji Hongdong’un ölümünden dolayı dış dünya mühürlenmiş olmalı. Görünüşe göre iyi şans tılsımı… Bana yardım edemeyecek.” Gözlerinde bir parıltı belirdi. Ji Hongdong’a karşı hamle yaptığı an, zihninden bir çok düşünce geçmişti.



Benim tek şansım… Elli kilometre ötedeki Yeniden Doğuş Mağarası olacak!” Derin bir nefes aldı ve ardından aniden ifadesi titreşti. Birden bir sis vücudunu kapladı ve başka bir yöne doğru fırladı.



Chu Yuyan, Ye Feimu ve diğer Mor Felek Tarikatı öğrencilerinin yanına gitmesi çok uzun sürmedi. Onların etrafı sarılmıştı ve Batı Çölü Gelişimcilerinin saldırısı altındalardı.



Mor Felek Tarikatının Yoldaş Taoistleri!” diye bağırdı içlerinden biri sert bir sesle. “Yaptığınız yazıtların kopyalarını teslim edin, biz de sizi bırakalım. Eğer yapmazsanız Güney Diyarının büyük bir Tarikatına ait olmanızı önemsemeden hepinizi yok edeceğiz!” Vücutlarındaki totem dövmeleri dalgalanmaya başladı. Chu Yuyan, Ye Feimu ve Mor Qi Bölümünden olan diğer öğrenciler kendilerini savunmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.



Ye Feimu ciddi şekilde yaralanmıştı ve yüzü soluktu. Azimle dövüşmeye devam ediyordu. Chu Yuyan’ın ağzının kenarlarından kan sızıyordu ve sağ kolu kanlar içindeydi. Onun yüzü de soluktu ve çenesini sıkmıştı.



Diğer öğrenciler de yaralıydı ve artık hayatları pahasına dövüşüyorlardı.



Onların yanında iki tane Mor Qi Bölümü öğrencisi duvara yaslanmıştı ve ölü mü diri mi oldukları belirsizdi.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44339 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr