Bölüm 25: Gökyüzünün Egemeni

avatar
12237 31

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 25: Gökyüzünün Egemeni


 

Çeviri için F5 Tarikatı Lideri Useless’a, düzenleme için Fullbringer’a teşekkürler.

 

“Bu hazinenin kesinlikle özel bir tarihi vardır.” Meng Hao tahta kılıcı salladı ardından onu yere sapladı. O kolayca girdi. Meng Hao gülümseyerek kılıcı çıkardı ardından daha mutlu oldu.


O aniden kafasını kaldırdı ve şaşırmış bir şekilde baktı. Bir anda Ölümsüz’ün Mağarasındaki ruhsal enerjinin öncekinden daha ince olduğunu hissetti. Aslında o tamamen kaybolmuş gibi gözüküyordu.


Her ne kadar orada başlangıçta devasa miktarda ruhsal enerji olmasa da hepsinin kaybolması mümkün olmamalıydı. Ruhsal enerji gökyüzünün ve yeryüzünün Ki’siydi ve aynı zamanda büyük arterler gibi çeşitli dağların damarlarıydı. Reliance Tarikatı böyle bir yerdi. Ruhsal enerjinin hiçbir neden olmadan aniden kaybolması imkansız olmalıydı.


Meraklı Meng Hao Ki’sini stabilize etti ve yoğunlaşarak hislerini yaydı. Aniden inançsızlık kaplayan yüzüyle tahta kılıca baktı. O odadaki tüm ruhsal enerjinin elindeki tahta kılıç tarafından emildiğini fark etmişti.

(Ç.N: Tahta Kılıç mı olsun Ahşap Kılıç mı? Bu arada kılıç çok iyi değil mi :D )


“Bu kılıç……o ruhsal enerjiyi emebiliyor mu?” Meng Hao şok oldu. Hemen sonra depolama çantasını tokatladı ve bir Ruh Taşı çıkardı. Onu kılıcın yanına koydu ve izlemeye başladı. Yaklaşık on nefes zamanı geçtikten sonra Ruh Taşı yavaşça kararmaya başladı.


O Ruh Taşını geri aldı ve bir Ruh Taşı kaybettiği için biraz üzgün hissetse de aynı zamanda heyecanlı hissediyordu.  


“Bu kılıç…..gerçekten büyük bir hazine.” O kararlı gözlerle kılıca baktı ardından onu bir parmağına yaklaştırdı. Kolaylık ile kılıç Meng Hao’nun parmağını keserek açtı. Meng Hao Gelişim üssüne odaklandı. Gerçekten de o bedenindeki ruhsal enerjinin kesik nedeniyle aralıksız emildiğini hissetti.


O parmağını örterken gözlerindeki heyecan açıktı. Dakikalar içinde yara iyileşti ve Meng Hao kılıca bakarken aptalca güldü.


“Eğer bir büyü kullanıcısı ile savaşırken bu kılıcı kullanırsam tek yapmam gereken bununla onları kesmek ve ardından onların ruhsal enerjileri emilecek ve ben onları ezebileceğim. Bir tane kılıca sahip olmam kötü oldu. Eğer iki, yada on, yada yüz taneye sahip olsaydım o zaman rakibimin ruhsal enerjisini daha hızlı yok edebilirdim. Bu ne kadar da dudak uçuklatıcı olurdu….” Meng Hao’nun zihninde kendisinin yüz tane tahta kılıcı kullanıp hepsini Wang Tengfei’nin bedenine sapladığı bir görüntü ortaya çıktı.

(Ç.N: Güzel olurdu harbi :D )


Onun siyah dağa girdiği yolculuğu ve tüm o Ruh Taşlarını harcaması kesinlikle buna değmişti.


Bir düşünce ile birlikte o aniden derin bir nefes aldı ve bakır aynayı çıkardı.

(Ç.N: Bakır ayna? :D Kopyalama? :D Tahta Kılıçlar? :D )


“Kaç Ruh Taşı gerekeceğini merak ediyorum….” O bir an için tereddüt etti ama kılıcın ne kadar harika olduğunu düşünmeden edemedi. O kılıcı aynanın üstüne yerleştirdi. O aynanın yüzeyine değer değmez ayna parladı ve kılıç onun içine çekildi. Meng Hao bunu daha önce hiç görmemişti ve bu onun oldukça şok olmasına neden oldu. O durdurmak için aynayı yakalamayı denedi ama çok yavaştı. Tahta kılıç çoktan gitmişti.

(Ç.N: Azla yetinmeyen çoğu bulamaz :( )


“Neler oluyor? Lanet olsun, ayna, ben o kılıcı elde etmek için o kadar acı dolu şey yaşadım ama sen, sen, sen…..tamam sakin ol, sakin ol.” Hızlıca soluk alırken Meng Hao kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bir süre düşündükten sonra bir Ruh Taşı çıkardı ve onu aynanın yanına koydu. O kayboldu.


“Hmm. Kopyalama sürecine çoktan başladı mı?” Meng Hao’nun kalbi hızlıca attı ve endişeli bir ifadeyle başka bir Ruh Taşı koydu. Bir, iki, üç…..Meng Hao’nun yüzünde cesareti kırılmış bir ifade ortaya çıktı. Ayna dipsiz bir uçurum gibiydi. Çok geçmeden Meng Hao çoktan onun içine 200 Ruh Taşı koymuştu.


“Lanet olsun, lanet olsun….” O durmak istedi ama bu noktaya gelip hiçbir şey elde edememeyi reddetti. Ayrıca o şimdi pes ederse bunun temelde aynanın kopyalama yeteneğinden vaz geçtiği anlamına geleceğini biliyordu.


O sadece hayal kırıklığına dayandı ve daha çok Ruh Taşı koydu. Üç yüz, Dört yüz, bin. Yüzü soldu. Başka bir Ruh Taşı tutarken elleri sallandı.


“Ayna, bu ne zaman bitecek? Sen benim yeni kazandığım tüm Ruh Taşlarımı çalacak mısın?” O dişlerini gıcırdattı. O çoktan bin Ruh Taşı harcamıştı. O şimdi pes edemezdi. Bir kumar bağımlısı gibi kan çanağı gözleri ile daha fazla Ruh Taşı kullandı. Sonunda iki bininci Ruh Taşını atarken ayna parlakça parlamaya ve aynı anda beliren çok renkli ışıklarda çoğalmaya başladı. Bu kopyalamanın başladığını belirtiyordu. Bu noktada Meng Hao biraz uyuşmuştu. O sessizce birkaç saniye sonra yavaşça dağılan çok renkli ışığa baktı.


Işık kaybolduğunda aynanın üzerinde iki özdeş tahta kılıç vardı.

(Ç.N: Yüz falan hayal oldu :D 1 tane 2k Ruh Taşı istiyor bu baya çok arkadaş :D )


Meng Hao onları gördüğünde yüzüne biraz renk geldi. O üzüntü, kızgınlık ve acı ile karışmış duygular hissederken onları aldı. Tek yapabileceği kendini avutmaktı.


“Bu iyi, sorun yok.” Dişlerini gıcırdatırken kendi kendine mırıldandı. “Zaten iki bin Ruh Taşı ne kadar değerlidir ki? Sadece küçük bir harcama. Sen eski bir şeyden vazgeçmeden yeni bir şeye sahip olamazsın. İki tahta kılıca sahip olmaya değdi.” Meng Hao ‘küçük bir harcama’ sözünü biraz acılıkla söyledi. O hızlıca bakır aynayı yerine koydu ve iki tahta kılıca baktı. Onların gücünü düşünürken oturdu. Yavaşça sakinleşmeye başladı.


Gözleri yeniden kararlılık ile doldu. Bir süre sonra iki değerli tahta kılıcı daha sonra kullanmak için sakladı.


Acı bir gülüşle bağdaş kurup oturdu ve meditasyon yaparak Ölümsüz’ün Mağarasındaki ruhsal enerjinin geri dönmesini bekledi. Aniden gözleri açıldı ve depolama çantasındaki Şeytani Çekirdeği çıkardı.


“Her ne kadar ben Ki Yoğunlaştırma da 5.seviyeye yeni geçmiş olsam da bunu alırsam kim bilir Gelişim üssüm ne kadar gelişir…”


Kararlı bir bakışla Şeytani Çekirdeğini yuttu ve gözlerini kapadı. Bedeni titremeye başladı. Şeytani Çekirdeğin içindeki inanılmaz yoğun ruhsal enerji anında Meng Hao’nun içinde yayıldı.


Bu Ruhsal enerjinin yoğunluğu Meng Hao’nun daha önce tükettiği tüm haplardakilerden ötedeydi. Aslında bunu bir şeyle karşılaştırmanın bile yolu yoktu. Çekirdek beyaz bir parlaklıkla patladı ve Meng Hao’nun bedeninin üstünü süpürdü. Ağzından kan fışkırdı ve bedeni sallandı. Ama o dayandı ve Çekirdek gölü giderek büyüdü. Dakikalar sonra Meng Hao sonsuzluk hissini deneyimledi.

(Ç.N: Bu çekirdek gölü 5.seviyeye ulaştığında oluşan göl. )


Her nabız arttıran genleşmeyle birlikte o şiddetli bir acı hissediyordu ve bedeni daha sert sallanıyordu. Onun yüzü soldu ve elinden geldiğince sıkı şekilde dişlerini sıktı.


Ardından Çekirdek gölü bulanıklaşmaya ve köpürmeye başladı ve şaşırtıcı bir ruhsal enerjisi seviyesi oluşmaya başladı. Acıya rağmen Meng Hao gelişim üssünün 5.seviyenin başlangıç aşamasından orta aşamasına genişlediğini hissetti. Her ne kadar ne kadar geçtiğine emin olmasa da zaman geçti. Çekirdek gölünün gürlemeleri eşliğinde Gelişim üssü 5.seviyenin zirvesine ulaştı.


Ardından kafası uğuldadı ve Gelişim üssü aniden 5.seviyeden…..6.seviyeye geçti!

(Ç.N: Adam power upları ne kadar hızlı alıyor :D )


Ve sadece 6.seviyenin başlangıç aşaması da değildi. O yükselmeye devam etti ve 6.seviyenin orta aşamasına kadar devam edip ardından yavaşça durmaya başladı. Meng Hao’nun bedenindeki elbiseler kül oluncaya dek azalmıştı. Yanında sadece depolama çantaları kalmıştı. Siyah pislik onu tamamen kaplamıştı ama dikkatlice bakıldığında cildinin sanki sabah güneşinin ışınları ondan yayılıyormuş gibi yarı saydam bir şekilde parladığı görülebiliyordu.


Saçı omuzunun aşağısına kadar uzamıştı. Boyu da biraz uzamıştı. Bedeni artık zayıf ve güçsüz gözükmüyordu bunun yerine uzun ve narindi.

(Ç.N: Bu nasıl bir övme tarzı :D )


Onun hatları hala biraz esmerdi ama çehresi tarif etmesi çok zor olan bir kuvvet ile ışıldıyordu. O uhreviydi.

(Ç.N: O uhreviydi cümlesindeki ‘o’ kuvvet için kullanılmış.)


Köpüren Çekirdek gölü tüm bedenini doldurmuştu. Onun iç tarafının derinliklerine Şeytani Çekirdek yerleşmişti. Bir nedenden dolayı o dağılmamıştı bunun yerine hareket etmeden orada kalmıştı.


Eğer sadece orada dursaydı onun hakkında düşünülmezdi. Ama Meng Hao’nun Gelişim üssü 6. seviyeye geçtiğinde Meng Hao’nun kafası iyi oldu ve bu durumdayken o belli belirsiz bir Miras tarafından çekildiğini hissetti. O sanki Şeytani Çekirdekten yayılmış ve damgalanmış bir demir gibi zihnine yerleşmiş gibiydi.


O Uçan Yağmur Ejderhasının zayıf ve genç yavrusu için bıraıktığı bir tür Kan Miras’ı olmalıydı. O ölümüne yaklaştığında Mirası onun Şeytani Çekirdeği ile birleştirmişti. Şeytani piton derisini döktükten sonra onu yemeyi planlamış olmalıydı. Ve tabi ki Miras ile bir bağı olan bir Kan’a sahip olan Wang Tengfei de aynı şeyi istemişti. Ama ne yazık ki…..ilk önce Meng Hao onu almıştı.


Meng Hao aniden kendini hayal ederken buldu. O en yüksek göğü azarlarken, yeryüzünü sallarken, çalkalanan rüzgarlar ve bulutlar ile çevriliyken gökyüzünün ortasında uçuyordu. O göklerin Lord’uydu ve diğer uçan canavarlar ona baktığında sanki uçma niteliklerini kaybetmişler gibi titriyorlardı ve onun kendilerini katletmesine izin veriyorlardı.


O Göklerin Egemeniydi. Tüm yaratıklar tarafından ibadet edilen bir Seçilmişti. Sanki o çok uzun zaman önce antik bir yaşa sahipmiş gibi görünüyordu.


Göklerde uçma hissi Meng Hao’yu neredeyse çıldırtıyordu ve bu hisse neredeyse aşık oluyordu. O uzun süre uçtu ve tüm bu zaman boyunca çok sayıda canavar korku içinde ondan uzaklaştı ve yerdeki sayısız insan ibadet içinde kendilerini yere attı.


Onun altındaki rüzgar ve yeryüzü ile birlikte sadece gökler ona denk olabilirdi.


Ardından o bir göle ulaştı ve kafasını alçaltıp kendisine baktı. O, on binlerce metre uzunluğundaki, her biri on binlerce metre uzunluğunda dev iki tane kanadı olan bir ejderhaydı. O dünyaya şekil verebilecek tarifsiz bir güce sahipti.


Onun kafası vahşi ve sertti ve onun inanılmayacak derecede uzun bir kuyruğu vardı. Bunların hepsi birleşerek Meng Hao’nun zihninde elektriksel bir vızıltı oluşturan sınırsız bir asalet formu yaratmıştı. Onun zihni yırtılıp açılmış ve dışarı bir ses çıkmış gibiydi.


“Ben antik zamanların Uçan Yağmur Ejderhasıyım!” O Meng Hao’nun zihnini doldurdu, o dünyayı doldurdu ve her şeyi titretti. Tüm yaşayan yaratıklar kükredi. Antik Kanatlı Yağmur Ejderhasının Ki’si ve kan damarları uzun süre dünyadan kaybolmuştu ama onun nesli hala vardı. Her ne kadar onlar güçsüz olabilseler de Miras hala vardı.  


Tam o anda Reliance Tarikatının Doğu Dağında bulunan kendi Ölümsüzün Mağarasının içindeki Wang Tengfei’nin yüzü karardı. Kalbindeki öfke onu neredeyse delirtecekti. O başarısızlığı tatmıştı ve bunu kabul ederken zor anlar geçirmişti. O Miras’ı yada rakibini hissetmek için Kan Damlasını ne kadar kullanmayı denerse denesin bir şey olmamıştı. O ne olduğunu bilmiyordu.


“Onu buldun mu?” Wang Tengfei kalbindeki öfkeyi bastırırken kafasını kaldırıp önünde duran genç adama baktı ve konuştu. O Shangguan Song dışında o gün ona eşlik eden diğer genç adamdı.

———–ÇEVİRMEN NOTU———–

Uçan Yağmur Ejderhası’nın resmini daha önce bulmuştum sonra güzel olanı kaybettim. O yüzden BUNUNLA idare edeceksiniz :D bu arada size seri ilerledikçe resimler + serinin oyunundan videolar atacağım :D Bu bölüm benden videoları beğenenlere gelsin :D

Meng Hao şimdi ne yapacak? Wang Tengfei her şeyini yok eden kişinin Meng Hao olduğunu anlayacak mı? Wang Tengfei şimdi ne yapacak? Kılıç yada çekirdeğin başka özelliği var mı? Merak mı ediyorsunuz? O zaman bekleyin okuyun ve öğrenin :D

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr