Bölüm 686: Memleket

avatar
5252 15

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 686: Memleket


Bölüm 686: Memleket   Ruh Iraksama Efsunu kişiye bir ecelsiz ruh geliştirme olanağı sağlıyordu. O ruh ortaya çıktığında Gök ve Yerin reenkarnasyon döngüsü yok edilemez olacaktı. Ölsen bile et ve kanın yıllar sonra yeniden doğacaktı.   Bu efsun Şeytan Ölümsüzü Tarikatının üç bin büyük Tao'sundan biri değil Ke Yunhai tarafından tesadüf eseri elde edilen ve değerli bir hazine olarak görülen bir şeydi. Onu başarılı bir şekilde geliştiremediği için Ke Jiusi'ye vermişti.   Fakat o Ke Jiusi için inanılmaz gizli yeteneğine rağmen çok zordu. Ona dair tam aydınlanmayı elde edemeyecekti; en nihayetinde o Ke Yunhai'nin ölmeden önce yapmış olduğu değerli hazineyi ve  Ke Jiusi'nin tecrübe ettiği engin değişimleri gerektiriyordu, bu yolla onu kavrayıp yok edilemeyen reenkarnasyon döngüsüne sahip ecelsiz ruh şekillendirilebilirdi.   "Yaşam ve Ölüm," diye mırıldandı Meng Hao. "Ruh Iraksama Efsunu...." Kısmi aydınlanma kazanmış gibiydi ama mesele hala anlaşılmaz durumdaydı. Sanki belirsiz bir yön kavramış ama onu dikkatlice incelediğinde orada bir şey olmadığını görmüş gibiydi.   Meng Hao en sonunda gözlerini açtı ve elindeki siyah ve beyaz incilere baktı. Onlara uzun bir süre baktıktan sonra artık iradesi siyahlık ve beyazlık ile kaynaşmış gibi göründü.   Bu siyah ve beyaz sanki her şeyi tüketebilecekmiş gibi duran bir burgaca dönüşmüş gibiydi. Burgaç yavaşça dönerken Meng Hao'nun zihninde bir görüş belirdi. Bu görüşte Meng Hao olduğu yerde duruyordu ve Gelişim merkezi tamamen aktifti. Sağ elini uzattı ve avucundaki Siyah Beyaz inciler döndü.   İki inciden tarifsiz dalgalar yayılarak tüm dünyayı doldurdu. Sayısız canlı varlığın hepsi secdeye yattı ve Meng Hao onların ölü yada canlı olduklarını kolayca kararlaştırabiliyordu. Bu iki inci sanki hayat ve ölümü kontrol edebilme ve onlara karar verebilmeyle alakalı bir büyük Tao içeriyor gibiydi.   Bir gün gemi sonunda durdu. Meng Hao biraz uyuşuk halde gözlerini açtı ve tanıdık bir su kütlesi gözüne çarptı. Bu Samanyolu Deniziydi. Ayrıca tanıdık bir kara kütlesi de gördü, Güney Diyarı.   Gemi Güney Diyarı ile Samanyolu Denizi sınırında durmuştu ve bu noktada Meng Hao bilincini tamamen geri kazanmıştı.   Sanki tecrübe ettiği her şey bir rüya gibiydi. Bu rüya bir seyahat rüyası yada belki bir Tao arayışıydı.   "Yaşam ve ölümün gerçeklerini ölmemiş olan birisi anlayamaz."   Meng Hao olduğu yerde uzun bir süre oturduktan sonra nihayet ayağa kalktı. Kafasını çevirerek Samanyolu Denizine baktı. Deniz sakindi ve herhangi bir dalga görünmüyordu. Meng Hao derin bir nefes aldı.   "Görünüşe göre ayrılma zamanım geldi, bu yüzden gemi beni buraya getirdi.   "Ruh Iraksama Efsunuyla, yaşam ve ölüm arasındaki farka dair aydınlanma elde edebilirim. Ama şimdi bile kapının dışında durmuş tereddüt içinde bir ileri bir geri yürüyorum.   "Pekala, sessizce ölüme doğru geçmeyi istiyor muyum?   "Hayır! İstemiyorum!" Gözleri bir ateşin yanması gibi şiddetli bir kararlılıkla doldu. Bu onun içindeki hayat alevini körükleyerek geleceğe dair hissettiği acıyı ve kafa karışıklığını yakıp kül ediyordu.   "Hala umudum var. Tao Temelim gitmiş olabilir ama hala umudum var!   "Ve benim umudum.... Yeniden Doğuş Mağarasında yatıyor!!" Gözleri şiddetli bir parıltıyla ışıldadı. Yeniden Doğuş Mağarası onun umudunun bulunduğu yerdi ve onun son çaresiydi.   Yeniden Doğuş Mağarasını çok iyi anlamasa da orasıyla ilgili Güney Diyarı birçok efsane vardı. En çok bahsedilen konu güçlü uzmanların hayatlarının sonuna geldiklerinde ve ölümün eşiğine vardıklarında Yeniden Doğuş Mağarasına girerek içeride hayat kuvvetlerinin bir kez daha canlı bir şekilde yanmasını sağlayacak bir yol bulmaya çalıştıklarıydı.   Eğer doğumu bir başlangıç noktası ve ölümü de bitiş çizgisi olarak düşünürsen hayat ve ölüm bir döngü şekillendirirdi. Yeniden Doğuş Mağarası ise efsanelere göre... tıpkı ikinci bir hayata benzeyen ikinci bir döngüye olanak sağlıyordu.   Meng Hao Güney Diyarında oraya dair birçok efsane duymuştu. Aslında kişisel olarak Yeniden Doğuş Mağarası bölgesine adım atmış olsada gittiği yer sadece dış bölgeydi, içeri girmemişti.   Yeniden doğuşu tecrübe etmek için önce kişinin ölmesi gerekiyordu. Yalnızca öldükten sonra kişi Göklere karşı koyan hayata sahip olabilirdi!   "Efsanelere göre Yeniden Doğuş Mağarasına sadece," diye düşündü, "muazzam bir yaşama arzusuna sahip, bir ölüm aurasıyla kaplanmış olan inanılmaz bir irade gücü ve kararlılığa sahip insanlar girebilir. Sadece bu tip kişiler girebilir.   "Aksi takdirde diğerleri otomatik olarak yolda kaybolup gider." Güney Diyarı yönüne doğru baktı ve gözlerindeki canlılık daha da şiddetlendi. Gözleri inatçılıkla, geleceğini kabul etmeme arzusuyla doluydu. Meng Hao derin bir nefes aldı.   "Ben, Meng Hao, Yeniden Doğuş Mağarasına gireceğim! İçeride neler olduğunu görecek ve ikinci döngüyü elde edip ikinci bir hayat yaşayıp yaşayamayacağım sorusuna cevap bulacağım!" Yürüyerek geminin güvertesini kat etti ve ardından gemiden indi. Kumlu sahile adım attığında arkasındaki antik Yeraltı Gemisinin yavaşça uzaklaşmaya başladığını gördü. Denizin üzerinde pus yayılarak gemiyi gizledi.   Gemi kaybolmadan hemen önce zırhlı yaşlı adamın gözleri aniden derinlikle titreşerek Meng Hao'ya baktı.   Meng Hao da ona baktı ve pusun içinde bakışları buluştu. Yaşlı adamın gördüğü Meng Hao'nun dünyası, Meng Hao'nun gördüğü de yaşlı adamın dünyası değildi.   Yavaşça gemi pusun içinde kayboldu. En sonunda da pus dağıldı. Antik Yeraltı Gemisi hiçbir yerde görünmüyordu.   Eğer gemi görünmek istemezse hiç kimse onu göremezdi.   Güney Diyarı ile Samanyolu Denizi sınırında çorak bir sahil vardı. Ara sıra çeşitli kuş ve canavar kalıntıları görünse de herhangi bir insan yerleşimine dair iz yoktu.   Meng Hao saçları beyaza çalan bir gri renkteydi ve üzerinde bir gelişimci cübbesi olsa da yüzü yaşlıydı. Ona ne açıdan bakarsan bak kadim, ölümlü bir adam görüntüsündeydi.   "Acaba Yeniden Doğuş Mağarası ne kadar uzaklıkta...." diye düşünürken sahilde yürüyor ve attığı her adımda ayağı kumlara batıyordu. Bir süre sonra sahilin bittiği ve dağlık ormanlara dönüştüğü bir noktaya vardı. Etrafına baktıktan sonra yürümeye devam etti.   Çok çok uzun bir süredir dağlık ormanlarda yürümemişti. Temel Kurulum aşamasındaki zamanları aklına geldi. O zamanlar da dağlık ormanlarda böyle ayaklarının üstünde yürürdü. Fakat Temel Kurulumdan sonra daima havada uçarak ilerlemişti.   Dağların arasında seyahat etmek kolay değildi. Her yerde dikenler ve otlar vardı ve güneş çoktan batmaya başlayarak ilk dağın tepesinden aşmıştı. Meng Hao bu süreçte nefes nefese kalmış ve vücudu ağrılarla dolmuştu. Akşam vakti çökerken uzun bir ağacın altında bacaklarını çaprazlayarak meditasyona oturdu.   Meditasyon onun için artık bir alışkanlık olmuştu. Deveran edebileceği bir Gelişim merkezi olmamasına rağmen bu yolla kendini sakin ve rahatlamış hissediyordu.   Gökyüzü iyice karararak siyaha büründü. Bu noktada ağaçların arasında keskin bir kokuyla birlikte kükreme sesi duyuldu. Daha sonra vahşi bir üç başlı köpek Meng Hao'nun tam karşısında ortaya çıktı. Kafalardan biri kurumuştu, diğer soğuk bir Qi yayıyordu ve sonuncusu son derece pis huylu gibi görünüyordu.   Belli ki bu dağlar bu yaratığın bölgesiydi ve Meng Hao'nun istilası onun gözlerinin öldürme arzusuyla dolmasına neden olmuştu.   Fakat Meng Hao'ya yaklaşmak yerine sadece etrafında dolandı. Yaratığın Gelişim merkezi engindi; çoktan Qi Yoğunlaştırmanın dokuzuncu seviyesine ulaşmıştı. Yaratıkta Meng Hao'nun sonsuz bir tehlikeyle dolu olduğuna dair zayıf bir hissiyat mevcuttu. Yine de bu tehlike hissinin içinde aynı zamanda bir ölümlünün zayıflığını algılayabiliyordu.   Bu çelişki onun tereddüt etmesine neden oluyordu.   Fakat sadece sabırlı olmalıydı. Yaratık kendini yarım tütsülük süre boyunca dizginledi, ardından vahşi bir kükreme koparttı ve renkli bir ışık ışınına dönüşerek Meng Hao'ya doğru fırladı.   İki kurumamış kafa ağızlarını açtılar ve Meng Hao'ya yaklaşırken hava keskin bir kokuyla doldu. Bu sırada Meng Hao'nun gözleri açıldı.   Vücudu zayıftı ama gözlerini açtığı anda gözleri soğuk bir parıltıyla doldu.   Bu soğuk parıltı Meng Hao'nun öldürme arzusunu içeriyordu. Karga Mabudu Kabilesiyle göç ettiği yıllarda sayısız gelişimci öldürmüştü. İçinde barındırdığı öldürme arzusu genelde onun Gelişim merkezi tarafından bastırılan bir şeydi. Ama şimdi onu bastıracak bir gelişim merkezi yoktu ve o tamamen açığa çıkmıştı.   "Kaybol!!" Meng Hao soğuk bir homurdanmayla konuştu. Son derece zayıf olsa da enerjisinin birazı hala bir baskıya dönüşüp üç kafalı vahşi köpeğin üzerine çökmüştü.   Vahşi köpek titredi ve tüyleri diken diken oldu. Havada durdu, ifadesi dehşetle doluydu. Meng Hao'nun konuştuğunu duyduğunda aniden döndü ve hızla kaçmaya başladı.   Meng Hao vahşi köpeği korkuttuktan sonra ayağa kalktı. Vakit akşam olabilirdi ama yine de yoluna devam etmeliydi.   Yorgundu ama bu yorgunluğun içinde zayıf vücuduna rağmen bir güç buluyordu. Bu dünyevi vücudunun eski gücüydü.   Tabii ki eski gücünün tamamını kullanamıyordu. Hayat kuvveti tükeniyor olduğundan gücünü eski seviyeye kadar destekleyemiyordu.   Yine de bu onu güçlü kılıyordu. Tıpkı bir hastalığa yakalanmış genç adam gibiydi. Sadece önceki inanılmaz gücünün yüzde onunu kullanabilse de bu ona yine de umut vermek için yeterliydi. Tabii ki Meng Hao'nun durumu bir çeşit hastalıktan daha kötüydü. Hayat kuvveti bitiyordu ve eğer dünyevi vücudunun güçle patlamasına izin verirse kesinlikle ölecekti.   Seyahat oldukça zahmetliydi. Fakat güneş ister batsın ister doğsun yoluna devam etti. Yeniden Doğuş Mağarasında olduğuna inandığı umut her zamanki gibi güçlüydü.   Bir gün, dağ silsilesinin sonuna vardı. Bir dağın zirvesinde durdu ve ilerde devasa bir göl gördü. O anda nefesi kesildi.   Bu deniz aslında deniz olarak çağırılabilecek kadar genişti.   Meng Hao'nun burasının... eski memleketi olduğunu unutmasına imkan yoktu.   Burası bir zamanlar Zhao Eyaletinin bulunduğu yerdi. Patrik Reliance ayrıldığında burası devasa bir çukura dönüşmüştü. Şimdi ise yüzlerce yılın ardından bir göle dönüşmüştü.   "Demek gemi beni buraya getirdi...." diye mırıldandı. Gölün kenarına ulaşana kadar yürümeye devam etti ve orada durarak göle baktı. En sonunda anlamıştı.   "Burada doğdum ve burası benim başlangıç noktamdı...." Gölün yanına bacaklarını çaprazlayarak oturdu, gözlerini suya dikti ve evini düşündü.   Sahilim yanında bir kayık yüzüyordu, eski ve harap bir kayık. Ayrıca eski görünüşlü büyük bir kamaraya sahipti. Onun içinde uzun süredir kimse yaşamıyor gibiydi.   Gökyüzü kara bulutlarla doldu; gök gürledi ve şimşekler çaktı. Yağmur başlamıştı.   Meng Hao kamaraya doğru yürüdü, saçakların altına oturdu ve yağmuru izlemeye başladı. Sırtı kambur, yüzü kadimdi. Yağmur göle pat pat düşüyor kamaranın çatısına vuruyordu. Meng Hao'nun duyabildiği sesler sadece bunlardı.   Akşam olduğunda gökyüzü karardı. Hilal büyük ölçüde bulutlar tarafından gizlenmişti; sadece ufak bir kenarı görünüyordu. Yağmur yağmaya devam ederken soğuk bir rüzgar eserek gölün yüzeyine vurdu ve eski, harap kayığın sallanmasına neden oldu. Rüzgar Meng Hao'nun yüzüne vurduğunda, cübbesini sıkılaştırdı ve göle doğru baktı. Orada beyaz cübbeli bir kadının yürüdüğünü gördü.   Aniden onu görünce gözleri kocaman açılmıştı. Ardından başını eğdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr