Bölüm 182

avatar
9102 23

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 182


Bölüm 182: Daima Dışarıda Senden Daha İyi Bir Kuş Vardır



Şafak vakti Meng Hao gözlerini açtı, ardından hemen tekrar kapattı.



Ne kadar iyi bir dostsun! Şimdiye kadarki hayatlarımda hep kendi kendime konuşup durdum. Bunun ne kadar sıkıcı olduğunu fark etmemiştim… Ve neden herkesin benden nefret ettiğini çözemedim. Hatta bana Nihai Eziyet ismi bile taktılar….



Evet! Tek Kılıç Tarikatında olduğum süre boyunca hiç böyle bir konuşma yapmamıştım.”



Hadi, öğlen güneşini bitirdiğimize göre biraz da öğleden sonra hakkında konuşalım…



Sabahın ilerleyen saatlerinde güneş ışınları evin içine sızıyordu. Meng Hao gözlerini açtı ve ikiliye boş gözlerle baktı. İç geçirdikten sonra meditasyona devam etti.



Sana şunu söyleyeyim, ben öğleden sonrasından bıkmış biriyim. Geçenlerde bir öğleden sonra…



Haklısın! Ben de aynıyım. Günün bu vaktinde tek yapabildiğim şey dişlerimi gıcırdatmak…



Saatler hızla geçti ve öğleden sonra oldu. Meng Hao bir kaç kez gözlerini açmış ama tek yaptığı şey acı bir gülümsemeyle tekrar gözlerini kapatmak olmuştu.



Chen Fan ile dün akşamdan beri konuşuyorlardı. Bir adam, bir kuş… Oldukça keyifli ve yorulmamış gibi görünüyorlardı.



Meng Hao ister istemez Kıdemli Kardeş Chen’i takdir etti. Görünüşe göre et peltesi için kusursuz bir eşti.



Meng Hao olduğu yerde sessizce oturdu. Ayağa kalkmak istese, Chen Fan ve et peltesinin onu bu muhabbetin içine çekeceklerinden endişeleniyordu.



En sonunda güneş batmaya başladı...



Güneşin batışı en iyisi. Batan güneşe her baktığımda geçmişte daha ufak bir et peltesi olduğum günü hatırlıyorum. O zaman…



Güneşin batışı cidden harika. Biliyorsun, aslında Gelişim pratik etmenin ne kadar zor olduğunun farkında değilsin. Oh, bu bana yıllar boyunca güneşin batışı hakkında biriktirdiğim binlerce hikayeyi hatırlattı. Cidden hepsini de anlatmak istiyorum. Hadi ilkiyle başlıyorum…



Güneş battı ve akşam oldu. Kısa süre sonrada gece vakti çöktü. Bir adam ve bir kuş, bir gün bir gece boyunca aralıksız konuşmuştu. Konuşurken ise en ufak bir yorgunluk belirtisi göstermiyorlardı. Gece yarısı olduğunda nihayet Chen Fan artık devam edemeyecek gibi oldu.



Umm, neden biraz dinlenmiyoruz?



İmkanı yok! Böylesine güzel muhabbet fırsatını çok fazla bulamıyorum. Daha hayatın anlamından bahsetmedik bile. Ah, hayatın anlamı. Ne kadar da güzel bir zımbırtı çiçeği*. Ah doğru ya unutmuşum. Hayatın anlamından bahsetmeden önce mehtap hakkında konuşmalıyız…



R.N*: Burada hatalı bir çin deyimi söylemeye başlıyor ama sonra ortasında vaz geçiyor.



Uh… Pekala. Aslında mehtap hakkında üç bini aşkın hikayem var anlatılacak…



Eee? Benim de bir kaç hikayem var! Aslında, on bin tane falan. İlk sen başla sonra ben.



Meng Hao adeta düşüp bayılmanın eşiğine gelmişti. Gözleri kan çanağı gibiydi ve kendini meditasyona girerek sakinleştirmeye zorlarken hızlı hızlı nefes alıyordu.



Gece yavaş yavaş geçti. Dışarı her yer sessizlik içindeydi. Ama odanın içinde bir adam ve bir kuş muhabbetlerinin zirvesindeydi. Bir kez daha sabahın ilk ışıkları odanın içine akın etti. Chen Fan’ın yüzü biraz solgundu ve gözleri kan çanağına dönmüştü.



Biraz dinlenelim… Ben… Benim bugün yapmayı planladığım işlerim vardı…



“İmkanı yok! Ben daha bitirmedim. Daha hayatın anlamı hakkında konuşmadık. Mehtap hakkında bildiğim on bin hikayeyi bitirdim, artık tartışmamıza devam edebiliriz.



Sabah geçip gitti ve öğle vakti geldi ve ardından tekrar gün batımı. Chen Fan karşısındaki papağana bakarken yüzü donuktu ve papağan hala ardı arkası kesilmeyen kelime sağanağına devam ediyordu. Gözlerinde hafiften hayranlık dolu bir bakış büyüdü.



Artık muhabbetin temelini düzgün bir şekilde kurduğumuza göre hayatın anlamından bahsedebiliriz. Eee…? Dışarısı karanlık. Şimdi fark ettim de güneşin batışından konuşurken anlatmayı unuttuğum otuz bin hikayem vardı. Bu olamaz! Sık sık böyle fırsatlar elime geçmiyor. Hepsini de anlatmalıyım…” Et peltesi bir kaç kez boğazını temizledi ve ardından tekrar konuşmaya başladı.



Bir kaç saat geçtikten sonra nihayet Chen Fan’ın sabrı ve nefesi tükendi. “Benim… Benim cidden yapacak işlerim var…” dedi Chen Fan aniden ayağa kalkarak.



Vücudu hafiften ileri geri sallandı ve ardından bir kaç adım geriledi, yüzü kireç gibiydi. Meng Hao da o sırada gözlerini açarak takdir edercesine Chen Fan’a baktı. Et peltesiyle 2 gün 2 gece boyunca durmaksızın çene çalmayı başarmıştı…



Küçük kardeşim, aslında yapacak bir kaç işim var, bu yüzden kalkmak zorundayım.Um… Bir kaç gün sonra senin için geleceğim…” Chen Fan’ın yüzü soluktu ve başı dönüyor gibiydi. Şu an itibariyle et peltesine hayranlıkla değil, korkuyla bakıyordu.



Şimdiye kadar kendini konuşkan biri sanıyordu ama şu an ne kadar yanıldığını fark etmişti. Bu konuda onun çok üstünde olan bir kuş vardı! Chen Fan Meng Hao’dan bir cevap bile beklemeden kapıyı açarak oradan kaçtı.



Kıdemli Kardeş…” diye bağırdı Meng Hao arkasından. “Sanırım bu konuşan Ruh papağanıyla uyumlu gibisiniz, neden onu da yanında götürmüyorsun…



Chen Fan aniden sendeledi ve yüzünde çarpık bir ifade belirdi. Hiç tereddüt etmeden vücudu ışık ışınına dönüşerek uzaklarda kayboldu.



Ne kadar iyi bir yoldaş...” dedi et peltesi papağan, duygulu bir şekilde iç geçirdi. “Bu Kıdemli Kardeş Chen’i cidden sevdim. Uzun süredir benimle böyle uzun bir konuşma yapan biriyle karşılaşmamıştım. Eee? Ama daha hayatın anlamından bahsetmemiştik!



Aniden Meng Hao’nun tüyleri diken diken oldu. Kıdemli Kardeş Chen’i bile böyle bezdirebilmesi, bu et peltesinin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlıyordu. Böylesine bir güç dünya üzerinde çok nadir görülürdü.



“Konuşmamızı bitiremememiz çok kötü oldu...” dedi et peltesi hoşnutsuz bir şekilde. “Oysa ki daha yeni yeni heyecanlanmaya başlamıştım. Şimdi her şey bitti mi?” Konuşmaya devam ederken bir yandan da Meng Hao’nun omuzuna uçtu. “Neden benimle biraz muhabbet etmiyorsun? Kendimi biraz yalnız hissediyorum…



Meng Hao’nun yüzü soldu ve derin bir nefes aldı. Kendini gülümsemeye zorladı, ve zihnini zorlayarak bir fikir üretmeye çalıştı.



Sanırım unuttuğun birisi var.” dedi.



Kim? Kim? Kim? Kimi unuttum? Nasıl birisini unutabilirim?” Eline konuşma fırsatı geçen et peltesi bunu asla kaçıramazdı.



Maskedeki yaşlı adamı unuttun!” dedi Meng Hao aceleyle. “Onu daha habis yoldan çeviremedin.



Eee? Doğru! O yaşlı adam gerçekten de çok kötü. Ama haklısın. Onunla biraz konuşmalıyım.” Yüzü umutla parlayan et peltesi papağan bir anda parlayarak Kozmos Çantasının içinde kayboldu.



Meng Hao, papağanın maskeye girdiğinde Li Patriğinin üzgün, acınası çığlıklarını zar zor duyabilmişti. O adamın daha önce böyle çığlıklar attığını hiç duymamıştı.



Meng Hao uzunca bir iç geçirdi ve acı bir gülümsemeyle yere oturdu. Dışarıdaki mehtaba bakarken yine iç geçirdi, ileriki günlerde hayatının nasıl geçeceğini merak ediyordu. Et peltesinin sürekli yanında olacağını bilmesi onu korkutuyordu.



Onu kontrol etmenin bir yolu olmalı. Şu lanet olası et peltesi…” Meng Hao dişlerini sıktı ve gözleri ışıl ışıl parıldadı. “Onun eski düşmanı… Bakır Ayna… Papağan…” Nüve Formasyonuna ulaşma düşüncesi aklından geçince gözlerindeki parıltı daha da güçlendi. Beklentileri daha da yukarı seviyelere taşınmıştı.



Üç gün hızla geçti, bu süre zarfında Chen Fan geri dönmemişti. Belli ki et peltesinden korktuğu için geri dönmeye cesaret edememişti. Geri döndüğünde et peltesi hemen onu başka bir muhabbete zorlayacaktı.



Dördüncü gün geldiğinde Chen Fan temkinli bir şekilde geri gelmişti. Odanın kapısını açtı, ardından hemen bir kaç adım geriledi. Meng Hao’nun omuzunda papağanın olmadığını görünce odaya bir göz gezdirdi ve ardından rahat bir nefes aldı.



Meng Hao ona sadece acı bir şekilde gülümseyebilmişti. Ne diyebilirdi ki?



Chen Fan odanın dışında gergin bir şekilde duruyordu. “O… Küçük Kardeşim, o… Gitti mi?” Oldukça gergindi.



Sayılır…” diye cevapladı Meng Hao, ayağa kalkarak dışarı yürüdü.



Bunun üzerine uzun bir nefes alan Chen Fan Meng Hao’ya zorlama bir gülümseme gösterdi.



Küçük Kardeşim, senin şu papağanın… Yani, nasıl bir kuş. Gerçekten onu takdir ettim. Yani, bunun hakkında konuşmaya cidden gerek yok. Song Klanının vereceği ziyafete bir kaç gün var. Her şeyi ayarladım, zamanı geldiğinde oraya doğrudan ışınlanacağız. Bugün sana Tek Kılıç Tarikatını gezdirmeme ne dersin? Ne de olsa Song Klanından döndüğümüzde burası senin Tarikatın olacak, bu yüzden burayı tanımalısın.” Meng Hao’nun kolundan tuttu ve avluya çekti.



Meng Hao’nun ifadesi her zamanki gibiydi, ama zihninde Güney Diyarının haritası belirmişti. Song Klanı nispeten Mor Felek Tarikatına yakındı. Tek Kılıç Tarikatı konusunda son günlerce oldukça düşünmüştü ve en son kararını vermişti. Chen Fan’ın teklifinden yararlanarak Tek Kılıç Tarikatına katılmayacaktı.



Hala bir şekilde kimliğini gizleyerek Mor Felek Tarikatına katılmanın yolunu arıyordu. Oraya girerek Doğunun Mor Qi’sinin yanı sıra simya öğrenecekti. Ve ayrıca Büyük Usta Hap Şeytanının zehri gidermesini sağlamanın bir yolunu arayacaktı.



Tek Kılıç Tarikatında Chen Fan’ın Ustasının ona zehir konusunda yardım edebileceğini düşünmüyordu. Onun ihtiyaç duyduğu kişi Gelişen Ruh aşamasından değil, Ruh Bölme aşamasından biriydi!



Meng Hao bunun farkındaydı. Fakat, Chen Fan çok samimi ve sıcaktı, bu konuyu ona doğrudan söylemenin uygun olmadığını düşünüyordu. Ayrıca Meng Hao Song Klanını gidip görmeyi de çok istiyordu; fakat Siyah Elek Tarikatıyla arasındaki olay nedeniyle hala temkinliydi.



Han Bei ile bağlantı kurmanın bir yolunu bulmalıyım…” diye düşündü. “O bana Siyah Elek Tarikatındaki durum hakkında bilgi verebilir.” Meng Hao depolama çantasını ovuşturdu ve dudaklarında soğuk bir gülümseme belirdi. Bu depolama çantasının içinde Han Bei’nin çok istediği bir şey vardı.



Meng Hao Chen Fan’ın peşinde Tek Kılıç Tarikatını geziyordu. Binalar kıvrımlı yollara sıralanmıştı ve sağda solda nehirler akıyordu. Burası etkileyici ve göze hoş gelen bir yerdi.



İkili gezinirken bir yandan da muhabbet ediyordu, kısa süre sonra öğle vakti geldi. En nihayetinde yüzlerce enerjik Tek Kılıç Tarikatı öğrencisiyle dolu olan büyük yuvarlak bir yapıya vardılar.



Burası Savaş Arenası…” dedi Chen Fan. “Burada öğrenciler birbirleriyle dövüşebilir. Rakibini yaralayabilirsin, ama öldüremezsin. Kuralları çiğneyenlere çok sert cezalar uygulanır.



Meng Hao oraya baktı ve tam ayrılmak üzereyken kaşları kırıştı. Aniden sinsi bir ses çınlamıştı.



Misafirler de bizim Tarikatımızın öğrencileriyle teknik değişimi için Savaş Arenasında dövüşebilirler. Ben, Li, arenaya gireceğim. Bu yabancı misafiri davet etmek istiyorum… Eğer cesaretin varsa karşıma çık!” Bu kişi Li isimli orta yaşlı adamdan başkası değildi. Kalabalığın arasından dolaşırken yüzünü riyakar bir gülümseme doldurdu, alaycı bir şekilde Meng Hao’ya bakıyordu.



Yine Kıdemli Kardeşinin arkasına mı saklanacaksın? Bir saldırı bile yapamaz mısın, seni işe yaramaz ezik? Eğer dövüşmeye cesaretin yoksa, o zaman ileride karşıma çıkmazsan iyi edersin.



Herkesin bakışları Meng Hao ve Chen Fan’ın üzerine yoğunlaştı.









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr