Bölüm 30: Han Zong'u öldür, Wang Tengfei ile savaş

avatar
11738 33

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 30: Han Zong'u öldür, Wang Tengfei ile savaş


Bölüm 30: Han Zong’u Öldür, Wang Tengfei ile Savaş! 

 
 
 

Kare platformun aşağısında duran Shangguan Xiu’nun dudaklarında korkunç bir gülümseme kıvrılmıştı. Meng Hao’nun yaşayıp yaşamaması umrunda değildi. Tek istediği Meng Hao’nun depolama çantasındaki hazinelerdi. 

  

Meng Hao İç Tarikat terfi eğitimi için kayıt olduktan sonra o siyah dağda yaşanan olayları soruşturmak için Zhou ve Yin’i bulmuştu. Meng Hao’nun bir çeşit sözde Şeytani büyü gibi bir şeylerle Şeytani canavar kitlelerini kışkırttığını biliyordu. 

  

Shangguan Xiu onun Şeytani büyü değil de bir büyülü hazine olduğu konusunda ikna olmuştu. 

  

Meng Hao’nun gözleri kısıldı. İki renkli Sis Ruhlarının üzerine gelişini izledi. Sol elini kaldırdı ve önüne doğru salladı. Bununla birlikte görünmez bir Rüzgar Bıçağı belirdi ve yüksek bir hızla Sis Ruhlarına doğru fırladı. 

  

Meng Hao bu sırada hemen bir avuç dolusu Şeytani Çekirdek yuttu, ardından depolama çantasına vurdu ve elbise kolunu fiskeledi. Bunun üzerine depolama çantasında bir kılıç aurası akışı dışarı çıktı. Bu son derece şaşırtıcı bir sahneydi. Kılıçlar da iki renkli Sis Ruhlarını hedef almıştı.   

  

Uçan kılıçların çoğu kötü durumda yada farklı farklı renklerdeydi. 

  

Bunun gören çevredeki Gelişimciler hayretle nefeslerini tuttular ama daha bu konuyu aralarında tartışmaya fırsat bulamadan önce Rüzgar Bıçağı Sis Ruhlarına ulaştı ve bir gümbürtü koptu. Sis Ruhları titredi. Ardından uçan kılıçlar vurdu ve iki acınası çığlık yükseldi. İki renkli Sis Ruhları sıra dışıydı ama karşılarında çok fazla uçan kılıç vardı. 

  

Sis Ruhları paramparça olduktan sonra kılıçlar beş renkli bayrağa doğru yollarına devam ettiler. Muazzam bir gürültü meydana geldi ve kılıçların yarısıyla birlikte bayrak paramparça oldu. Bunu izleyen Han Zong adeta afallamıştı. Meng Hao depolama çantasına vurarak bir Şeytani Çekirdek daha yuttu ve ardından çıkardığı ondan fazla uçan kılıcı ileri doğru gönderdi. 

  

Han Zong Meng Hao’nun bu kadar fazla sayıda uçan kılıca sahip olabileceğini hiç düşünmemişti. Sağ elini sallayarak geriye doğru çekildi. Bununla birlikte etrafında iki katmanlı bir kalkan ortaya çıkmıştı. Ama buna rağmen yine de kaygılıydı. Tüyleri diken diken olmuştu ve cildinin uyuştuğunu hissediyordu. Biliyordu ki burada hayat ve ölüm arasında hassas bir denge vardı. Sağ elini yine harekete geçirdi ve önünde yeşim bir kolye ortaya çıkarak savunma kalkanına bir katman daha ekledi. Etrafındaki üç katmanlı kalkan ile artık kendini biraz daha iyi hissediyordu. 

  

Ardından kılıç yağmuru üzerine çöktü. Kılıç auraları durmaksızın çaktı. Kalkanın birinci katmanına arka arkaya vurdular ve onu neredeyse anında parçaladılar. Bundan kısa bir an sonra ikinci kalkan katmanı da kılıç yağmuruna direnemeyerek yerle bir oldu. 

  

“Nasıl bu kadar fazla sayıda uçan kılıca sahip olabilir!?” Han Zong’un göz bebekleri büzüldü ve dehşete düşmüş bir halde göründü. Daha da geriye çekildi. 

  

Göz açıp kapayıncaya kadar üçüncü katman dağıldı ve yeşim kolye çok sayıda uçan kılıca dayanamayarak parçalandı. Ve daha sonra kılıç yağmuru Han Zong’un üzerine çöktü ve onun çığlık koparmasına neden oldu. Kılıçlar arka arkaya vücuduna saplandı. Kılıçlar onun cesedini havaya kaldırdılar ve ardından geri tekrar platforma sertçe çarptılar. Han Zong bir kaç kez titreme geçirdi ve ardından son nefesini verdi. Vücudunda o kadar fazla kılıç vardı ki tıpkı o an tıpkı bir kirpiye benziyordu. Bunu izleyenlerin adeta nefesleri kesilmişti ve yüzleri hayretle dolmuştu. 

  

“Nasıl… nasıl bu kadar fazla uçan kılıca sahip olabilir!?” 

  

“Bu kadar uçan kılıca sahip olduğundan, bir dükkana sahip olmasına şaşmamalı. Bir kaç gün önce onun en az on tane sattığını gördüm! O son zamanlarda sadece tıbbi haplar satmıyor. Aynı zamanda büyülü eşyalar da satıyor.” 

  

“Meng Hao’nun başına bir çeşit talih kuşu konmuş olmalı. Gelişim merkezi de inanılmaz bir hızla yükseliyor. Belki de bir macerasında bir yığın hazine elde etmiştir.” Konuşma uğultuları havayı doldururken Shangguan Xiu’nun kaşları çatılmış ve yüzü kararmıştı. 

  

Platformda duran Meng Hao’nun yüzü soluktu. Özellikle yirmi uçan kılıç barındıran son saldırısı olmak üzere yaptığı saldırılar onun ruhsal enerjisini hızla tüketmiş olsa da hala biraz ruhsal enerjisi kalmıştı. Ne de olsa o daha Qi Yoğunlaştırmanın altıncı seviyesindeydi. Neyse ki savaş sırasında kendini yenilemek için Şeytani Çekirdekleri kullanmıştı. Bu durum onun saldırılarının daha da etkili olmasını sağlamıştı. Meng Hao bu dövüş yöntemini kendisi bulmuştu ve onu sık sık pratik ettiği için aşinaydı. 

  

Sağ elini salladı ve Han Zong’un vücudundan yükselen kılıçlar kanlar içinde Meng Hao’ya geri döndüler. Vücudunun etrafında bir daire şeklini aldıktan sonra birer birer depolama çantasına girdiler. 

  

Meng hao platformdan indi ve şişkonun yanına bacaklarını çaprazlayarak oturdu. Bir tane Şeytani Çekirdek çıkartarak ağzına attı ve onun çözülmesini bekledi. İnsanların onun çok fazla sayıda tükettiğini görmesi umurunda değildi. Onlara göre siyah dağ olayından sonra Meng Hao baya Şeytani Çekirdek elde etmiş olmalıydı. 

  

Dahası, Meng Hao’nun bir savaşı daha vardı. Wang Tengfei’nin dört parmak saldırısı karşısındaki aşağılanmasını bugün tam anlamıyla ödetmesi gerekiyordu. Uzun zamandır bu günü bekliyordu! 

  

Büyük Kıdemli Ouyang gözlerini açık bir onaylama bakışıyla dolu bir halde Meng Hao’ya çevirdi. Onun Meng Hao’ya karşı olan beğenisi tarikata girdiği günden beri giderek artıyordu. Onun gözünde Meng Hao büyüyordu. Yüzünde memnun bir ifade vardı. 

  

Meng Hao’nun nasıl bir iyi talihe rastladığı Büyük Kıdemli Ouyang’ın umurunda değildi. Bir Gelişimci içi iyi talih kaderin dikte ettiği bir kutsamaydı. Büyük Kıdemli özellikle iyi talih ile kutsanmış olan insanları seviyordu. Yüzüne nazik bir gülümseme yerleştirse de içten içe üzüntü ve gerginlik hissediyordu. 

  

“İç Tarikat terfi dövüşlerinde kimin öldüğü yada yaşadığı önemli değil, Wang Tengfei’nin saklı yeteneği son yüzyılda nadiren görülen bir seviyede. Gelişim merkezi de genç yaşına rağmen sıra dışı. Eğer temelini koruyabilirse, o Tarikatın görkemli günlerinde bile nadiren görülen bir yetenek olacak. Meng Hao onun için rakip olamaz….” diye düşünerek iç geçirdi. 

  

Kalabalığı içinde duran Shangguan Xiu’nun yüzü daha da sertleşti. Gözleri kısılmıştı. 

  

Meng Hao’nun Han Zong’u özellikle ona güçlü bir hazine bahşetmesine rağmen yenebileceğini hiç hayal bile etmemişti. Beş renkli bayraktan gelen Sis Ruhlarının Meng Hao’yu yok etmek konusunda sıkıntı yaşamaması gerekiyordu. 

  

Yine de Meng Hao’nun düzinelerce uçan kılıcı onu paramparça etmişti. Shangguan Ziu bile bu kadar uçan kılıç karşısında şaşkınlığa uğramıştı. Bu kılıçlar düşük seviye olsa da yine de keskinlerdi. Bu kadar fazla sayıda demir hurdası bile insanı şok etmeye ve hayrete düşürmeye yeterli olurdu. 

  

O sırada, Doğu Dağının çok uzak bir noktasında, aşağı yukarı kırklı yaşlarında olan orta yaşlı bir adam duruyordu. Adamın üzerinde siyah bir cübbe vardı ve bilgin gibi bir görünüme sahipti. Dış Tarikat meydanında gerçekleşen savaşı izlerken gözleri garip bir ışıkla dolmuş ve Meng Hao’ya odaklanmıştı. 

  

“Bu çocuk… Daha önce dikkat etmeye değer değildi. Saklı yeteneği sıra dışı değil ama görünüşe göre inanılmaz bir iyi talihe sahip.” Bu adam çoktan Nüve Formasyonu aşamasına ulaşmış olan tarikat Lideri He Luohua’dan başkası değildi. 

  

“Eğer Wang Tengfei’nin karşısında olmasaydı bu çocuk İç Tarikata katılabilirdi. Ama rakibi Wang Tengfei…. işi zor olacak.” He Luohua Meng Hao’yu nazik gözlerle izledi. Bir Nüve Formasyonu Gelişimcisi ve Reliance Tarikatı Lideri olarak hala Qi Yoğunlaştırma pratiği yapmakta olan öğrenciler arasındaki talih ve kader değişimlerine çok aldırış etmeyen biriydi. İşler doğal akışına göre gidecekti. 

  

Eğer bir öğrenci şanslıysa bu onu mutlu edecekti. Ama Wang Tengfei varken He Luohua Meng Hao’ya çok fazla kazanma şansı veremiyordu. 

  

“Sadece üç parça Vorpal Yeşim olması çok kötü… Wang Tengfei’nin yeri uzun zaman önce kesinleşmişti, aksi takdirde…” He Luohua Meng Hao’nun ölümü konusunda araya girip girmeme konusunda ikileme düşerek başını sağa sola salladı. Ardından iç geçirdi. 

  

Zaman hızla geçiyordu. Büyük Kıdemli Ouyang’ın onaylayıcı bakışları altında Meng Hao’nun ruhsal enerjisi yavaş yavaş yenilendi. O belli ki Meng Hao’ya karşı özel bir sevgi besliyordu ama izleyicilerin hiçbiri buna karşı bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. 

  

Wang Tengfei’nin ise kimse umrunda değildi. Meng Hao’nun hızlı Gelişim merkezi artışı hayret verici olsa da Wang Tengfei Büyük Kıdemli Ouyang’ın o zamank araya girişinden dolayı buna çok fazla kafa yormuyordu. Wang Tengfei’nin kalbinin derinliklerinde Meng Hao’nun ona ait olan hazineyi almış olabileceği ihtimaline bile yer yoktu. O hazineyi alanın o zaman gördüğü loş ışık olduğu konusunda ikna olmuştu. 

  

Bunun düşününce Wang Tengfei’nin kalbi acıyla doldu ve neredeyse kanlı göz yaşları dökecek gibi oldu. Şuan miras onun için çok önemli değildi. Onu hiç hissedemiyordu ve artık ona göre bir yabancı gibiydi. Ona sahip olan kişi karşısında olsa bile Wang Tengfei’nin bundan haberi olmayacaktı. 

  

“Miras artık benim değil, ama hazine…” Wang Tengfei yumruklarını sıktı. Kılıcı sadece uzaktan göz ucuyla görebilmişti. Bunun dışında onun hakkında antik kayıtlardan bilgiler almıştı. Onun ne işe yaradığını bile bilmiyordu. Tek bildiği şey antik kayıtlarda o kılıcın gök ve yerdeki her şeyi alt üst edebilecek bir ruhsal güce sahip olduğuydu. 

  

Onu elde ettikten sonra etraflıca incelemeyi planlıyordu ama şimdi… bu planı alt üst olmuştu. 

  

Wang Tengfei gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Oturduğu yerde her zamanki gibi nazik ve zarif görünüyordu, sanki dünya umrunda değilmiş gibiydi. 

  

“Ben Wang Tengfei. Miras ve hazine çalınmış olsa da Reliance İç Tarikatı bana ait. Bu benim ikinci amacımdı. Hazine yada miras olmasa da iğrenç Reliance Tarikatının Üç Tarikatına gireceğim. Bu benim talihim olacak!” 

  

“Bir yenilgiden bir şey olmaz! Ben Wang Tengfei’yim!” Dışarıdan huzurlu ve sakin görünüyordu bu yüzden kendisini içten içe de aynı hale getirmeye çalışıyordu. 

  

O Wang Tengfei’ydi. Kusursuzdu ve tanrının Seçilmişiydi, bu yüzden kibirliydi. 

  

Wang Tengfei kayıtsızdı çünkü İç Tarikat eğitiminin özellikle kendisi için açıldığını biliyordu ve bu sadece Tarikat kurallarını uygulamak adına yapılan bir şovdu. Reliance Tarikatına girdiği andan beri o hep farklı biri olmuştu. Dış tarikat öğrencilerine göre o çoktan bir İç Tarikat üyesi olmuştu bile. 

  

Onun bu sakinliğinin sebebi Reliance Tarikatının zerre umrunda olmamasıydı. Böylesine küçük bir Tarikat onun için bir önem arz etmiyordu. Kendi Klanının tek bir üyesi bile bu Tarikatı yerle bir edebilirdi. Bu ıssız Zhao Eyaletine gelme ısrarı olmasaydı, asla burada olmazdı. Eğer kendi evinde olsa çok önemli yerlere gelebilirdi. 

  

Bu yüzden kibirli, kayıtsız ve sakindi. Zamanın geçmesine izin vererek karşısındaki bu adını bile hatırlamadığı kişinin Gelişim merkezinin yenilenmesine izin verdi. 

  

Bir tütsülük zamanın ardından Meng Hao aniden gözlerini açtı. Bu gözler savaş arzusuyla yanıyordu. Qi Yoğunlaştırmanın beşinci seviyesinde olan bir adamı öldürmüştü. Han Zong’u öldürmüştü. Bir gün içinde daha önce hiç bu kadar insan öldürdüğü olmamıştı. Ama yine de kalbi beklentiyle doluydu. Wang Tengfei’yi ayaklarının altına alacak ve o gün yaşadığı aşağılanmayı ödetecekti. 

  

Hiçbir şey söylemeden yavaşça ayağa kalktı. 

 
Ç.N: Yorumları dikkate alarak bu bölümü tekrar baştan çevirdik. Kusura bakmayın. 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44262 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr