Bölüm 45: Üç Yılın Ardından Ölümlü Dünyaya Bir Bakış

avatar
11350 29

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 45: Üç Yılın Ardından Ölümlü Dünyaya Bir Bakış


Çeviri:RassNt  Düzenleme:Fullbringer

Sonbahar rüzgârı Zhao Ülkesinin kuzeyindeki Daqing Dağının etrafından kıvrıldı. Hintkamışı asmalarının çoğu kurumuş ve çürümüştü. Yapraklar, dağdan aşağıdaki nehre doğru süzülüyordu. Belki de onlarda yıllar önceki su kabağı şişesi gibi nehirle birlikte Samanyolu Denizine ulaşacak daha sonra Doğu Topraklarındaki Yüce Tang’a varacaktı.


Dağın altında üç tane ülke uzanıyordu. Yunjie Ülkesin bunların arasında en gösterişli olanıydı. Çok büyük değildi ama insanlarla dolup taşıyordu. Pazar günü geldiğinde dağ bölgesindeki tüm insanlar orada toplanıyor ve havayı curcuna sesleriyle dolduruyordu.


O gün duygu denizine dalmış, temiz, mavi bir bilgin cübbesi giyen genç bir adam Yunjie’ye adım attı. Yabancı gibi dursa da yüzü tanıdıktı. O kişi elbette Meng Hao idi.


Tanıdık sokaklarda yürüdü, evleri ve dükkânları geçti. Bu ölümlü dünyada dolanırken geçmişteki anıları yeniden canlandı. Burası çocukluğuna dair birçok anıya ev sahipliği yapıyordu, acı dolu yalnız gençliğine, çalışma konusundaki inatçılığına ışık tutuyordu. Birçok unutulmaz olayı içinde barındırıyordu.


Büyük bir avluyu geçtikten sonra, konuştu, “Burası Bayan Sun’un yaşadığı yerdi…” Duvarlar eskiden daha uzundu fakat şimdi daha kısa görünüyordu. Bu duvarların ardında bulunan Bayan Sun’un yatak odası geçmişte hayallerini süslüyordu.


Sık sık Kâhya Sun’un onu sevebileceğini düşünmüş ve Bayan Sun ile onu evlendirebileceğinin hayalini kurmuştu. Bayan Sun söylentilere göre bir tanrıça kadar güzeldi.


Üç yıl çok uzun bir süre olmasa da, Meng Hao’ya bir nesil gelip geçmiş gibi hissettirdi.


Duygulu bir şekilde başını sağa sola salladı, tam gitmek üzereyken aniden Sun konağının ana kapısı açıldı ve tahtırevan dışarı çıktı. Meng Hao durdu. Geçmiş kaç sefer avluya bakıp Bayan Sun’u bir kere olsun görmeyi arzuladığını düşündü. Gözleri titreşerek tahtırevana bir bakış attı. Rüzgâr aniden perdeyi kaldırdı ve içerideki son derece şişman kızı gördü, onun yüzü siyah beneklerle doluydu. Kız gençti. Bunun üzerine Meng Hao’nun ağzı açık kaldı.


Eğer yanındaki hizmetçi kızı tanımasa, bu genç kızın gerçekten de Bayan Sun olduğuna inanmazdı.


Tahtırevan uzaklaşarak gözden kayboldu ve Meng Hao biraz pişmanlıkla yoluna devam etti.


Biraz önce hayalimdeki sevgilinin suretini yok ettim…” dedi başını sağa sola sallayarak. “Evet, Bilgeler haklıymış: Uygunsuzluktan bakışlarını kaçır. Ona bakmamalıydım, ona bakmamalıydım.” Yüzünde acınası bir ifade orta çıktı ve yoluna devam etti.


Öğle vaktine doğru Meng Hao kendini uzaklardaki büyük bir eve boş boş bakarken buldu. Ev eski ve harap haldeydi ve içinde yaşayan insanlar olduğu belliydi. İçeriden yükselen gürültüyü duyabiliyordu. Ev sakinleri tartışıyor gibiydi.


Orası Meng Hao’nun atadan kalma eviydi. Yıllar önce muhtaçtı ve onu satmak zorunda kalmıştı. O evin içinde geçmişe dair mutlu ve güzel anıları vardı, tabii ki aynı zamanda ailesinin kaybolmasından sonraki zamana tekabül eden acı hatıralar da vardı.


Meng Hao’nun zihninde görüntüler arka arkaya belirdi. Orada alaca karanlık çökene kadar durdu.


Sessizce kapıya yaklaştı, elini kaldırdı ve kapıyı tıklattı.


Bu kapı sesi öğlenden beri devam eden tartışma seslerinin dinmesine neden oldu. Bir süre sonra kapı açıldı. Orta yaşlı bir adam orada duruyordu, kaşları çatıktı. Yüzü hayatın zorluklarını temsil eden çizgilerle doluydu.


Kimsin? Ne istiyorsun?


Amca Li ?” dedi meng Hao sessizce, karşısındaki adama baktı.


Sen…” Orta yaşlı adam şaşkınca bakakaldı. Meng Hao’yu dikkatlice inceledi ve ardından gözlerinde inanamaz bir ifade belirdi. “Meng Hao? Sen… Nerelerdeydin? İçeri gel!” Hoş bir sürprizden sonra adam Meng Hao’yu içeri sürükledi.


Karıcım, bak kim geldi!


Orta yaşlı bir kadın içeride gözleri yaşlı bir şekilde oturuyordu. Kocasının sözlerini duyunca ve Meng Hao’yu görünce, ağzı açık kaldı, daha sonra ayağa kalktı ve gözlerinde bir neşe ortaya çıktı.


Bu gerçekten de Meng Hao…” dedi adam.


Çocuk, herkes senin yıllar önce çekip gittiğini söyledi. Teyzenin sana şöyle bir bakmasına izin ver…” Kadın onun karşısında durdu, şöyle bir baktı ve gözleri mutlulukla doldu. Sanki öğlenki tartışmayı unutmuş gibiydi. “Seni yılladır görmüyorum. Uzamışsın ama hala sıskasın. Yıllarca birçok şeye katlanmış olmalısın.


Gel, şöyle otur. Teyzen sana yiyecek bir şeyler hazırlayacak. Daha yeni geldin, bir süre kal. Burayı Amca Li’ye satmış olabilirsin, ama hala senin evin.” Kadın Meng Hao’ya nazik, mutlu bir gülümseme gösterdi, daha sonra adama bir bakış attı ve mutfağa gitti.


Kısa süre sonra masa yiyeceklerle doldu. Karşısındaki çifte baktığında ve gözlerindeki kibarlığı gördüğünde ebeveynlerinin kaybolduğu zamanı hatırladı. Eğer Amca Li ve Teyze Li’nin yardımları olmasa, işler onun için çok daha zor olacaktı.


Teyze Li meng Hao’ya biraz yemek servis ederken konuştu, “Bu yıllarda hasat çok iyi değildi, Kendi evimizi oğlumuza evlenebilmesi için verdik. Burası da boş olduğu için taşındık.” Kadın Meng Hao’ya nazikçe baktı. “Bu kadar zamandır neredeydin? Her yerde seni aradık, ama bulamadık.


Meng Hao onları dinledi ve nezaketlerini kalbinde hissetti. Öğrenim görmek için farklı bir ülkeye gittiğiyle ilgili üstü kapalı bir hikâye anlattı. Yemek bittikten sonra, çifte içten bir selam verdi.


Amca Li, Teyze Li, atadan kalma evimi yeniden satın almak istiyorum. Ne de olsa annem ve babam onu bana bıraktı. İşte burada bir kaç parça gümüş var. Siz burada yaşamaya devam edebilirsiniz ve evle ilgilenebilirsiniz.” Cübbesinden biraz gümüş çıkarttı ve onları masaya koydu.


Bu…” Amca Li tereddüt ederek karısına baktı. Teyze Li hiçbir şey söylemedi, ama bir süre geçtikten sonra başını aşağı yukarı salladı.


Haklısın.” dedi kadın kararlı bir şekilde. “Bu ev senin ailenden kaldı. Amca Li ve ben yaşlandık ve önerin üzerine burada kalacağız. Ama gümüşlere gerek yok. Seni biz büyüttük. Sen de bizim çocuğumuz gibisin! Senin paranı nasıl alabiliriz?” Kadın gümüşleri Meng Hao’nun eline koydu.


Meng Hao hiçbir şey söylemedi, bunun yerine ellerini kenetledi ve bir kez daha onlara içten selam verdi.


Meng Hao gece orada kalmadı. Bunun yerine manevi değeri olan bir kaç parça eşyayı aldı ve daha sonra vedalaşarak gecenin karanlığına karıştı. Gümüşleri de yatağın üzerine bıraktı.


Daha sonra bir handa bacaklarını çaprazlayarak oturmuş bir şekilde gökyüzüne baktı ve iç geçirdi.


Artık ölümlü dünyanın bir parçası değilim, fakat bütün bağları koparmak zor.” Gözlerini kapattı. “Pekâlâ, koparamıyorsam, o zaman kalmalarına izin vereceğim.


Şafak söktüğünde Meng Hao, Wang ailesinin marangoz dükkânını buldu. Orada, yaşlı Amca Wang’ı gördü, adamın yüzün kırışıklıklarla doluydu, dükkânda oturmuş boş boş bakıyordu. Önünde tıpkı Wang Youcai’ye benzeyen ahşap bir oyma vardı. Amca Wang’ın yüzü kalıcı bir hüzünle dolmuş gibiydi.


Meng Hao bir süre düşündü. Wang Youcai’nin ölüp ölmediğini bilmiyordu. İç Tarikata terfi olduktan sonra Küçük Kaplanı aramıştı, daha sonra araştırma yapmak için Wang Youcai’nin düştüğü uçurum bölgesine gitmişti. Ne olduğuna dair en ufak bir ipucu bulamamıştı.


Meng Hao iç çekerek marangoz dükkânına adım attı.


Birinin geldiğini hissedince Amca Wang başını kaldırdı. Meng Hao’yu görünce şaşkın şaşkın baktı. Gözlerini ovuşturdu, titreyerek ayağa kalktı.


Sen... Sen... Meng Hao?


Amca Wang, benim.” Meng Hao uzanarak yaşlı adama destek oldu.


Youcai nerede?” diye sordu adam. O yıl neler olduğuyla ilgili detayları unutmamış gibiydi. Meng Hao’ya bakınca, aniden heyecanlanmış gibi göründü. “İkiniz de aynı yıl ortadan kayboldunuz. O nerede…?


Youcai geri dönemedi, bu yüzden size bir mesaj getirmemi söyledi,” dedi Meng Hao gülümseyerek. “Bir kaç yıl içinde geri dönecek. Rahat olabilirsiniz. Youcai şu an iyi bir hayat yaşıyor.” Amca Wang’a oturması için yardım etti, daha sonra kendisi de oturarak onunla bir süre muhabbet etti. Onunla beraber öğrenim görmeye gittiklerini ve Youcai’nin çok yetenekli olduğu için geri dönmeden önce biraz daha kalarak daha çok şey öğrenmek istediğini anlattı.


Amca Wang’ın yüzünde heyecanlı gözyaşları döküldü. Meng Hao’nun hikâyesini dinledi, başını aşağı yukarı salladı ve sanki yüzündeki kırışıklıklardan bir kaçı yok olmuş gibi göründü. Meng Hao bazı ilginç hikâyeler anlatmaya devam etti ve yaşlı adam gülümsedi.


“O çocuk daima zekiydi. Benimle marangozluk yapmayı hiçbir zaman istemedi. Tüm gününü başka şeyler düşünerek geçirirdi. Güzel, güzel. Eğer öğrenim görmeye gittiyse, bu iyi bir şey.” Amca Wang’ın yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Öğlen vaktine doğru Meng Hao ayrıldı, Amca Wang ise ona kapıya kadar eşlik etti.


Küçük Kaplan ve Şişko, Yunjie Ülkesinden değil diğer çevre ülkelerdendi. Meng Hao Küçük Kaplanı fazla tanımıyordu ama kendisine bakabileceği konusunda emin gibiydi. Diğer taraftan elbette Şişkonun ailesini ziyaret edecek ve onun iyi olduğunu söyleyecekti.


Şişko büyük ihtimalle Güney Diyarındaydı. Meng Hao iç geçirdi.


O öğlen Meng Hao Kâhya Zhou’yu aradı ama onu bulamadı. Sorup soruşturduktan sonra Kâhya Zhou’nun evini yarım yıl önce taşıdığını öğrendi. İnsanların söylediğine göre Zhao Ülkesinin başkentine taşınmıştı. Bunun öğrendikten sonra Meng Hao daha fazla soruşturmadı ve Yunjie Ülkesinden ayrıldı.


Burada birçok anısı vardı, ama Reliance Tarikatına girdiği andan itibaren yolu Zhao Ülkesi ve Güney Diyarına doğru kaymıştı.


Meng Hao oradan sessizce ayrıldı, yanında depolama çantasına sadece bir kaç eşya almıştı, bir kaç kâse, bir kaç çanak ve bir de yorgan. Çanaklar ve kâseler ona babasının hediyesiydi, yatak yorganı ise annesi tarafından yapılmıştı. Meng Hao için bu eşyalar paha biçilemezdi.


Daqing Dağının aşağısında üç ülke vardı. Yunjie Ülkesinin dışında Yunhai Ülkesi ve Yunkai Ülkesi. Şişko’nun evi Yunkai’deydi.


Orası Yunjie’den daha küçük bir yerdi ve insanlarla dolup taşmasa da etrafı geniş arazilerle kaplıydı ve bu nedenle zengin bir yöreydi. Bu özellikle büyük boyutlarda arazileri ve serveti kontrol eden az sayıda büyük aile için geçerliydi.


Şişkonun babası Yunkai Ülkesindeki ünlü Para Babası Li idi. geçmişte Şişkonun ona anlattığına göre onun ailesinde yüzlerce işçi vardı, kadın ve erkek çalışanlarla dolu olan aile yerleşkelerini gezmek için bir gününü harcaman gerekliydi.


Şişkonun dediğine göre onun tuvaleti gümüşten yapılmıştı, yorganları Zhao Ülkesinin başkentinden alınmış ve çocukluğunda kadın hizmetçiler o uyumadan önce yorganlarını ısıtırlarmış. Bu durum o büyüyene kadar devam etmişti ve dediğine göre hayatı boyunca dokunduğu kadın hizmetçi sayısını hatırlamıyordu. Her durumda, evliliği ayarlana kadar hiçbir isteği eksik kalmamıştı. Onun nişanlısı son derece güzel, genç bir kadındı ve ailesi Yunkai’nin ünlü bilginlerindendi. Şişkonun babası bu evlilik meselesini başarıya ulaştırana kadar çok fazla para harcamış ve çok kafa yormuştu.


Meng Hao şişkonun bunları anlatırken takındığı ifadeyi hatırlayınca gülümsedi. Aynı sırada Yunkai Ülkesine adım attı.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr