Bölüm 129: Li Klanı Patriği!

avatar
9803 22

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 129: Li Klanı Patriği!


 

Bölüm 129: Li Klanı Patriği!



Onlara doğru fırlayan kaç tane yeşil dokunaç olduğunu söylemek çok zordu. Çok hızlılardı ve göz açıp kapayıncaya kadar Meng Hao’nun neredeyse yüz metre kadar yakınına gelmişlerdi. Bu mesafeyi de anında geçecek gibilerdi. Ama o anda Mastif kükreyerek yukarı doğru uçtu.



Mastifin on beş metrelik cüssesi Meng Hao’yu savunmak için fırlamıştı. Bir gürleme sesi çınlamaya başladı, gök gürültüsünden bile daha yüksekti, tüm dünyayı sallıyordu. Mastifin vücudundan kan renginde bir parıltı dışarı çıktı ve dokunaçlarla şiddetli bir şekilde çarpıştı. On nefeslik süre boyunca havayı gümbürtü sesleri doldurdu. Ardından dokunaçlar birer birer çözülüp yeşil sislere dönüşerek dört bir yana dağıldı.



Mastif yorgun gibiydi, ama yine de aşağı doğru bakarak kükredi. Yana doğru çekilerek hiç zarar görmemiş Meng Hao’yu ortaya çıkarttı. Meng Hao onun başını okşadı, ardından antik tapınağa doğru yola devam etti.



Köpek ve insan, yüksek bir hızla ilerliyordu.



Tapınağın aşağı yukarı altı yüz metre yakınına kadar ulaştıklarında, biraz önce çözülen dokunaçların meydana getirdiği yeşil sis aniden hareketlenmeye başladı. Bir araya toplandı ve ardından hızlıca devasa bir sis küresine dönüştü. Bu küre tam Meng Hao’nun yolunun üstündeydi.



Sis kabardı, gürleme sesleri eşliğinde yavaş yavaş bir kafa şekline bürünmeye başladı. O, yeşil renkli ve hayaliydi, parlak gözlere sahipti. Ardından ağzını açtı ve içinden sis dışarı doğru akın etti. Onun içinde sisten atlar vardı ve doğruca Meng Hao’ya doğru ilerliyorlardı.



Onlar yaklaştığında Meng Hao’nun gözleri kısıldı. Sağ elini kaldırdı ve sadece kendisinin bildiği bir çeşit mühür büyüsü hareketi yaptı. Ardında, elini Mastife doğru bastırdı.



Onun üzerinde mühür damgası çıkar çıkmaz, kızıl bir parıltı yayıldı. Bu parıltının içerdiği buz gibi soğuk dokunduğu her şeyi dondurmaya muktedir gibi bir havaya sahipti! Uçan sis atları anında dondu kaldı!



Kollar, yüzler, bataklık, her şey dondu.



Meng Hao eğer Mirası elde edemezse, bu tekniği dış dünyada kullanamayacaktı, çünkü yanında Kan Mabudu olmayacaktı. Ama Sekizinci Şeytan Mühürleme Nazarının Mirasına sahip olduğundan, mühürleme tekniklerine aşinaydı. Bu yeni teknik nispeten güçlüydü ve uygun bir seviyeye geldiğinde ve yeterli araştırma yaptığında bu tekniği Kan Mabudu olmadan da kullanabileceğini hissediyordu.



Kızıl parıltı yayılıyor, her şeyi mühürlüyorken, Meng Hao da yoluna devam ediyordu. Devasa kafadan kaçınarak antik tapınağa doğru yoluna devam etti.



Tam oraya gitmeyi başarmışlar gibi görünürken, Meng Hao’nun içine ölümcül bir tehlike hissiyatı doğdu. Aniden Mastifin vücudu titremeye başladı, Meng Hao’nun elbisesini ağzıyla kavrayarak onu geri çekmeye çalıştı.



Ardından bir gümbürtüyle birlikte üç metre kalınlığında devasa bir kılıç Meng Hao’nun tam önüne doğru fırladı. Yere saplanmasıyla birlikte muazzam bir sarsıntı yarattı. Ardından devasa bir çatlak yayıldı; aynı sırada buz mührü de parçalanmaya başlamıştı. Bir anda, her şey normal haline geri döndü.



Bu devasa kılıç daha biraz önce tapınağın dışında duran heykelin elindeydi.



Onun düşüş saldırısı Meng Hao’nun bir ağız dolusu kan tükürmesine neden olmuştu. Yüzü soluktu ve Mastif onu geriye doğru çekiyordu. Bu ikili geriye doğru çekilirken devasa heykel aniden canlanmış gibi göründü. Kafasını yavaşça kaldırdı ve bakışları Meng Hao’nun üzerine düştü. Bunun üzerine tarif edilmesi zor bir baskı Meng Hao’yu çevreleyerek onu buz gibi bir soğukluk ile doldurdu. Bu bakışlar sanki baktığı şeyin en derinlerindeki sırları bile görme becerisine sahip gibiydi.



Bu olurken, bataklıktaki kollar artık dışarı uzanmıyordu. Bunun aksine sanki heykelin gazabından korkmuş gibi yavaşça bataklığa gömülmeye başlamışlardı. Havada süzülen yeşil sisten oluşan kafa ise bakışlarını indirmişti, sanki heykele saygısını gösteriyor gibiydi.



Fakat, yukarıdaki gök gürültüleri ve yıldırımlar daha da şiddetlenmişti. Tamamen heykele odaklanmışlar, onun üzerine çakıyorlardı, sanki Gökler bu heykelin paramparça olmasını istiyordu.



Meng Hao’nun yanındaki Mastif ise titredi ve mütevazı bir şekilde uzandı, sanki bu heykelin varlığı onun için direnilemez bir kuvvetti.



Felaket Yıldırımı sayısız yıldır düşmeye devam ediyor. Bu, o matris bile olsa, hatta ben o olmasam bile, hala ruhumu yok etmeye mi çalışıyorsun…? Kaybol!



Heykel sağ elini kaldırdı ve parmaklarını şıklattı. Bunun üzerine muazzam bir gümleme sesi havayı doldurdu ve heykelin eli tıpkı bir kara delik gibi bir hale geldi. Yıldırım titredi, ardından bir araya gelerek yoğunlaştı ve ardından sayısız elektrik arkı şeklinde düştükten sonra ortadan kayboldu.



Bir anda gökyüzü tamamen yıldırımdan yoksun hale geldi. Her şey sessizdi. Zemin titredi ve bataklıktaki sayısız figür ürperdi. Havada saygıyla eğilmiş olan sisten kafa sarsılarak daha da eğildi.



Mastif de aynı şekilde davranıyordu. Sanki bu heykelin iradesi, onun direnç gösteremeyeceği bir şeydi.



Senin Tao Sütunun Miras için uyumlu değil,” dedi heykel, Meng Hao’ya soğukça bakıyordu. “Sen… Mirası elde etme vasfına sahip değilsin. Beşinci matrisi bile geçebildiğin için, seni yok etmeyeceğim. Kaybol!” Bu sesle birlikte her şey sarsıldı. Meng Hao’nun ağzından kanlar saçılırken vücudu yüzlerce metre geriye doğru savruldu. Hemen yanında muazzam bir parlaklığa sahip bir kapı belirdi.



Ve sen…” dedi heykel soğukça, bakışları titreyen Mastifin üzerindeydi. “İkinci-sınıf Kan dölü. Sen Silah Ruhu olmayı bırak, benim tarafımdan tüketilmeyi bile hak etmiyorsun…” Heykelin sol eli yavaşça kılıcı kaldırdı, titreyen Mastifi kesmek üzereydi.



Meng Hao’nun gözleri kan çanağına dönmüştü. Parlak kapı arkasında duruyordu. Tek yapması gereken bu kapıdan içeri adım atarak altıncı matrisi terk etmekti. Ama biraz önceki olay onu durdurmuştu. Heykelin sadece parmaklarını şıklatma sesi, Meng Hao’un bir ağız dolusu kan tükürmesine sebep olmuştu.



Büyüğüm, ben Mirası elde etmeye vasıflı değilim, pekala. Ama lütfen, onu incitmeyin…” Meng Hao’nun sesi çınladığı anda Mastif titriyordu. Dönüp Meng Hao’ya bakmak istedi, ama heykelden yayılan baskı onun üzerindeki bir çeşit antik damgayı etkinleştirmiş gibiydi. Sadece titriyordu, direnç göstermeye muktedir değildi. Ağzından zayıf bir inilti sesi çıktı.



Devasa kılıç bir an duraksadı. Heykel’in bakışları Meng Hao’ya dönmüştü. “Burayı terk etme hakkını kaybettin.” dedi sakince. Bunun ardından parlak kapı bir anda yerle bir oldu.



Kılıç havayı süpürerek ilerledi, fakat hedefinde Mastif değil Meng Hao vardı. Bir gümleme sesi yankılandı ve Meng Hao’nun vücudundan kan boşaldı. Meng Hao kontrolünü kaybederek bataklığa doğru sendeledi.



O, aşağı düşerken, bataklıktaki eller ona doğru uzanarak onu tuttu ve içeri doğru çekmeye hazırlandı.



O anda, Meng Hao’nun Gelişim Merkezi aniden kısıtlandı; onu deveran edemiyordu. O an tek yapabildiği şey yavaş yavaş bataklığa çekilişini izlemekti.



Meng Hao’nun gözleri kıpkırmızıydı, direnç ve vahşetle doluydu.



Baskı altına alınmış olan Mastif ise aniden ürpertici bir kükreme koparttı. Bir yandan titrerken bir yandan da kafasını kaldırdı. Onun dağ gibi vücudu aniden emsalsiz bir güç ile patladı. İçinden çatırdama sesleri duyuluyordu. Aniden sanki alevlere boğulmuş gibi oldu, bir kan alevine. Birden vücudu genişlemeye başladı; otuz metreye ulaşmıştı. Kendini heykelin kontrolünden kurtardı ve içindeki antik mührü paramparça etti. Ardından kükremeler eşliğinde havalandı ve Meng Hao’ya doğru atıldı. O sırada Meng Hao’nun vücudunun yarısı bataklığa batmış haldeydi.



Demek, Kan Ruhunun Yanışı…” dedi heykel soğukça. “Kan Mabutları kana susamıştır ve hisleri yoktur. Sen İkinci Sınıf Kan Dölüsün. Ruhsal bilince sahip olmayı hak etmiyorsun.” Heykel sol elini kaldırdı ve ardından kılıç tekrar aşağı doğru savrulmaya başladı, tek bir vuruşla hem Meng Hao hem de Mastifin işini bitirecekti.



Ama sonra aniden, kılıç daha yere inemeden önce heykelin gözlerinde, mücadele veriyormuş gibi bir bakış ortaya çıktı. Kılıç havada duraksadı.



Kan Kölesinin İradesi…” dedi, sesi sertti. “Lanet olsun sana, sadece defolup gitmeyecek misin? Burada ustanın Mirasına yardım etmeye çalışıyorum. Onun mirasının yaşamasını istiyorum, bu yüzden başkası tarafından alınmasını istiyorum. Neden… Neden bana direniyorsun!? Bu Miras turnuvasında kural yok, bu yüzden benim için sana sahip olmak açık bir şekilde göklerin iradesi!” Heykelin gözlerindeki mücadele yavaş yavaş sönükleşmeye başladı.



Bu sırada, Mastifin tüm vücudu kanlı alevlere boğulmuş bir haldeydi. Bataklığa doğru şiddetle girdi, ardından kanlı alev parıltısı dört bir yana yayıldı. O anda, çok sayıda kol küle döndü. Bataklık kendi kendine açılarak Meng Hao’nun soluk yüzünü ortaya çıkarttı. Mastif hemen onu ağzıyla kavradı, ardından havalanarak antik tapınağın büyük kapısına doğru yöneldi.



Mastifin uçuş hızı inanılmaz yüksekti, sanki Meng Hao’yu o kapıya ulaştırmak için her şeyini feda edebilecek gibiydi.



O sırada Meng Hao’nun gözleri aniden açıldı ve Mastife baktı. Ardından arkasına baktı ve heykeli gördü. Heykelin gözünde bataklık artık tamamen bitmiş gibiydi. Devasa kılıcı bataklığa sapladı ve aniden çok sayıda kol şeytani bir parıltı yaymaya başladı. Ardından on binlerce aç gözlü el Meng Hao’ya doğru uçtu.



Mastif Meng Hao’ya bir bakış attı ve gözlerinde hüzünlü bir ifade belirdi. Sayısız el onlara yaklaştığında, vücudu daha da alevlendi. Kafasını hızla sallayarak Meng Hao’yu taş kapıya doğru fırlattı. Küçükken olduğu gibi onun elini yalayacak zamanı yoktu.



Mastifin vücudunu saran kanlı parıltı neredeyse kaybolmak üzereydi ve gözlerinde bir zayıflık parladı. Çok sayıda el onun etrafını sararken vücudundan bir ölüm aurası yayılmaya başladı. Etrafını kuşatan on binlerce el onu bataklığa doğru çekmeye başladı.



Gözleri, sanki eski günleri hatırlıyormuş gibi hüzünle doluydu. Ustasının avucunda nasıl uzandığını ve Meng Hao onun başını okşarken aldığı keyfi düşünüyordu sanki. Tüm bunları hatırladı ve ustasını düşündü…



Bu sırada Meng Hao tüm olanları şaşkın bir şekilde izliyordu. Vücudu yarı açık kapıya sertçe çarptı ve etrafındaki dünya yıkılmaya başladı. Mastif de dahil her şey ortadan kayboldu. Fakat, biraz önce şahit olduğu şey asla unutulmayacaktı.



Mastifin ona attığı son bakış Meng Hao’nun kan gözyaşları dökmesine neden olmuş ve izindeki öfkeyi alevlendirmişti.



Altıncı matriste, heykelin gözlerindeki mücadele tamamen kaybolmuştu. Sağ eli aşağı indi ve açıldı.



Orada, avucunun içinde bir adam vardı. Adam beyaz bir cübbe giyiyordu ve son derece yakışıklı biriydi. Onun yanında, havada dönen otuz metre uzunluğunda bir Kan Ejderi vardı. Bu kişi… Li Klanı Seçilmişi olan Li Daoyi idi!



Heykelin avucunda duruyordu ve yüzünde büyük bir saygı ifadesi vardı. Hemen dizinin üstüne çöktü ve saygılı bir şekilde selam verdi.



Bu küçüğünüz Patriğe saygılarını iletiyor.










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr