Bölüm 130: Yetkin Temel!!

avatar
9700 24

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 130: Yetkin Temel!!


 

Bölüm 130: Yetkin Temel!!



Peki ya diğerleri?” diye sordu heykel sakince. Li Daoyi ona Patrik diye hitap etmişti, bunu göz önüne alınca gerçek kimliği açığa çıkmıştı.



Bu kişi, 4 bin yıl önce sekizinci matrisi geçmeyi başaran Li Klanı Seçilmişiydi, ama dokuzuncu matriste devam etmemişti. Onu tanıyan birinin olması bile ilginç ya da hayret vericiydi.



Bu kişi o zaman Li Klanına geri döndükten sonra bile çok az konuşmuş ve çok az şey yapmıştı. Ondan bin yıl sonra meditasyonda ölmüştü. Bu günlerde, Kan Ölümsüzü Mirasının bahsi geçmedikçe, kimse onu hatırlamazdı.



Fakat, Li Klanının en gizli sırlarından biri, bu kişinin son sözlerinden oluşuyordu. Bu sözler Li Klanında nesilden nesile aktarılmıştı. Aslında, Patrik ölmemişti!



Onun son sözleri sekizinci Kan Ölümsüzü Miras Turnuvasından sonra, Antik Lanet soyunun Li Klanına geçeceği üzerineydi!



4 bin yıl önceki Miras Turnuvasından çıkan kişi oydu, ama onun tamamı değildi. Bu kişi ruhunun sadece bir kısmını yanında çıkartmıştı. Ruhunun geri kalanı altıncı matriste kendini Kan Kölesi üzerine uyumaya zorlamıştı. O günden beri bu gerçeği sadece Li Klanı biliyordu.



Bu akıl almaz fantastik bir durumdu. Kan Kölesi son derece güçlüydü ve o zamanlar Temel Kurulum aşamasında olan Li Klanı Patriği’nin ona başarılı bir şekilde sahip olamaması gerekiyordu. İşin aslı Gelişen Ruh aşamasının altındaki herhangi biri bunu başaramazdı. Fakat… O başarmıştı!



Muhtemelen kimse bunu nasıl başardığını bilemeyecekti. Fakat, Klana döndüğünde ruhunun çoğu kayıptı. Yavaş yavaş ortadan kaybolurken arkasında son bir vasiyet ve açıklama bırakmıştı.



Patrik Song Klanı ve Kan Şeytanı Klanı öğrencilerini görmezden gelebilir.” dedi Li Daoyi saygılı bir gülümseme eşliğinde. “Ve kaçan kişi de çok önemli değil. Fakat, Wang Klanında Wang Lihai ölmeli!” Onun yanı başındaki Kan Ejderi kafasını kaldırdı.



Aniden, Li Daoyi’nin çevresinde bir çok Kan Mabudu ortaya çıktı. Bunlardan biri Wang Lihai’nin Xuanwu kaplumbağasıydı, ayrıca Wang Youcai’ye benzeyen genç adama ait olan Kan Hayaleti de vardı. Bu Kan Mabutları ortaya çıktıkları anda titremeye başladılar, aniden Kan Ejderi ileri doğru atılarak onları tamamen yuttu. Kan Mabutları en ufak bir direnç bile gösterememişti.



Wang Klanının küçük bir üyesi…” dedi heykel soğukça, bir yandan da Kan Ejderi’ni süzüyordu. “Wang Klanı Seçilmişini ortadan kaldırmak yapabileceğim şeyler arasında. Sana yalnızca bu altıncı matriste yardım edebilirim. Sonraki üç matriste ise doğrudan bir yardımım dokunamayacak. Fakat, geçen dört bin yılda, Kan Ölümsüzü Miras bölgesiyle ilgili baya bir şey anladım. Daha doğrusu dünyada burayı benden daha iyi bilen kimse yok.



Kan Ejderi’ne sahip olduktan sonra, bir kaç tütsü çubuğunun yanma süresi kadar zamanda yedinci, sekizinci ve dokuzuncu matrisler boyunca ilerleyebileceğimiz konusunda oldukça eminim. Bunun ardından Mirası elde edebileceksin.



Yardımlarınız için çok teşekkürler, Patrik.” diye cevapladı Li Daoyi. “Bu küçüğünüz Miras ile çok fazla ilgilenmiyor. Buraya, Klan Lordunun emri üzerine sizi alıp buradan çıkartmaya geldim.



Sekizinci Kan Ölümsüzü Miras Turnuvasının sonunda Antik Lanetin soyu Li Klanına geçecek.” dedi heykel, sesi derin ve kadimdi. “Bu sözler benim tarafımdan söylendi ve doğal olarak gerçekler. Kan Ölümsüzü Mirası sana aittir. Ben dört bin yıldır burada hapis kaldım ve dış dünyanın ne hale geldiği konusunda en ufak bir fikrim yok… Acaba eski günlerden kaç tane arkadaşım hala hayatta.” Heykel konuşmasını bitirince, kaşlarının arasında bir yarık oluştu ve oradan parlak bir ışık çıktı. Bu yarık açılmaya devam ederken heykelin vücudu sönükleşiyordu. Bu yarıktaki parıltı dışarı fırlayarak kör edici bir parlaklığa sahip bir ışık ışınına dönüşerek Kan Ejderi’ne doğru fırladı.



Kan Ejderi buna direnmemişti. Kanlı ışık onun içine girdi ve bir anlığına tüm vücudu kasıldı. Ardından gözleri parlamaya başlayarak, kadim bir aura yaydı. Bir yutkunma hareketi yaptı, sanki daha önceki Kan Mabutlarını tamamen yutmamıştı.



Vücudu birden parladı ve aniden üç bin metre uzunluğa kadar genişledi, bu olay tüm dünyanın sarsılmasına ve titremesine neden olmuştu.



Bir süre sonra tekrar altı metreye kadar büzüldü. Li Daoyi’nin etrafında dolandı ve ardından parlak taş kapıya doğru uçarak altıncı matristen ayrıldı. Geride kalan tek şey cansız bir heykeldi.



Li Daoyi altıncı matristen çıktığı anda, Güney Diyarındaki on binlerce izleyici kalabalığında bir karmaşa yaşandı.



Altıncı matristen en son çıkan kişi Li Daoyi olmuştu, ilk çıkan kişi ise beş altı kez kan kusan Meng Hao olmuştu. Dışarı çıkan Meng Hao hemen zar zor meditasyona oturmuştu. Oturduktan sonra çok hızlı bir şekilde ruhsal enerji özümseyerek yaralarını iyileştirmeye başlamıştı. Gözleri kapalı olsa da, yoğun bir öldürme arzusu yayıyordu.



Onun ardında Kan Şeytanı Tarikatından Wang Youcai’ye benzeyen genç, daha sonra da Song Jia çıkmıştı. İkisinin de durumu kötüydü.  Vücutları yaralarla doluydu ve kırık kemikleri vardı. Zar zor nefes alıyorlardı ve Kan Mabutları yanlarında değildi.



O ikisi, dişlerini sıkarak tıpkı Meng Hao gibi meditasyona oturdular, ortamdaki yoğun ruhsal enerjiyi kullanarak nefes egzersizleriyle yaralarını iyileştirdiler. Yaraları hızlı bir şekilde iyileşiyordu, ama hızlı bakışmaların ardından Kan Mabutlarının gerçekten de gittiğini anladılar. Yüzlerinde karmaşık, düşünceli ifadeler belirdi. Ne düşündükleri çok açıktı.



Wang Lihai ise daha çıkmamıştı. Bu durum dışarıdaki kalabalıklarda büyük bir karmaşaya neden olmuştu. Herkes, Wang Lihai’nin altıncı matristeki bulanık figürünün ortadan kaybolduğunu görmüştü. Bu açık bir şekilde onun öldüğünü ifade ediyordu.



Bu olay Wang Klanı üyelerinin sersemlemesine neden olmuştu, bu durum özellikle Wang Lihai’nin Tao Koruyucusu ve Wang Klanı Kıdemlileri için geçerliydi. Yüzlerindeki ifade buna inanmayı reddettiklerini gösteriyordu. Hepsinin de gözleri anında kızarmış ve kafaları sanki patlayacakmış gibi olmuştu.



Tüm Güney Diyarı aniden bir kaosa düşmüştü; hiç kimse Wang Lihai’nin ölebileceğini tahmin etmemişti. Bu durum tüm Wang Klanını hayal edilemez bir öfkeye sürükleyecekti.



Wang Klanının şu anki nesli içinde, Wang Lihai son derece önemli biriydi; O, Temel Kurulum aşamasında olan Tao Çocuğuydu. Seçilmişlerden vazgeçilebilirdi, ama Tao Çocukları için bu geçerli değildi. Bu, çeşitli Tarikat ve Klanlar arasında genel olarak benimsenmiş bir kuraldı. Bu yüzden, Kan Ölümsüzü Miras Turnuvası önemli olsa da, beş Tarikattan hiçbiri Tao Çocuğu göndermemişti, sadece Seçilmişleri göndermişlerdi.



Bu duruma tek istisna Wang ve Li Klanlarıydı, ikisi de Klanlarının Tao Çocuklarını göndermişti!



Bu duruma en çok memnun olan kişi Wang Tengfei idi. Vücudu heyecanla titriyordu ve yumruğunu iyice sıkmıştı. Bu anı çok çok uzun bir zamandır bekliyordu. Onun yanında duran Wang Xifan da aynı derecede heyecanlanmıştı. İkili birbirlerine baktılar; gelecekleri sınırsız ihtimallerle dolu gibi görünüyordu.



Li Daoyi en sonunda altıncı matristen çıktığında, onun etrafında dönen altı metrelik Kan Ejderi, izleyicileri şok etmişti.



Bu sırada Song Jia yavaşça ayağa kalktı ve parlak çıkış kapısına doğru yöneldi, yüzü soluktu. Belli ki vazgeçmeye karar vermişti. Onun ardından, Kan Şeytanı Tarikatının katılımcısı olan genç ayağa kalktı. Li Daoyi’yi görmezden gelerek Meng Hao’ya bir an baktı ve tereddüde düştü. Ardından arkasına dönerek parlak kapıdan ayrıldı. O da devam etmeme kararı almıştı.



Onların ayrılışı dışarıda büyük bir hengameye neden oldu.



Altıncı matriste neler oldu acaba? Li Daoyi dışında hiç kimsenin Kan Mabudu dışarı çıkmadı. Ve Wang Lihai… Gerçekten de öldü! O, Wang Klanının Tao Çocuğuydu!



Sadece Li Daoyi de Kan Mabudu var. Ve görünüşüne bakınca çok güçlü olduğu belli oluyor! Belki de gerçekten Mirası elde etme şansı olabilir!



Bu şekilde dışarıdaki tartışmalar devam ederken, Meng Hao kan çanağına dönmüş gözlerini açtı. Ardından ayağa kalkarak parlak kapıya yürüdü, ifadesi inatçıydı. Kapıdan adım atmadan önce, dönüp Li Daoyi’nin bulanık figürüne bir bakış attı. Ama baktığı şey Li Daoyi değil, net şekilde görülebilen Kan Ejderi'ydi.



Meng Hao bu Kan Ejderi'ne baktığında kalbi güm güm atmaya başladı. Diğerleri bunu fark etti mi bilmiyordu ama onun gözlerindeki bakış tıpkı altıncı matristeki heykelin bakışları gibiydi. Meng Hao kafasında parçaları bir araya getirirken sarsıldı. Şuan neler olduğu konusunda 80-90% oranında emin olmuştu.



Meng Hao o tarafa bakarken, Li Daoyi alaycı bir şekilde kıkırdadı. “Benim ismimi unutma.” dedi. “Benim adım Li Daoyi. Senin köpeğin berbat bir ölümü tecrübe etti.” Ardından elini kaldırarak Kan Ejderi'nin üzerine koydu.



Bu sözler Meng Hao’nun zihninde yüz binlerce yıldırım patlamasına benzer bir gürültüye sebep oldu. Zalimane gözlerle Li Daoyi’ye bakarken dudaklarının köşesinden kan damladı. Gözlerindeki öldürme arzusu göklere ulaşmıştı. Bugüne kadar Gelişim Merkezini sürekli artırmış ve bir çok kişiye karşı öldürme arzusu duymuştu. Ama şu anki arzusu son derece yoğundu.



Fakat, Meng Hao’nun kişiliği böyleydi, birisini ne kadar fazla öldürmek istiyorsa, o kadar sessizleşiyordu. Küçükken de böyleydi, şimdi ise bu durum daha belirgindi. Ne kadar sessizse, o kadar vahşiydi. Çığlıklar atan ve kükreyen insanlar yalnızca kaba insanlardı. Gerçekten korkulması gereken kişiler, sessizliğini koruyabilenlerdi!



Uzun bir sürenin ardından, Meng Hao öfkeli bir şekilde arkasına döndü ve parlak kapıdan geçti.



Aynı sırada, Kahkahalar atan Li Daoyi ise yedinci matrise ilerledi.



Meng Hao volkan bölgesindeki kan gölünde ortaya çıktığında gözleri öfkeli alevlerle yanıyordu. Altıncı matriste meydana gelen olaylar sürekli zihninde dönüp duruyor, öldürme arzusunu daha da yükseltiyordu.



Li Daoyi, senin ölümün benim elimden olacak!” Kan çanağına dönen gözleri, ona daha da vahşi bir görüntü veriyordu. Meng Hao hemen bir ışık ışınına dönüşerek Chu Yuyan’ın yanına doğru fırladı.



Meng Hao oraya vardığında, Chu Yuyan toprak ateşini ayarlıyordu. Yetkin Temel Hapı kritik bir noktadaydı, tamamlanmanın eşiğindeydi. Chu Yuyan ilk başta Meng Hao’nun zamanında gelemeyeceğini ve ona bu hap için çalışmaya zaman kalacağını düşünmüştü. Fakat düşündüğünün aksine Meng Hao tam zamanında gelmişti. Chu Yuyan aklınca bir kaç dolap çevirmeyi düşünse de, Meng Hao’nun sert çehresini görünce tereddüde düşmüştü. Şu anki hali, tıpkı patlamaya hazır bir volkan gibiydi, onunla oyun oynamak tehlikeliydi.



Meng Hao hiçbir şey söylemeden yaklaştı ve bacaklarını çaprazlayarak oturdu. Fakat Li Daoyi’ye karşı olan nefreti ve öldürme arzusu mayalanmaya ve güçlenmeye devam ediyordu. Kalbini tarif edilemez, yoğun bir endişe doldurmuştu. Mastifin öldüğüne inanmak istemiyordu. Yetkin Temelini kurduktan sonra Mastifi kurtarabilirdi!



Chu Yuyan konuşma cesaretini gösteremedi. Yüzünde konsantrasyonla dolu bir bakış vardı. Derin bir nefes aldı ve dişlerini sıktı. Ardından eliyle bir büyü örüntüsü yaptı ve hap ocağına doğru elini bastırdı. Bunu yaptığında aşağıdaki toprak ateşi ve magma kükredi ve hap ocağı titredi.



O volkan bölgesinin içindeki sisler kaynamaya başladı. Zemin titredi. Dışarıda, rüzgar ve bulutlar alt üst olmuş gibiydi. Büyük bulut kütleleri şekillenmeye başladı ve birbirleri üzerinde dört bir yana doğru kaynamaya başladılar. Gökyüzü boyunca yıldırım çatırtıları duyuldu ve hava muazzam gürültülerle doldu. Her yıldırım çakışında, dışarıdaki gökyüzünde tuhaf, gizemli işaretler beliriyordu.



Bu gerçekten de Gök Gürültüsü Hapı mı?” Tabii ki, Chu Yuyan’ın başından beri bu hap ile ilgili şüpheleri vardı. Ama şimdi sisin hareketlenmesini, dışarıdaki gökyüzünde olanları görünce daha da emin olmuştu. Bu hap kesinlikle bir çeşit Gök Gürültüsü Hapı değildi.



Bir hapın sadece ortaya çıkışı bile Göklerde bu kadar büyük bir değişime sebep oldu… Sanki Gökler bu hapı yok etmek istiyor gibi! Bu… Nasıl bir hap böyle!?” Chu Yuyan tepeden tırnağa şok içindeydi. Hap ocağına doğru bastırdığı anda havayı bir gürleme sesi doldurdu. Aniden, hap ocağı parçalara ayrılarak infilak etti. Chu Yuyan taş duvara doğru savrulurken ağzından kanlar boşaldı. Anında bilincini kaybetmişti.



Bu sırada Meng Hao’nun gözleri aniden açıldı ve ileriye fırladı. Hap ocağı patladığı sırada dışarıda dünya gürlemeler ve yıldırımlarla dolmuş, yeryüzü sarsılarak çatlak ve yarıklarla dolmuştu. Meng Hao uzandı ve ocağın içinde bulunan yedi renkli gizemli hapı uzanarak kaptı.



Yetkin Temel Hapı!



Bu hap Göklere karşı bir başkaldırıydı, gök ve yer tarafından izinli değildi. Volkanın dışındaki dünya gümbürtülerle doldu. Bulut katmanları ışıl ışıl parlıyor ve çalkalanıyordu. Orada sanki sonsuz miktarda yıldırım toplanmıştı ve Meng Hao’nun elinde tuttuğu hapı yok etmeye hazırlanıyor gibiydi. Eğer her kim bu hapı Göklerin huzurunda kullanmaya cüret ederse, Yıldırım felaketiyle yüzleşmek zorunda kalacaktı!



Gökler bu tip bir hapın varlığına müsaade etmiyordu ve bu hap kullanılamazdı. Onu yutmak, yıkım garantili bir Gelişim tipini yürürlüğe sokmak demekti! Bu yol Göklerin devamlı felaketinin yoluydu!



Fakat, Meng Hao tereddüt etmedi. Elinde tuttuğu hap sanki erimeye başlayacak gibiydi. Eğer onu hemen kullanmazsa Yıldırım Felaketine bile gerek kalmadan kendi kendine ortadan kaybolacakmış gibi bir hissiyat uyandırıyordu!



Meng Hao bunun nedenini anlayamamıştı ve bunu düşünmek için zamanı da yoktu. Aynı zamanda onu kopyalamak için de süre yeterli değildi. Ona bakınca, parçalanma emareleri gösteriyordu.



Meng Hao kararlı gözlerle hapı hemen ağzına attı. Yukarıda, yıldırım toplanmıştı ve düşmeye hazırlanıyordu.



Hap Meng Hao’nun ağzına girdiği anda hemen çözüldü ve karnına doğru yol aldı. Bunun üzerine vücudunu bir gürleme sesi doldurdu ve tuhaf bir güç sanki tüm vücudunu yerle bir edecek gibi hissettiriyordu. Bu gök ve yerin gücü değildi, başka bir şeydi ve tarif etmesi güçtü. O anda, Meng Hao’nun Tao Sütunu titremeye başladı.



Bu titremenin yanında, yüzeyinde bulunan çatlak ise aniden yenilenme işaretleri göstermeye başladı. Meng Hao’nun eti ve kanı sertleşiyor gibiydi. Altın renk Tao Sütunu uğuldadı ve genişler gibi oldu. Meng Hao’nun eti hafifçe altın renkle parladı ve ardından gittikçe güçlendi.



Meng Hao Kusursuz Temeliyle birlikte daha önce hiç tecrübe etmediği bir güç hissetti. Bununla birlikte, dünyaya bakışı aniden değişmişti. Ruhsal Duyusu ölçüsüz bir büyüme yaşamıştı. Vücudundaki her şey değişiyordu. On binlerce yıldır Gelişim dünyasında hiç görülmemiş olan Yetkin Temel şu an gelişiyordu!



Efsanelere göre, bir Yetkin Temel binlerce yıllık dönemde hiç görülmemişti. Ama şu an Meng Hao ona sahip oluyordu. Şu an Ruhsal Duyusu Orta Temel Kurulum aşamasının bile üzerine çıkmıştı. Daha doğrusu, Meng Hao eğer yeterince ruhsal enerji olsa ikinci ve üçüncü Tao Sütunlarını anında kurabileceğini biliyordu!



Aynı zamanda, ileride şekillendireceği Tao Sütunlarının da efsanevi Yetkin Tao Sütunu olacağının farkındaydı!



O anda, dışarıdaki gökyüzünde gürleme sesleri patladı. Havada, muazzam bir yıldırım volkana doğru düşerek parlak kalkanla buluştu.



Bu buluşmayla birlikte, Güney Diyarındaki her bir Kan Ölümsüzü Miras bölgesi aniden kan kırmızısı parıltıyla patladı. O bölgelerde bulunan izleyicilerin görüntülerini anında silip süpürerek Göklere doğru fırladı ve devasa kan sütunları oluşturdu.



Her bir kan sütunun etrafında kan renginde demir zincirler çevriliydi. Üstelik, her bir sütunun tepesinde acı dolu çığlıklar koparan bulanık, bağlı figürler vardı.



Tüm bunlar çok kısa bir sürede meydana gelmişti. Yedi Miras Bölgesinde bulunan kalabalıklar hayrete düşmüştü ve neler olup bittiğinden emin değillerdi.



Bu da ne!? Neler oluyor!?



Kan ekranı gökyüzüne fırladı! Miras bölgesinin içinde neler olduğunu göremiyoruz. Neler oluyor böyle!?



Güney Diyarı Gelişimcileri tam bir kaos içindeydi. Beş büyük Tarikat ve üç büyük Klanın çeşitli tapınaklarından birçok figür yukarı havalandı. Bu figürler genelde zamanlarını kapalı meditasyonda geçiren eski Gelişimcilerdi. Fakat dışarıda yaşanan yoğun olaylar onları uyandırmış ve birer birer ortaya çıkmalarına neden olmuştu.



Kan Ölümsüzü Kurbanı! Bu, efsanevi Antik Lanet Klanının Kan Ölümsüzü Kurbanı!!



Efsanelere göre, eğer birisi Antik Lanet Klanını istila etmeye çalışırsa, Kan Ölümsüzü Kurbanı ortaya çıkacaktır. Fakat Antik Lanet Klanı çok uzun bir süredir uyku halindeydi. Onların düşmanı kim olabilir…



Tüm Güney Diyarı gümbürtü sesleriyle yankılanırken, volkandaki Meng Hao gökyüzüne doğru baktı ve kükredi. Hemen bilinçsiz haldeki Chu Yuyan’ı aldı ve onu siyah ağ ile sardı, ardından bir kenara yerleştirdi. Bunun ardından vücudu prizmatik bir ışık ışınına dönüşerek Kan Ölümsüzünün kurban sunağına doğru fırladı.



Yukarıda, Felaket Yıldırımı düşüyor, parlak kalkanın titremesine neden oluyordu. Fakat o titrerken volkanın içinden parlak bir kırmızı parıltı patlayarak devasa bir kan sütunu şeklini aldı. Bu yüksek kan sütunu, tüm Güney Diyarı boyunca ortaya çıkan sekizinci sütundu.



Genel olarak konuşmak gerekirse, Kan Ölümsüzü sunağı normalde bunu asla yapmazdı; ama Meng Hao kapı kullanıp Felaket Yıldırımını kışkırtmıştı. Felaket Yıldırımın sunağın kalkanı üzerine gürleyerek düşmesi bu savunma tepkisini tetiklemişti.



O kalkana saldırmak, Kan Ölümsüzüne saldırmak demekti!



Bekle beni!” dedi Meng Hao, gözlerinden öldürme arzusu taşıyordu. “Seni yanımda götüreceğime söz vermiştim. Bekle beni, seni kurtarmaya geliyorum. Ondan sonra da ikimiz birlikte o Li Daoyi’yi öldüreceğiz!” Meng Hao hiç tereddütsüz yıldırım gibi ileri fırladı ve sunağın içine girdi.



O içeri girdiği anda....



Kan Ölümsüzü Miras bölgesinin içinde bulutlar kaynıyor, rüzgarlar çılgınca esiyordu. Dokuzuncu matrisin ötesinde, bacaklarını çaprazlamış şekilde oturan bir ceset titriyordu. Ceset, daha sonra kurumuş kafasını yavaşça kaldırdı, onun içinde güçlü bir parıltı belirdi. Tuhaf bir parıltıydı, ama kuru kafa oldukça heyecanlanmış gibi görünüyordu.



En sonunda… Ne zamandır bekliyordum…



Sekizinci matrisin içinde, her şey sarsılıyor ve gökyüzü ikiye bölünecek gibi duruyordu. Her yer koyu kırmızı bir parıltıyla kaplanmış haldeydi. Biraz önce her şey tamamen sessizlik içindeydi, ama aniden uğultu sesleri havayı doldurmuştu. Bu uğultuların içinde heyecan hissi vardı!



Yedinci matriste tek görülen şey antik bir lahitti. Lahitin üzerine iki kelime kazınmıştı: Gök Lahiti!



Bu lahitin içinde neredeyse üç bin metre uzunluğunda bir tabut vardı. Onun içinde kemik yığınları vardı ve merkezinde harap olmuş bir bayrak duruyordu. Bu bayrağın üzerinde şerit vardı ve her birinin üzerinde bir isim yazıyordu. Zamanın etkisiyle ilk iki isim artık pek okunaklı değildi. Fakat, üçüncüsü oldukça belirgindi.



Bu, “Ji” soy ismiydi.



Lahitin içinde duran Li Daoyi etrafa şaşkın şaşkın bakıyordu. Zemin sarsılıyor ve gökyüzü kükrüyordu. Sakin etrafındaki her şey dönüyordu. Onun yanındaki Kan Ejderi kafasını kaldırdı ve pençelerini kaldırarak bir şeyi hesaplıyor gibi bir görüntü sergiledi. Sonra aniden yüz ifadesi değişti.



Çabuk. Üç Ölümsüz Ruh Bayrağını almaya gerek yok. Dediğim gibi doğrudan dokuzuncu matrise ilerlemeliyiz. Eğer geç kalırsak… Miras bizim olmayacak!!



Neler oluyor!?” dedi Li Daoyi, yüzünde çirkin bir ifade vardı.



Miras uzun zamandır tıpkı Antik Lanet Klanı gibi Göklere karşı çıkan birini bekliyordu. Ve o kişi geldi! Ama hala şansımız var. Kan Ölümsüzü ölmüş durumda ve ilk kim ulaşırsa Mirası ele geçirecek!!



Eğer Mirasın onu seçeceğini bilseydim, onu daha önce yok ederdim. O ölünce de kaderdeki varis ben olurdum!” Li Daoyi’nin gözleri öldürme arzusuyla parladı.



Onu daha önce öldürmek çok kolay olurdu, ama şimdi o, Kan Ölümsüzü Miras bölgesinin içinde, kim onu öldürmeye cüret edebilir! Onu kim öldürebilir!?” Kan Ejderi Li Daoyi’nin etrafında döndü, aniden üç bin metre uzunluğa genişleyerek oradan ayrılma isteğini açıkça ortaya koydu.



Bu sırada, Güney Diyarındaki üç Tehlikeli Bölgeden biri olan Lanetin Antik Tapınağında, tapınak sanki canlanmış gibiydi. Antik tapınağın içindeki sayısız heykel orada hareketsizce dururdu. Tapınağa giren olsa bile bu durum değişmezdi.



Ama şimdi, on binlerce heykel aniden sallanmaya başladı. Gözleri açıldı ve kafalarını Göklere doğru kaldırdılar. Ardından tüm Klan karşı koyarcasına uludular. Bu ulumalar yankılanırken, heykeller havaya uçmaya başladı ve tapınağın etrafında çember oluşturdu.



Tapınağın yakınlarında nöbet tutan çok az sayıda Gelişimci vardı ve bu durum onların tamamen şok geçirmesine neden olmuştu.



Onları daha da şaşırtan şey ise, Lanetin Antik Tapınağından aniden çıkmaya başlayan çok sayıda hayaletin görüntüsüydü. Sanki tapınağın ruhu aniden yerden yükselmeye başlamıştı. O, parlak bir ışık ışınına dönüştü, beraberinde on binlerce heykeli de götürüyordu. O gökyüzüne doğru yükselirken, tapınak sanki devasa bir savaş arabası ve on binlerce heykel ise askerler ve savaş atları gibi bir hissiyat uyandırıyordu. Sayısız savaşçı ve savaş atıyla birlikte bu klan, Göklerle savaşmaya hazır gibiydi!











Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44329 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr