Bölüm 759: Eski Bir Dost.....

avatar
4922 14

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 759: Eski Bir Dost.....


Bölüm 759: Eski Bir Dost.....

Meng Hao'nun eli yavaşça yeşim kayışın etrafında kenetlendi.   Düşüncelerini kalbinin derinliklerinde tutsa da ve onları kolayca göstermese de Patrik Song yıllardır gelişim dünyasındaydı ve Meng Hao'nun el hareketinden bazı ipuçları elde edebilmişti. Oynadığı kumara değdiğini anlamıştı.   Meng Hao derin bir nefes aldı, ardından ellerini kenetledi ve Patrik Song'a içten bir baş selamı verdi.   "Çok teşekkürler!" dedi.   Bu iki kelimeden başka konuşmadı ve bu Patrik Song için yeterliydi. Başını aşağı yukarı salladı ve karşılığında ellerini kenetledi.   "Meng Hao, genç dostum, eğer Doğu Topraklarına gidersen oradaki Song Klanının yan dalı sana bazı yardımlarda bulunabilir."   Meng Hao başıyla onayladı ve ardından bir şey söylemeden ışık ışınına dönüşerek uzaklara doğru fırladı.   Patrik Song onun gidişini izledi. Uzun bir an sonra artık Meng Hao görüş açısından çıkınca döndü ve Song Klanının ata köşküne doğru yürüdü.   Meng Hao havada uçarken yüzünde karmaşık bir ifade vardı. Zihninde çocukluğundan kalma görüntüler belirdi, bu görüntüler yılların ardından yok olmak yerine daha da netleşmişti.   "Anne, baba... neden?   "Neden gitmek zorundaydınız? Neden beni geride bıraktınız? Neden!? Neden Song Klanına geldin ve... bana söylemedin!? Belli ki oradaydın!   "NEDEN!?!?"   Meng Hao kalbine adeta bir bıçak saplanmış gibi hissetti. Bu cevapsız sorular kalbine çok uzun süredir gömülüydü.   Ve cavapları... Doğu Topraklarındaydı!   En sonunda Meng Hao iç geçirdi ve sakinliğini tekrar sağladı. O yüzyıllardır gelişim pratiği yapan güçlü bir uzmandı. Onun kontrolünü kaybetmesine neden olabilecek tek mesele anne ve babası olabilirdi.   "Doğu Toprakları," diye düşündü. "Oraya gitmek daima hayalimdi.... Oraya... mutlaka gitmeliyim!" Gözlerinde kararlılık belirdi. Derin bir nefes aldı ve ardından hızlandı.   Akşam karanlığı çökerken hızla yoluna devam etti. Song Klanını ve Mor Felek Tarikatını ziyaret etmişti. Şimdi Kan Şeytanı Tarikatı geri dönme ve yüz yıl boyunca Xu Qing ile vakit geçirme zamanıydı.   Yoluna devam ederken aniden uzaklarda gerçekleşen bir şey dikkatini çekti.   "Demek bu o...." diye düşündü şaşırarak.   O sırada Song Klanı ile Kan Şeytanı Tarikatı arasındaki sınırdaydı. Bulunduğu pozisyondan elli kilometre kadar ötede havada üç tane ışık ışını vardı.   Belli ki iki tanesi bir gelişimciyi kovalıyordu. Hedef olan kişi kanla ıslanmış beyaz bir cübbe giyen orta yaşlı bir adamdı. Yüzüne bakınca bir çok şey tecrübe ettiği belli oluyordu. Adam yorgun görünüyordu ve daha çok hüzünlüydü.   Onun bir zamanlar oldukça yakışıklı biri olduğunu anlamak oldukça kolaydı. Şimdi yaşlı görünse de hala sıra dışı, kahramansı bir ruha sahip gibiydi. Fakat zaman ona nazik davranmamıştı ve acımasızlığın çemberinden geçmişti. Şuan onun hayatı acıyla doluydu.   "Wang Tengfei, nereye kaçabileceğini sanıyorsun!?"   "Sen eskiden Wang Klanının en büyük Seçilmişlerinden biriydin ama şimdi sadece bir sokak köpeğisin! Tek bildiğin kaçmak!"   "Niye kaçıyorsun? Hadi ama, bize biraz yılların getirdiği yeteneklerini göster. Sen eskiden kibrin zirve noktasındaydın! Beni ve kardeşimi yıllardır öldürmek için kovaladın. Şimdi nihayet tekrar karşılaştık ve şimdi de sen kaçıyorsun öyle mi!?"   "Hahaha! Tabii ki kaçıyor. Artık Güney Diyarında Wang Klanı diye bir şey yok! Onlar tek bir gecede silindiler! Wang Tengfei ise şanlı bir şekilde ölümden kaçabildi! Ama ne yazık ki bizim kucağımıza düştü! Wang Tengfei... sen öldün!"   Kovalanan kişi Wang Tengfei'den başkası değildi!   Onun peşindeki orta yaşlı gelişimciler geç Nüve Formasyonu gelişim merkezlerine sahiplerdi ve Gelişen Ruh aşamasından sadece yarım adım ötedelerdi. Wang Tengfei de geç Nüve Formasyonu aşamasındaydı. Fakat açık bir şekilde yaralıydı ve iki rakibi karşısında kaçmaktan başka şansı yoktu.   Yüzü bembeyazdı ve şiddetli bir hüzünle doluydu. Belli ki takipçilerinin sözleri onun kalbine adeta hançer gibi saplanıyordu. Wang Klanı yok edildikten sonra bunun gibi bir çok karalayıcı hakarete maruz kalmıştı. O bir zamanlar Seçilmişti ama göz açıp kapayıncaya kadar bir kimsesiz serseriye dönüşmüştü. En başta bu yeni duruma adapte olabileceğini düşünse de bu tarz sözleri her duyduğunda bu onu derinden yaralamıştı.   Sanki insanlar kalbini göğsünden söküyorlardı ve bu onun yüzündeki ifadenin daha da acıyla dolmasına neden oluyordu.   Wang Klanının silindiği gece oradaydı. Patriğin delirerek klan üyelerini teker teker katletmesine bizzat şahit olmuştu. O gece sanki tüm gökyüzü çökmüş gibi hissetmişti.   Anne ve babası ölmüştü. Dedesi ölmüştü. Herkes birer birer ölmüştü... o ise dehşet ve hüzün içinde boğulmuştu. Ve ardından abisi... daima onu geçmek istediği abisi, onun kafasına bir avuç saldırısıyla vurmuştu.   Bu avuç onu bir gök gürültüsü gibi sarmış ve bilincini kaybettirmişti. Hatırladığı en son şey ise abisinin kulağına fısıldadığı sözlerdi, "Hey ufaklık, senin canlı kalman lazım...."   Wang Tengfei uyandığında kendisini bir kan denizinin içinde bulmuştu. Yoldaş klan üyelerinin cesetleriyle etrafı dolup taşıyordu. Tam karşısında ise... abisinin vücudu yatıyordu.   Abisi onu kendi cesediyle kapatmış ve onu saklamak için ölüm aurasını kullanmıştı. Wang Tengfei, deliren ve aceleyle katliam yapan Wang Klanının 10. Patriğinin neden olduğu felaketten işte böyle kurtulabilmişti.   (R.N: Abisinin ismi Wang Lihai idi, Kan Ölümsüzü mirası turnuvasında, Tao Gayzerlerinde ve Şeytan Ölümsüzü Tarikatı bölümlerinde görünmüştü.)   Bu noktada Wang Tengfei ağlamaya başlamıştı.   Hiçbir şeyi kalmamıştı. Klanı yok olmuştu. Ailesi katledilmişti. Her şeyi gitmişti.   O anda tüm dünyadaki tek canlı varlık olarak kendisi kalmış gibi hissetmişti. Acı bir şekilde ayaklarının üstüne kalkmış ve dolanmaya başlamıştı....   O hayattaydı ama çoktan ölmüş gibi bir hali vardı. Bir zamanlar arkadaşı olarak gördüğü insanlar artık ona soğuk bir alaycılıkla yaklaşmaya başlamışlardı. Geçmişteki gördüğü muameleye tam zıt bir şekilde sürekli aşağılanmış ve bu durum Wang Tengfei'nin titreyerek bazı şeyleri fark etmesine neden olmuştu.   Tek yapabileceği başını eğmek ve acı bir şekilde aşağılanmayı kabul etmekti.   Wang Klanının 10. Patriğini bulup ona neden diye sormak istiyordu!   Neden tüm Wang Klanını yok ettiniz bayım!?   NEDEN!?   Bu Wang Tengfei'nin yaşamaya devam etmesi için tek nedeni haline gelmişti. Tüm Güney Diyarını aramaya başlamış ve kan soyu bağlantısını kullanarak Wang Klanının 10. Patriğine dair iz bulmaya çalışmıştı. Bu yolda ölecek olsa bile... o sorunun cevabını alacaktı!   En son bu bölgede 10. Patriğin varlığını hissetmişti. Etraflıca bir arama yapmaya başlamış ama onu daha bulamadan daha önce küçümser gözlerle baktığı bu iki insana rastlamıştı. Onlar Wang Tengfei ile emrindeki kişilerin zamanında bazı büyülü eşyalar için peşine düştükleri ve öldürmek istedikleri sıradan kişilerdi.   Şimdi tek yapabildiği onlardan kaçmaktı.   Wang Tengfei'nin peşindekiler büyü hareketleri uygulayarak iki uçan kılıcın ileri çıkmasını sağladılar. Pırıldayan kılıçlar suratı bembeyaz olan Wang Tengfei'ye doğru fırladılar ve onun hemen küçük bir davul çıkartarak arkasına doğru atmasına neden oldular. Davul hızla genişledi ve bir gümbürtü sesiyle birlikte iki kılıç ona yaklaştı. Eşyalar parçalandılar ve...   Güm!   Patlama yankılandığında Wang Tengfei kan tükürdü. Yüzü bembeyaz halde kendini zorladı ve hızla ilerlemeye devam etti. Davulu geri çağırmaya zamanı yoktu. Arkasındaki gelişimciler kahkaha atarken birisi davulu aldı. Ardından bir kez daha onun peşine düştüler, gözleri öldürme arzusu ve açgözlülükle pırıldıyordu.   Bu savaş ara ara devam etti ve Wang Tengfei sürekli kan tükürdü. Ayaklarının altındaki kılıcın parıltısı sönmeye başladı ve gözlerinde umutsuz bir bakış ortaya çıktı. Ona göre tüm dünya o anda... griye dönmüştü.   "Sen eskiden oldukça kibirliydin değil mi!?"   "Eskiden kudretli ve görkemliydin. Herkese sanki onlar böcekmiş sen de Göklerin Seçilmişiymişsin gibi bakıyordun! Şimdi o kibrin nereye gitti ha!?"   "Wang Tengfei sen öldün! Eğer reenkarne olma şansı yakalarsan sonraki hayatında bu kadar kibirli olmamayı unutma!"   İki takipçi öldürme arzusuyla dolu gözlere sahipti ve eş zamanlı olarak en güçlü kutsal becerilerini serbest bıraktılar. Kılıç qi'si girdap gibi döndü ve muazzam bir avuç Wang Tengfei'ye doğru gürledi.   Wang Tengfei acı acı gülümsedi. Bundan kaçamayacağını biliyordu, bu yüzden aniden arkasını döndü ve gülmeye başladı. Yeterince yaşamıştı ve klanıyla birlikte ölmesi gerekiyordu. Tam ihtiyatı elden bırakacakken....   Aniden tüm yeryüzünde bir iç geçirme sesi yankılandı.   Bu sesi duyunca Wang Tengfei'nin peşindekiler duraksadılar ve yüzleri bembeyaz oldu. Aniden Wang Tengfei'nin arkasına bakarak titremeye başladılar.   "Kan... Kan Şeytanı Tarikatının Kan Prensi!!"   "Bu Meng Hao!"   Meng Hao Wang Tengfei'nin arkasından ileri doğru süzülerek onunla iki takipçisi arasında durdu.   "Bu kişi benim eski bir dostumdur," dedi. "Yoldaş Taoistler, lütfen bana biraz saygı gösterir misiniz?"   İki takipçinin nefesleri kesildi ve kalpleri dehşetle doldu. Hemen ellerini kenetlediler ve saygılı bir şekilde başlarını eğdiler.   "Kıdemli, Wang Tengfei'nin Kan Prensi'nin eski bir dostu olduğunu bilmiyorduk. Lütfen bize kızmayın efendim."   "Pekala, hemen buradan gidiyoruz...."   İki gelişimci tam anlamıyla şok olmuştu. Artık Güney Diyarında Meng Hao'nun yüzüne aşina olmayan kimse yoktu. Wang Tengfei konusunda zerre endişelenmeseler de konu Meng Hao olunca son derece korkmuşlardı. İki adam hemen konuşmalarının akabinde titreyerek geri çekilmeye başladılar.   Wang Tengfei şaşkın bir şekilde Meng Hao'nun arkasından baktı, ardından iki gelişimcinin yüz ifadelerini gördü ve kalbine bir acı saplandı. Bu tip yüz ifadeleri Wang Klanı yok edilmeden önce insanların kendisine bakarken yüzlerine yerleştirdikleri ve onun da keyfini çıkarttığı ifadelerdi. Ama şimdi....   Wang Tengfei'nin yüzü burkuldu. Öfkeyle Meng Hao'ya bakarken kalbine adeta bir bıçak saplanıyordu. Meng Hao'ya olan nefreti iyice derinleşmişti ve Wang Klanının yok edilmesinden önce de onu bizzat öldürmeyi hep hayal etmişti.   Meng Hao'ya nefreti ona ait olan mirası çaldığı içindi. Meng Hao'ya nefreti nişanlısını çaldığı içindi. Meng Hao'ya nefreti tüm bu başarılarından dolayıydı. Wang Tengfei'nin düşüncesine göre Meng Hao'nun elde ettiği her şey onun olacaktı!   Son günlerde ne zaman Meng Hao ile ilgili hikayeler duysa kalbinin adeta eziliyormuş gibi olduğunu hissetmişti. Bunları duydukça adeta delirmenin eşiğine gelmişti. Ona karşı olan nefreti iliklerine kadar işlemişti!   "Senin yardımına ihtiyacım yok!" diye bağırdı. "Öldür beni tamam mı? Sadece öldür! ÖLDÜR BENİ!   "Benim yaşamakla işim kalmadı, Meng Hao. Beni öldürmek istiyor musun? Pekala! Rol yapmana gerek yok! Hadi! Wang Tengfei'nin ruhu inatçıdır! Tam karşında duruyorum. Hadi, öldür beni!   "Bana ait olan iyi talihi çaldın! Bütün fırsatlarımı elimden aldın! Hatta nişamlımı bile çaldın. Seninle aynı gökyüzünün altında yaşamayacağım, seni şarlatan! Seni aşağılık! Hadi, öldür beni!   "Sen Reliance Tarikatındayken hiçbir şeydin. Seni tek parmağımı sallayarak öldürebilirdim. Eğer Büyük Kıdemli Ouyang araya girmeseydi, seni paramparça etmiştim!   "Ben Seçilmişim! Reliance Tarikatının Seçilmişi! Wang Klanının Seçilmişi! Ya sen? Sen bir... böceksin!!"   Wang Tengfei delirmişcesine kahkahalar atmaya başladı. Kendisini çok uzun süredir tutuyordu ve şimdi içindeki bütün kini çılgınca kusmuştu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr