Bölüm 305

avatar
8638 21

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 305


Bölüm 305: Beni mi Öldüreceksin!?



Meng Hao Mor Ocak Lordu Madalyonunu kırdığı anda ve Mor Ocak Lordu cübbesi yok olmaya başladığı sırada Şark Doğuşu Eyaletindeki Mor Felek Tarikatında Büyük Usta Hap Şeytanının alçak dağında bir şey olmuştu.



Belli bir binanın üç tane yeşim kayış rafında.



Bu raflardan üçüncüsünde dokuz tane yeşim kayış vardı. Hepsinin de üzerinde bir isim yazılıydı ve dikkatli bakılınca bu isimlerin Mor Ocak Lordlarına ait olduğu görülebiliyordu. Onlar Hap Şeytanının öğrencileriydi.



İkinci rafta tek bir yeşim kayış duruyordu. Bu yeşim kayış Chu Yuyan’a, onun Kişisel Çırağına aitti.



İlk rafta da tek bir yeşim kayış vardı ve üzerinde iki kelime yazılıydı. Fang Mu!



Meng Hao pozisyonu en yüksek olan kişiydi. O Miras Çırağıydı. Bu yeşim kayış onun Doğu Hap Bölümündeki önemini temsil ediyordu. Aniden Fang Mu’nun yeşim kayışı titremeye başladı. Çatlama sesleri duyuldu ve kayışın ortasında bir yarık belirdi. Bir anda kayış patlayarak toz duman oldu.



Yeşim kayış yok olduğu anda dağın zirvesinde oturan beyaz cübbeli Hap Şeytanının bakışları uzaklara dikilmişti. Tüm vücudunu bir titreme aldı. Başını çevirdi, yeşim kayışların olduğu odaya doğru baktı. Bakışları uzun bir süre orada kaldı. Kadim yüzü aniden daha da yaşlanmış gibi göründü; yüzündeki kırışıklıklar artmıştı.



Bu sırada Güney Diyarının Merkezinde, Li Klanı bölgesinin ortasında Ölümsüzlerin meskenine benzeyen bir yerde aniden havayı bir gürleme sesi doldurdu. Bu gürleme sesiyle birlikte öfkeden kuduran bir figür belirdi.



Figür hızla dışarı fırlarken onun peşinden yedi ya da sekiz kişi gitti. Adamın elinde parçalanmış bir yeşim kayış vardı. Ondan parlak bir ışık yayılıyordu ve tam ortasında bir yüz yer alıyordu… Bu yüz Meng Hao’nun yüzüydü!



Bu, Li Daoyi’nin ölmeden hemen önce gözünden yansıyan görüntüydü. Bu görüntü Meng Hao’nun yüzüydü.



Daoyi!!” diye haykırdı yaşlı adam, kafasını gökyüzüne kaldırdı ve bir feryat koparttı. Bir Klanın Tao Çocuğu öldürülmüştü. Böyle bir olayın aynısı sadece yıllar önce Wang Klanı tarafından yaşanmış ama daha sonra bunun sadece bir söylenti olduğu ortaya çıkmıştı. Bu sefer herhangi bir yanlışlık yoktu; bu Tao Çocuğu gerçekten de öldürülmüştü.



Senin kim olduğun umurumda değil.” dedi öfkeli yaşlı adam. “Sen benim Li Klanımın Tao Çocuğunu öldürdün! Hangi Tarikata ait olursan ol, seni öldüreceğim!!” Onunla birlikte diğer sekiz figür hızla yoluna devam etti. Onların arkasından ise düzinelerce Li Klanı Gelişimcisi geliyordu. Grup tüm hızlarıyla Yeniden Doğuş Bölgesine doğru ilerliyordu.



Aynı sırada, Güney Diyarının Wang Klanında, sonsuz dağ silsilesinin derinliklerinde Wang Klanının onuncu Patriğinin lav mağarası yer alıyordu. Aniden tabutun kapağı paramparça oldu ve onun Patrik’i yavaşça ayağa kalktı.



Lavın içine doğru yürüdü ve bunun ardından lav yavaşça soğudu ve tıpkı mağara gibi karardı.



Wang Klanının efsanevi Patriklerinden birinin de dediği gibi, bütün canlılar Karma eker. Bu nedenle ekilen Karmayı biçmek gerekir. Hayatla birlikte ölüm gelir… Bugün, sana yardım edeceğim. Evet, böylece bir Karma ekeceğim, ama gelecekte seni tüketeceğim ve bu da senin ödemen gereken Karma hasadı olacak. Bugün sen ölmeyeceksin. Fakat, bu sadece senin gelecekte tamamen bana ait olmanı sağlayacak.” Wang Klanı Patriği boğuk bir sesle gülerken vücudunun etrafı kırmızı bir parıltıyla sarmalandı.



Uzun zamandır dışarı çıkmıyordum…” Kendi kendine mırıldandıktan sonra ortadan kayboldu.



———



Yeniden Doğuş Mağarasının yakınlarındaki Ölümsüz cesedinin içinde bulunan labirentin derinliklerinde, Li Daoyi’nin cesedinin yanında duran Meng Hao ağır ağır nefesleniyordu.



Meng Hao gerçek kimliğini ortaya koyduğu andan beri derin düşünceler içindeydi. Li Daoyi’nin ölmesi gerekiyordu. Meng Hao Ji Hongdong’un sözlerini duyduğu anda, Li Daoyi’nin kaderi mühürlenmişti, onun ölmesi gerekiyordu!



Yalnızca ölü bir adam gerçek anlamda sır tutabilirdi.



Meng Hao gibi Xu Qing’in de bir sırrı vardı. Bu sır ortaya çıkarsa Xu Qing çok büyük bir tehlikeyle yüz yüze kalacaktı… İşin aslı ölmesi kesinleşecekti.



Bu nedenle Li Daoyi ölmeliydi!



Fakat onun Fang Mu tarafından öldürülmesiyle Meng Hao tarafından öldürülmesi arasında büyük bir fark vardı.



Meng Hao artık Gelişim dünyasına girdiği zamanki gibi kibirli bir genç değildi. Mor Felek Tarikatındaki gelişim pratiği yıllarında dünyaya bakışı büyük ölçüde genişlemişti. Herhangi bir Tarikatın Tao Çocuğunun ölümünün o Tarikat tarafından anında öğrenildiğini Meng Hao’nun bilmemesi mümkün müydü?



Dahası onlar onları katleden kişinin görünüşünü ve aurasını ortaya çıkarabilecek tekniklere sahiptiler. Hatta öldürüldükleri yeri bile tespit etmeleri zor değildi. Et peltesi Li Klanından gerçeği saklaması için Meng Hao’ya yardım edebilirdi. Fakat… Meng Hao o riski almak konusunda pek emin olamamıştı.



Meng Hao durumların ve sonuçların farkındaydı… Bu nedenle Li Daoyi’yi Fang Mu yüzüyle öldürmemişti.



Bu yüzden… O kimliğini atmaktan başka şansı kalmamıştı.



Ji Hongdong ise bütün Güney Cenneti topraklarının bir numaralı Klanının bir Yarı Düzen üyesiydi, yani Meng Hao onun ölmesine Ji Klanının vereceği tepkiyi hayal bile edemiyordu. Bütün güçlü ve korku verici Klanlar kendi üyelerinin ölümünü ciddiye alırdı. Bu, Klanın gücünü ve onurunu devam ettirebilmek adına gerekli bir tepkiydi.



Ji Hongdong’u öldürmek, bir İmparatorluğun prensini öldürmek gibiydi. Bir İmparatorluk bir çok prense sahip olsa da böyle bir olay bir çok felakete ve sonu gelmez problemlere yol açacaktı.



Mor Felek Tarikatının Ji Klanına karşı hiçbir şansı yoktu. An Zaihai’nin dediklerine ve Meng Hao’nun şimdiye kadar anladıklarına göre Mor Felek Tarikatı Güney Diyarında büyük bir Klan olsa da Ji Klanına göre tıpkı ufak bir mayıs sineği gibiydi.



Eğer bir Mor Felek Tarikatı öğrencisi bir Ji Klanı üyesini öldürürse, bu olay sadece basit bir öğrenciyle sınırlı kalmazdı. Büyük ihtimalle bu olay yüzünden bütün Tarikat yok edilirdi.



Meng Hao’nun parmakları Mor Ocak Lordu madalyonunu kırarken aklındaki şey Ustasıydı. Aynı zamanda diğer Mor Ocak Lordlarını da düşünmüştü. Doğu Hap Bölümünün yeşil dağları ve berrak suları aklına gelmişti. Yıllar boyunca geçirdiği olayları, tecrübeleri anımsamıştı.



Tüm bunlara rağmen… Ji Hongdong ölmeliydi!



Eğer onu öldürmezse, Xu Qing büyük bir tehlikeye girecekti. Dahası, eğer Ji Klanı’nın bir Şeytan Mühürleyicinin varlığından haberi olursa… Bunun düşüncesi bile Meng Hao’nun tüylerini diken diken etmeye yetiyordu.



Bu nedenle, Ji Hongdong’un yaşamaması gerekiyordu. Ancak onun ölümüyle Xu Qing’in güvenliği sağlanacak ve Siyah Elek Tarikatına geri dönerek hiç şüphe çekmeden Anka Matronuyla tamamen kaynaşabilecekti.



Meng Hao’nun Mor Ocak Lordu Madalyonunu kırması ise, onun Tarikatla bütün bağlarını kopardığını ve onlarla artık bir alakasının olmadığını temsil ediyordu. O Meng Hao idi. Fang Mu yalnızca sahte isimdi. Bu bilgi ortaya çıktığında Mor Felek Tarikatı düzgün bir açıklama yapabilecekti.



En önemlisi ise madalyonu yok etmesi onun Tarikatı terk ettiği anlamını taşımasıydı. Bu aynı zamanda Fang Mu’nun öldüğü anlamına da gelebilirdi.



Meng Hao’nun tek canını sıkan nokta buradan çıkınca Li Klanının onun peşine düşecek olmasıydı. Engin Güney Diyarında saklanacak bir yeri olmayacaktı. Buradan ayrılmaya, gerçek anlamda Güney Diyarından yok olmaya zorlanacaktı.



Dahası, ortadan kaybolmadan önce ortaya çıkacak karmaşalara da hazırlıklı olmalıydı.



Tüm bunlar Xu Qing’in kimliği Ji Hongdong tarafından öğrenildiği anda zihninden geçmişti. Meng Hao Gelişim Merkezi ilerlemesine rağmen en başta hala tereddüt etmiş fakat en sonunda kararlılıkla dolmuştu.



Usta…” diye düşündü, yavaşça uzaklara doğru baktı. “Ben haindim… Lütfen Fang Mu’yu ölmüş gibi düşün!” Bunun ardından bakışları hızla Ji Hongdong’un üzerine düştü. İlk defa bu gözler öldürme arzusuyla titreşti. Meng Hao’nun tüm bu düşünceleri zihninde analiz etmesi uzun gibi görünse de aslında bir anda olup bitmişti. En sonunda tüm hepsi yoğun bir öldürme arzusuna dönüşmüştü.



Bu öldürme arzusu Ji Hongdong’un zihninin titremesine neden oldu. İlk defa kendisine bu şekilde bakan biriyle karşılaşmıştı. Geçmişte nereye giderse gitsin ya da hangi düşmanla yüzleşirse yüzleşsin, insanlar ona saldırsa da asla onu yok etme arzusuna sahip olmamışlardı.



Bunun nedeni ise Ji soy ismiydi. Ji Klanının kan soyu onun damarlarında akıyordu. Güney Diyarında, Güney Cenneti topraklarında Ji Klanını kızdırmaya yalnızca çok az kişi cüret edebilirdi!



Beni öldürmek mi istiyorsun? Ne cüretle!?” Gözleri soğukça parlarken sağ elini kaldırdı ve bir büyü hareketi uyguladı. Hemen kafasının üzerinde Çekirdek Qi’si açtı. Bir kez daha yıldız sahası ortaya çıktı. Bu sefer öncekine göre çok daha fazla parıldayan yıldız vardı. Bu yıldız sahası yukarıdaki her yeri kapladı, ardından Meng Hao’ya doğru akın etti.



Parlak yıldız ışıkları üzerine düşerken Meng Hao’nun öldürme arzusu hala biraz önceki gibi titreşmeye devam ediyordu. Yıldızlar yaklaşırken sağ elini kaldırarak ileri doğru vurdu. Bunu yapmasıyla birlikte kanla kaplı parmakları her şeyin sarsılmasına neden oldu. Aniden Meng Hao’nun altında devasa, kan renginde bir avuç belirdi.



Kanlı avuç giderek büyüdü ve genişledi, daha sonra Kanlı Ölüm Dünyası ortaya çıktı ve onun içinde Meng Hao’nun Kan Klonları görülüyordu. Hepsi birlikte üzerlerine gelen yıldız ışıkları ve yıldız sahasıyla yüzleştiler ve hemen ona karşı savunmaya geçtiler.



Kanlı Avuç tıpkı bir devin eli gibi yukarı doğru fırladı, yıldız sahasıyla sertçe çarpıştı.



Havada bir gümbürtü koptu. Meng Hao’nun tüm vücudu titredi ve ağzından kan sızdı. Yıldız sahası yerle bir olmaya başladı ve yıldız ışığı dağıldı. Fakat Meng Hao’nun Kanlı Ölüm Dünyası da çözünmeye başlamıştı.



O sırada Meng Hao daha Çekirdek Qi’sini geliştirememişti. Rakibinin Çekirdek Qi’si vardı, fakat Meng Hao geçen sefer Azure Maskeli Siyah Toprak Gelişimcisiyle karşılaştığı zamana göre çok farklı bir durumdaydı. Kaçmayacaktı, şu an çok daha eşit durumdaydı.



Ji Hongdong’un ifadesi değişti; ağzından kan geldi ve geriye doğru sendeledi. Yüzü tamamen öfkeli bir ifadeye büründü ve sağ elini önüne doğru salladı.



Fang Klanından olan o lanet olası deliden sonra beni yaralayabilen ilk kişi oldun! Lanet olsun sana! Göklerin Zindanı: Hapishane Cisimlenmesi!” diye bağırdı, eliyle hızlıca bir büyü hareketi yaptı ve ardından Meng Hao’ya doğru salladı. Hemen mavi bir parıltı ortaya çıktı ve genişleyerek her yeri kapladı. O beyaz bulutlarla dolu mavi bir gökyüzüne dönüştü.



Tuhaf olan şey bu gökyüzü sadece Meng Hao’yu kaplamıştı; diğer her yer tıpkı önceki gibiydi.



Doğunun Çanı çalınsın. Dokuz imha, Göklerin iradesini kullanarak vücudu yok et. gök kubbenin bakışıyla ruhu cezalandır, Ji Klanı kan soyunu kullanarak bu kişiyi Göksel Felaketle cezalandır!” Ji Hongdong’un gözleri kan çanağına dönmüştü. Parmağını indirdi ve Meng Hao’nun üzerindeki Göklerin mavi şeridi çalkalanan kara bulutlarla doldu. Gök gürledi ve dahası yıldırım düşmek üzere gibiydi.



Beni öldürmek mi istiyorsun? Buna vasıf değilsin!” Ji Hongdong depolama çantasına vurdu ve gümüş bir çan çıkarttı. Hemen, berrak bir çan sesi duyuldu.



Ji Klanı kan soyunu ve Doğu Çanının rehberliğini kullanarak Göklerin iradesinin hükmünü bu Meng Hao’ya karşı ortaya çıkart! GEBER!” Kükrerken yüzü öfkeyle büküldü.



—–








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44226 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr