Bölüm 590

avatar
6082 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 590


  Bölüm 590: O Kesinlikle….

Ne şartı?” diye cevapladı Zhixiang. Meng Hao’nun yüzündeki utangaç ifadeyi görünce aniden baştan çıkartıcı bir gülümseme gösterdi ve gözleri alımlı bir ışıkla pırıldadı.   “Seni kurnaz tilki!” diyerek güldü. “Bu kadar genç olmana rağmen çoktan çapkın bir erkek olmuşsun.” Aniden ifadesi ciddileşti. “Fakat seni uyarıyorum. Biraz önemsizmiş gibi konuşuyor olabilirim ama iffetimi nasıl korumam gerektiğini biliyorum. Kendime uzun bir süre önce hayatımı Tao’ya adayacağıma söz verdim. Gayri meşru aşka değinmiyorum bile.”   “Bu nedenle aklından o çirkin düşünceleri çıkartabilirsin çocuk! Kabul etmiyorum!”   Meng Hao kadına ağzı açık bir şekilde bakakaldı.   “Sen neden bahsediyorsun?”   “Boşuna çevirmeye çalışma. Gerçekten de gözlerindeki bakışı anlamadığımı mı sanıyorsun? Hummph! Hayatımda daha önce bir çok benzer durumla karşılaştım.” Bir an tereddüt etmiş gibi göründü, ardından dişlerini sıkarak devam etti, “Pekala, pekala. Aramızda belli bir kaderin olduğu yadsınamaz bir gerçek o yüzden elimi tutmana izin verebilirim. Fakat bu benim kırmızı çizgim, daha ilerisi olmaz!” Bu Zhixiang için büyük bir bedel gibiydi. Meng Hao’nun cevabını bile beklemeden uzandı ve elini kavradı.   Fakat hızlıca geri bıraktı ve ardından bir kaç adım geriledi, yüzü biraz kızarmıştı.   “Tamam mı?” diye sordu.   “Huh?” Bir an sonra Meng Hao da nihayet parçaları birleştirmişti. Aniden acı bir kahkaha attı. İlgilendiği şey kesinlikle bu değildi….   “Yaşlı kadınlara karşı gerçekten herhangi bir hissiyatım yok….” dedi kuru bir öksürükle.   Zhixiang bunu duyunca aniden gözleri şaşkınlıkla açıldı ve aniden etrafında soğuk bir hava yayılmaya başladı. Meng Hao gözlerini kırpıştırdı, ardından öne doğru eğilerek düşük bir tonla konuştu, “Benim şartım Üçüncü Düzleme ilk adımı atan kişi olmak.”   Zhixiang kaşlarını çattı, ardından ona bir bakış attı.   “Yani….?” Oh!” Zhixiang’ın tepkisi gecikmedi. Meng Hao’ya gizemli bir gülümseme gösterdi.   Biraz utanmış gibi görünen Meng Hao konuştu, “Son zamanlarda biraz Ruh Taşı sıkıntım var.”   Zhixiang elini ağzına götürerek gülümsemesini gizlemeye çalıştı. Bu şart onun için herhangi bir sıkıntı yaratmayacaktı, reddetmesi için bir neden yoktu. Zhixiang için Meng Hao ona yardım etmeyi kabul ettiği müddetçe uyum sağlaması kolay olacaktı.   Zhixiang devam etti, “Şeytan Ölümsüzü Sarnıcı Şeytan Ölümsüzü Tarikatı için öneli bir yerdir. Tarikatımın yardımıyla bir kaç ay içinde senin girmen için gerekli özellikleri elde edebileceğimden yüzde yüz eminim.”   “Senin tek yapman gereken şey sadece benimle birlikte gelmek. Eğer orayı şimdiden tanırsak daha sonra Üçüncü Düzlem açılınca oraya geri dönebiliriz.”   “Şuna ne dersin? Bana bir ay ver. Elimden geleni yapıp senin gitmemiz gereken yere girmen için bir kimlik elde edeceğim, ardından….” Daha sözlerini bitiremeden Meng Hao onu kesti.   “Şeytan Ölümsüzü Tarikatının Birinci Göğünde,” baskın bir ses tonuyla sakince konuşuyordu, “diğer altı Paragonun Ölümsüz mağaraları dışında istediğim her yere gidebilirim. Senin kimliğine ihtiyacım yok.”   Zhixiang ona bakarken gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Yavaş yavaş kıskanç ve gıpta dolu bir bakış belirdi. O bile bu durumda biraz kızgın hissetmekten kendini alamamıştı. Karşısındaki kişinin bir Paragonun oğlu olduğunu çoktan unutmuştu.   Ardından kendi kimliğini düşündü, Tarikatın nasıl yıllardır hazırlık yaptığını, sadece bir kaç ay içinde başarıya ulaşmak için ne kadar büyük kaynaklar ve kişisel servet harcadıklarını düşündü.   Fakat Meng Hao’nun kimliği ile kendi kimliği arasında tüm bunlar adeta bir hiç gibiydi….   “Tarikatın antik kayıtlarında Tarikattaki belli kişilere dair bilgiler var. Onlardan birisi Ke Jiusi. Sen sayısız suç işleyen görgüsüz bir zengindin. Tarikatta nereye gidersen kaosu da beraberinden getiriyordun. Sen hem kadın hem de erkekler üzerinde ezici bir baskı kurmuştun. Tarikatın düştüğü yıllara göre yapılan tahminlerde, dört yüzden fazla sevgiliye ve üç binden fazla çocuğa sahiptin!”   “Sen kesinlikle bir….” Zhixiang bu cümlenin sonunu getiremedi.   “Hayatının büyük bir kısmı bir şakadan ibaretti,” diye devam etti sakince, “kimsenin kayıtlarını tutamadığı şeylerden oluşuyordu. Fakat son savaşta ömrünü bile harcayarak elinden geleni yaptın. Savaşta ölümden korkmadın ve en sonunda dövüşte görkemli başarılar elde ettin. Bütün sevgililerin öldü ve onları Birinci Zirveye gömdün.”   “Bütün oğulların da öldüler ve bizzat senin tarafından İkinci Zirveye gömüldüler. Dördüncü Zirvede ise senin babanın mezarı bulunuyordu. Sen kendini de oraya gömmeye karar vermiştin.”   “Tarikat yok edildiği gün, ve diğer bir kaç kişi tarikat ile birlikte ölmeyi seçmiştiniz. Sen bir çok Ji Klanı Ölümsüzünü katletmiştin ve ölümün pençesi üzerine çöktüğünde Lord Ji bizzat kendisi oraya gelmişti. Lord Ji cesur yüreğini ödüllendirmek için yaşamaya devam etmenin bir yolunu sundu. Tek yapman gereken geçmişte bir çok kez yaptığın gibi başını eğmek olacaktı.”   “Ama sen başını eğmedin. Bunun yerine kafanı kaldırdın ve Göklere doğru bir kahkaha attıktan sonra bir kez daha savaşa daldın. Ölüm anın geldiğinde yukarıdan düşerek aşağıdaki bir tabutun içine indin. Ölmeden önceki son anında son bir cümle mırıldandın.”   Tüm bunları dinlerken Meng Hao’nun ifadesi giderek karmaşık bir hal almıştı. En sonunda sanki tüm bu betimlemeleri sanki kendisinin başına gelmiş gibi hissetmişti. Hiçbir şey söylemedi.   Zhixiang sözlerine devam etti, “Son anında dedin ki… ‘Baba, benimle gurur duyuyor musun?’”   Bunu duyunca Meng Hao sanki zihnini patlayacakmış gibi hisseti. Gözlerini uzun bir süre kapalı tuttuktan sonra tekrar açtı. Bir nedenden dolayı yüzünden aşağı yaşlar akıyordu.   Bu göz yaşları ona ait değildi, sanki başka bir hayattan geliyordu.   “Artık durabilirsin,” dedi. Karanlık bir ruh haliyle aniden döndü ve duygusal bir halde uzaklara doğru yürüdü.   Zhixiang aniden onu kızdırdığı için pişman olmuştu. Tam bir şey söyleyecekken aniden Meng Hao’nun sesi geldi.   “Üç gün sonra Şeytan Ölümsüzü Sarnıcına gitmek için burada buluşacağız.”   Meng Hao Dördüncü Zirveye geri döndü. Kendi Ölümsüz mağarasının önünde durdu ve kafasını kaldırarak kararan gökyüzüne döndü. Akşam çöküyordu ve güneş batıyordu. Meng Hao zihninde buraya geldikten sonra Ke Yunhai ile yaşadığı anıların görüntülerini görüyordu.   “O benim bu hayattaki babam….” diye mırıldandı. Bir kez daha Ke Jiusi’nin nasıl hissetmiş olabileceğini düşündü. Bu bir yabancının anlayamayacağı karmaşıklıkta bir durumdu. Bu dünyada, bu Gök ve Yerde, antik zamanlardan modern günlere kadar bunu sadece Ke Jiusi anlayabilirdi. Fakat şuan… bir kişi daha vardı.   Sadece ikisi böyle bir ortak tınıya sahip olabilirlerdi. Sadece onlar benzer şeyler tecrübe etmiş ve benzer karmaşık duygulara girmişlerdi.   “Bir oğul babasıyla ilgilenmek istiyor ama o artık burada değil….” Meng Hao gözlerini kapattı. Eğer Öz Iraksama Efsununu anlamamış olsaydı Meng Hao Ke Jiusi’nin ölmüş olduğuna inanacaktı. Fakat şimdi bunu onu anlamış ve Zhixiang’ın hikayesini dinledikten sonra aniden garip bir hissiyata kapılmıştı.   Ke Jiusinin et ve kemiklerinin yıllar geçtikçe nasıl eridiğini hayal edebiliyordu. Şeytan Ölümsüzü Tarikatı ceset dolu bir harabeye dönmüştü. En sonunda bir gün Ke Jiusi’nin vücudu yavaşça tabutun içinden hiçlikten tekrar şekillenmiş ve gözlerini açmıştı.   En sonunda tekrar gökyüzünü ve Tarikatını görebilmişti. Etrafına bakarak bir zamanlar tanıdık olan bu ortamın artık tamamen farklı olduğunu keşfetmişti. Geriye kalan tek kişi oydu. Babasını özlemiş ve zengin züppesi hayatından pişman olmuştu. Bu pişmanlık daha sonra göz yaşlarına dönüşmüştü.   O kesinlikle uzun bir süre Dördüncü Zirvenin tepesinde ağlamış olmalıydı.   O kesinlikle etrafına bakınarak acıyla dolu bir hayat yaşadığını hissetmiş olmalıydı.   O kesinlikle babasının mezarının başında içki içmiş, bir aptal gibi gevezelik yapmış ve secdeye yatarken kafasını yere vurmuş olmalıydı.   O büyük ihtimalle Şeytan Ölümsüzü Tarikatındaki her yeri ziyaret etmiş olmalıydı. Akrabası ve arkadaşlarına ait, nefret ettiği yada sevdiği insanlara ait olan bütün cesetleri görmüş olmalıydı. Bütün bu insanlar cesede dönüşmüş ve onların düşünceleri rüzgardaki zerreler gibi uçuşarak kaybolmuştu.   Dördüncü Zirveye geri dönüp etrafa bakınca bu dünyanın koruyucusunun sadece kendisi olduğunu fark etmişti.   Belki de onun Şeytan Ölümsüzü Tarikatının koruyucusu olduğu değil, kendi güzel anılarının, özellikle babasıyla olan anılarının koruyucusu demek daha doğru olurdu.   Şuan Meng Hao anlamıştı. Ke Jiusi’nin kalbini ve aklından geçenleri anlamıştı.   “Kesinlikle yanımdasın,” diye düşündü, “yada belki özümün içindesin. Benim senin bu hayat versiyonunda farklı bir yoldan yürüyüşümü izliyorsun. Babaya her baktığımda kesinlikle sen de ona bakmak için benim gözlerimi kullanıyorsun.”   Meng Hao tekrar akşam gökyüzüne bir an baktı ve ardından gözlerini tekrar kapattı.   İki gün sonra Zhixiang ile buluşma zamanı gelmişti. Meng Hao Dördüncü Zirveyi terk etti ve onunla birlikte Yedinci Zirveye doğru seyahat etti!   Bu Birinci Göğün en son zirvesiydi ve aynı zamanda en önemlisiydi.   Yedinci Zirvenin ardından engin, puslu bir yasaklı bölge yer alıyordu. Uygun yetkilere sahip olmayan öğrencilerin oraya adım atmaları kesinlikle yasaktı.  Aslında bu puslu havanın ardında yatan şeyi çok az kişi biliyordu.   İçeri girdikten sonra görüş açısı tamamen kapandı. Sisin içinde ancak emir madalyonuyla yön bulmak mümkündü.   Zhixiang’da öyle bir madalyon vardı ama Meng Hao da yoktu.   İkili belirsizliğe vardıklarında, Şeytana benzeyen iki devasa taş heykel gördüler. Heykellerin sekiz kolları ve dört kafaları vardı, ve tam üç yüz metre uzunluğa sahiplerdi. Dört bir yana doğru vahşi bakışlar atıyorlardı.   Her iki heykel de ellerinde devasa bir taş kılıç tutuyorlardı. Bu kılıçlar karşılıklı çaprazlanmış ve yere saplanarak kılıçtan bir kapı yaratmışlardı.   Devasa kapıda girmek isteyenlere engel olabilecek herhangi bir şey görünmüyordu. Fakat bunu uygun vasıflara sahip olmadan yapmaya kalkan kişiler anında öldürüleceklerdi.   Zhixiang’ın yüzü bir dindar bir saygı ve korku ifadesiyle kaplandı. Heykellerin önünde diz çöktü ve iki elini kullanarak mor-siyah bir yeşim kayışı kaldırdı. Bu yumuşak bir parıltı yayan emir madalyonu havada süzülerek heykelin sağ eline kondu. Heykellerden birinin eline konduktan sonra heykelin gözleri aniden titreşti ve açıldı. Yavaşça kılıcı yerden çekerek bir yol açtı.   Güçlü bir gürleme sesi havayı doldurdu. “Üçüncü sınıf nitelikler. Nereye gitmeyi amaçlıyorsun?”   “Şeytan Ölümsüzü Sarnıcı!” diye cevapladı Zhixiang hemen.   “Yasalara göre,” korku verici ses devam etti, “buradan yolun yüzde otuzuna kadar seyahat edebilirsin ve 38 saat boyunca içeride kalabilirsin.”   Zhixiang derin bir nefes alarak heyecanını bastırmaya çalıştı. Bu emir madalyonunu İkinci Düzleme getirebilmek için Tarikattan büyük bir güç almış ve ayrıca hatırı sayılır bir bedele özel bir teknik satın almıştı.   Bu üçüncü sınıf niteliğe sahip bir emir madalyonuydu. Bu bile nadir bir şeydi ve Zhixiang’ın burada büyük ödüller elde edebileceği konusunda özgüveninin sebeplerinden bir tanesiydi.   Zhixiang olduğu yerde dururken emir madalyonu geri ona doğru uçtu. Dikkatlice uzanarak onu aldı; ne de olsa bu madalyon üçüncü sınıf niteliğe sahip inanılmaz değerli bir nesneydi. Onu bir kenara koyduktan sonra iki heykele doğru saygılı bir baş selamı verdi. Ardından iki kılıcın arasındaki yola doğru adım attı. Arkasındaki Meng Hao’ya bir nebze art niyetli bir bakış attı. Zhixiang’a göre bu zamandaki Ke Jiusi büyük ihtimalle dördüncü sınıf niteliklere sahip bir emir madalyonu elde etmiş olmalıydı.   Meng Hao kafasını kaldırarak heykellere uzun bir an sessizce baktıktan sonra yürümeye başladı. Kılıç kapısına yaklaştığında sağ elli heykele ait kılıç aniden gürlemeye başladı.   Heykel Meng Hao’ya bakarken adeta gözlerinden canlı bir ışık fırlamıştı, onun bakışları zekayla dolu gibi görünüyordu.   Tek bir bakışla sanki Meng Hao’yu tamamen taramış gibiydi. Yavaşça taş kılıcı kaldırarak yol açtı.   “Paragonun nitelikleri.  İstediğin yere gidebilir ve içeride istediğin kadar kalabilirsin.”   Zhixiang’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı ve beyni bir uğultuyla doldu. Meng Hao’ya boş boş bakakalmıştı, kalbindeki çılgınlık yükseliyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr