Bölüm 594

avatar
5715 18

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 594


Bölüm 594: Tüm Vücudu Saran Acı

Meng Hao’nun o kişiye dair anıları biraz belirsizdi. Onunla aslında çok fazla etkileşim kurmamıştı. Doğrusu hatırladığına göre onunla hiç yüz yüze bile gelmemişlerdi.   Onları birbirine bağlayan tek bir şey vardı ve o da Song Klanının damat arama olayıydı. En nihayetinde birbirlerine tamamen yabancı olsalar da hala aralarında bir bağ vardı.   Aslında o… Meng Hao’nun Song Klanındaki sevgilisiydi.   Bir Song Klanı kızı olduğu için onun ikinci bir sevgilisinin olmasına imkan yoktu. İtibarı ve Song Klanının saygınlığı buna izin vermezdi.   Meng Hao kaçtıktan sonra Song Klanı bu meseleyi yabancılara açmamışlardı. Fakat genç kız için bu olay tam bir darbe olmuştu.   O daima narin ve hassas bir kız olmuştu. Sıra dışı bir saklı yeteneğe sahip olsa da kalbi zayıftı. Bu durum onun güçlü olmasının önündeki bir engeldi. O, dış dünyadaki yağmurdan korkan bir sera çiçeği gibiydi.   Meng Hao Song Jia’yı bu şekilde hatırlıyordu. O güzeldi ve nazik gözlerinin derinliklerinde kırılgan bir zayıflığa sahipti.   Fakat şimdi o olayın üzerinden yüz yıl geçmişti. Song Jia değişmişti. Gözleri kuvvetle doluydu ve yıllar önce kalbinin derinliklerinde sakladığı o zayıflığı dağılmıştı. O artık büyümüştü.   Aslında büyümekten başka çaresi kalmamıştı. Meng Hao ile olan olaydan ötürü yeni bir sevgili seçmesine imkan kalmamıştı. Tuhaf bir şekilde Song Klanı Patriği ondan ekstra bir talepte bulunmamış ve doğrusu ona oldukça nazik davranmıştı. Bu durum Song Jia’nın kendisini neredeyse bir yabancıymış gibi hissetmesine sebep olmuştu.   Song Jia o zamanlar anlamasa da yıllar sonra tüm bunların kendisiyle alakalı olmadığını fark etmişti. O damat arama olayından sonra… her şey değişmişti.   Bir Song Klanı üyesi olma kimliğinin yanı sıra o olaydan sonra gizemli bir arka plan elde etmişti. Bu arka plan Song Klanının onunla yüzleşirken kışta kalmış ağustos böceği gibi titremesine sebep olmuştu. Sanki Song Jia ile ne yapacaklarını bilemez halde kalmışlardı.   Klanın bütün kaynakları onun ayaklarının altına serilmiş ve hatta büyük kardeşi Song Yunshu’dan bile önemli bir konuma yerleşmişti. Ona gösterilen bu rağbet Song Yunshu’nun da giderek kıskançlığının artmasına neden olmuştu. Song Jia’ya ne kadar yüklense o kadar gerilemek zorunda kalmıştı. Fakat İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzlemi zamanında Song Yunshu’nun agresifliği öncekini bile aşmıştı.   Aslında Song Jia İlk Düzlemdeyken temkinli olmasaydı onun ellerinde can verebilirdi. Bu mesele kadının kalbinin şiddetli bir acıyla dolmasına neden olmuştu.   O anda Meng Hao’yu hemen tanıdı. Kalbindeki karmaşık duyguları yüz yıldan fazla süredir olduğu yerde duruyordu. İkilinin bakışları buluştuğunda Song Jia hafifçe başını salladı.   Meng Hao bir an ona baktıktan sonra gözlerini çevirdi.   Li Shiqi’yi gördüğünde aniden yıllar önce Meng Hao ile birlikte Reliance Tarikatına katılmış olan Wang Youcai aklına geldi. Aynı zamanda Zhao Eyaletinden ayrıldığından beri görmediği Küçük Kaplanı da düşündü. Belki de o yaşlı Patrik ile birlikte gitmişti.   Ne olduğunu anlamadan geçen zamanın yarattığı hissiyat Meng Hao’nun kalbini sarmıştı. Kalbinden bir iç geçirdi. Bazen sadece eski arkadaşlarla karşılaşmak bile böyle hislerin ortaya çıkarak iç geçirmesine ve hüzünlenmesine neden olabiliyordu.   Li Shiqi oldukça sakin ve kendine hakim bir tavırla hafifçe başını salladı. Meng Hao da karşılık verdi ve ardından gözlerini diğer Güney Diyarı Gelişimcilerine çevirdi. Geri kalanları tanımıyordu.   Fakat aralarından bir tanesi Meng Hao’ya kendisi tarafından öldürülen Li Klanı Tao çocuğu Li Daoyi’yi anımsatmıştı.   Bu yeni adam keskin bakışlara sahip uzun ve yapılı biriydi. Olduğu yerde harekete geçerek yeri ve göğü ikiye bölmeye hazır bir kılıcı andırıyordu.   Bu kişi Li Klanının bu nesildeki Tao Çocuğu Li Tiandao idi!   Görünüşü çok etkileyici olmayan başka bir Gelişimci daha vardı. O gülümsüyor gibi görünen ama Meng Hao’ya bakarken ifadesindeki kıskançlığı gizleyemeyen yaşlı, sıska bir adamdı. Meng Hao onu tanımıyordu ama diğer Güney Diyarı Gelişimcilerinin arasında dururken Meng Hao’nun içinde bir tiksinme hissinin yükselmesine neden olmuştu.   Meng Hao Mor Felek Tarikatından, Tek Kılıç Tarikatından yada diğer Tarikatlardan hiç kimseyi göremiyordu. Bu durum biraz kafasını karıştırmıştı ama bunu incelemek için zamanı yoktu.   En sonunda Batı Çölü Gelişimcilerine sıra gelmişti, yada belki Siyah Toprak Gelişimcileri demek daha doğru olacaktı.   Zhao Fang ve Duo Lan ile birlikte tanımadığı iki kişi daha vardı. Patrik Huyan’ı göremiyordu.   Meng Hao’nun ortamda tanımadığı oldukça fazla kişi vardı ama herkes sanki Meng Hao’yu çok iyi tanıyor gibiydi.   O bir Paragonun oğlu olan, Şeytan Ölümsüzü Tarikatının bir numaralı gümüş kaşıkla doğanı, Şeytan İtilafının Liderlerinden biri Ke Jiusi idi. Bu kimlik oldukça ünlüydü ve tabii ki herkesin kalbi ona karşı bir kıskançlıkla doluydu.   Bu durum özellikle Şeytan Ölümsüzü Pagodasındaki olayda patlak vermişti. Bu kıskançlık bazılarının kalplerinin derinliklerine kök salmış ve engin bir nefrete dönüşmüştü.   Bu insanlara göre Meng Hao hayali antik İkinci Düzlemin Seçilmişiydi, parlak ve şatafatlıydı.   Meng Hao tüm insanları süzdükten sonra sırıttı ve kapı eşiğine yaslandı. Yüzünde gülümsemeyle konuştu, “Merhaba, Yoldaş Taoistler. Benimle konuşmak istediğiniz meseleyi öğrenebilir miyim?”   Meng Hao şuan kapı eşiğine yaslanmış haldeki duruşuyla tam bir zengin zübbe havasına sahipti. Onun bu rahat tavrı orada bulunan insanların kaşlarının çatılmasına neden olmuştu.   Fakat bu konuda yapabilecekleri bir şey yoktu. Onlar İç Tarikat öğrencileriydi ve Meng Hao ile aralarındaki statü farkı yeryüzü ile gökyüzü arasındakine benziyordu. Doğrusu onların bir çoğu Meng Hao ile bizzat yüzleşmekten bile çekineceklerdi.   Eğer acil bir durum olmasa ve basitçe vazgeçemeyecekleri inanılmaz bir çıkarları söz konusu olmasaydı asla Meng Hao’nun onları bu pozisyonda görmesine müsaade etmeyeceklerdi.   Hatta bazıları bu görüşmeye katılırken yüzlerini gizlemeyi yada başka yöntemler kullanmayı düşünmüştü. Fakat Meng Hao’ya yaklaştıkları anda Meng Hao onların kim olduklarını hissedecekti ve herhangi bir gizlenme denemesi işe yaramayacaktı.   Tek mutlak güvenlik durumu ondan uzak durarak sağlanabilirdi. Fakat bu görüşme çok önemliydi. İyi niyet gösterisi sergilemeleri gerekiyordu yoksa başarılı olma konusunda en ufak şansları olmayacaktı.   Bu yüzden Fang Klanı ile Ji Klanı diğerleriyle birlikte işbirliğine gitmişti. Bu ittifakın tek bir muhalifi vardı o da Meng Hao idi. Hepsi güçlerini birleştirecekler ve ardından pazarlıklara başlayacaklardı.   Meng Hao ile bizzar yüz yüze gelmeye ancak bu şekilde cesaret edebilirlerdi.   Bu eziklik parlak güneşe benzeyen bu insanlar için dış dünyada kabullenmesi zor bir durum olacaktı.   Meng Hao’nun sözleri yankılanırken herkes sessizliğe bürünmüştü. Hiç kimse cevap vermedi. Birbirlerine bakmaya başladılar ve en sonunda bütün gözler Ji ve Fang Klanlarına döndü.   Ji Klanı ise sessizliğini koruyarak bakışlarını Fang Klanına çevirdi.   Fang Yu boğazını temizledi ve Meng Hao’ya baktı.   “Bir konuda bize yardımcı olup olamayacağını sormak istemiştik.” dedi. “Tabii ki emeğinin karşılığını alacaksın, hem de fazlasıyla!” Fang Yu’nun Meng Hao’yu oldukça iyi tanıyormuş gibi görünmesi şaşırtıcıydı ama bu sözler ağzından çıktığı anda Meng Hao’nun ilgisini çekmiş gibi göründü.   “Bu aslında gayet basit bir şey,” diye devam etti. “Tabii ki Üçüncü ve Dördüncü Zirveler arasındaki çukurdan gökyüzüne doğru yükselen merdiveni görmüş olmalısın. Tek yapman gereken o merdivenlerin tepesine çıkarak buradan ayrılmak. Hepsi bu.”   “Bunun karşılığında burada bulunan herkes sana tazminat olarak 100,000 Ruh Taşı verecek. Bak… burada onlarca insan var. Yani milyonlarca Ruh Taşından söz ediyoruz.”   “Hmm. Ben öyle düşünmüyorum abla. Son zamanlarda başım sürekli ağrıyor…. Ayrıca gelişim pratiği yapmaktan omuzların büküldü. Ve bacaklarım. Sanırım buraya alışamadım. Her gün ağrılarla uğraşıyorum.” Meng Hao suratını asarak gözlerini devirdi.   Meng Hao bu sözleri söylediği anda herkesin yüzlerinde çirkin ifadeler belirdi. Hiç kimse sesli konuşmasa da aralarında mırıldanıyorlardı. Bir Gelişimci baş ağrısı mı çekiyor? Buna kim inanır?   Gelişim yüzünden bükülen omuzlar? Örümcek yada Kaplumbağa Yetenekleri geliştirmiyorsun. Nasıl omuzların bükülebilir…?   Ve bir de alışamamak ifadesi vardı. Bu söz orada bulunan insanların içten içe ona küfür etmelerine sebep olmuştu. Hiç kimse böyle bir şey tecrübe etmemişken neden Meng Hao’nun başına geliyordu?   Dahası… herkes buraya sadece özleriyle girmişti. Bir özün bulunduğu ortama alışamaması söz konusu olabilir miydi?   “Şu boynuma bak. Gerçekten çok kötü acıyor.” Meng Hao boynuna masaj yaparken iç geçirdi ve devam etti, “Sanırım Ölümsüz mağarama gidip biraz dinlenmem gerekiyor. Babama söyleyeyim de biraz masaj ve kan akışı hızlandırma teknikleri uygulaması için bir kaç Küçük Kız Kardeş göndersin. Sizin ricanıza gelirsek, korkarım ki size yardım edemem.”   Ortamdaki herkes adeta çıldırmanın eşiğine gelmişti ama öfkelerini bastırmaktan başka çareleri yoktu. Onların bakış açısına göre Meng Hao yüzsüzce kendi kimliğinin ve paragon babasının havasını atıyordu.   Küçük Kız Kardeş çağıracak ve masaj yaptırıp kan akışını mı canlandırtacak…? Bu durum bazı erkek gelişimcilerin dişlerini sıkmalarına neden olmuştu.   Meng Hao’nun daha sonra söyleyecekleri öfke çıtasını daha da yükseltecekti. “Pekala, hava kararmaya başladı. Babam beni yemeğe bekliyor bu yüzden gitmeliyim. Görüşürüz!” Meng Hao esneyerek arkasını döndü.

YETER!” Fang Yu yumruklarını sıkarak kükredi. “Sürekli babam babam deyip duruyorsun. Ke Yunhai senin gerçek baban mı!?” Fang Yu bu sözleri söylediği anda aniden pişman oldu.   Meng Hao olduğu yerde durdu. Arkasını dönerek ona soğuk bir bakış attı. “Babamın gerçekte kim olduğunu bilmesem de,” dedi, “bu seni ilgilendiren bir mesele değil.”   Fang Yu gerçekten de Üçüncü Düzleme girmeyi çok istiyordu. Fakat Meng Hao’nun da olabildiğince çıkar sağlamasını umuyordu. Biraz önceki sözleri kızgınlıkla bir anda ağzından kaçmıştı.   “Bak….” diye devam etti hızlıca, “tek istediğimiz sadece merdivenleri tırmanman. Böylece bizi İkinci Düzlemden Üçüncü Düzleme götürebilirsin. Bu senin için gayet basit bir şey! Üstelik Üçüncü Düzlemde bir çok iyi talih elde edebilirsin. Ek olarak, bu durum senin vuradaki herkesle aranda iyi bir ilişki şekillendirecek. Burdan sonra Güney Göğe geri döndüğünde yolun….”   Meng Hao bunları gayet iyi anlamıştı. Ayrıca Fang Yu’nun art niyetli olmadığını hissediyordu ve bu yüzden ona karşı bir düşmanlık gütmüyordu. İfadesi birazcık yumuşadı.   “Hepinizi Üçüncü Düzleme götürebilirim,” dedi sakince.   “Fakat 100,000 Ruh Taşı yeterli değil. Üçüncü Düzlemde elde ettiğinizin ganimetin yarısını istiyorum!”   “Eğer oy birliğiyle kabul ederseniz bu pazarlık sonuca bağlanır. Hepinizde tüm kalbinizle yemin etmelisiniz; eğer yemini bozarsanız Tao ile bir olacaksınız. Biz Gelişimciler yeminlere büyük önem veririz, özellikle gelişimle alakalı olan yeminlere. Gelişim merkezinizin önünde engellerin oluşmasını ve en sonunda hem beden hem de ruh olarak yok olmayı istemezsiniz.”   “Eğer kabul etmezseniz bu mesele benim için burada kapanır ve sakince İkinci Düzlemin yok olmasını bekleriz.”   “Seçiminiz hangi yönde olacaksa buna hemen karar verin.” Meng Hao bunula birlikte ayrılmak için arkasını döndü.   “Sen Üçüncü Düzleme girmek istemiyor musun?” Wang Lihai’nin sesi duyuldu.   Meng Hao bu soruya arkasına bile bakmadan cevap verdi, “İkinci Düzlemde elde ettiklerim bana yeter. Üçüncü Düzleme girip girmemek benim için çok önemli değil.” Bununla birlikte uzaklara doğru yola koyuldu.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr