Bölüm 615

avatar
5788 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 615


Bölüm 615: Tahmin ve İşbirliği

Bu kıta bir ayna gibi ve aynanın içinde bir savaş alanı var,” diye mırıldandı Meng Hao. “Savaş alanındaki nesneler dışarı çıkabiliyor. Fakat… aynı nesne hala aynanın içindeki savaş alanında da kalıyor….”   “Bu… bu….” Meng Hao’nun zihni şiddetli uğultularla doldu. Sanki neler olduğunu anlamaya başladığını hissetmiş gibiydi ama açıklama onun nefesinin hızlanmasına ve yüzünün titreşmesine neden oluyordu.   “Tuhaf, bu tıpkı bakır aynaya ve onun kopyalama gücüne benziyor!” Meng Hao’yu sarsan olay buydu.   Böyle bir bağlantıyı yapabilecek tek kişi oydu. Başka hiç kimse onun gibi bir bakır aynaya sahip değildi. Bu nedenle başka birinin aynı sonuca ulaşması imkansız olacaktı.   Ne de olsa herkesin düşünce sınırı bildikleriyle sınırlıydı. Kendi sınırlarının dışına çıkmaları son derece zor bir şeydi.   Meng Hao düşündükçe nefesi daha da düzensiz bir hal alıyordu. Durum giderek garipleşiyordu. Gözleri titreşti ve aniden havaya sıçradı. Gitmekte olduğu yönde ilerlemeyi bırakıp doğrudan havaya yükseldi.   Havaya yükselirken bir yanda da kalbi güm güm atıyor ve giderek geriliyordu. Bakır aynaya yıllardır sahipti ve geçmişte onun nereden geldiğini sık sık merak etmişti. Fakat düşününce papağan ve et peltesi bu konuda daima gizemli davranmışlardı. Meng Hao konuyu her gündeme getirdiğinde sanki bir çeşit tabuymuş gibi ondan bahsetmeye yanaşmamışlardı. Hatta papağan öfkeden kudurmaya bile başlamıştı.   Meng Hao bir çok kez aynayla ilgili bilgi almaya çalışsa da boşa uğraşmıştı. En sonunda bu meseleyi bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Fakat şimdi aniden bakır ayna ile ilgili daha fazla şey öğrenme fırsatını ele geçirdiğini hissediyordu!   Meng Hao bu ruh haliyle giderek yükseldi. Kısa bir an sonra bölgede ulaşabileceği en yüksek noktaya varmıştı. Aşağıda, kıta dört bir yana uzanıyordu. Derin bir nefes alarak kafasını eğdi ve aşağı baktı.   Önceki gibi kıta hala sonsuz gibi görünüyordu. Yüzey pürüzsüz ve düzdü, ve kıtanın nasıl bir şekle sahip olduğunu görmek imkansızdı.   “Böyle devam ederek sınırlara bakmalıyım. Belki de cevabı bu şekilde bulabilirim.”   “Yada, bakır aynayı çıkarıp onu aşağı doğru yansıtabilirim. Belki de  bu bazı ipuçlarını ortaya çıkartır!” Meng Hao düşünceli halde depolama çantasına vurdu, gözlerinde derin bir parıltı vardı.   Aklındaki düşünceye göre eğer bakır aynayı çıkartır ve hiçbir şey olmazsa bir şey kaybetmeyecekti. Fakat herhangi bir değişim ortaya çıkarsa o zaman bu kesinlikle Gök ve Yeri sarsan cinsten bir şey olacaktı. Aslında buradaki insanların sayısını düşününce herkesi öldürmediği sürece bakır ayna meselesini sır olarak tutması imkansız olacaktı.   “Bakır ayna sahip olduğum en gizemli nesne. Onu kimsenin ele geçirmesine izin veremem aksi takdirde bu korkunç bir felakete neden olur.”   “Masum adam değerli bir nesneye sahip olarak bir felakete neden olacak!” Meng Hao’nun gözleri pırıldadı. O çocukluğundan beri zeki biri olmuş ve Gelişim dünyasındaki orman kanunlarını tecrübe etmişti. Bakır aynayı ortaya çıkarırsa meydana gelecek şeyleri çok iyi biliyordu.   Biraz düşündükten sonra gözleri titreşti ve dudaklarında soğuk bir gülümsemeyle uzaklara doğru gözlerini çevirdi.   O gülümserken baktığı yönde bozunmalar ortaya çıktı. Yaşlı bir adam kendini gösterdi. Bu adam daha önceki sıska Gelişimciden başkası değildi. Adam gizlice yaklaşırken Meng Hao onu tespit etmişti. Ardından Meng Hao’nun bir şey demesini beklemeden kendini göstermişti.   “Yoldaş Taoist Meng, senin Gelişim merkezin sıra dışı. Görünüşe göre benimle dalga geçtin.” Yaşlı adam güldü ve ardından ellerini kenetleyerek baş selamı verdi.   Bunu gören Meng Hao hiçbir şey söylemedi, yaşlı adam gülümseyerek devam etti, “Benim adım Han Danzi. Güney Diyarından bir serseri Gelişimciyim. Senin ünün yıllarca kulaklarımda gök gürültüsü gibi yankılandı, Yoldaş Taoist Meng. Bütün Gelişimciler gibi benim için de Büyükusta Hap Kazanı bir örnek kişiliktir. Seninle burada, antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatında karşılaştığım için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.”   “Gerçekten de beni sadece bu yağcı sözleri söylemek için mi gizlice takip ediyordun?” dedi Meng Hao, gözlerinde soğuk bir parıltı görüldü. “Amacını anlat.”   “Yoldaş Taoist Meng, gerçekten de hiç lafı dolandırmıyorsun!” Adam belli ki onun ses tonuna aldırmayarak güldü. “Daha önceki durumdan dolayı tereddüt ettiğini görebiliyorum. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama ben meraktan seni takip ediyordum.”   “Fakat madem söyledin, aslında seninle paylaşmak istediğim ilginç bir şey var.”   “Burada saklanan en büyük hazineler Gelişimcilerin ve Şeytan Kabilelerinin büyülü eşyaları değildir… o üç Paragonun ellerinde tuttukları nesnelerdir. Mızrak, yedi ateş ve tahta küresi yada iki incinin her biri şok edici birer değerli hazinedir.”   “O hazinelerden herhangi biriyle bir Gelişimci bir Ölümsüzü katledebilir!” Han Danzi konuşurken Meng Hao’nun nasıl tepki verebileceğini de gözlemliyordu. Fakat Meng Hao’nun yüzündeki ifadede en ufak bir değişim olmamıştı.   “Bu herif akıllı ve kaya gibi bir iradeye sahip,” Han Danzi fark edilmez bir kaş çatıklığıyla birlikte düşündü. “Onu kolayca kandıramam….”   Meng Hao yüzündeki her zamanki ifadesiyle adama soğukça baktı. Bazı sebeplerden dolayı bu yaşlı adam onun içindeki ihtiyat hissinin yükselmesine neden olmuştu. Adam Gelişen Ruhun büyük döngüsündeydi, Ruh Bölmeden çok uzak değildi.   Fakat daha önce alev kuşuyla yaptığı şey büyük döngü Gelişen Ruh Gelişimcisinin yapabileceği bir şey değildi. Bu adam belli ki bir şeyler saklıyordu. Belki diğer insanlar fark etmemişti ama Dokuzuncu Nesil Şeytan Mühürleyici olarak Meng Hao bu adamın aslında iki tane auraya sahip olduğunu söyleyebilirdi.   Birincisi bir Gelişimcinin Gelişim merkezi harelerini barındırıyordu. Dİğeri ise… derince gizlenmişti ve… Şeytani Qi’ye sahipti!   Bu Şeytani Qi habisliğin sınırındaydı!   Han Danzi ona baktı ve konuştu, “O üç Paragonun eşyalarını tek başıma alamam. Bu yüzden seninle işbirliği yapmayı umuyorum Kıdemli Kardeş Meng. hazineleri ele geçirdikten sonra onları eşit şekilde paylaşabiliriz.”   “Ele geçirmek istediğin hangisi?” Meng Hao pırıldayan gözlerle sordu.   “Tabii ki Şeytan Kabilesi Paragonuna ait olan yedi ateş küresi,” dedi gülümseyerek. “En azından onlardan ikimiz için de birer tane çıkarabiliriz. Böylece çok enerji harcamayız.”   Meng Hao da gülümsedi. Reddetmek yerine başıyla onayladı.   Meng Hao’nun bu kadar kolay kabul etmesi Han Danzi’nin içinde ihtiyat uyanmasına neden olmuştu. Daha önce Güney Gök topraklarından gelen insanlar arasında en çok Patrik Huyan’a dikkat etmişti.   Fakat geçenlerde onun öldürüldüğünü hissederek şaşkınlığa uğramıştı. Daha sonra Meng Hao’ya gözlerini çevirince Patrik Huyan’ın büyük ihtimalle onun tarafından öldürüldüğünü anlamıştı.   Han Danzi kendi tekniklerini ve kozlarını düşününce rahatladı. İçten bir kahkaha attı ve Meng Hao ile beraber birer ışık ışınına dönüşerek uzaklara doğru fırladılar.   Meng Hao hiç konuşmadı. Geçici olarak bakır aynanın yarattığı bütün düşünceleri bastırmıştı. Şimdi zamanı değildi. Doğru zamanı beklemesi gerekiyordu, o zaman bakır aynayı çıkartarak herhangi bir değişimin gerçekleşip gerçekleşmediğini görecekti.   Görünüşe göre Han Danzi onu böyle bir kritik noktaya götürüyordu.   Tabii ki yola devam edereken Han Danzi de kendi düşüncelerine yoğunlaşmıştı. Çok geçmeden gerçekten de tüm kıtanın tam merkezine ulaşmışlardı.   “Üç Paragonun konumu aslında bu antik savaş alanı üzerindeki mührün en güçlü olduğu yerdedir.” dedi Han Danzi gülümseyerek. “Kimsenin yaklaşmasına izin vermemek adına bazı özel kısıtlayıcı büyüler var.”   “Fakat ben özel bir teknik biliyorum. Onu daha önce test ettim ve görünüşe göre kısıtlayıcı büyüleri geçmesi mümkün gibi. Fakat bu belli bir Gelişim merkezi seviyesi gerektiriyor. Kıdemli Kardeş Meng, senin Gelişim merkezinin ne kadar sıra dışı olduğunu düşününce, bunun problem olmayacağını sanıyorum.” Bununla birlikte aşağıdaki kıtaya doğru fırladı. Sağ eliyle hızlıca bir büyü uyguladı, ardından elini kıtanın yüzeyine doğru bastırdı.   Aniden zemin sarsıldı ve Meng Hao aynanın içinde bir burgacın şekillendiğini gördü. İçinde bir ara delik olmasa da şeklini koruyordu. Aynı zamanda Han Danzi derin bir nefes aldı ve elini tekrar havaya kaldırdı. Ardından durdu; burgaç hala aynanın içindeydi.   Han Danzi dönerek Meng Hao’ya baktı.   “Kıdemli Kardeş Meng, tahminimce ne yapılacağını biliyorsun. Seni ileride bekleyeceğim.” Bununla birlikte vücudu titreşti ve ileri doğru hareketlendi. O giderken ayaklarının altındaki burgaç da onu takip etti.   Meng Hao’nun bakışları altında Han Danzi yüzlerce metre gibi görünen bir mesafe kat etti. Fakat o aslında yüzlerce metre değildi yüzlerce kilometre seyahat etmişti!   “İlginç,” diye mırıldandı Meng Hao. Zemine doğru ilerledi, ardından yüzeye indi. Bunun ardından ayağını kaldırdı ve onu yere sertçe vurdu. Bir gümbürtü koptu ve ardından şaşırtıcı şekilde ayna dünyasında, ayağının tam altında bir burgaç ortaya çıktı.   O, bir kara deliğe dönüşmeden burgaç halini korudu ve aslında Meng Hao’nun Gelişim merkezine bağlanıyordu. Daha sonra Meng Hao ilerlemeye başladı. Hareket ettiği her bir metrede aslında… yarım kilometre gidiyordu!   “Ne teknik ama!” diye düşündü. İster istemez bu teknik dış dünyada kullanılırsa kesinlikle inanılmaz güçlü bir kutsal beceri olarak görüleceğini düşündü.   Meng Hao ve Han Danzi bu tekniği kullanarak birkaç yüz metre gitmiş gibi görünseler de aslında yüzlerce kilometre seyahat etmişlerdi. Ayna kıtasının merkez bölgesinde hızla ilerliyorlardı.   Aynı esnada başka yerlerde Güney Gök Gelişimcileri kendi iy talihlerini arıyorlardı. Zeminin yüzeyine uyartı göndererek bazı büyülü eşyaların dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Fakat, bir çok büyülü eşya bu sürecin sonunda yok olmuştu.   Birkaç Gelişimci ise gerçekten de bir şeyler elde edebilmişti.   Fakat bu ayna diyarı yine de herkes için devasa bir hazine odası gibiydi. Buraya gelebilen bütün Gelişimciler gayet zeki ve bilge kişilerdi ve kısa sürede pırıldayan gözler merkez bölgesine dönmüştü. Orası belli ki Göklerin altındaki her şeyi bölebilen üç en güçlü uzmanın bulundukları konumdu.   Aslında oraya doğru gitmeye çalışan bir çok kişi vardı.   İki saat geçti. Meng Hao ve Han Danzi şaşırtıcı şekilde yedi dönen ateş küresine sahip Büyük Şeytanın yanındaki bölgede belirmişlerdi.   O sırada Han Danzi’nin gözlerinde garip bir ışık görüldü. Derin bir nefes alırken Meng Hao ile bakıştılar. Aynı esnada Gelişim merkezini deveran etmeye başladı. Meng Hao ise doğrudan Beşinci Animaya girdi; dünyevi vücudu şok ediciydi ve Gelişim merkezi sınırsızdı. Han Danzi de bütün gücünü serbest bırakırken gözleri titreşti. İçindeki çarpık Şeytani Qi de deveran olmaya başlamıştı.   İkili zemine birlikte saldırdılar ve havanın muazzam gümbürtülerle dolmasına neden oldular. Aniden ayna dünyasının içindeki burgaçları birbirine dokundu. İkisi birleşti ve ardından aniden devasa bir kara delik yırtılıp açıldı.   Aniden kabaran çekimsel kuvveti tarif etmek imkansızdı. Fakat… bu kuvvet yedi ateş küresinde en ufak bir hareketliliğe bile neden olamamıştı. Tam tersine bölgedeki diğer birçok büyülü eşya burgacın içine emilmişti.   İçeri on tane büyülü eşya çekilse de bunların yalnızca beş tanesi dışarı uçtu. Eşyalar birer prizmatik ışık ışını görünümde havaya fırladılar. Han Danzi’nin gözleri titreşti, ama onları almak için herhangi bir hamlede bulunmadı. Meng Hao’nun gözleri de parladı ama o da eşyaların peşinden gitmeyi seçmedi.   İkisi de kendi düşüncelerine dalmış halde beş ışık ışının gökyüzüne doğru tıpkı birer inci gibi fırlamasını izlediler.   Aynı sırada diğer Güney Gök Gelişimcilerinin gözlerinde şaşkın bakışlar vardı. Beş ışık ışınına bakınca onlardan yayılan şiddetli hareleri hissedebiliyorlardı.   “İnanılmaz hazine!” Herkesin aklından geçen düşünce buydu. Havaya doğru fırlarken hepsinin de gözlerinde canlı bir parıltı vardı. Göz açıp kapayıncaya kadar neredeyse bütün Güney Gök Gelişimcileri beş ışık ışınının bulunduğu yöne doğru havalanmıştı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44300 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr