Bölüm 296

avatar
8961 20

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 296


Bölüm 296: Ji ile Bir Karşılaşma Daha!



Bu iz tıpkı büyülü bir sembol gibiydi. Sanki derisinde değil de daha çok etindeymiş gibiydi. Meng Hao bu ize yabancı değildi. Bu izi Temel Kurulum aşamasına geçtiğinde de görmüştü.



Bugün ikinci kez ortaya çıkmıştı!



Meng Hao ize baktı, zihni uğulduyordu.



Uzun bir süre sonra sarsıntı ortadan kayboldu. Güney Diyarının yarısında hissedilen bu titreşim Ölümsüz Cesedine olan ilgiyi daha da artırmıştı.



Meng Hao ölümsüzler mağarasında uzun bir süre durduktan sonra kafasını kaldırdı. Şu an gözleri keskin bir ışıkla doluydu.



Bu… Kim? O yıl onu neden görebildim? Neden Güney Diyarına düştü? Ve nasıl kan akışımı etkileyip bu izin ortaya çıkmasına neden oldu… Bu iz o yıl mı üzerime yerleştirildi? Yoksa zaten en başından beri etimin bir parçası mıydı?” Meng Hao sessizce anne ve babasının kaybolduğu geceyi ve dışarıda esen mor rüzgarı düşündü.



Eğer yanlış hatırlamıyorsa rüzgar yükseldiğinde, onun vücudunun etrafında dönmüştü. Onun sıradan bir rüzgar olmadığını hatırlıyordu, bir çeşit tuhaf güç içeriyordu.



Meng Hao dışarıda hava kararana kadar uzun bir süre düşündü. Bir sonuca varmasıyla birlikte gözlerinde ışıltılı bir parlaklık büyümeye başladı.



Bu kişinin sözleri doğru olsa da olmasa da… Oraya gideceğim!” Gözleri kararlılıkla parladı. Büyük ödüller yalnızca büyük riskler alınarak elde edilebilirdi. Gelişimciler özgüven geliştirirdi! Bir karar verildiği zaman onu inatla takip etmek ve en ufak bir tereddüt göstermemek gerekirdi!



Sağ elbise kolunu fiskelemesiyle birlikte ölümsüzler mağarasından çıktı.



Ondan günler sonra Mor Felek Tarikatından altıncı Gelişimci grubu ayrıldı. Bu grupta toplam otuz kişi yer alıyordu. Ve en önde giden kişi Meng Hao idi.



Üzerinde bir Mor Ocak Lordu cübbesi vardı ve hızla ilerlerken uzun siyah saçları arkasında dalgalanıyordu. Arkasındaki bütün insanlar ister Doğu Hap Bölümünden olsun, isterse de Mor Qi Bölümünden olsun ona saygıyla bakıyordu.



Hep birlikte hızla uzaklara doğru uçuyorlardı.



Meng Hao bu seyahat boyunca sessizdi. Hiç konuşmamıştı; zihninde Ölümsüz Cesedinin çağrısı yankılanıyordu.



Bu altıncı Mor Felek Tarikatı grubu toplamda üç kez ışınlanmış ve Yeniden Doğuş Mağarası bölgesine varmak için yarım aylık zaman harcamışlardı. Bu zaman periyodunda titreşim bir kez daha yankılanmıştı.



Titreşim tarafından vurulduklarında, hepsi de yere inmiş ve bacaklarını çaprazlayarak oturmuşlardı. Sadece Meng Hao havada kalmış ve gözlerini uzaklara doğru dikmişti. Bir kez daha çağrıyı hissetmişti.



Bana gel… Buradayım… Seni bekliyorum… Bütün gerçekler… Bütün cevaplar…



Meng Hao’nun zihni çalkalanmıştı. Yeniden Doğuş Mağarası bölgesindeki yüz binlerce Gelişimci arasından bu sesi sadece Meng Hao duyabilmişti. Gözleri öncekinden bile daha inatla pırıldamıştı.



Güney Diyarında üç tane Tehlikeli Bölge vardı: İlkel Tao Gölleri, Antik Lanet Tapınağı ve Yeniden Doğuş Mağarası. Tek bir bakışla orası yerdeki devasa bir çöküntü gibi görünüyordu. Bölgede çok sayıda volkan yer alıyordu, onları saymak imkansızdı. Sanki sonsuz gibilerdi.



Gözler önüne serilen siyah bir gökyüzü ve her şeyi kaplayan yoğun siyah bir pus vardı.



Burası Yeniden Doğuş Mağarası bölgesiydi.



Efsanelere göre eğer hayatının son demlerini yaşayan biri doğru anda Yeniden Doğuş Mağarasına girerse ve başarılı olursa bir hayat daha yaşama şansı elde edebilirdi!



Bu doğru olsun ya da olmasın, antik zamanlardan beri ölmek istemeyen bir çok kudretli gelişimci Yeniden Doğuş Mağarasına girmişti. Sayısız yıl boyunca sadece üç kişi başarılı bir şekilde dışarı çıkabilmişti.



Fakat hiçbiri de mağaradan çıktıktan sonra içeride neler olduğu hakkında konuşmamıştı. En sonunda ortadan kaybolarak bir daha görünmemişlerdi.



Buna rağmen Yeniden Doğuş Mağarasına dair efsaneler abartılarak büyümeye devam etmişti. Her şeye rağmen bu mağarayla ilgili hikayeler on binlerce yıldır dolanmaya devam etmiş ve en sonunda oranın bazı büyüleyici özelliklerinin olduğuna inanılmaya başlanmıştı.



Meng Hao tüm bunları göz önünde bulundurarak ilerliyordu.O bölgeye girdiğinde tehlike seviyesi son derece yüksek olacaktı.



Ölümsüz Cesedi ise Yeniden Doğuş Mağarasının hemen önüne düşmüştü, aralarında elli kilometre bile yoktu.



O sırada titreşimler yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. Bunun hemen ardından figürler arka arkaya yerden yukarı fırlamaya başlamıştı.



O sırada, Güney Diyarının dört bir yanından gelen yüz binlerce gelişimci Yeniden Doğuş Mağarasının bin kilometre etrafında toplanmış, bir çember oluşturmuşlardı. Bu bölgede gelişimciler kendi tarikatları adına geçici sığınaklar kurmuşlardı.



Her sığınakta çeşitli tarikatların yaşlı nesil üyeleri yer alıyordu. Bilindiği üzere bu devasa bölgeye her gün çeşitli tarikatlardan gelen insan sayısı artıyordu. Bir çoğu tehlikeyi göze alarak iyi talih elde etmek umuduyla cesede yaklaşıyordu. Bazıları geri dönüyor, bazıları ise dönemiyordu.



Tabii ki bölgede yüz binlerce gelişimcinin toplandığını düşününce herhangi bir çatışmanın olmaması imkansızdı. Bu nedenle burada büyü savaşları sıradan bir şeydi ve her gün bir çok insan ölüyordu.



Büyük tarikat ve klanlar ise kıdemli nesillerin koruması altındaydı; ufak kaoslar yaşansa da nispeten olaylar kontrol altında tutuluyordu.



Titreşim sarsıntısı bittikten sonra Meng Hao grubuyla birlikte bölgeye doğru yola koyulmuştu. Bu durum tabii ki bölgede oldukça ilgi görmüş ve bir çok insan neler olduğunu görmeye gelmişti.



Meng Hao’yu gördüklerinde ve Mor Ocak Lordu cübbesini tanıdıklarında ise büyük bir konuşma uğultusu yükselmişti.



Mor Felek Tarikatından Fang Mu!



O Doğu Hap Bölümünün Tao Çocuğu Fang Mu!



Meng Hao bu sözlerin bir kısmını duysa da yüz ifadesi değişmemişti. İlerlemeye devam etti, grubuyla birlikte Yeniden Doğuş Mağarası bölgesinin içlerine doğru ilerledi.



Meng Hao uçuş sırasında bölgeyi Ruhsal Duyusuyla inceledi. Hemen burada çok sayıda gelişimci olduğunu hissetmişti. Çemberin dışındaki kadar gelişimci olmasa da en azından on bin civarında insan vardı.



Dış bölgeye nazaran çemberin içinde pus daha yoğun ve güçlüydü ve Ruhsal Duyuya baskı uyguluyor, duymayı ve görmeyi zorlaştırıyordu.



Meng Hao en sonunda devasa bir havza gördü. Havzanın ortasında, havada gökyüzüne doğru yükselen siyah bir pus kaynıyordu.



Pusun altındaki havza yaklaşık 500 kilometrelik bir alana sahipti. Orası devasaydı ve bu habisliğin içinde Güney Diyarının gizemli Yeniden Doğuş Mağarası yer alıyordu.



Orası Yeniden Doğuş Mağarasının çekirdeğiydi. Bu çekirdeğin etrafında bir düzine kadar ışık sütunu gökyüzüne yükseliyordu. Bu sütunlardan her biri şok edici bir biçimde dalgalanıyordu ve insanın onları fark etmemesini imkansız kılıyordu.



Bu sütunlar şok edici bir güç içeriyordu; bu ondan fazla ışık sütunun varlığı Yeniden Doğuş Mağarasının çevresindeki devasa bölgeyi biraz daha az tehlikeli gösteriyordu.



Bölgede yaşayan bir çok tuhaf varlık saklanıyor ve dışarı çıkıp insanlara zarar veremiyordu.



Bir düzine kadar ışık sütunun her biri sabit bir noktaya yerleşmiş haldeydi. Oralarda çok sayıda gelişimci grupları bacaklarını çaprazlamış meditasyon yapıyordu. Sadece beş büyük tarikat ve üç büyük klan Yeniden Doğuş Mağarası bölgesinin çekirdek alanına bu kadar yakın bir yerde üs kurabilirdi.



Meng Hao oraya yaklaştığında hemen ışık sütunlarından birinin mor renkli olduğunu ve baskıcı, hakim bir enerji yaydığını gördü. Bu mor ışık sütunu siyah pusun tek bir zerresini bile oraya yaklaştırmıyordu. Hatta onun yüzünden zemin bile mor renkteydi.



Orada Wu Dingqiu’nun yanı sıra Chu Yuyan, An Zaihai, Lin Hailong ve diğer Mor Qi Bölümü gelişimciler vardı. Aşağı yukarı yüz kişilik bir gruptu, hepsi de bacaklarını çaprazlayarak oturmuş gözleri kapalı meditasyon yapıyorlardı.



Onların arasında bulunan iki yaşlı insan, parlak sütunun tam ortasında oturuyordu. Üzerlerinde uzun, beyaz cübbeler bardı ve çehreleri kadimdi. Meng Hao onların vücudunda korku verici bir baskının bulunduğunu hissedebiliyordu.



Wu Dingqiu’nun bile o iki yaşlı insandan tam bir aşama daha zayıf olduğu barizdi!



Ruh Bölme aşaması…” Meng Hao derin bir nefes aldı. Onlara doğru yoluna devam ederken gözleri diğer ışık sütunlarına doğru kaydı. Tek Kılıç Tarikatı, Siyah Elek Tarikatı, Altın Ayaz Tarikatı ve Kan Şeytanı Tarikatının yanı sıra üç büyük klan gelişimcileri de buradaydı. Onların arasında Han Bei, Chen Fan, Zhou Jie, Wang Lihai, Li Daoyi ve diğer tanıdık simalar yer alıyordu. Meng Hao’nun bakışları en sonunda Siyah Elek Tarikatı grubunda bulunan beyaz cübbeli bir kadının üzerine geldi.



Xu Qing.



Ona bir an baktıktan sonra gözlerini çevirdi. Başka ışık sütunları da vardı. Onlardan biri turuncu renkteydi, tesirli ve gururlu bir havayla doluydu. Bu ışık sütununda derilerinde çeşitli totem tasviri dövmeleri bulunan bir kaç düzine gelişimci vardı. Onlar uzun insanlardı ve Güney Diyarından değil gibilerdi.



Batı Çölü Gelişimcileri…” diye düşündü Meng Hao, gözleri kısılmıştı. İlk defa Batı Çölü gelişimcisi görmüyordu. Güney Diyarının merkezine ilk geldiğinde bu tuhaf, uzun gelişimcileri görmüştü.



Meng Hao ayrıca Batı Çölünün gerçek isminin Barbar Batı olduğunu da biliyordu. Daha doğrusu bu yıllar önce gördüğü haritada yazan isimdi. Fakat Batı Çölü insanları Barbar kelimesinin çok aşağılayıcı olduğunu hissetmişler ve bu nedenle Batı Çölü ismini almışlardı. Eskiden bu Kuzey Menzilinin orijinal ismine benziyordu, uzun zaman önce orası Kuzey Çölü olarak anılıyordu. Buna rağmen, onları hala Batı Şeytanları olarak adlandıran insanlar vardı.



Meng Hao yoluna devam ederken bakışları diğer iki ışık sütununa yöneldi. Onlardan biri gökyüzü gibi mavi bir ışıkla parlıyordu. Onun yanına ise büyük bir bayrak direği saplanmıştı. Rüzgarla dalgalanan bayrağın üzerine altın renkli bir kelime işlenmişti...



Ji!



Meng Hao onu gördüğü anda göz bebekleri büzüldü ve nefes alış verişi ağırlaştı. Bu ışık sütunun altında ondan fazla gelişimci meditasyonda oturuyordu. Onlardan biri ince dudaklı bir gençti, azametli bir havası vardı ve yüzünde bir sabırsızlık vardı. Sanki Meng Hao’nun bakışlarını hissetmişti. Ona doğru döndü ve baktı, ardından soğukça homurdandı. Gözlerinde bir aşağılama belirtisi titreşti.



Bu soğuk homurdanma hemen Meng Hao’nun zihnine girdi ve onun bir an duraksamasına neden oldu. Hızlıca Gelişim Merkezini deveran ettirerek bu huzursuzluk veren hissiyatı gidermeye çalıştı.



Nüve Formasyonu aşaması.” Bakışlarını çevirirken ifadesi her zamanki gibiydi. Genç adam Meng Hao’yu bir an incelerken gözleri parladı ve ardından onu umursamadı.



Meng Hao bunun ardından yeşilimsi bir renge sahip olan ve korkunç bir güç yayan diğer ışık sütununa baktı. Siyah Elek Tarikatının rengi de yeşilimsiydi ama bu renk daha farklıydı, daha derindi.



Yeşil sütunun altında üç insan oturuyordu. Birisi orta yaşlı bir kadındı, diğeri yaşlı birisiydi ve üçüncüsü ise genç bir kadındı. Genç kadının üzerinde yeşil bir cübbe vardı ve uzun saçları omuzlarının üzeriden dökülüyordu. Kadın oldukça güzeldi, ama aynı zamanda soğuk, gururlu bir havaya sahipti. İnsana verdiği izlenim çabuk sinirlenen birisi olduğu yönündeydi ve yaklaşması kolay olmayan biri gibiydi.



Meng Hao tüm bu insanlara bakarken sakin kalmış ve kendine hakim olmuştu. Grubuyla birlikte doğrudan Mor Felek Tarikatının mor ışık sütununa yaklaştı ve onlar geldiği anda bir çok kişi gözlerini tedbirli bir şekilde açtı. Karşılarında Meng Hao’yu görünce yüz ifadeleri saygıyla doldu.



Chu Yuyan’ın gözlerinde karmaşık bir bakış belirdi. Ye Feimu ise sadece sessizce başını eğdi.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr