Bölüm 598

avatar
5870 15

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 598


  Bölüm 598: Üçüncü Düzlem

Meng Hao yavaşça yukarı doğru çıkmaya devam etti. Kısa süre sonra gökyüzüne ulaşmıştı ve neredeyse zirveye gelmişti. Son basamağa ulaştığında duraksadı ve aşağıdaki Şeytan Ölümsüzü Düzleminin dağ zirvelerine bir bakış attı. Bir an gözlerini kapattı ve tekrar açtığında gözleri azimle doluydu.   “Baba, artık ayrılıyorum….” dedi hafifçe. Ardından uzun bir adımla son basamağa adım attı. Hava şok edici bir gümbürtüyle doldu ve tüm dünya sarsılmaya başladı.   Meng Hao bu sarsıntıyı görebiliyor ve hissedebiliyordu ama Güney Gök topraklarından gelmemiş olan Tarikat öğrencileri bunun farkında değillerdi.   Tabii ki Güney Gök Gelişimcileri de bunu fark etmişlerdi ve yüzleri Üçüncü Düzlemi kendi gözleriyle görecek olmanın yarattığı beklenti ve heyecanla dolmuştu.   Şeytan Ölümsüzü Tarikatının ilk iki düzlemi daima görülen bir şeydi. Fakat Üçüncü Düzlem tarih boyunca yalnızca bir kaç kez ortaya çıkmıştı. Onu açabilmek için harika bir kadere yada iyi talihe ihtiyaç vardı.   Üçüncü Düzlemi bizzat görebilmek onların kalplerinin hırs ile dolmasına neden olmuştu.   Tabii ki İkinci Düzlemin kaybolup Üçüncü Düzlemin açılışını en net şekilde Meng Hao görebiliyordu.   O sırada havada durmuş aşağıdaki dünyaya tepeden bakıyordu. Merdivenin zirvesine ulaştığında aşağıya bakınca sarsıntının ve çift görüntülerin şiddetlendiğini görmüştü.   Çift görüntüler anlık olarak belirip kayboluyordu.   Görünmez, belirsiz bir hayali rüzgar hiçlikten peyda olmuştu. Bu rüzgar kimsenin saç telini bile havalandırmamıştı. Aksine zamanı canlandırmıştı.   Meng Hao Birinci Göğün Yedi Zirvesini göz açıp kapayıncaya kadar on bin yıl geçip giderken izledi. Dağ zirvelerindeki yeşillikler kurudu ve ardından tekrar açtı, görünüşleri tamamen değişiyordu.   Zirvelerde abartılı binaların yükseldiğini ve sayısız canlının, insanın doğup büyüdüğünü ardından yaşlanıp öldüğünü gördü. On bin yıl.   Ardından gördüğü her şey karardı. Devasa bir el ortaya çıkarak tüm dünyayı kaplamıştı. Elin içinde altın cübbeli yaşlı bir adam zar zor seçilebiliyordu. Adam elbise kolunu salladı ve Gökler değişti. Aşağıdaki topraklar kan kırmızısına boyandı ve yıldızlar alt üst oldu.   Yer sarsıldı. Meng Hao karanlıktan çok fazla şey göremiyordu ama iki Kutsal Toprakların yerle bir oluşunu görebiliyordu. Üç Yüce Şeytan Dağı parçalandı Şeytan Ölümsüzü Tarikatının Birinci Göğünün Yedi Zirvesi çatlayarak ikiye ayrıldı. Dağlar hala yerinde dursa da çoğu kısımları yerle bir olmuştu.   Binalar yıkıldı ve öğrenciler öldü. Meng Hao Dokuzuncu Dağ ve Denizi tamamen sarsan büyük bir savaşa şahitlik etti. Savaş simsiyah bir karanlıkta cereyan ediyordu bu yüzden her şeyi net olarak göremiyordu, sadece onları hissedebiliyordu.   Kısa süre sonra herşey yok olup gitti. Uzun bir sürenin ardından Meng Hao’nun gözüne Dördüncü Zirvedeki bir tabut çarptı. Tabutun içinden bir adam çıktı; uzun siyah saçları vardı ve beyaz bir cübbe giyiyordu.   Adam sanki altındaki diyarı sanki sonsuza kadar izliyormuş gibi Dördüncü Zirvede sessizce durdu.   Tüm bu yaşananlar on bin yıllık tarihti ve hepsi göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Meng Hao en sonunda gözlerini kapattı ve tekrar açtığında dünya gerçekliğe kavuştu. Tıpkı önceki gibi her yerde cesetler ve harabeler vardı.   Her şey… normale dönmüştü.   Meng Hao sessizce tekrar gözlerini bir süreliğine kapattı. Tekrar açtığında artık havada değil, Dördüncü Zirvedeki tabutta uzanmış gökyüzüne bakıyordu.   Gökyüzü çökmüştü, tıpkı tabuta ilk yattığı zamanki gibiydi.   Sanki her şey bir rüyaydı ve şimdi… rüyadan uyanmış gibiydi. Sessizce antik, hayali dünyada yaşanan her şeyin görüntüsünü anımsadı. En sonunda gözlerinin kenarlarından yaşlar süzülmeye başladı.   “Hepsi gerçekten de bir rüya mıydı?” Nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Yavaşça kalktı ve ardından tabutun içinden dışarı tırmandı. ORadan yürüyerek uzaklaşmaya başladığında aniden arkasına baktı, zihni titriyordu.   Bu tabuta aşinaydı. Tıpkı hayali dünyada Ke Yunhai’nin onun için yapmış olduğu tabuta benziyordu…. Belki de Ke Jiusi için yapmış olduğu tabut demek daha doğru olurdu, bu tabut Öz Iraksama Efsununu gelişimi için değerli bir hazineydi.   Meng Hao olduğu yerde kafası karışık bir halde tabuta baktı. Uzun bir süre sonra döndü ve bakışını Dördüncü Zirveye çevirdi. Buraya ilk geldiği zamanı nasıl göründüğünü net olarak hatırlamıyordu.   Fakat şimdi burası bir harabe olsa da Meng Hao buraya aşina gibiydi. Burayla ilgili hafızasındaki en ufak şeyler bile onun için unutulmazdı.   Meng Hao sessizce Dördüncü Zirvenin en uç noktasının kıyısına, Ke Jiusi ile ilk karşılaştığı yere doğru yürüdü. Aynı yerde durdu, sırtı Birinci Zirveye bakacak şekilde yüzünü Yedinci Zirveye çevirdi.   Meng Hao ilk defa bu noktada durmuyordu. Birinci Düzlemdeyken Ke Jiusi’nin nereye baktığını merak etmişti. Şimdi aynı noktada aynı yöne bakıyor ve her şeyi daha iyi anlıyordu.   “Baba Ke’nin mezarına bakıyordun.” Yedinci Zirvedeki bir vadi Şeytan Ölümsüzü Tarikatı tarihinin en güçlü uzmanlarından birini gömüldükleri yerdi. O uzman Ke Yunhai idi.   Meng Hao uzaklara baktı ve ardından Dördüncü Zirveden aşağı doğru yürümeye başladı. Her şey tam anlamıyla hayali dünyada hatırladığıyla tıpa tıp aynı değildi ama yine de Meng Hao buraya kendini aşina hissediyordu.   Yürürken bir yanda da yüzü hatıralarla titreşiyordu. Kalbine bir ağırlık çökmüş gibiydi. Sanki rüyadan yeni uyanmış kafası karışık ve neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlamakta zorluk çeken bir insana benziyordu.   Dördüncü Zirve harabelerle doluydu ve bir çok bölge hala önceki gibi kısıtlayıcı büyülerle doluydu. Aniden bu yerlerden biri Meng Hao’nun karşısında belirdi. Nazik, sıcak bir ışık dışarı süzüldü. O çok büyük bir engelmiş gibi görünmese de Meng Hao ona aldırış etmezse yada uygun bir yöntem kullanmadan girmeyi denerse dünyevi vücudu ne kadar güçlü olursa olsun hiç şüphesiz ölümle buluşacaktı.   Kısıtlayıcı büyü Meng Hao’nun yolunu kesmişti. Diğer tarafta cesetlerle dolu olan dar bir dağ yolu bulunuyordu. Meng Hao bu yolu çok iyi biliyordu; bu yol Dördüncü Zirvedeki Ölümsüz mağarasına giden yoldu.   Meng Hao kısıtlayıcı büyünün dışında yüzünde karmaşık bir ifadeyle kalakaldı. Uzun bir an sonra gözlerini kapattı. Tekrar açtığında sağ elini kaldırdı ve antik bir mühürleme efsunu uyguladı. Çift görüntüler peyda oldu ve elini önüne doğru hafifçe bastırdı.   Hiç ses yoktu. Sonsuz gibi görünen kısıtlayıcı büyünün ışığı aniden hızla titreşmeye başladı. Yavaş yavaş inceldi ve en sonunda yüzeyinde bir açıklık ortaya çıktı.   Meng Hao iç geçirdi ve içeri adım attı. Cesetlerle dolu yola bakarken yüzünde hüzünlü bir ifade belirmişti. Yolun sonunda İkinci Düzlemdeyken aylarca yaşadığı Ölümsüz mağarası vardı.   Mağaranın kapısı yıkılmış durumdaydı. İçerisi boştu ve tozla doluydu. Ke Yunhai’nin ona İkinci Düzlemdeyken vermiş olduğu taş askerler hiçbir yerde görünmüyordu.   “Belki de onlar hiç var olmamıştır,” Ölümsüz mağarasının içinde otururken kendi kendine düşündü. Bu oturduğu yer genelde meditasyon yaptığı yerdi. Buradan gökyüzünü ve toprakları görebiliyordu. Orada uzun bir süre oturdu.   Meng Hao biliyordu ki Güney Gök Gelişimcileri İkinci Düzlemde elde ettikleri yöntemler de dahil kullanabilecekleri bütün yöntemleri kullanarak Üçüncü Düzlemde kalan hazineleri elde etmeye çalışıyorlardı.   Üçüncü Düzlem bir nevi açık kapısı olan bir Hazine Köşkü olarak görülebilirdi. Buraya gelen bir insan iyi talih elde etmek adına kesin bir şansa sahip olacaktı.   Uzun bir zaman geçtikten sonra Meng Hao nihayet ayağa kalktı. Bir zamanlar yaşadığı mağaradan çıkarak… Ke Yunhai’nin Ölümsüz mağarasına doğru yürümeye başladı.   Burada herhangi bir kısıtlayıcı büyü yoktu. Bu büyülerin hepsi büyük savaşta yok edilmişti. Doğrusu Mağaranın kapısı da parçalanmıştı. Fakat… mağaranın içinin görüntüsü Meng Hao’nun ağzını açık bıraktı.   Ölümsüz mağarasının düzeni tıpkı İkinci Düzlemden hatırladığı gibiydi….   Fakat her yer sanki birisi sık sık burayı temizliyormuş gibi tozsuzdu.   Meng Hao olduğu yerde uzun bir süre kalakaldı. Sanki zamanın farkında değildi ve hayali İkinci Düzlemden çıktığını unutmuş gibiydi. Üç gün sonra en sonunda ellerini kenetledi ve içten bir baş selamı verdi.   Bu selam rüyası içindi. Bu selam o hayattaki babası içindi. Bu selam rüyadan tamamen uyandığı içindi.   O hayattaki babası için beslediği duygular kalbinin en derinine kazınmıştı ve artık Meng Hao’nun bir parçasıydı. Bu hisleri ne oradan çıkartılabilir ne de kaybolabilirdi.   Meng Hao ayağa kalktı, gözlerinde kararlılıkla birlikte Dördüncü Zirveden inmeye başladı.   Dağdan ayrıldıktan sonra derin bir nefes aldı ve ardından havaya uçtu. Kalbi artık hayali dünyadaki tecrübelerinin etkisinden yarı yarıya kurtulmuş durumdaydı. Gözlerinde pırıltıyla beraber uzaklara doğru fırladı.   Hızını artırmasıyla birlikte gümbürtü sesleri yankılandı. Ardından çok çok uzaklara geldiğinde aniden duraksadı. Kendisine şöyle bir baktı ve ilk kez kendi vücudunu incelemek için zamanını harcadı.   “Demek antik illüzyondaki vücut güçlendirme gelişiminin etkisi hala duruyor!” Gözleri canlı bir ışıkla parladı. Fiziksel vücudu için harcadığı zaman boşa gitmemişti. Şuan… Birinci Animadayken bile Beşinci Animaya denk güçte bir dünyevi vücuda sahipti.   “Birinci Düzlemde çok şey kazandım. İkinci Düzlemde de diğer herkesin önüne geçtim ve üstünlüğümü ve avantajımı devam ettirdim.”   “Pekala. Sanırım Üçüncü Düzlem de de en büyük kazana ben olmam gerekiyor!” Bununla birlikte vücudu titreşti ve havada uğultuyla ilerledi. Çok geçmeden Meng Hao gözden kaybolup gitmişti.   “Eğer dünyevi vücut gelişimim burada kaldıysa, o zaman….” Meng Hao ileri doğru fırladı, bakışları uzaklarda bir noktanın üzerine gelerek durdu. Kendisi farkında olmasa da gözlerinde canlı bir parıltı belirmişti. Bakışlarında bir parça gerginlikle birlikte beklenti vardı.   “Pekala, acaba Tahta Zaman Kılıçlarını gömme planım başarılı oldu mu!?!?” Meng Hao derin bir nefes aldı. Eğer planı başarılı olduysa elde edeceği ödül gerçek manada Göklere meydan okuyan cinsten olacaktı.   Taoist büyüleri ve dünyevi vücut gelişimi çok iyi şeylerdi ve aslında Meng Hao bu durumdan oldukça memnundu. Fakat onu en çok heyecanlandıran şey Tahta Zaman Kılıçlarıydı. Eğer başarılı olmuşsa eline Ölümsüzleri bile öldürebilecek değerli bir hazine geçecekti.   Eğer kılıçlar konusunda başarılı olursa antik, hayali dünyada meydana gelen her şey hakkında daha derin bir anlayışa sahip olacaktı. Bununla birlikte… geleceği gerçekten değiştirip değiştiremeyeceği konusunda emin olacaktı.   Meng Hao başarı ihtimalinin düşük olduğunu bilse de yine de umudu vardı. Vücudu hızla parlayarak uzaklara doğru fırladı. Dört Tahta Zaman Kılıcını gömdüğü noktalardan birine varması çok uzun sürmedi.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr