Bölüm 266

avatar
8542 20

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 266


Bölüm 266: Yüzsüz Azure Kahraman!



Yedi gün sonra, Güney Diyarında muazzam, figürsel bir fırtına meydana geldi. Güney Diyarının batı bölgesindeki her bir Gelişimcinin kalbi tamamen sarsılmıştı.



Tüm bunlar tek bir isim yüzündendi.



Yüzsüz Azure Kahraman!



Söylentilere göre bu kişi uzun, azure renk bir cübbe giyiyordu ve yüzü bulanıktı.



Söylentilere göre sadece Geç Temel Kurulum aşamasında olsa da savaş hünerleri inanılmazdı, nadir görülen türdendi.



Söylentilere göre ne zaman saldırı yapsa tek bir kelime söylüyordu:



Dövüş!



Yedi gün önceki ilk savaşından sonra söylentiler hızla yayılmıştı. O savaşta Temel Kurulumun büyük döngüsüne ulaşan bir Altın Ayaz Tarikatı Seçilmişiyle karşı karşıya gelmişti. Havada birbirleriyle buluştuklarında hiçbir nedeni olmaksızın söylenen “dövüş” kelimesi gökyüzünden gürlemişti.



Altın Ayaz Tarikatı Seçilmişi anında yenilgiye uğramıştı. Adam göz açıp kapayıncaya kadar tıpkı bir kuru ot gibi ezilip geçilmişti.



Bu dövüşü bir çok kişi görmüştü. Bu inanılmaz bir olaydı ama daha bu haberi yaymaya fırsat bulamadan Yüzsüz Azure Kahramanın ikinci savaşına şahitlik etmişlerdi.



Bu seferki rakibi Kan Şeytanı Tarikatından bir Seçilmiş olmuştu. Yine Seçilmiş anında yerle bir olmuştu!



Onların hayatını bağışlamış olsa da böyle mutlak yenilgiler devasa sel suları gibi onların özgüvenini ezip geçip geçmişti ve tam anlamıyla bir hüsrana uğramışlardı.



Bunu takip ede günlerde Li Klanı, Siyah Elek Tarikatı, Song Klanı, Tek Kılıç Tarikatı, Wang Klanı… Bütün büyük Tarikat ve Klanların Seçilmiş öğrencileri aynı kaderi yaşamıştı. Azure cübbeli adamla karşılaşan herhangi biri ikinci bir saldırı yapma şansı elde edememişti. Hepsi de anında bertaraf olmuştu.



Güney Diyarının batı bölgesi bu yüzsüz, azure cübbeli adamın kimliğiyle ilgili tahminlerle çalkalanmaya başlamıştı. Düşünceler birbirinden farklılık gösteriyordu.



Sekizinci günde, Tao Gayzerinin aşağı yukarı bin beş yüz kilometre uzağında Tek Kılıç Tarikatı öğrencilerinin toplandığı yerde azure cübbeli bir figür peyda oldu. Yukarıda kızarmış yüzüyle orta yaşlı bir adam vardı. Önündeki azure cübbeli adama bakarken gözleri ışıl ışıl parladı.



Sen kimsin!?



Bu azure cübbeli adam tabii ki Meng Hao idi.



Son günlerde sürekli dövüşüyor, dokuzuncu Tao Sütununa dair aydınlanma kazanmaya çalışıyordu. Tabii ki Nüve Formasyonuna geçen isimlerle birlikte Tao Gayzerini de duymuştu.



Fakat hemen Tao Gayzerine gitmeyi tercih etmemişti. Bunun yerine Güney Diyarı kahramanlarına meydan okumaya devam etmişti. Çok sayıda rakiple yüzleşip arka arkaya galibiyetler aldıktan sonra şu an gözüne Tarikat ve Klanların Tao Çocuklarını kestirmişti.



Şu an karşısında duran kişi Tek Kılıç Tarikatının Yedi Oğulundan Birincisi olan ve Nüve Formasyonuna çok yakın bir noktada bulunan Han Shandao idi!



Dövüşüyor musun? Dövüşmüyor musun?” diye sordu Meng Hao sakin bir sesle.



O anda Han Shandao’nun gözleri parladı. Başını gökyüzüne doğru kaldırdı, içten bir kahkaha attı ve ardından sağ elini yükselterek devasa büyük kılıcını uğultular eşliğinde gönderdi. Meng Hao’ya doğru fırlayan kılıcın kılıç aurası göklere kadar parlamıştı. O anda Meng Hao’nun dudakları hafiften kıvrıldı ve bir adım ilerledi.



Muazzam bir gümbürtü havayı doldurdu ve aynı zamanda…



Havada geriye doğru sendeleyen Han Shandao’nun ağzından kan sızmaya başladı. Yüzü hayretle dolmuştu. Büyük kılıcı parçalanmaya başlamıştı. Onun içinde gizlenen uçan hançer Nüve Formasyonu gücünü serbest bıraksa da, o da sarsılmış ve çatlaklarla dolu bir şekilde Han Shandao’ya geri fırlamıştı.



Bir an, bir hamle, mutlak yenilgi!



Han Shandao’nun sağ omuzundan sol koltuk altına kadar uzun bir kesik meydana geldi. Yaranın içinden kemikleri görünüyordu ve kanlar fışkırıyordu. Hemen diğer Tek Kılıç Tarikatı öğrencileri ona yardıma koşarken Han Shandao’nun yüzü kireç gibi olmuştu.



Derin bir nefes aldı ve titreyen bacaklarıyla olduğu yerde durdu. “Siz Tao Gayzerindeki antik savaş büyüsüne dair aydınlanmayı elde etmişsiniz. Yenilgiyi kabul ediyorum.



Meng Hao buna karşılık cevap vermedi. Sadece arkasını döndü ve ayrıldı. Bu sekiz gün boyunca bir çok insanla dövüşmüştü. Onlardan bazıları Tao Gayzeri ve antik savaş büyüsü meselesinden bahsetmişti.



Meng Hao oradan ayrıldıktan sonra bulanık yüzü değişti. Bir an sonra bir kez daha Fang Mu haline dönüştü. Fakat üzerinde hala azure cübbe vardı. Meng Hao bir saat sonra devasa bir göle doğru baktı.



Bu bir göldü, ama ona Tao Gayzeri demek daha doğru olacaktı!



Göl bir çok Gelişimci tarafından çevrelenmiş haldeydi, on binden fazla kişi vardı. Hepsi de bacaklarını çaprazlayıp oturmuştu ve meditasyon yapıyorlardı.



Meng Hao’nun gelişi kimsenin dikkatini çekmedi.



Kalabalığa göz gezdirdi ve ardından az insanın olduğu bir yeri gözüne kestirerek oturdu ve sessizce Tao Gayzerini gözlemlemeye başladı.



Zaman geçti. İkinci günde Meng Hao dört bir yandan gelen Gelişimcilerin giderek arttığını fark etti. Artık gün ortasına gelindiğinde bölgede on binlerce kişi toplanmıştı.



Akşam vakti geldiğinde ise tüm bölge tıklım tıklım haldeydi. Yüz bin Gelişimcinin olduğunu tahmin ediyordu!



Aniden su yukarı doğru fışkırdı ve ardından Tao Gayzerinin üzerinde parlayan ışıklar belirdi. Işıklar iç içe geçerek gökyüzünde bir ekran şekillendirmişti. Bu ekranda bacaklarını çaprazlayarak oturmuş, iki eliyle bir büyü uygulayan belirsiz bir figürün görüntüsü vardı. Bu Tao Yansıtmasıydı!



Ortaya çıktı!



Tao Gayzerindeki aydınlanma tam olarak ne? Ne oluyor? Neredeyse bir yıldır buradayım ama Gelişim Merkezim en ufak bir ilerleme kaydedemedi.



Çevredeki Gelişimcilerin sesleri havayı doldurdu. Meng Hao başını kaldırarak yukarıdaki ekranı incelemeye başladı. Bunun hemen akabinde bulanık görüntüyle birlikte adamın iki eli netleşmeye başladı. Meng Hao aniden adamın hayali görüntüsünün öldürme arzusu yaydığını fark etti!



Bu öldürme arzusu zayıftı ama Meng Hao onun varlığından emindi ve bunu fark eden tek kişi kendisi değildi.



Kendi kendine mırıldandı, kalbini yatıştırdı ve kendini sakin bir duruma sokmaya çalıştı. Bakışlarını ekrana diktiğinde yavaş yavaş çevreye olan ilgisi kaybolmaya başladı. Tüm gece boyunca bu durumda kalmıştı. Sonraki sabah kaşlarını çattı. Herhangi bir ilerleme sağlayamamıştı.



Olduğu yerde düşünceli bir şekilde otururken bir taraftan hevesli bir ses duyuldu. “Hey, Yoldaş Taoist, şuna bir bak.” Bu kişi sıska, orta yaşlı bir adamdı. Gözleri parlaktı ve adam buram buram kurnazlık kokuyordu.



Meng Hao onu daha önce fark etmişti. Adam Tao Gayzerinin etrafında dolanıyor, depolama çantasındaki kitapları satmaya çalışıyordu. Ama bununla çok az kişi ilgileniyordu ve büyük çoğunluk onu son derece can sıkıcı buluyordu.



Ama adam sağduyuluydu, insanların ilgilenmediğini hissedince gülümseyerek yoluna devam ediyordu.



Adam şu an hevesli bir ifadeyle Meng Hao’nun yanında duruyordu. Sokulgan bir selamla birlikte ona yaklaştı ve konuşmaya başladı.



Yoldaş Taoist, Tao Gayzerinden aydınlanma elde edemediğin için endişe mi ediyorsun?” Adamın sesi bulaşıcı bir şevkle doluydu. “Bir hazine dağıyla karşılaştın ama gerçekte onunla ne yapacağını bilemez halde misin?



Meng Hao kafası karışmış bir şekilde adama baktı.



Hiç endişelenme...” diye devam etti adam, gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “Şu an Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabına bakmak üzeresin!” Adam depolama çantasına vurdu ve hemen elinde soluk bir kitapçık belirdi.



“Bu Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabında, bendeniz sayısız Yoldaş Taoistin aydınlanmasını kayıt altına aldım. Aslında ödediğim bedel hiç küçük değil, hatta Siyah Elek Tarikatının Göksel Tanrıçası Xu Qing’e, Kan Şeytanı Tarikatının Göksel Tanrıçası Li Shiqi’ye ve Wang Klanının Tao Çocuğu Wang Lihai’ye saygılarımı sundum. Onların hepsinin aydınlanması bu kitabın içinde. Ayrıca bu kitapta çeşitli Tarikatların yüzden fazla Seçilmişinin de bilgileri mevcut. Bendeniz kan, ter ve göz yaşı içinde bu Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabını yarattım!” Adam hızlı bir şekilde konuşuyordu, bir elinde kitabı tutarken diğeriyle çeşitli el hareketleri yapıyordu. Meng Hao adama şaşkınlık içinde bakıyordu.



Yoldaş Taoist, ne düşündüğünü biliyorum. Bu Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabına paha biçmek imkansız. Ona paha biçilemez, değil mi?” Adam sanki bir karar vermek zorunda kalmış gibi bacaklarına vurdu.



Yoldaş Taoist, sen rahat ol. Bu Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabının değeri yüz bin Ruh Taşı değil. On bin de değil. Ve hatta bin de değil. Bu Yüzlerce Seçilmiş ve bir çok Tao Çocuğunun elde ettiği aydınlanmaları içinde barındıran ve benim büyük zorluklara yarattığım Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabı sadece doksan dokuz Ruh Taşı karşılığında senin olabilir!



Meng Hao boğazını temizledi ve bir şey söyleyecek gibi oldu.



Yoldaş Taoist, bu fırsatı kaçırma! Şu an bir daha asla eline geçmeyecek bir fırsat var önünde. Dinle, sana bir sır vereceğim.” Etrafına bakındı ve ardından sesini alçalttı. “Yüzsüz Azure Kahramanı duydun mu? O sayısız Seçilmişi göz açıp kapayıncaya kadar yenen ünlü amansız gezgin. Aslında belki duymamış olabilirsin, bu Yüzsüz Azure Kahraman, bir kaç gün önce Tek Kılıç Tarikatından Han Shandao ile dövüşmüş ve onu tamamen alt etmiş!



Yoldaş Taoist dinle. Yarım ay önce bu Yüzsüz Azure Kahraman benim Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma el kitabımdan satın almıştı!



Meng Hao orta yaşlı adama bir bakış daha attıktan sonra kaşlarını çattı.



Tamam, tamam. On Ruh Taşına ne dersin? Sana on Ruh Taşı karşılığında bir kopyasını vereceğim. Sen benim bugünkü ilk müşterimsin. Benim adım Xu Liushan, Kan Şeytanı Tarikatı öğrencisiyim.



Meng Hao bir an tereddüt ettikten sonra konuşmaya başladı: “Sadece üç Ruh Taşım var.” Meng Hao hemen son üç Ruh Taşını cübbesinin içinden çıkarttı.



Anlaştık!” diye cevapladı orta yaşlı adam, bir an bile tereddüt etmemişti. Hemen Ulu Lordların Sınırsız Antik Tao Gayzeri Aydınlanma El Kitabını Meng Hao’nun eline tutuşturdu, sanki kararından vazgeçecek diye korkuyor gibiydi.



Meng Hao kitapçığa çarpık bir gülümsemeyle baktı. Aniden esen bir meltem kitabın sayfalarını çevirdi. O anda Meng Hao’nun gözleri aniden kısıldı ve üç Ruh Taşını Xu Liushan’a teslim etti.



Bunun ardından Xu Liushan hemen oradan ayrıldı, giderken iç geçirdi ve bu günlerde iş yapmanın ne kadar zor olduğuyla ilgili kendi kendine mırıldanmaya başladı. Aslında Kitapçıktaki resimler onun tarafından çizilmişti. Kendisi uzun zamandır antik Tao Gayzeri bölgesindeydi. Ekranın her ortaya çıkışında onun bir resmini çizmişti. Bir süre sonra da onu satma fikri aklına gelmişti.



Meng Hao Xu Liushan’ı görmezden gelerek kitapçığın sayfalarını çevirmeye başladı. Her çizim sanki tıpa tıp aynı gibiydi. Fakat Meng Hao’nun gözlerinde bir ışıltının belirmesi çok uzun sürmedi. Kafasını kaldırarak Tao Gayzerinin ortasında havada süzülen ekrandaki görüntüye baktı.



Bu kitapçıktaki bütün resimler aynı gibi görünse de aslında her birinde bir fark var…” Meng Hao ekrana bir süre baktıktan sonra, ekran en sonunda yok olmaya başladı. Tam tamamen yok olmak üzereyken Meng Hao’nun vücudunu bir titreme aldı. Farkın ne olduğunu görmüştü. Ekrandaki figürün içinde… Bir Qi ipliği vardı!



Qi ipliği sürekli hareket halindeydi. Bu nedenle bütün çizimlerde hafif farklılıklar vardı. Bu farklılıklar Xu Liushan’ın bile fark edemediği kadar ufaktı.










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44422 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr