Bölüm 567

avatar
6043 18

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 567


Bölüm 567: Ke Jiusi

Meng Hao dördüncü zirvede bulunan taş platforma adım attı. Uzaktan bakınca dağın bu kısmı keskin ve sivri görünüyordu ama aslında düzdü.   Burası etrafı yarıklarla dolu dokuz büyük kazanla kaplı büyük bir meydan gibiydi. Merkezinde tahtadan bir tabut yer alıyordu. Tabutun kapağı yoktu ve oymalıydı. Bu oymalar büyülü sembol değil uğurlu bulutların ve canavarların antik tasvirleriydi. Ayrıca dağlar ve nehirler, hatta engin bit yıldızlı gökyüzü de vardı.   İlk bakışta oymalar son derece karmaşık görünüyordu ama dikkatlice bakınca karmaşıklığın içindeki basitlik görülebiliyordu.   Bu insana tarife edilemez bir zıtlık ve uyumluluk hissiyatı veriyordu.   Meng Hao tabuta yaklaştı ve yanına gelerek içine baktı. İçi boştu. Ceset yoktu. Hiçbir şey yoktu.   Burada konak vücut yoktu.   Şuan İkinci Düzlemin açılmasına sadece seksen nefeslik süre kalmıştı. Meng Hao tabutun yanında durdu ve içindeki boşluğa sessizce baktı. Ardından iç geçirdi.   Hayal kırıklılığına uğramadığını söylemek onun için imkansız olacaktı. Fang Yu’nun gösterdiği İç Tarikat öğrencisi konak vücudu terk etmişti. Kendi fikirlerine bağlı kalmış ve acımasız gerçeklik onun sadece iç geçirmesine ve kalbinde karmaşık duygularla orada kalakalmasına neden olmuştu.   Sessizce bakışlarını dağın aşağısındaki manzaraya çevirdi. Geriye sadece yetmiş nefeslik süre kalmıştı. Şuan başka uygun bir ceset bulmasına imkan yoktu. Buraya gelirken dağ yolunun yarısından sonra kesinlikle herhangi bir ceset olmadığını fark etmişti.   Dağın tepesindeki bakış açısından şuan tüm dağın yoğun kısıtlayıcı büyülerle kaplı olduğunu görebiliyordu. Öylesine sıkıydı ki sanki tüm dağ herhangi birinin zirveye ulaşmasını engellemek için devasa bir kısıtlayıcı büyüyle kaplanmış gibiydi.   Bu çeşitli kısıtlayıcı büyülerden herhangi biri Meng Hao’yu dokunması halinde tamamen yok edecekti. Sıkıca örülmüş olan bu görüntü Meng Hao’nun biraz kafasının karışmasına neden olmuştu.   “Ben nasıl buraya kadar gelmeyi başardım?” Bu soruyu ilk defa düşünüyordu. Dağın tepesine yaptığı yolculukta gerçekten de hiç aklına gelmemişti. Dağın eteğinden başlayan dört saatlik yolculuknispeten kolay geçmiş gibiydi.   Fakat şimdi geriye dönüp baktığında tüm dağ sanki hiç kimsenin giremeyeceği yasaklı bir alan gibiydi.   Meng Hao şimdi bakınca yol boyunca müthiş bir şansa sahip olduğunu ve tek bir kısıtlayıcı büyüyü tetiklememiş olması gerektiğini düşündü.   “Tabii ki birisi beni buraya gelmeme olanak sağlamadıysa….” diye düşündü, gözleri pırıldıyordu. O anda geriye sadece otuz nefeslik süre kalmıştı. Meng Hao bakışlarını kaldırarak birinci zirvedeki tapınağa doğru yöneltti.   Uyandıktan sonra hatırladığına göre şuan önceden gördüğü adamla aynı pozisyonda duruyordu. Uzaklara doğru baktı, saçları ve elbisesi rüzgarla nazikçe dalgalandı.   Geriye sadece on nefeslik süre kaldığında Meng Hao’nun gözlerinde kararlılık belirdi.   “Benim seni görmeme izin verdin,” dedi, “ve sen… benim dağın zirvesine kadar başarıyla çıkmama olanak sağladın. Belki de kimliğin bu noktada çok önemli değildir.” Beş nefeslik süre kalmıştı. Meng Hao döndü ve uzun adımlarla tabuta yürüdü. Derin bir nefes aldıktan sonra onun içine girerek yattı ve gözlerini kapattı.   Üç nefes. İki nefes. Bir  nefes….   GÜMMM!!   Aniden antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatı semalarında muazzam bir gümbürtü yankılandı. Bu gök gürültüsünü bile aşan ses tüm dünyaya yayıldı. Aniden gökyüzünden hareler yayılarak göz alabildiğince her şeyi kapladı.   Meng Hao dışında bu dünyaya gelmiş olan diğer herkes gözü kapalı olarak seçtikleri konak vücutların yanında oturuyorlardı. Hareler onlara ulaştığı anda cesetler parlamaya başladı. hem konak vücuttan hem de Gelişimciden çift görüntüler peyda oldu ve ardından üst üste binerek bütünleşmeye başladılar.   Meng Hao ise gözü kapalı şekilde oraya uzanıyordu. Gümbürtü gökyüzünü doldurduğunda o bilincini kaybetmişti. Tüm İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzlemine yayılan hareler onu hiç etkilememiş gibiydi.   Fakat tam o anda beyaz cübbeli bir adam ortaya çıkarak tam Meng Hao’nun biraz önce durmuş olduğu yerde durdu. Bu nokta aynı zamanda Meng Hao’nun yıldız nehrinde uyandığında fark ettiği noktaydı.   Adamın saçları dağınıktı ve uzun beyaz cübbesi kan lekeleriyle doluydu. Saçları yüzünü kaplamıştı ve yüz özellikleri net olarak görülmüyordu. Tek anlaşılabilen özelliği onun bir kadın olmadığıydı.   Rüzgarın esmesiyle saçları biraz kalktı ve içinde tereddüt ve pişmanlık dolu olan bir çift antik göz ortaya çıktı.   Ondan yükselen çürümüşlük aurası sanki İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzleminin aurasıyla bütünleşmiş gibiydi ve ikisini ayırt etmek imkansızdı.   Adam beşinci zirvenin bulunduğu yöne doğru baktı. Gözleri geçmişe dair anılarla doldu ve yumuşak bir tonla konuştu, “Gece… onun içeri girmesine izin ver, tamam mı?”   Kelimeler ağzından çıktığı anda tüm antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatı titredi.   Aniden vızıltılı bir ses yankılandı. Bu sanki birisinin uyanıkken değil de rüyadayken söylediği sözlere benziyordu. “Bu kurallarla uyumlu değil.”   “O yıllar sonra beni görebilen tek kişi oldu. Belki de bu bir çeşit Karma’dır. Ona… geçmişte beni temsil etmesine izin ver. Yaşlı adama o sözleri söylemesine izin ver… eskiden nasıl söyleyeceğimi bilemediğim o sözleri.” Beyaz cübbeli adamın sesi boğuktu ve gözleri sıcaklıkla doluydu. Fakat bu sıcaklığın içinde antik bir düşüncelilik vardı, ondan yayılan net bir derin pişmanlık ve özlem vardı.   “O sözler doksan bin yıldır kalbimde gömülü duruyor.” Yaşlı adam yumuşak bir tonla konuştu.   Tüm dünya uzun bir süredir sessizdi. En sonunda Vızıltılı ses bir kez daha duyuldu. Ses yükseldi ve tıpkı bir okyanus dalgasını andırdı. “Onun kimliği yok.”   “Ona benim kimliğimi ver,” diye cevapladı beyaz cübbeli adam.   Dünya bir kez daha sessizliğe büründü.   “Zaman geçişini o yıla ayarla….” Beyaz cübbeli adam gözlerini kapatarak içinde uzanan acıyı gizledi. Ne yazık ki kalbinin içindeki özlem ve hüznü kapatamıyordu.   GÜÜMMM!!   Dünyadaki her bir ışık zerresi dört bir yandan gelerek Meng Hao’nun içine doğru aktı. Meng Hao yavaş yavaş saydamlaştı ve ardından yok oldu. O anda muazzam bir ses sonsuz bir gök gürültüsü gibi etrafta yankılandı.   Aynı zamanda sıcak bir parıltı yayılarak tüm antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatını doldurdu. Aniden parıltının içinden yeni bir dünya ortaya çıkmaya başladı. Bu dünya bir antik zaman anısının dünyasıydı!   Meng Hao’nun ortadan kaybolma biçimi diğer katılımcılara göre çok daha farklı gerçekleşmişti. Diğer herkes konak vücutlarla bütünleşirken Meng Hao… gerçekten de İkinci Düzleme kendi vücuduyla girmişti!   Dİğerleri sadece başkasının kimliklerini ödünç almışlardı. Meng Hao ise… başka bir kimlik ödünç almamıştı. O bunu elde etmişti!   Ödünç almak ile elde etmek iki farklı şeydi.   Işık yayılarak tüm antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatını doldururken beyaz cübbeli adam tıpkı önceki gibi sırtı birinci zirveye dönül şekilde duruyordu. Zihin gözünde gördüğü şey kendisine yüzünde bir gülümsemeyle bakan yaşlı bir adamdı.   Gözlerinde beni her şartta affedebileceğini, yaptığımın herhangi bir hayatı affedebileceğini görebiliyorum. Sanki hep beni izliyor ve bütün yanlışlarımı düzeltmek için sessizce bekliyor gibisin.   Eskiden bir hata yaptığımda senden gelen bir eleştirel kelime beni öfkeye boğuyordu.   Eskiden zengin bir züppe olarak cinnet geçirip sürekli acımasızca davrandım. Asla senin gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıkları yada gözlerindeki hayal kırıklığıyla dolu bakışı görmedim.   Eskiden, Tarikatın değerli bir hazinesini hiç tereddüt bile etmeden bir kadına verdim ama senin önceki gururlu dik başının Tarikata karşı utançla eğildiğini fark etmedim.   Eskiden, kılıcımı kimliğimin gösterişi için cilaladım. Senin aniden yaşlandığını asla fark etmedim.   En sonunda bir gün meditasyonda ölüp gittin. Vücudun küle döndü. Ağladım. Kalbim kırıldı. Dünyam başıma yıkıldı. Yer ve Gök artık yoktu. Baba… sen gitmiştin.   Yaşlanmış yüzünü görebiliyorum, ve bana nasıl düşkün olduğunu görebiliyorum. Yıllar boyunca ne hata yaparsam yapayım beni daima affettiğini görebiliyorum. Şuan fark ettiğim şey… sana daima belli bir sorumluluk borcum vardı. Sana daima… bazı özel sözler söyleme borcum vardı.   Bu sözler, benimle birlikte doksan bin yıldır bekliyor.   ….   Antik zamanlardaki gökyüzü maviydi.   Meng Hao gözlerini açtığı anda gördüğü ilk şey mavi gökyüzüydü. Ardından beyaz turnaların uçtuğunu fark etti. Uğurlu canavarlar havada dolanıyorlardı. Her yerde konuşma ve hareketlilik gürültüsü duyuluyordu.   Meng Hao sayısız devasa sütunun gökyüzüne yükseliyor olduğunu gördü. her şey parlak ve rengarenkti.   Havada dört bir yandan ışık ışınları fırlıyordu.   Uzaklarda bir dağ vardı. Bu dağ yeşildi ve hayatla doluydu. Bu noktada Meng Hao aniden dünyayı dolduran antik bir sesin çınladığını duydu.   “Her on bin yılda bir Tao ile ilgili bir vaaz veririm. Bu sefer, size bir efsaneden bahsedeceğim. Bu efsane Gece isimli bir gerçek ruhtan bahseder. O gözlerini kapatıp uyuduğunda dünya onun rüyası olur. Gözlerini açtığında, rüyadan uyanır. Gök ve Yer sonsuzdur….”   Antik ses giderek yumuşadı. Sanki birinin kulağına mırıldanıyormuş gibiydi ama aynı zamanda tüm dünyada yankılanıyordu.   “Zaman bir rüya gibidir. Neyin gerçek neyin sahte olduğunu söylemek imkansızdır. Rüya sırasında diğerlerini görebilirsin. Belki diğerlerinin rüyasında senin rüya versiyonun ortaya çıkar.”   “Yada belki bizim hayatlarımız tıpkı her an patlayabilecek bir görünmez baloncuk gibidir, ve bu bizim uyanmamıza neden olur. Kimin seni düşlediği ve senin kimi düşlediğin… bu gerçekten de açıklaması çok zor bir bilmecedir….”   Aniden Meng Hao’nun kulağında genç bir kadının sesi duyuldu. “En Kıdemli Kardeş?”   Sesin tonunda hem hayret hem de endişe vardı. “En Kıdemli Kardeş!”   Meng Hao’nun vücudunda sanki bir anda ruhu dışarıdan geri dönmüş gibi bir titreme oldu. Ruh içine çarptığı anda kendini parçalanıyormuş gibi hissetti. Tüm her yerini acı sardı ve her yerde çift görüntüler peyda oldu.   Meng Hao bu hissiyatı bir kaç nefeslik süre boyunca yaşarken hızlı hızlı nefeslendi. Hissiyat kaybolunca gökyüzü tekrar mavileşti ve dünya… bir kez daha ortaya çıktı.   “En Kıdemli Kardeş, ne yapıyorsun!?” Meng Hao’nun karşısında uzun, pembe bir elbise giymiş genç bir kadın duruyordu. Gözleri kocaman açılmıştı ve karmaşayla doluydu. Kadın Meng Hao’ya bakarken hem kafası karışmış hem de sinirlenmiş gibiydi.   Meng Hao kendine şöyle bir baktı. Uzerinde beyaz bir cübbe vardı, uzun saçlıydı ve dağın zirvesinde bulunan bir sunağın üzerinde bacaklarını çaprazlamış halde oturuyordu. Etrafı içlerinden yavaşça yeşil dumanlar yükselen dokuz kazanla çevrelenmişti.   Burası Dördüncü Zirvenin tepesiydi!   Meng Hao’nun zihni titredi. Kafası hala aşırı bir acıyla dolu olsa da gözleri ışıl ışıl parladı. Şuan biliyordu ki… İkinci Düzleme girmişti. Fakat onu en çok şaşırtan şey aslında… Fang Yu’nun dediği gibi anılarını hiç kaybetmemiş olmasıydı.   Dahası, aniden zihninde çınlayan bir ses onun kimliğini gün gibi açığa çıkartıyordu.   “Şeytan Ölümsüzü Tarikatının yedi Elit Çırağından biri olan… Dördüncü Zirveden… Ke Jiusi!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr