Bölüm 806: Miras Bırakılan Tao'ların Yansımaları!

avatar
5010 13

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 806: Miras Bırakılan Tao'ların Yansımaları!


 

Bölüm 806: Miras Bırakılan Tao'ların Yansımaları!

 

Ne kadar zaman geçtiğini söylemek güçtü. Hem kısa hem de uzun gibi hissedilmişti. Dışarıda gökyüzü yavaş yavaş karardı ve hafif bir ay ışığı karanlığın içinde yayıldı.

 

Gecenin karanlığı altında bronz yağ lambasının alevi dans etti ve adeta fitilin içinde aya bakan bir adamın gölgesi varmış gibi göründü....

 

Tapınağın içinde lamba ışığı tarafından ortaya çıkarılan gölgeler belirmeye başladı. Lambanın alevi dans ederken gölgeler zarifçe ileri geri sallanıyorlardı.

 

Meng Hao bunu fark etmedi ama elbiselerinin rengi grileşti ve aslında harap olmaya başlamıştı. Sanki elbisesi zamanın akışına boğulmuştu. Meng Hao orada otururken eskiyorlardı.

 

Tüm benliği aynı hissiyatı yayıyordu, sanki ruhu zamanda eskiye giderek Taoist ayin tapınağına gitmiş orada Tao müziğini dinliyor gibiydi. Aynı zamanda ruhunda gerçekleşen etkiler vücuduna yayılarak onu yaşlandırıyordu.

 

Gecenin derinliklerinde....

 

Aniden ağlama sesi yayıldı. Gecenin karanlığında süzüldü, net ve canlıydı. Ağlama sesi yankılanırken yavaş yavaş hafif bir iç geçirmeye dönüştü.

 

"Bu dünyada hâlâ Ölümsüzler var mı...?" diye sordu bir ses. Ardından gelen sessizlik sadece ağaçların yapraklarının hışırdamasıyla bozuldu.

 

Aynı esnada kuyudan duman zerreleri yükselmeye başladı. Eğer kuyunun yanında birisi olsaydı onun sayısız uzun saç teliyle dolu olduğunu görüp şok olurdu!

 

Siyah saçlar kuyunun içinden dönerek çıktı ve ardından yere gömüldükleri yerden yayılarak hızlıca tüm avluyu doldurdu. Tam bu noktada bambu çardağından çatırdama sesleri duyuldu.

 

Kurumuş bir asma aşağı doğru bükülerek adeta bir sargacı andıran kavisli bir şekle büründü. İleri geri sallanmaya başladı, sanki... sarmaşığın üstünde biri oturmuş onu bir sarkaç gibi kullanıyordu!

 

Kuyunun içinden inleme sesleri süzüldü ve sarkaçtan kahkahalar duyuldu. Bu sesler birbirine karışarak avluyu ürkütücü bir tuhaflık hissiyle doldurdu. Meng Hao ise avluda gözleri kapalı şekilde oturuyordu ve hareketsizdi.

 

Etrafı titrek lamba ışığı ve onun ortaya çıkarttığı gölge yansımalarıyla doluydu. Yansımalar bozulup çarpıldı ve ardından avluda ileri geri yürüyormuş gibi hareket etmeye başladı. Bazıları bacaklarını çaprazlamıştı, bazıları ibadet ediyordu. Bazısı tıbbi hap kaynatıyorken bazıları ise ellerinde süpürgelerle yeri süpürüyordu. Hatta bazıları Meng Hao'nun oturduğu alana yaklaştı ve ona merakla baktılar.

 

Harap olmuş tanrı heykeli ise şimdi tıpkı geçmişteki gibi dik ve görkemli haldeydi. Haykelin altında uzanan gölgesi aniden heykelden ayrıldı ve yaşlı bir adama dönüştü.

 

Yaşlı adamın elbisesi Meng Hao'nun uzun, eskimiş elbisesine çok benziyordu. Adamın yüzü bembeyazdı ve ağzından, kulaklarından, burnundan ve gözlerinden kan sızıyordu; kafasında da ciddi yaralar görülüyordu. Habis bir ruh gibi görünen adam Meng Hao'ya yaklaştı. Meng Hao'nun arkasındaki bir pozisyona, durduğunda onun kafasının üstüne bakabileceği bir yere doğru süzüldüğünde aklından neler geçtiğini bilmek imkansızdı.

 

Bir an sonra avludaki bütün yansımalar döndü ve Meng Hao'ya baktı. Yaklaşarak etrafında toplandıklarında dikkatli gözlerle ona baktılar.

 

Yukarıdaki gökyüzünde siyah bulutlar ayın yarısını kapattı ve aşağıda kederli, hıçkırıkla dolu kesikli bir inleme sesiyle birlikte yumuşak bir rüzgar esti.

 

Tam o anda yer titredi ve tapınağın derinliklerinden boğuk inleme sesleri geldiği duyuldu.

 

"Ev.... Burası benim evim değil.... Eve gitmek istiyorum...."

 

"Beni eve götür.... Beni eve götür, Paragon... beni eve götür...."

 

Ses süzüldüğünde tapınaktaki yansımaların hepsi titredi. Tapınağın avlusunda kuyudan çıkan siyah saçlar aniden havaya yükseldi. Sallanan asma aniden hareket etmeyi kesti.

 

Aynı sırada kuyudan bir kafa dışarı çıktı. Bu hayali ve donuktu, yüzündeki ifadesi son derece korkunç ve vahşiydi. Görünüşe göre bu... kuyunun suyunda milyonlarda yıldır batık halde durmasına rağmen bozulmamış bir kafaydı. O bitkin, göz bebeğinden yoksun gözleriyle yere bakan bir kadının kafasıydı.

 

Sarkaçta herhangi bir figür görünmüyordu ama ondan aşağı siyah kan damlaları düştü.

 

Tam o anda Meng Hao'nun vücudunu bir titreme aldı. İçini tüyleri ürperten bir dehşet hissi doldurdu ve gözlerini açtı. Kafasını kaldırdığında simsiyah bir figürün karşısında durduğunu fark edince tüyleri diken diken oldu.

 

Aslında etrafı tamamen yansımalarla sarılmıştı ve hepsi ona dokunmanın eşiğine gelmişlerdi. Meng Hao'nun zihni tamamen dönüyordu.

 

Gölgeler Meng Hao'nun uyandığını anlamış gibi göründüler ve geriye doğru çekilerek ondan biraz uzakta bacaklarını çaprazlayarak oturdular. Meng Hao avludaki bütün yansımaları ve siyah saçı net bir şekilde görebiliyordu. Sallanan asmayı ve süzülen kafası gördü. Her zamankinden daha fazla ürpermiş bir halde tapınaktan ayrılmak için yavaşça ayağa kalktı.

 

Buranın içinde gezmeye devam edebileceği bir yer olmadığı hissiyle dolmuştu.

 

Ayağa kalktığında aniden arkasında bir soğukluk hissetti. Hiç düşünmeden kafasını çevirdi ve vücudundan bir kaç santim uzakta ağzından, burnundan, kulaklarından ve gözlerinden kanlar sızan antik bir surat gözüne çarptı. Tamamen afallayan Meng Hao geriye doğru şaşkın gözlerle birkaç adım sendeledi.

 

"Kimsin sen!?" diye bağırırken gelişim merkezini hızla deveran etti. Arkasında Dharma İdolü ortaya çıktı ve kalbi güm güm atmaya başladı. Buranın garipliği onu mutlak bir güvensizlik hissine sokmuştu.

 

Yaşlı adamın ifadesi gözleri Meng Hao'yu tamamen görmezden geldi. Döndü ve arkasındaki ilah heykeline doğru yürüdü. Ona yaklaştığında vücudu yavaş yavaş kayboldu ve ardından birlikte ortadan kayboldular.

 

Bölgedeki diğer yansımalar hala duruyordu. Bazıları meditasyon yapıyor, bazıları yürüyor bazıları da gelişim pratiği yapıyordu.

 

Meng Hao ayrılmaya hazırlanırken hızlı hızlı nefes alıyordu. Fakat tam tapınağın eşiğine ulaştığında duraksadı ve yan tarafta bacaklarını çaprazlamış oturan bir gölgeli yansımaya doğru baktı. Onun elinde bir hap ocağı vardı ve belli ki hap yapıyordu.

 

Dahası... Meng Hao bu hap yapma yöntemini daha önce hiç görmemişti; sanki bunu Gök ve Yerin gücüyle yapıyor gibiydi ve herhangi bir tıbbi bitkiye yada fiziksel bileşene ihtiyacı yoktu!

 

Meng Hao şaşırdı. Bir an dikkatlice izledikten sonra gözlerinde garip bir ışık parlamaya başladı. O bir simya Tao'su büyükustasıydı ve hap yapma yeteneği Hap Şeytanı dışında Güney Gök topraklarında en iyisi sayılırdı.

 

"Hiçlikten bir şey yaratmak..." diye mırıldanan Meng Hao'nun gözleri ışıdı. Antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatındayken hiçlikten bir hap yaratmıştı ve o hala depolama çantasında duruyordu. Onu hiç kullanmamıştı.

 

Meng Hao böyle bir hap yapabilmesini mucize olarak düşünmüştü ve onu bakır aynayla kopyalama girişimi başarısız olmuştu.

 

Şimdi ise bu gölge yansımasının burada hap yaptığını görmüştü. Elleri ustalıkla hareket ediyordu, sakin ve acelesiz.

 

Meng Hao gözlerini kırptı ve ardından ayrılmamaya karar verdi. Etrafındaki yansımalara göz gezdirdi. Bazıları gelişim pratiği yapıyor, bazıları dolaşıyor, bazıları çeşitli Taoist büyülerini uygulamak için büyü hareketleri yapıyordu.

 

Bu sahne Meng Hao'nun zihninin titremesine neden oldu.

 

"Miras bırakılan Tao'lar!" diye mırıldandı. "Onlar Tao'ları miras olarak aktarıyorlar!!" Kalbi öncekinden daha güçlü şekilde titredi. Bir Tao kolay kolay aktarılan bir şey değildi ama bu yansımaların yaptıkları şey tam olarak buydu. Sanki tek yapması gereken şey onları gözlemlemek ve üzerinde düşünmekti, böylece onları elde etme fırsatı bulacaktı.

 

Meng Hao derin bir nefes aldı, ardından hap yapan gölgeli yansımaya gözlerini tekrar çevirdi. Oraya doğru yürüdü ve önüne oturarak izlemeye başladı. Gözlerindeki ışık giderek güçleniyordu. Bir süre sonra kendi hap ocağını çıkarttı ve karanlık figürün hap yapma tekniğini taklit etmeye başladı.

 

Bir gece geçti. Bu uzun bir süre değildi ama Meng Hao'ya çok çok uzun gelmişti. Sanki kafasını kaldırmaya bile fırsat bulamadığı uzun bir zaman geçmiş gibi hissetmişti. En sonunda gökyüzü aydınlanmaya başladığında gölgeli figür tek bir hap yapmayı bitirdi ve onu kayıtsızca tapınağın dışındaki dağ silsilesine doğru fırlattı. Bu noktada Meng Hao kendisinin de hapını başarıyla tamamladığını fark etti.

 

Gökyüzü artık aydınlanmıştı.

 

Tapınaktaki yansımalar ortadan kaybolmaya başladı. Avludaki saç telleri yok oldu ve asmalar normal haline döndü, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibiydi. Nefes nefese kalan Meng Hao elindeki etrafı siyahlıkla dönen tıbbi hapa baktı.

 

Aslında o gerçekte bir hap değildi. O sadece bir siyah sis girdabı kütlesiydi. Fakat güneş ışığı ona dokunduğunda etrafında siyah bir kabuk oluştu ve ardından siyah kabuklu bir tıbbi hapa dönüştü.

 

Hapın herhangi bir tıbbi aroması yoktu sadece patlayıcı bir güce sahipti.

 

Meng Hao siyah kabuklu hapa bakarken kaşları çatıldı. Biraz düşündükten sonra onu sıktı ve anında yüzü düştü. Hiç düşünmeden hapı atarak kendinden uzaklaştırdı. hap havada siyah bir sis yaydı ve ardından bir anda patladı.

 

Bir şok dalgası dört yana dağıldı.

 

"Noksan bir yapım... ve bu baştan savma ürüne neden oldu," diye düşündü. "Ama bu yine de hiçlikten bir şey yaratmak demek." Meng hao aslında oldukça şaşırmıştı. Tıbbi hapın neden olduğu patlamanın gücü tıpkı bir saldırı gibiydi.

 

"Onun dengesiz olması çok kötü. Sadece dokunmak bile patlamasına neden oldu. Fakat şimdi düşününce onunla ilgili tanıdık bir şey var." Antik tapınağın yolunda yürüdüğü zamanı düşünürken gözleri titreşti. Zeminin patladığı birçok bölge ile karşılaşmıştı. Bir anda karanlık figürün yaptığı hapı nasıl fırlattığını hatırladı ve taşlar yerine oturdu....

 

"Bu şeyin başka bir kullanımı var." Gözleri pırıldayan Meng Hao bir an düşündükten sonra hap ocağını çıkarttı ve önceki gece öğrendiği Gök ve Yer ruhsal enerjisini özümseyerek onu hap yapımında kullanma yöntemiyle işe koyuldu.

 

Birkaç başarısız denemenin ardından nihayet iki tane girdap gibi dönen siyah sis kütlesi yaratmayı başardı. Güneş onlara dokunduğu anda etrafları siyah bir kabukla kaplandı. Hapı elinde tutarak tapınaktan dışarı fırladı. Biraz deneyden sonra patlayıcı etkinin sadece onu atarak etkinleştiğini keşfetti. Bu hap bir koz olarak kullanılabilirdi.

 

"Onu gömmek büyük israf olur. Onu gerçek anlamda kontrol edemiyorum. Onu doğruca fırlatmak en iyi kullanma yolu. Böyle bir şeyle elime başka bir hayat-kurtaran hazine geçmiş olacak. Fakat çok kötü. Bu şey oldukça patlayıcı ama buranın eşsiz aurasıyla bağlantılı gibi görünüyor. Onu dışarıda yapabileceğimden emin değilim." Biraz düşündükten sonra tapınağa geri döndü ve hap yapmaya devam etti.

 

Günler geride kaldı. Geceleri yansımalarla aktarılan Tao'lara dair aydınlanma arıyordu. Gündüz ise tıbbi hap yapıyordu. Kısa sürede onlarca hap biriktirmişti. Onlara kutsal duyusunu işlemeyi denedi ama başarısız oldu ve en sonunda bu fikirden vazgeçti.

 

Hatta dağlardan ayrılarak bir noktada dışarıda hap yapmayı denedi ama işe yaramadı. Bu da onun teorisini kanıtlamıştı. Bu hap... sadece tapınağın içindeki ruhsal enerji kullanılarak yapılabiliyodu.

 

Tapınağa geri döndükten sonra sıradışı siyah kabuklu patlayıcı tibbi hap yapımına devam etti.

 

"Tahminime göre diğer dünyaların Seçilmişleri kısa süre içinde gelecekler...." Onlar geldiğinde meydana gelecek dövüşleri düşünürken gözleri beklentiyle pırıldadı. Onların karşısında ne kadar yeterli olacağını ve kendi gücünün tam olarak ne kadar fazla yada eksik olduğunu görmeyi çok istiyordu.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44311 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr