Bölüm 565

avatar
6127 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 565


Bölüm 565: Eski Bir Dost ile Karşılaşmak

Meng Hao ayağa kalktı ve İç Tarikat öğrencisi Xu Long’un cesedine bir an baktı. Ardından artık tereddüt hissetmedi. Arkasını döndü ve buraya gelirken izlediği yoldan geri döndü.   O tuhaf kişiyi görmezden gelmeyi başaramamıştı.   İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzlemi tehlikeli bir yer olabilirdi ama Meng Hao buraya gelmişti bir kere. Tehlikeli bir yol seçmek “ödüller sadece risk ile gelir” ifadesiyle aynı çizgideydi. Şuan İkinci Düzlemde bir avantaj sağlamak için tek yapması gereken şey zor bir karar vermekti.   Meng Hao eğer güvenliği daha ön planda tutup risk almaya isteksiz biri olsaydı, zaten bu yere en başta gelir miydi? Ellerini ovuştururken bir hazine dağına bakmak Gelişimciler bir kenara ölümlüleri bile heyecanlandırırdı.   Meng Hao güvenlik konusunda endişelenmek yerine her şeyiyle risk alacaktı, bu özellikle iyi talih için savaşma şansına sahipken!   Sıradanlığı kim kabul edebilirdi? Fang Klanı üyeleri uzun zaman önce İç Tarikat öğrencisi Xu Long’un kimliğini denemişti ve tabii ki kusursuz iş çıkartmasalar da iyi talih elde etmişlerdi.   Potansiyel zaman periyotları ve Xu Long’u konak vücut olarak kullanınca alınmış olan yedi farklı yola dair bütün bilgiler yeşim kayışın içine kaydedilmişti. Tek bir bakışla, Meng Hao diğerlerinin yaptığından daha iyi iş çıkartabileceğinden emin olamamıştı. Bu nedenle, eğer bu İç Tarikat öğrencisinin kimliğiyle giderse tek elde edebileceği şey Fang Klanının uzun zaman önce elde ettiği Taoist büyü olacaktı.   Başka ihtimaller son derece zor olacaktı. Çoğu zaman insanın başlangıç noktası nihai hedefini belirliyordu.   Fang Klanının önceki nesilleri son derece zeki idi ve yapılabilecek her şeyi yapmışlardı. Bundan daha fazla kazanç ancak şans ile gelirdi. Durum bu olunca Meng Hao kendi fırsatını kazanmak için kendi şansına bel bağlayacaktı.   Bu nedenle Üç Tarikat öğrencisi Xu Long’un yolunu seçmekten vazgeçti. Fang Yu’nun yöntemini kullanarak bölgeden ayrılırken yüzünde en ufak bir tereddüt belirtisi yoktu. Bölgeden çıkması yaklaşık dört saat sürdü. Bununla birlikte ardına bile bakmadı ve doğruca dördüncü zirveye yöneldi.   Zamanı hesapladıktan sonra kendi kendine düşündü. “Hala otuz dört saatim var.” Elinden gelen bütün hızla ve temkinli bir şekilde çeşitli harabelerden geçti ve çeşitli cesetler gördü.   Zaman akıyordu. On saat sonra üçüncü zirveye varmıştı. Şimdiye kadar herhangi bir katılımcıyı görmemişti ve bu durum Meng Hao’yu çok fazla düşündürmemişti. Yetmiş iki saatlik periyodun yarısından fazlası geride kalmıştı ve büyük ihtimalle diğerlerinin yarısında fazlası aradıkları konakları bulmuşlar ve orada bekliyorlardı.   “24 saat kaldı,” diye düşündü, o sırada uzaklardaki dördüncü zirveye doğru bakıyordu. Kendini biraz daha zorlayarak hızlandı.   On saat daha geçti ve o sırada üçüncü v dördüncü zirvelerin arasındaki yolun yarısını geçmişti. Aniden sessizliğin içinden bir gürültü koptu. Sesin ne kadar zayıf olduğunu düşünce çok uzaklardan geliyor olduğu belliydi. Fakat Meng Hao onu anında hissedebilmişti.   Sesin içine karışmış olan kutsal beceri ve büyülü tekniklerin titreşen hareleri vardı. Onlar Meng Hao’ya ulaştığı anda çok zayıflardı ama yine de Meng Hao onların içinde tanıdık bir aura hissedebilmişti.   Meng Hao bir an duraksadı ve ardından kaşlarını çattı. Aurayı daha fazla inceledikten sonra kaşları daha da çatıldı. Bu auranın kime ait olduğunu biliyordu.   “Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinden Zhao Fang,” Uzaklara doğru düşünceli gözlerle baktı. Şuan Birinci Düzlemin kapanmasına sadece on dört saat kalmıştı.   Şuan ki durumda sadece dördüncü zirveye ulaşmak için on saate ihtiyacı olduğunu söyleyebilirdi. Yani zirvenin tepesine ulaşmak için sadece dört saati olacaktı. Zaman kısıtlıydı ve bu değerli zamanını boşa harcayamazdı.   Meng Hao yoluna devam etti. Fakat, üç yüz metre kadar gittikten sonra aniden döndü ve yüzünde son derece soğuk bir ifadeyle Zhao Fang’ın aurasının geldiği yöne doğru ilerledi. Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinin Patriğine bir söz vermiş, bir anlaşma yapmışlardı. Meng Hao’nun verdiği söze ne kadar değer verdiği karşı tarafın anlaşmaya saygı gösterme derecesine bağlıydı.   Etrafta herhangi bir polis kanunları yoktu ama onun kalbinde vardı.   Uygun şekilde davranmak çoğu kez berrak bir bilinci sürdürmek anlamına gelirdi.   Havada yarım tütsülük zaman boyunca fırladı. Kısa süre sonra ilerdeki harabelerde iki Gelişimcinin dövüşe tutuşmuş olduğunu gördü.   Onlardan biri Zhao Fang idi . Çok kötü pozisyonda olduğu belliydi. İfadesi öfkeyle doluydu. Elbisesi kanla ıslanmıştı ve yüzü soluktu. Belli ki yaralıydı.   Karşısındaki kişi beyaz cübbeli ve uzun, gür saçlı bir adamdı. Adam ince ve yakışıklıydı ve belli ki kadınların gözlerini alamayacağı tipte biriydi. Etrafında dolanan üç uçan çivi havada uçarken arkalarında rengarenk ışık izleri bırakıyorlardı. Onlardan yayılan delici aura beyaz cübbeli adamın daha da asil bir görüntü almasına neden oluyordu.   Aslında ilerde sadece iki kişi yoktu. Beyaz cübbeli adamın otuz metre kadar arkasında mor elbiseli bir kadın vardı. Kadın güzeldi, yüzünde kurnaz bir gülümsemesi etrafında zekilik havası vardı. Ona bakan herhangi bir insan onun hemen tilki ve uyanık olduğunu söyleyebilirdi.   Kadın büyülü savaşı yüzünde bir gülümsemeyle izliyordu. Herhangi bir saldırı hamlesi yapmıyordu ama beyaz cübbeli adama gözlerinde ara sıra titreşen derin bir bakışla bakıyordu. Bu romantik bir hayranlık değildi, başka bir şeydi.   “Bu konak vücut büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesine ait!” diye bağırdı Zhao Fang. “Onu benden çalmaya mı çalışıyorsun? Zorbalık!”   Bir gümbürtü daha duyuldu; Zhao Fang bir ağız dolusu kan tükürdü ve geriye doğru sendeledi. Beyaz cübbeli adama doğru öldürme arzusuyla titreşen gözlerle baktı. Dediği gibi, bu konumu büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesi keşfetmişti. Fakat o buraya vardığı anda bu adam ve kadın ortaya çıkmışlar ve ona saldırmışlardı.   Belli ki bu konumun kontrolünü ele almak istiyorlardı. Eğer kadın ilk sinsi saldırısından sonra dövüşmeye devam etseydi Zhao Fang şuan kesinlikle ölmüş olacaktı.   “Şeytan Ölümsüzü Tarikatında hiçbir şey kimseye ait değildir,” dedi beyaz cübbeli adam, gözlerinde soğuk ve küçümseyici bakışla Zhao Fang’a bakıyordu. “Eğer bunda ısrar edersen ben, Wang, onu çalmış olacaksam öyle olsun. Neden sadece defolup gitmiyorsun? Eğer bana bir kez daha saldırırsam seni öldüreceğim.”   Zhao Fang büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinde herkesten daha iyi gizli yeteneğe sahipti. Antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatında şans önemli olsa da gizli yetenek de önemliydi. Ne kadar yüksek gizli yeteneğe sahipsen çeşitli teknik ve miraslara dair daha kolay aydınlanma elde edebilirdin.   Buraya gönderilmeden önce Zhao Fang orta Gelişen Ruh aşamasındaydı. Fakat tam ayrılmadan önce Patrik bizzat çeşitli büyülü teknikler kullanarak geçici olarak onun Gelişim merkezini üç aylığına zirve Gelişen Ruh aşamasına yükseltmişti.   Şuan savunduğu ceset sıradan bir İç Tarikat öğrencisi değildi. O daha nadir olan bir cesetti, Oturum öğrencisi olmaya yakın birine aitti. Bunun sebebi bu öğrencinin akrabalarından biri zaten bir Oturum öğrencisi olan kıdemli nesilden biriydi.   Bu konuyla ilgili bilgiyi elde etmek için büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesi çok fazla çaba sarf etmişti.   Zhao Fang’ın gözleri kan çanağına dönmüştü. Ne yazık ki şuan karşılaştığı adam zirve Gelişen Ruh aşamasındaydı, kendisi de o seviyeye sadece güç kullanarak yükselmişti. Ona karşı koyabilirdi ama rakibinin çok fazla büyülü eşyası vardı ve ona rakip olamayacağını biliyordu.   Daha kadından bahsetmeye bile gerek yoktu. O henüz erken Gelişen Ruh aşamasında olsa da Zhao Fang kadının adamdan daha tehditkar olduğu hissiyatına kapılmıştı. Bu hissiyat onu şaşkınlıkla doldurmuştu.   Tam Zhao Fang dişlerini sıkıp öfkeli bir şekilde oradan ayrılmayı reddederken aniden bir patırtı sesi duyuldu. Dört bir yandan tozlar havaya uçuştu ve ardından gelen titreşimli baskı beyaz cübbeli adamın yüzünün düşmesine ve gözlerinin şaşkınlıkla açılmasına neden oldu.   Mor cübbeli kadının güzel yüzü de şaşkın bakışla dolmuştu. Kafasını kaldırarak uzaklara doğru baktı.   İçinde siyah bir ay olan yeşil bir duman havada fırlarken Zhao Fang şaşkınlıkla bakakalmıştı. Yaklaşan bu şey inanılmaz bir hıza sahipti.   Zhao Fang siyah ayı gördüğü anda keyiften neredeyse delirecekmiş gibi oldu. İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzlemine gelmek için ayrılırken büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinin Patriği ona Meng Hao’nun yardım anlaşmasıyla ilgili bilgi vermişti.   “Kıdemli Kardeş Meng, lütfen yardım et!   Bu sözler ağzından çıktığı anda yeşil duman ve siyah at oraya vardı. Ay ortadan kayboldu ve duman dağılarak yeşil cübbeli Meng Hao ortaya çıktı. Olduğu yerde durarak karşısındaki üç kişiye soğukça baktı.   Mor cübbeli kadın Meng Hao’yu gördüğü anda gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. Yüzünde inançsızlık ve hayret ifadesi belirdi, aynı zamanda simasında nadiren görülen şiddetli duygu ve karmaşa görüldü.   “Meng… Meng Hao?” dedi boğuk bir sesle. Zihni büyük uğuldama dalgalarıyla doldu.   Beyaz cübbeli adam da Meng Hao’yu görünce bakakalmıştı. Görünüşe göre Meng Hao’nun siması tanıdık gelmişti ama onu daha önce nerede gördüğünü çıkaramamıştı. Fakat kadının sözlerini duyunca aniden onun Meng Hao olduğunu fark etmişti.   Zhao Fang’ın kalbi güm güm atıyordu, o ikisinin de Meng Hao’yu tanımasını beklemiyordu.   Meng Hao kayıtsız ifadesiyle mor cübbeli kadına doğru baktı. Bir an sonra gülümsedi.   “Görüşmeyeli uzun zaman oldu Yoldaş Taoist Han Bei. Her zamanki gibi çok zarifsin.”   Bu mor cübbeli kadın Siyah Elek Tarikatından garip Han Bei’den başkası değildi. Kadın’ın nefesi hızlanmıştı ve Meng Hao’nun sözlerini işittiği sırada yüzünde inanamaz bir bakış vardı.   “Bu gerçekten sen misin?” dedi. Yıllar önce Meng Hao onun üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Han Bei’nin anılarında Meng Hao arka arkaya mucizeler gerçekleştiren biriydi. Birincisi Siyah Elek Tarikatının Kutsal Topraklarındaki kare kazanda olanlar, ardından onun Büyükusta Hap Kazanı olarak Siyah Elek Tarikatının içindeki etkinlikleri ve en sonunda Li Klanı Tao Çocuğu ve Ji Klanının Yarı-Düzen üyesini öldürdüğü zaman Yeniden Doğuş Mağarasının dışında olanlar. Tüm bu olaylar Güney Diyarında büyük değişim dalgaları yaratmış olan olaylardı.   Bunların her biri Han Bei üzerinde tam bir şaşkınlık bırakmıştı. Üzeriden yıllar geçmesine rağmen etkisi içine hala işlenmiş durumdaydı. Tabii ki bunların bir çoğunun Han Klanı Patriği ruhunun analizleri ve uyarılarıyla alakalıydı.   “Senin Gelişim merkezin!!” dedi, zihni dönüyordu. Onun Gelişim merkezini hissettikten sonraki şaşkınlığı öncekinden bile daha büyüktü. Meng Hao gerçekten de büyük döngü Gelişen Ruh aşamasındaydı!   Han Bei Güney Diyarı Klan ve Tarikatlarının bu nesildeki Tao Çocuklarının çoğunun erken Gelişen Ruh aşamasında olduğunu biliyordu. Bir kaç tanesi orta aşamadaydı ve sadece Wang Klanının Tao Çocuğu Wang Lihai geç aşamaya ulaşmıştı ama o da bu gerçeği sürekli saklamış ve İlkel Şeytan Ölümsüzü Düzleminde ortaya çıkartmıştı.   Bu haber Güney Diyarına yayıldığında Wang Lihai’nin statüsü kendi neslinin bir numaralı kişi olarak görülecekti.   Fakat Meng Hao da oradaydı. Han Bei sarsılmıştı ve gözlerine inanamıyordu adeta.   Meng Hao beyaz cübbeli adama doğru baktı, o adam da tıpkı Han Bei gibi şaşkındı. Bu adamın yüzünün Wang Tengfei’ye ne kadar benzediğini düşününce Meng Hao onun kim olduğunu hemen anlamıştı.   Bu Wang Tengfei’nin büyük kardeşi, Wang Klanı Tao Çocuğu, Kan Ölümsüzü miras turnuvasında ölmüş numarası yapan kişiydi!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44226 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr