Bölüm 624

avatar
5333 18

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 624


Bölüm 624: Yüce Arzular!

 

Reenkarnasyon Dağı'nda antik sesin yankılanmasıyla birlikte tüm dağ gürlemeyle doldu. Siyah dumanlar havaya yükselirken dağdan devasa bir yanan tütsü çubuğu havalandı. Çubuk havada durdu ve etrafı sisle sarıldı.

 

Tütsü çubuğu yavaşça yanarken etrafındaki sisle kaynaşan bir duman yayıyordu ve bu ikisi arasındaki farkı anlamak oldukça zordu. Bu durum sisin mi dumanın içinde saklandığını, yoksa dumanın mı sise sebebiyet verdiğini söylemeyi imkânsız kılıyordu.

 

Kadim ses sessizliğin içinde tekrar yankılandı: “Eğer tütsü bitene kadar bir cevap üretemezsen Reenkarnasyon Dağı'nın ateşi yarım ışık parçası bile vermeyecek.”

 

Bunun ardından dünya sessizliğe büründü. Meng Hao şaşkın bir şekilde Reenkarnasyon Dağı'na bakakalmıştı. Siyah dumanı ve volkanın ağzından saçılan şiddetli alevleri görebiliyordu. Sanki bütün dünya duman ve ateşten yapılmış gibiydi.

 

Gökyüzünde on ışık parçası için yer vardı. Meng Hao Ayaz Toprak Şeytanı Dağı'ndan ve Kan Şeytanı Dağı'ndan toplam yedi parça ışık kazanmıştı. Şu an geriye kalan üç parça ateş ve dumanla kaplıydı. Her şey sönük ve pusluydu...

 

Özellikle bu pusun diğer ışık parçalarını da etkilemesi oldukça şaşırtıcıydı. Bir bakışla her yerin dumanla kaplanmış olduğunu görülebiliyordu. Yukarıdaki Kutsal Toprakları görmeye çalışmak tıpkı sisin içindeki bir çiçeği ya da dalgalı bir sudaki ayı görmeye çalışmak gibiydi.

 

“Eğer onun yerinde olsaydım ne yapardım?” diye düşündü Meng Hao. Reenkarnasyon Dağı baş selamı yerine kalp ve zihni istiyordu. Onun istediği zamanın akışıyla bile silinemeyecek olan kişinin özüydü.

 

Ke Jiusi düşünceli bir şekilde izliyordu. Uzun zaman önce Meng Hao gibi o da bu şansı elde etmişti. Fakat Reenkarnasyon Dağı ile yüzleşirken sadece iki ışık parçası elde edebilmişti. Bunun ardından gökyüzünü sekiz ışık parçasıyla doldurabilmişti. En sonunda da Kutsal Topraklara ulaşma konusunda başarısız olmuştu.

 

Şu an Meng Hao'yu izlerken yıllar önceki halini hatırlamıştı, uyandığında Şeytan Ölümsüzü Tarikatı'nda kendisini yalnız başına bulduğu zamanı.

 

Meng Hao'ya bakarken bir gerçek ruh olan Gece'nin göz bebekleri büzüldü. İkinci Gökteki Dokuz Selam ve üç dağ aşamasında en zor olanın Reenkarnasyon Dağı olduğunu biliyordu! Bunun nedeni bu dağın ilk önce kalbe, ikinci olarak Tao'ya ve üçüncü olarak da reenkarnasyona dair soru sormasıydı!

 

“Onun cevabı ne olacak?” diye düşündü Gece. Onun muhakemesine göre Meng Hao onun ve Lord Li'nin beklediği kişi değildi. O varis olacak kişi değildi. Fakat Gece yine de Meng Hao'nun Reenkarnasyon Dağı'na vereceği cevabı merak ediyordu.

 

Bu noktada Gece ve Ke Jiusi bir şeyi fark etmiş olsalar da buna aldırış etmemişlerdi. Uzaklarda havada bir figür ortaya çıkmış ve bakışlarını Meng Hao'ya dikmişti.

 

Bu bir kadındı, biraz cilveli bir görünüşe sahipti ve son derece güzeldi. Bu kadın tabii ki Zhixiang idi!

 

Güney Gök topraklarından gelen herkes buradan ayrılmıştı. Geriye sadece Meng Hao ve Zhixiang kalmıştı!

 

Meng Hao'nun aksine Zhixiang'ın geride kalmasının sebebi Güney Gök Gezegenine geri dönmek gibi bir niyetinin olmamasıydı. Eğer Meng Hao aniden mirası elde etme şansı yakalamamış olsaydı, o çoktan buradan ayrılmış olacaktı.

 

Meng Hao'ya ve Üçüncü Şeytan Dağı'na doğru baktı, yüzünde hem boş hem de karmaşık bir ifade vardı.

 

“Nesiller boyu biriken yeteneklerle donanmış kudretli kâhin üyelere göre, Lord Li'nin varisi Doğu Zaferi Gezegeninden çıkacaktı. Tarikatta bunu sadece birkaç kişi biliyor.”

 

“Meng hao Güney Gök Gezegeninden geldi. O varis olma kaderine sahip olan kişi değil.” Zhixiang kalbinden yumuşak bir iç geçirdi.

 

Bir an sonra Meng Hao'nun gözleri parladı.

 

“Reenkarnasyon Dağı'nın yönelttiği soruya verilebilecek birçok cevap var…” diye düşündü. “Birçok teori ileri sürülebilir. Eğer Reenkarnasyon Dağı'ndaki kölenin kimliğini tahmin edebilirsem, o zaman önümde birçok seçenek açılabilir.” Meng Hao'nun aklından birçok fikir geçti. Ne de olsa o bir bilgindi ve yüzlerce yıl geçmiş olsa da hala Zhao Eyaletindeki İmparatorluk Sınavları hatıraları hala canlıydı.

 

İçten içe ona yöneltilen kelimelerdeki ipuçlarını analiz etti.

 

Birkaç düzine nefeslik sürenin ardından gözleri canlı bir şekilde parlamaya başladı. Konuşmak için ağzını açtı, ama ardından şekillendirdiği cevabı söylemekten aciz olduğunu keşfetti.

 

Sanki o anda ağzı mühürlenmiş gibiydi ve sanki dilsizdi!

 

Reenkarnasyon Dağı'na bakan Meng Hao'nun zihni titredi.

 

Ke Jiusi Meng Hao'ya baktı ve ardından yavaşça konuştu: “Reenkarnasyon Dağı üç soru sorar ve ardından ağzını mühürler. Vereceğin herhangi bir cevap eğer ruhunu tatmin etmiyorsa söylenemez. İlk soru kalbin için soruldu.

 

Zihnini ve kalbini aç. Ruhunu ara. İçindeki gerçek cevabı bul. O zaman konuşabileceksin. Aradığın şey kalbin, doğan, yani kendi benliğin…” Ke Jiusi'nin gözlerinde derin bir bakış titreşti.

 

Meng Hao uzun bir süre sessiz kaldı. Tütsü çubuğuna baktı ve onun üçte birinin çoktan tükenmiş olduğunu gördü. Gözleri karmaşık bir bakışla doldu ve ardından onları kapattı.

 

Her şey sessizdi...

 

“Bu dağda hayatın acı dolu olduğunu söyleyen kurumuş bir köle vardı…” diye düşündü. “Kendini acı denizinden kurtarmak istiyordu. O deniz her şeyi yakabilecek kaçılamaz bir alev gibidir. Daha sonra o buraya Çürüten Alev adını verdi ve acı denizinin kökünü kurutacağına dair ciddi bir yemin etti. O bütün canlıların artık acıyı tecrübe etmeyeceğine ve onları özgürlüğe kavuşturacağına emindi!”

 

“Bu onun seçimiydi. Belki de bu kişi Dokuzuncu Dağ ve Denizin görkemli Üç Büyük Şeytanından biri olan Çürüten Alev Şeytanıdır!”

 

“Diğer iki Büyük Şeytanın Şeytan Dağları'nın nasıl ortaya çıktığını bilmiyorum, ama Reenkarnasyon Dağı için eğer tek bir köle bir Büyük Şeytan olabildiyse, o zaman bu dağ Göklere karşı koyan bir olay olurdu!” Meng Hao derin bir nefes aldı ve ardından kendini sakinleştirdi.

 

“Eğer onun yerinde ben olsaydım... Acı deniziyle yüzleşseydim ne yapardım?” Meng Hao mırıldandı. “Onun gibi acı denizinin kökünü kazıyacağıma dair yemin mi ederdim? Yoksa... Başka bir seçeneğe mi yönelirdim?” Meng Hao yavaş yavaş Şeytan Ölümsüzü Tarikatı'nda olduğunu unuttu. Kendini tamamen zihnine ve kalbine gömerken her şeyi unuttu ve kendi ruhunun içine daldı.

 

Kendi kendine fısıldayarak benliğinin derinliklerindeki gerçek cevabı aramaya başladı.

 

Aniden önünde bir görüntü canlandı. Bu görüntüde o Reenkarnasyon Dağı kölelerinden biriydi. Sürekli Dağın zirvesine tırmanıyor ve zirveye ve alev çukuruna ulaşmak için mücadele ediyordu. En sonunda onun içine zıplayarak alevler tarafından yakılıyor ve içeride eriyordu.

 

Gözlerini tekrar açtığında yine Dağın dibinde oluyordu ve önceki yolu tekrarlamaya başlıyordu. Bu defalarca tekrar ederek sonsuz bir döngü oluşturuyordu.

 

“O haklıydı, ama aynı zamanda hatalıydı…” diye mırıldandı Meng Hao.

 

“Bu bir acı denizi olarak görülebilir, ama görülmeyebilir de. Eğer her şeyin acı dolu olduğuna inanırsan öyle olur. Eğer her şeyin acı dolu olmadığına inanırsan da tersi olur.”

 

“Ateş çukuruna atlamak ölümü temsil ediyor. Dağın dibinde tekrar ortaya çıkmak ise doğumu temsil ediyor. Dağı'n zirvesine tırmanma işlemi ise hayatı...

 

Ben burayı yok etmeye yemin etmez ya da kendimi korkaklığa teslim etmezdim. Yapacağım şey ayağımı istediğim yere basma kararlılığına sahip olmak olurdu. Ben kendi kaderimi kontrol ederim. Kendi doğumumu kontrol edemesem de nasıl öleceğime ben karar veririm.”

 

“Ve son hedefim kesinlikle volkanın tepesi olmazdı.” Meng Hao bunları mırıldanıyor olsa da aslında sesi kendisi farkında olmadan tüm Şeytan Ölümsüzü Tarikatı'nda yankılanıyordu.

 

Sesi yankılanırken Meng Hao'nun görüşü değişti. Onun kurumuş köle cisimleşimi artık o döngüde ilerlemiyordu. Vahşi çukura atlamak yerine volkanın dışında duruyordu. Etrafındaki diğer kölelerin aksine o gökyüzüne bakıyordu ve yüz ifadesi artık boş değil, duygularla doluydu.

 

Sanki bir uykudan uyanmış gibiydi. Sanki siyah beyaz tablo renklerle dolmuş gibiydi.

 

Sırtını vahşi çukura döndü ve dağdan yürüyerek uzaklaşmaya başladı. Kendisini ateşli çukurun tam tersine, düşen uçurumdan aşağı düşmeye itti... En sonunda yüzünde bir gülümseme belirdi.

 

“Hayat yolu sadece bir dağın dibinden zirvesine koşmak değildir...” dedi hafifçe. Onun zihninde kurumuş köle cisimleşimi Reenkarnasyon Dağı'ndan dışarı düşmüştü. Geriye dönüp bakmak yerine uzaklara doğru yürüyordu.

 

Arkasında bıraktığı Reenkarnasyon Dağı'ndaki sayısız insan ise günlerce yaptıkları aynı döngüyü tekrarlıyorlardı. O ise dağdan giderek uzaklaşıyordu...

 

“Eğer onun bir acı denizi olduğuna inanırsan, o zaman o bir acı denizi olur. Eğer onun sadece bir hayat yolu manzarası olduğuna inanırsan, o zaman o manzara olur... Acı denizi asla sona ermez ama manzara sona erer.”

 

“Benim cevabım budur.”

 

Meng Hao gözlerini açtı.

 

O anda kendi sesinin etrafta yankılandığını duydu.

 

Meng Hao'ya bakan Ke Jiusi içten içe sarsılmıştı. Meng Hao'nun bu cevabı onun beklentisinin çok ötesindeydi. Meng Hao'nun acı denizinin kökünü kurutmayı ve ardından yeniden doğmayı seçeceğini düşünmüştü.

 

“Eğer o zamanından önce ölmezse…” diye düşündü Ke Jiusi. “O zaman geleceği hesaplanamaz olasılıklarla dolu olur!” Gözlerindeki şok ifadesi yerini yavaş yavaş takdire bırakmıştı. “Onun gelişim merkezi benimkiyle kıyaslanamaz bile, ama onun kalbi... Çok daha büyük!”

 

Daha çok şaşıran ise Gerçek Ruh Gece olmuştu. Meng Hao'ya bakarken zihni uğulduyordu. Zihninde Meng Hao'nun sözleri yankılanıyordu: “Acı denizi asla sona ermez, ama manzara sona erer.”

 

“Bu basit bir seçim gibi görünüyor…” diye düşündü Gece. “Ama dikkatlice analiz edersen... Onun hırslarının diğerlerine göre çok daha büyük olduğunu görürsün! Onun içsel tabiatı son derece büyük!”

 

“Ona göre acı denizi bir hayat yolu manzarasına benzetilebilir! Yolculuğa devam ettikçe daha fazla manzarayla karşılaşacak!”

 

“Reenkarnasyon kalbi inceler. O insanın özünü, doğasını ve benliğini araştırır. Onun cevabı sahte olamaz. Bu adamın iradesi... Hafif bir tabirle bile gökleri sarsabilir!”

 

Uzaklarda Zhixiang ağır ağır nefesleniyordu. O zaten uzun zaman önce Meng Hao'nun sıradan biri olmadığı sonucuna varmıştı. Ama şimdi onu kalbinin ifadesine bizzat şahitlik etmiş ve aniden her şeye rağmen yine de onu küçümsediğini fark etmişti.

 

“Onun seçimi kalbini temsil ediyor. İster Güney Gök olsun isterse de Dokuzuncu Dağ ve Deniz, eğer o hayatta kalabilirse buradaki her şey onun için sadece yolculuğunda bir durak noktası olacaktı.”

 

“O uzun adımlarla yürürken var olan her şey onun uzaklara doğru yürüyüşünü izlemek zorunda kalacak...”

 

Şu an artık Reenkarnasyon Dağı'ndan gelen herhangi bir sis ya da ateş görülmüyordu. Tütsü çubuğu bile yanmayı kesmişti. Her yer inanılmaz bir sessizliğe bürünmüştü.

 

Meng Hao Reenkarnasyon Dağı'na baktı ve dağ da ona bakıyormuş gibiydi.

 

Birkaç nefeslik sürenin ardından Gök ve Yeri bölebilecek kudrette bir gürleme sesi duyuldu. Her şey tekrar sallamaya ve titremeye başladı.

 

“Sana büyük arzularla iyilik bahşedeceğim!” dedi sert, kadim ses. Dört bir yanda yankılanan bu ses net bir şekilde Meng Hao'nun kabul edildiğini işaret ediyordu.

 

Aynı esnada sonsuz alevler gökyüzüne doğru fırlayarak semayı aydınlattı. Daha önce yedi ışık parçası vardı, ama şimdi onlara bir ışık parçası daha eklenmişti.

 

Tüm gökyüzü sekiz ışık parçasıyla parlıyordu ve sanki doğrudan Üçüncü Göğe bağlanmış gibiydi. İki Kutsal Toprak giderek netleşiyordu.

 

Ayrıca Reenkarnasyon Dağı'ndan inanılmaz bir doğal güç fışkırdı ve ardından Meng Hao'ya doğru fırladı.

 

Meng Hao'nun vücudu sarsılırken gelişim merkezi yükselmeye başladı.

 

-----

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44304 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr