Bölüm 306

avatar
8777 23

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 306


Bölüm 306: Ji’yi Katletmek!



Ji Hongdong’un sözleri yankılandığı anda Meng Hao’nun üzerindeki gökyüzünde yıldırımlar çatırdamaya başladı. Bir kol kalınlığındaki yıldırım inanılmaz bir hızla Meng Hao’ya doğru düşmeye başladı.



Meng Hao’nun içindeki Mor Çekirdek hızla döndü, sınırsız Gelişim Merkezi gücüyle dışarı taştı. Bu güç etrafını sarmalarken Meng Hao sağ elini yukarı doğru kaldırdı. Üzerinde beliren muazzam miktarda Mor Qi kavisli bir kalkan şekline büründü.



Yıldırım ile kalkan buluştuğu anda havada bir gümbürtü koptu ve kalkan paramparça oldu. Hemen bunun akabinde ikinci, üçüncü ve dördüncü yıldırım kalkanı oluştu… Yıldırıma karşı oluşan bu kalkanlar sonsuza kadar çıkmaya devam edecek gibiydi. Kısa süre sonra yıldırımın kalınlığı bir parmak boyutuna kadar düştü. Bunun ardından Meng Hao ağzından bir şey tükürdü ve yıldırım sisi ortaya çıktı. Bu sis hemen yıldırımı yuttu.



Bitirme zamanı geldi!” dedi Ji Hongdong soğukça gülerek. Çanı tekrar salladı ve ahenkli bir ses meydana geldi. Hemen Meng Hao’nun üzerindeki kara bulutlarda patlamak üzere gibi görünen üç tane yıldırım birbirine geçti.



O anda Meng Hao’nun gözlerinde bir parıltı belirdi. Gerçek savaş gücüne dair iyi bir tahmin elde etmişti bile. Çekirdek Qi’si olmasa da kesinlikle Erken Nüve Formasyonu aşamasının zirvesinde olan birine karşı dövüşme kabiliyeti vardı.



Fakat galibiyeti garanti değildi; sadece darbelere karşı koyabilirdi. Meng Hao şu an Ji Klanı kan soyuna sahip olan Ji Hongdong’un yerine başka biriyle dövüşüyor olsaydı kesinlikle üstün taraf olacaktı.



Örneğin şu durumda Azure Maskeli Siyah Toprak Gelişimcisiyle bir kez daha karşılaşsaydı, galip gelmesi çok kolay olurdu.



İçten içe bir şeyi fark etmişti. “Çekirdek Qi’sini geliştirdiğimde...” diye düşündü. “Ya da bir Yetkin Çekirdek elde ettiğimde… Erken Nüve Formasyonu aşamasında olan birini elimin bir hareketiyle yok edebileceğim!



Meng Hao sakince rakibine bakarak konuştu, “Sen haklısın. Bitirme zamanı geldi.” Depolama çantasına vurdu ve elinde kan renkli maske beliriverdi.



Kan Ölümsüzü Mirasının Maskesi… Bu maskeyi giymek için gereken minimum Gelişim Merkezi seviyesi Nüve Formasyonu aşamasıydı.



Meng Hao’nun üzerinde üç yıldırım yoğunlaşıyor ve onun üzerine düşmeye hazırlanıyordu. Meng Hao maskeyi yüzüne geçirdi. Maske yüzüyle temas ettiği anda tüm vücudunu şiddetli bir titreme aldı.



Anında yüzünde tarif edilemez bir acı hissetti, sanki maske derisine kalıcı olarak yapışmış gibiydi. Aynı zamanda görüş açısındaki her şey kan rengine dönmüştü.



Zihninde aniden beliren habis bir şiddet onun zekasının yerini aldı. İçinde bir öldürme arzusu kabardı, sanki delirmiş gibiydi.



Zihninde tek bir kelime yankılandı: “Öldür… Öldür… Öldür…” Bu kelime sanki sayısız insan tarafından tekrar ediliyordu, bazıları erkek bazıları kadındı, bazıları genç bazıları ise yaşlıydı. Hatta arada hayvan ve bitki sesleri bile vardı. Sanki yaşayan bütün varlıklar onun kulağına aynı kelimeyi tekrarlıyordu.



Meng Hao’nun gözlerinin önündeki dünya daha da kızıl bir renge büründü, bir kaç nefeslik sürede her yer tamamen kızıla dönmüştü!



Bu kızıl dünyada Gelişim Merkezinin aniden patladığını hissetti; hala Erken Nüve Formasyonu aşamasındaydı ama o anda bir kızıl Çekirdek Qi’si şekillendirebilmişti!



Meng Hao’nun kafasının üzerinde beliren Çekirdek Qi’si son derece yoğundu. Eğer onu dikkatlice incelersen bu Çekirdek Qi’sinin Meng Hao’ya ait olmadığını, Kan Ölümsüzü Miras Maskesine ait olduğunu görebilirdin!



Meng Hao yüzünde maskeyle son derece garip görünüyordu. Hatta üzerinde habis bir şeytani aura da vardı. Ji Hongdong maskeye baktı, bu maskenin herhangi belirgin bir özelliği yoktu sadece iki göz deliği vardı ve bu deliklerden Meng Hao’nun parlak kızıl gözleri görünüyordu!



Gözlerindeki bu kırmızılık kafasının üzerinde süzülen Çekirdek Qi’si ile aynı renkteydi.



Üzerindeki yeşil cübbe şu an kırmızıya boyanmıştı; etrafta dalgalanıyor ve Meng Hao’yu bir çeşit Kan Şeytanı gibi gösteriyordu!



Bu ne tür bir büyülü eşya böyle?” dedi Ji Hongdong, ifadesi titreşiyordu. Meng Hao maskeyi giydikten sonra içinde yoğun bir tehlike hissiyatı baş göstermişti. Ji Hongdong’un aslında hayatla ilgili çok fazla tecrübesi yoktu, bu yüzden bu hissiyat onun tüm vücudunun titremesine neden olmuştu. Hiç düşünmeden elindeki çanı bir kez daha salladı. Meng Hao’nun üzerindeki üç yıldırım aşağı doğru düştü.



Meng Hao kahkaha attı. Onun bu gülüşü maske yüzünden görünmemişti ama sesi sinir bozucuydu. Sağ elini üzerine doğru gelen yıldırımlara doğru kaldırdı. Ardında bu el bir yumruk şeklini aldı ve bununla birlikte üzerindeki kızıl Çekirdek Qi’sinin kendisi de devasa bir yumruğa dönüştü. Bu yumruk üç yıldırıma doğru fırlarken hava büyük bir gümbürtüyle doldu.



Sonuçta ortaya çıkan gürleme sesi yeri göğü inletti. Üç yıldırım yerle bir oldu. Yukarıdaki gökyüzü bile titredi.



Bunun üzerine Ji Hongdong’un yüzü düştü ve gözleri kan çanağına döndü. Elindeki çan aniden çınladı ve bir ağız dolusu kan tükürdü. Yüzünde vahşi bir ifade belirirken tiz bir sesle uludu: “Göklerin iradesi zuhur etsin! Felaket İmtihanı!



Bu sözlerle birlikte Meng Hao’nun üzerindeki bulutlar aniden iki katına çıkarak katman katman oldu. Bu yoğun siyahlığın içinde saldırmaya hazırlanırken, Göklerin iradesi şekline bürünüyormuş gibi görünen dokuz tane yıldırım ortaya çıktı.



Aniden sanki bütün yaşayan varlıkları yok edebilirmiş gibi hissiyat yaşatan bir aura yayıldı. Biraz uzakta duran Xu Qing’in yüzünde afallamış bir ifade belirdi.



Fakat tam o sırada Meng Hao’nun sesi duyuldu.



Sesi boğuktu ve garip bir şekilde büyüleyiciydi.



Bir yüz olmadan…” Meng Hao Kan Ölümsüzü Mirasının kutsal becerisinin sadece bu üç kelimesini söyledi. Bir yüz olmadan, tek bir kelime etmeden, savaşın alevleri birleşsin. Bölünen bulutlar, kanlı bir yağmur, denizler gökyüzünü doldursun. Tanrıları esir et, ordu ilerlesin, ateş kuleleri tüketsin. Bütün ruhlar ve kan soylarıyla 9 ölümcül gücü oluştur!



Bu kelimeler aslında Kan Ölümsüzünün kutsal becerilerini içinde barındırıyordu, bunlar sadece maskeyle birlikte kullanılabilirdi. Şu an on binlerce yıldır görülmeyen şok edici bir Antik Lanet Klanı büyülü tekniği aniden Meng Hao’nun uzanmış elinde ortaya çıkmıştı.



Bu kelimeler ağzından döküldüğü anda kafasının üstündeki muazzam miktarda Çekirdek Qi’si aniden yayılmaya başlamış ve devasa bir yüze dönüşmüştü. Yüzün iki gözden başka herhangi bir özelliği yoktu, bu iki göz ise sadece kızıl bir denizden ibaretti!



Sol göz tamamen kırmızıydı; fakat şaşırtıcı bir şekilde sağ gözün pozisyonunun içinde… Meng Hao vardı!



Devasa yüzü ortaya çıkar çıkmaz üzerine gelen yıldırımlara doğru fırladı.



Her yer sarsıldı, bu dünya gerçek olmasa da çılgınca sarsılmıştı. Dokuz yıldırım anında yerle bir olmuştu. Gökyüzündeki kara bulutlar çözülmeye başlamış ve devasa yüz, ruh cezalandıran Göklerle buluştuğu anda onu da tamamen yerle bir etmişti.



Bu yüzsüzlük büyüsü, anlaşılması zor bir sol göz ve Meng Hao’nun bulunduğu sağ gözden başka herhangi bir özelliği olmayan devasa bir yüze dönüşmüştü. O, Ji Hongdong’un tüylerini diken diken etmiş ve tüm vücudunu yoğun bir ölüm hissiyatına boğmuştu.



Sen…” Ji Hongdong tam konuşmasına devam etmek üzereyken sözleri boğazında takılıp kaldı. Çünkü tam o anda devasa bir yüze dönüşen yüzsüzlük büyüsü aniden tam karşısında belirivermişti. Sağ göz pozisyonunda duran Meng Hao elini kaldırdı ve Ji Hongdong’un boğazını sıktı.



Meng Hao’nun bu sıkışı Ji Hongdong’un kelimelerinin boğazında kalmasına neden olmuş ve yüz ifadesinin çarpık bir hal almasına sebep olmuştu. Ji Hongdong mücadele etmeye çalışsa da aniden Gelişim Merkezinin baskılandığını fark etti; direnmesinin bir yolu yoktu.



Genç adamın gözleri dehşet ve yoğun bir korkuyla doldu, Meng Hao’nun öldürme arzusunu hissedebiliyordu. Onun vahşiliğinin eşi benzeri yoktu fakat… Hala Güney Cenneti topraklarında herhangi bir insanın Ji Klanı kan soyuna sahip birini öldürmeye cüret edebileceğine inanmıyordu.



Bu anlayış onun kalbine derince işlenmiş haldeydi. Bu düşünce küçüklüğünden beri içinde var olan bir şeydi. O sırada bir kriz anında olsa da yüzündeki korku hemen kayboldu ve yerini katı bir ifadeye bıraktı. Meng Hao’ya baktı ve yüzünde küçümseyici bir gülümseme belirdi.



Ağzıyla konuşamasa da gözleri şu kelimeleri söylüyordu: “Beni öldürmeye mi cüret edeceksin?” Bu mesaj anında Meng Hao’nun kalbine iletilmişti.



Ji Hongdong ne aman diledi ne de tatlı sözlere başvurdu. Bu ölüm kalım anında Ji Klanı kan soyunun asilliğini ve onurunu unutmamıştı. Çenesini kaldırdo ve Meng Hao’ya soğukça baktı.



Meng Hao bir an sessiz kaldı, ardından boğuk bir sesle konuştu: “Ben gerçekten de… Seni öldürme istemiyorum…” Gözlerindeki kırmızılık sönükleşmeye başladı ve yerini Meng Hao’nun kendi gözlerine bıraktı.



Bunu duyunca Ji Hongdong’un dudaklarında soğuk bir gülümseme kıvrıldı. Aniden Meng Hao’nun sağ eli kasıldı. Bir patırtı sesiyle birlikte Ji Hongdong’un gözleri kocaman açıldı. Boğazı ezilerek hiçliğe dönüşmüştü; Meng Hao’nun elinde dolanan Kan Ölümsüzü gücü aniden Ji Hongdong’un vücuduna aktı. Ji Hongdong titredi ve hemen vücudu çürümeye başladı. Vücudundaki bütün kan alnında bir araya toplandı, bir kan izi belirdi ve bir Ji Klanı kan soyu yığını haline dönüşerek aniden havaya uçtu!



Bu kan Meng Hao’nun giydiği maskenin alnıyla bütünleşti. Maske sanki heyecanla dolmuş gibi dalgalandı. Bunun ardından Meng Hao elini gevşetti ve Ji Hongdong’dan geri kalan cesedi yere bıraktı.



Meng Hao gözlerini kapattı, ardından sağ elini kaldırarak maskeyi çıkarttı. Maske çıktığında Meng Hao’nun yüzünün nasıl solduğu da gözler önüne serildi. Maskenin gücü şok ediciydi. Eğer Ruhsal Duyusu bu kadar güçlü olmasaydı Meng Hao kendi zihnini kontrol etmeyi sürdüremezdi.



Maskenin gücünü kısa bir süre kullandıktan sonra ömründen bir altmış yıllık döngünün yarısının gittiğini fark etti.



Maskeyi takmanın bedeli çok ağırdı.



Meng Hao soluk yüzünü Xu Qing’e doğru çevirdi. Dudağını ısırarak yumuşak bir tonla konuştu: “Şimdi güvendeyiz. Kimse senin sırrını öğrenemeyecek.



Meng Hao’ya boş boş bakan Xu Qing’in gözleri göz yaşlarıyla doluyordu. Xu Qing basit bir insandı ama Meng Hao’nun bu sırrı korumak için ödediği bedeli görebiliyordu.



Bir Ji Klanı üyesini öldürmüş ve bu yolla büyük bir felaketi kışkırtmıştı. Kendi Tarikatını bu işe bulaştırmamak için onu terk etmişti… Şimdi bir gezgin olmaktan başka şansı yoktu. Artık asla Güney Diyarına geri dönemeyecek ya da Ji Klanından saklanamayacaktı.



Dahası o sadece bir Nüve Formasyonu Gelişimcisiydi…



Xu Qing dudağını ısırdı ama göz yaşlarını tutamıyordu. Yaşlar yüzünden aşağı aktı ama asla yere düşmedi, çünkü Meng Hao elini kaldırmış ve onları silmişti.



Ağlama.” dedi gülümseyerek. “Önümüzde uzun bir yol var. Kim bilir bir daha ne zaman karşılaşacağız.” Meng Hao’nun gülümseyen yüzü soluktu ve bu durum onun sözlerinin kalbine daha da derin işlenmesine neden olmuştu.



Şimdi gidiyorum.” diye devam etti Meng Hao. “Burası kısa süre sonra yerle bir olacak.” Meng Hao onun gözlerine derince baktı, biliyordu ki arkasını döndüğünde artık bir ölü ve bir canlı gibi ayrılmış olacaklardı. Meng Hao hayatta kalmayı başarsa bile geri dönmeden önce kim bilir kaç yıl geçecekti.



Geri döndüğünde ise şu an karşısında duran güzel kadının eskisi gibi olup olmayacağını kimse bilemezdi.



Ama Meng Hao’nun bir pişmanlığı yoktu. Ji Hongdong ölmek zorundaydı. Hem Xu Qing için hem kendisi için yalnızca Ji Hongdong’un ölümü geri kalan hayatlarına devam etmelerini sağlayabilirdi.



Meng Hao onun cesedini kan renkli maskenin içinde saklasa bile bunun Ji Klanının gücü karşısında iyi olmayacağını biliyordu. Aslında sonuçları daha da ağır olabilirdi.



Belki de gidilebilecek üçüncü bir yol olabilirdi ama ne yazık ki işler çok hızlı gelişmiş ve Meng Hao yürüyebileceği üçüncü bir yol düşünememişti. Meng Hao kimliğini kullanarak öldürmek ve ardından Fang Mu kimliğiyle normal bir şekilde yaşamaya devam etmek Ji Klanının korkunç gücünü anlamamak anlamına gelecekti. Meng Hao bu kanaate şimdiye kadarki tecrübelerine dayanarak varmıştı.



Eğer o yolu izleseydi yüzde doksan ihtimalle tüm Mor Felek Tarikatı bir yıkıma sürüklenecekti. Meng Hao böyle bir seçeneğe gitmeyi reddetmişti.



Meng Hao arkasını döndü ve bunun hemen ardından birinin onu arkasından kucakladığını fark etti. Bu kucaklama yumuşak ve sıcaktı.



Seni bekleyeceğim.” dedi Xu Qing. Sesinde inatçı bir ton vardı. Geçmişte, şimdiki zamanda ya da gelecekte, daima beraber olacaklardı.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr