Bölüm 685: Geçilen Yol

avatar
5161 15

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 685: Geçilen Yol


Bölüm 685: Geçilen Yol

İleride artık Samanyolu Denizi görünmüyordu. Sanki gemi bir zaman nehrinde ilerliyordu. Tek görünen rengarenk sonsuz zerrelerdi.   Bu zerrelerin içinde sonsuz dünyalar yer alıyordu.   Gemi zerre dünyalarından birisine girerken Meng Hao bunu izledi. Burası gemiye karşı diz  çökmüş ve hürmetler sunan sayısız gelişimciyle dolu bir alevler dünyasıydı.   Bu insanlar kendi soy kanlarına bağlı gibi görünen ateş teknikleri geliştirmişlerdi. Sanki Meng Hao'nun görebildiği diğer bütün alevler geçersiz olmuştu ve insanların kendi alevlerinin bütün alevlerin özü olduğunu söylediklerini duyabiliyordu.   Bu dünya ile etkileşim kuramıyordu; sanki sadece basit bir gözlemci konumundaydı. Gemi belirsiz bir süre boyunca alevlerin içinden geçtikten sonra nihayet başka bir zaman periyoduna ulaştı.   Burada yıldızlı gökyüzü tanıdık değildi, Güney Gök Gezegeninin gökyüzünden tamamen farklıydı. Sanki engin ve sonsuz bir genişliği andırıyordu.   Ara sıra garip yaşam formları gelip geçiyordu. Bunların her biri dizlerinin üstüne çöküyor ve garip, fantastik nesneler sunuyorlardı....   Meng Hao kendisini gemideki bir turist, bir gezgin gibi hissediyordu. Ardından inanılmaz büyüklükte bir kelebeğin kanat çırpışını gördü. O çok çok uzaktaydı ama yine de net bir şekilde görülebiliyordu. Yaklaştığında onun güzelliğinin aslında sayısız dünyanın kombinasyonundan kaynaklandığı görüldü.   "Tüm bunlar olup bitmiş olan ve geminin hafızasında kalan olaylar mı? Yada başka bir şey mi...? Neler oluyor?" Meng Hao gördüklerinin tam olarak ne olduğundan emin değildi. Kelebek uzaklara doğru uçtu ve gemi bir kez daha enginlikte kayboldu.   Tekrar ortaya çıktığında Meng Hao'nun önünde sınırsız bir deniz uzanıyordu. Bu denizin tam ortasında Göklere doğru uzanan devasa bir ağaç vardı. Ağacın altın yaprakları vardı ve son derece güzeldi....   Aşağıda ise sessizce ağaca bakan bir adam oturuyordu. Adam uzunca bir süre baktı ve aklından neler geçtiğini anlamak imkansızdı. En sonunda gülümsedi ve sanki aydınlanma kazanmış gibi vücudu sonsuz bir ışıkla parlamaya başladı.   Meng Hao onu rahatsız etmeye çalışmak yerine sanki bu basit bir hayat seyahatiymiş gibi gemide oturduğu yerde kaldı. En sonunda adamı arkada bıraktı.   Meng Hao bir çok dünya ve sayısız gelişimci gördü. Savaşlara şahitlik etti ve hatta gemiye doğru işaret eden ve çılgınca bağıran birisini gördü.   Meng Hao şaşırmış haldeydi. Kaç yıl geçtiğin artık farkında değildi ve ayrıca ölümün eşiğinde olduğunu da unutmuştu. Gemiye yoluna devam ederken bir tane tüysüz kuş, ağlayan bir turna gördü.   Aniden kulağına zaman hissiyle dolu bir ses mırıldandı: "Çok uzun zaman oldu. Sık sık seni düşünüyorum...."   Meng Hao tüysüz, ağlayan turnaya baktı ve bir nedenden ötürü ona tanıdık geldi.   "Yoksa seni daha önce görmüş müydüm?" diye düşündü tereddütle.   Zaman tekrar değişti ve manzara birbirine karıştı. Gökyüzü kadar gelişim yapan bir devasa ağaç gördü. Yıldızların arasında çıldırmış gibi ilerliyordu. Fakat gemiyi gördüğü anda titredi.   Meng Hao'nun kafası karışmıştı ve şaşkın bir haldeydi.   Çok çeşitli gelişim ve sayısız Tao görmüştü. Karmanın etkisinin sonuçlarını görmüş, yaşam ve ölümü görmüş, Satı Kaynakları görmüş, sonsuz hayatı görmüş... sahte ve gerçeği görmüştü. Bir dünya olana kadar bir yolda yürüyen bir kişi gördü. Kendisini eşlikçi olan diğerlerine gömdü.   Bilinmeyen bir hedefe doğru sürekli ilerleyen, yıldızlı gökyüzünde sonsuz zamandır gezinen bir adam gördü. Bu kişi... zırhlı yaşlı adama benziyordu.   Bir süre sonra başka bir diyarda kollarında bir kadının cesedini tutan bir adam gördü. Adam kafasını kaldırdı ve inledi, gözleri delilik ateşiyle yandı ve Meng Hao'yu şaşkına çeviren bir inatçılıkla doldu.   "Gökler senin ölmene izin verdi, ama ben seni hayata geri döndüreceğim!" Adamın yankılanan sesi Meng Hao'nun kalbini benzersiz bir şokun dalgalarıyla doldurdu.   Bu şokun sebebi adam ve kadının hikayesinden kaynaklanmıyordu, adamın sözlerindeki yıkılmaz kararlılık onu şok etmişti. Gök ve Yer çökse bile onun sözlerinin azmi yok edilemezdi.   "Eskiden kendimi azimli biri olarak görürdüm,” diye düşündü Meng Hao, "ama buna kıyasla, artık emin değilim....   "Gelişim merkezimi kaybettim ve hayatım sona ermek üzere. Fakat... gerçekten de böyle pes edebilir miyim?" Meng Hao gemide oturmuş bu soruyu düşünüyordu.   Gözleri yavaşça bir hayat kıvılcımıyla ateşlenmeye başladı. Ateş zayıftı, sanki her an sönebilecekmiş gibi titreşiyordu. Ama o andan itibaren o ateş... göz alıcıydı. Sanki ateşin içinde bir irade yanıyor gibiydi.   Meng Hao düşüncelere dalmışken gemi aniden tekrar titredi. Çevredeki dünya tekrar değişti ve yıldızlı gökyüzünde dokuz tane dağ ortaya çıktı.   Bu dokuz dağ azametli ve kadimdi, sonsuz bir zaman hissiyle doluydu. Sanki çok uzak geçmişten, ilkel zamanlardan beri varlıklarını sürdürüyorlardı.... Onların büyüklüklerini tarif etmek imkansızdı, ama bu noktaya kadar görülen diğer bütün dünyalardan kat kat daha büyüklerdi.   Ayrıca yıldızlı gökyüzünün içinde dokuz tane de deniz vardı.   Dokuz dağ ve deniz, ve onların ortasında dokuz deniz tarafından şekillendirilmiş bir yıldız denizi vardı.   Birinci dağın dört tane gezegeni vardı. Ay ve güneş....birinci dağın etrafında dönüyor, yıldızlı gökyüzü boyunca güneş ve ay ışığı gönderiyordu. Bu ışık sonsuzca yayılıyor ve bütün dağları kaplayarak bütün denizleri aydınlatıyordu.   Bu manzara Meng Hao'nun kalbini şiddetli şok dalgalarıyla dolduran adeta görkemli bir tablo gibiydi.   Dokuz dağı görünce Meng Hao'nun içinde fantastik bir düşünce yükseldi. "Yoksa... onlar... Dokuz Dağlar ve Denizler mi? Eğer Dağ Tüketme Efsununu kullanarak bu dokuz dağı tüketirsem Gelişim merkezim tekrar yenilenebilir mi?"   Bu cesur bir fikirdi fakat bu fikir ortaya çıktığı anda beyinde derince kök salmıştı. Meng Hao adamın kollarında kadınını tutarken Göklere karşı ettiği yemin sahnesini düşünürken nefesi hızlanmaya başladı. Ardından kendi yolunu düşündü.   "Gerçekten de pes mi edeceğim?" Gözlerindeki alev daha da göz alıcı bir şekle büründü. Bakışları Dokuz Dağlar ve Denizlere yöneldi ve en sonunda Dokuzuncu Dağa odaklandı.   Derin bir nefes aldı ve ardından hiç tereddütsüz... Dağ Tüketme Efsununu kullanmaya başladı!   Efsun gerçekte Gelişim merkezi değil sadece kalp gerektiriyordu. Meng Hao Dokuzuncu Dağa çalışarak onun görüntüsünü kalbine ve zihnine işledi. Sanki Meng Hao'nun içinde kalan dağın bütün halleri onunla birlikte götürülebilirmiş gibiydi.   Bakışlarını Dokuzuncu Dağa kilitledi. Meng Hao cansızlaştı ve hatta zamanın akışını ve etrafındaki her şeyi unuttu. Var olan tek şey Dokuzuncu Dağ idi.   Kayıplar ödülle birlikte gelirdi. Gelişim merkezini kaybetmişti ama karşılığında ruhunun yüceleşmesini sağlamıştı. Şuan sessizliğin içinde yavaşça Dokuzuncu Dağla ilgili aydınlanma kazanıyordu.   Zihninde dağın görüntüsü yavaş yavaş netleşti. Bir yıl. İki yıl....   Belki de yüz, bin hatta on bin yıl.... Meng Hao trans halindeyken Dokuzuncu Dağ giderek netleşiyordu.   En sonunda bir gün zihninde Dokuzuncu Dağın görüntüsü tamamen netleşti. Tüm benliğini bir titreme sardı. Görüntü ortadan kaybolarak her biri çeşit çeşit Tao'lar içeren sayısız büyülü sembole dönüştü.   Meng Hao bu Tao'ları anlamayacaktı. Fakat Dağ Tüketme Efsunu açısında onlar Dokuzuncu Dağın ruh dağları olarak görülebilirdi. Bu Tao'ların özümsemek Dokuzuncu Dağın ruhunu özümsemek olacaktı.   Meng Hao bu büyülü sembollere odaklandı; her biri sonsuz derinlik ve ihtimaller barındırıyordu. Meng Hao kendini onların içinde kaybederek yoluna devam etti. Bu olurken, dağı gözlemleme işlemi sırasında vücudunda öncekinden farklı olan çeşitli auraların ortaya çıktığını fark etmemişti.   Tam o anda aniden engin, kadim bir ses Dokuzuncu Dağı titretti.   "Kim... benim Dokuzuncu Dağ aydınlanmamı elde ediyor!?   "Ben Ji Tian, Ji'nin Gökleri, Dokuzuncu Dağ ve Denizin Lordu!"   Kadim ses gürlediğinde tüm Dokuzuncu Dağ aniden bulanıklaştı. Muazzam dalgalanmalar dünyaya yayıldı ve Meng Hao'nun zihni titreyerek aniden tekrar kendine gelmesine neden oldu.   İrade bölgeyi tarasa da ne Meng Hao'yu ne de gemiyi bulabildi.   Gemi aniden ileri doğru hareket etmeye başladı. Dokuzuncu Dağdan ayrılarak Dekizinci Dağa doğru yöneldi. Aynı hızını koruyarak Yedinci Dağa, ardından Altıncı Dağa ilerledi....   Meng Hao bu dağların her birini net bir şekilde göremiyordu. Gemi Dördüncü Dağa vardığında, aniden kasvetli bir aura yayılarak her yeri kapladı.   Aniden kadim bir ses duyuldu.   "Hayat nedir? Ölüm nedir...?   "Eğer yeraltı dünyasındaki hayatlar sınırı aşamıyorsa, o zaman ben yaşamayacağım!   "Eğer reenkarnasyon döngüsünde kahkaha yeraltı dünyasından duyulmuyorsa, o zaman ölmeyeceğim!   "Geri dönen ruhlar, yeniden doğmak için ayrılan ruhlar, sizin yolunuz buradan geçer.... Neden geri dönmüyorsunuz?" Bir gümbürtü Dördüncü Dağı doldurdu ve aniden Meng Hao'ya doğru devasa bir tapınak yükseldi.   Bu tapınağın içinden tamamen siyah olan bir öküz ve bir at çıktı. Onlardan muazzam dalgalanmalar yayıldı ve enerjileri kabardı. Onlardan çıkan bir ölüm aurası doğruca Meng Hao'ya fırladı.   Meng Hao bu öküz ile atı gördüğü anda titremeye başladı. Sanki uyuyacakmış gibi hissetti ve ruhu da kaçıp gidecekti....   "Hayat nedir? Ölüm nedir...?   Fakat daha at ile öküz yaklaşamadan önce gemi çoktan uzaklara hareket etmişti bile.   Meng Hao'nun arkasında, Dördüncüncü Dağdan bir iç geçirme sesi duyuldu. "Kudretli olan, dinlenmek istemiyorsun.... Reenkarnasyon Tao'nun sonudur. Dinlenmek istemesen bile, neden bu kişiyi hayat yolculuğun boyunca yanında götürmek zorundasın?"   Meng Hao bunu duyunca zihni şiddetle titredi. Gemi Üçüncü Dağı geçti, ardından İkinci Dağ ve en nihayetinde Birinci Dağa ulaştı. Daha sonra olan olayı ise Meng Hao net bir şekilde göremeyecekti. Her şey siyah ve beyaza dönüşerek iki sis küresi oldu. Etrafta dolandılar ve sanki içlerine iki tane inci şekilleniyormuş gibi göründü.   Meng Hao başını eğerek sağ eline baktı. Avucunda maddesel değil sisten şekillenmiş iki tane inci duruyordu.   Siyah Beyaz İnciler elinden havalandılar ve sanki Gök ve Yerin sırlarını içlerinde barındırıyormuş gibi dönmeye başladılar.   Meng Hao düşünceli bir halde izledi. Zırhlı yaşlı adamdan elde ettiği aydınlanmanın bir büyük Tao ile şekillenmiş olan siyah ve beyaz İncilerle alakalı olduğunu hissedebiliyordu. Belki bu kendi Tao'su gibi özgürlük yolu değildi ama kesinlikle o yolu daha uzağa götürüyordu.   "Bu siyah ve beyazın içinde gördüğüm bütün dünyalar ve bütün Tao'lar var....   "Hayat nedir? Ölüm nedir...?" Meng Hao gözlerini kapattı. Tam o anda birden Ke Jiusi'nin şok edici... Ruh Iraksama Efsununu düşündü!   (R.N: Ruh Iraksama Efsunu İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzlemi arkında birkaç kez geçmişti ve 577.bölümde detaylandırılmıştı.)






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44330 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr