Bölüm 502

avatar
6882 16

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 502


Bölüm 502: Uçan Çekirge Kabilesi



Ayrılık zamanı geldiğine buna gönülsüz olan sadece Meng Hao ve Zhou Dekun değildi. İki kabilenin üyeleri diğer tarafa sessizce baktılar. İki tarafta artık herhangi bir savaşma isteğine sahip değillerdi. İki tarafta birbirine saygı duyuyor ve takdir ediyordu.



Savaş Kabilesi karşıya göre biraz daha iyi bir durumdaydı. Biliyorlardı ki Karga Mabudu Kabilesi kısa bir süre sonra Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinin başka bir yan kabilesi ile yüzleşmek zorunda kalacaktı ve daha sonra korkunç güney bölgesine gireceklerdi.



Kuzey, merkez, doğu ve batı bölgelerinden önlerine çıkanları öldürerek güney bölgesine ilerleyen bütün kabileler inanılmaz bir cesaretle doluydu. Şeytan Ruhuna sahip olmayan kabileler Siyah Topraklar sınırında dolanıyor ve Şeytan Ruhuna sahip kabilelerle karşılaşmayı umuyorlardı. Tıpkı avını bekleyen avcılar gibilerdi.



Bu, o kabilelerin tek hayatta kalma umutlarıydı.



Savaş Kabilesinin Büyükbabası son zamanlarda Karga Mabudunun iki Geç Gelişen Ruh Gelişimcisiyle tanışmıştı. Artık ayrılık zamanı geldiğinde duygulu bir iç geçirdi.



Yarım yıllık süreçte bu iki kabilenin böylesine tuhaf bir ilişki kuracağı hiç kimsenin aklına gelmezdi.



Savaş Kabilesi üyeleri ellerini kenetlediler. “Dikkat edin!



Karşılık olarak Karga Mabudu Kabile üyeleri ise ellerini kenetlediler ve onlara baş selamı verdiler.



Zhou Dekun uzun bir süre Meng Hao’ya baktı. En sonunda iç geçirdi. “Küçük Kardeş, olur da Güney Diyarına bir daha gitme fırsatın olursa, ustayı bul ve benim için ona secde et. Siyah Topraklara geldiğim yıl beni öğrencisi olarak kabul etmişti. O zaman bana benim yolumun Güney Diyarında değil dış dünyada uzandığını söylemişti…



Gerçekten de Güney Diyarına dönmek istiyorum. Eğer ölmezsem, bir gün ben, Zhou Dekun kesinlikle oraya, Doğu Hap Bölümüne geri döneceğim…



Küçük Kardeş, bu yolculukta kendine dikkat etmelisin. Sana ancak buraya kadar eşlik edebilirim. Üç gün içinde Uçan Çekirge Kabilesi gelecek. Onların görevi sizi yok etmek olacak…



“Küçük Kardeş, ayrılık vakti geldi. Bundan başka sana hediye edebileceğim hiçbir şeyim yok…” Gözleri pırıldayan Zhou Dekun elini salladı ve depolama çantasından 10,000 şeytansı havalandı. Hepsinin de inanılmaz gelişim merkezleri vardı. Aniden havaya uçtular, auraları kesinlikle sıra dışıydı.



Onları kontrol edemesem de bunlar benim kişisel şeytansı sürüm. Batı Çölünde şeytansılar oldukça değerli kaynaklardır. Onları sana vereceğim!” Şeytansılar ortaya çıktıkları anda kaosa düşmüşlerdi. Meng Hao onlara doğru baktı ve ardından vücudundan Şeytani Qi yayılmaya başladı. O anda şeytansılar titreyerek Meng Hao’ya baktılar. Kükrediler, ama artık karmaşa içinde değillerdi.



Zhou Dekun Savaş Kabilesine doğru baktı. “Savaş Kabilesi Büyükbabası ve Baş Papazı, son günlerde gösterdiğiniz iş birliği ruhunu asla unutmayacağım. Bu görevin sorumluluğunu üstüme alacağım.



Fakat, bu noktada sizden biraz şeytansı ödünç isteyeceğim. Kabileye geri döndüğümüzde borcumu bir şekilde ödeyeceğim!



Sekiz bin Savaş Kabilesi üyesi sessizce duruyorlardı. Yavaş yavaş her biri ikişer üçer tane şeytansı çıkarttılar. Toplamda 20,000 şeytansı teslim edildi.



Onlar Ejderhacı değillerdi, sadece kişisel şeytansılara sahiplerdi ve onlar da düşük seviyeli değildi. Bu 20,000 şeytansının manzarası Meng Hao’yu etkilemişti. Bu herhangi bir Batı Çölü Kabilesi için büyük bir zenginlik demekti. Meng Hao Zhou Dekun’a baktı.



Zhou Dekun da ona baktı. Derin bir nefes aldı ve ardından sanki ailesinden biriyle konuşuyormuş gibi bir tonla konuşmaya başladı. “Reddetmene gerek yok Küçük Kardeş. Sana sadece böyle yardım edebilirim. Meng Hao… Kendine iyi bak!” Kalbi engin bir sıcaklıkla doldu. Birbirlerine baktılar ve ardından Zhou Dekun Meng Hao’ya sıkıca sarıldı.



Kendine iyi bak…” Zhou Dekun döndü ve elbise kolunu fiskeledi. Savaş Kabilesi üyeleri Karga Mabudu üyelerine son kez anlamlı bir bakış attıktan sonra siyah kılıçlar uğultularla harekete geçerek uzaklara doğru yol almaya başladı.



Artık geriye 30,000 şeytansı ile birlikte havada duran Karga Mabudu Kabilesi kalmıştı. Meng Hao Zhou Dekun’un gidişini izledi. Uzun bir süre sonra derin bir nefes aldı ve arkasını döndü. Yavaşça yüzündeki duygusallığı sildi ve bir kez daha buz gibi soğuklaştı.



Elini sallayarak 30,000 şeytansıyı depolama çantasına aldı. Son yarım yılda yiyecek olarak kullandıkları da dahil 50,000 şeytansı kaybetmişti. Bu destekle beraber artık sürüsü 150,000’e ulaşmıştı!



150,000 üyeye sahip bir sürü yayıldığında tüm Batı Çölünü sarsmaya yetecekti. Bu sayı Beş Zehir Kabilesi gibi büyük kabilelerin bile çok ötesindeydi. Eğer Meng Hao o yılki savaşta bu kadar şeytansıya sahip olsaydı, Beş Zehir Kabilesini tam anlamıyla ezip geçerdi!



Batı Çölünün engin topraklarında sadece Ruh Bölme Patriğine sahip olan büyük kabileler böylesine büyük bir sürüye sahip olabilirdi.



Buna karşın aynı anda 150,000 şeytansıyı kontrol edebilecek bir Ejderhacı yoktu. Hatta efsanevi Büyük Ejderhacılar bile bunu yapamazdı.



Fakat Meng Hao daha fazlasını bile kontrol edebilirdi.



Onun için 150,000 şeytansı çok değildi. Onları kontrol etmek için kendi gelişim merkezini değil Şeytani Qi’yi kullanıyordu. Kontrol kapasitesi 500,000’e kadar çıkabilirdi.



Meng Hao ve Karga Mabudu Kabilesi şu an seyahatleri sırasında savaş alevlerinin içinden adeta şöhretle birlikte yükselmişlerdi. Şu an büyük kabileleri bile sarsabilirlerdi.



Hedef noktamıza giden yolun yarısını geçtik…” dedi Meng Hao. “Merkez bölgesinden çıktığımızda önümüzde sadece güney bölgesi kalacak. Onun ardında ise Siyah Topraklar var!” Meng Hao uzun elbise kolunu fiskeledi ve Karga Mabudu Kabile üyelerinin gözleri kararlılıkla parladı. Gemileri uğultular eşliğinde harekete geçti.



Gemi ışık ışınına dönüşürken bir gümbürtü duyuldu.



Üç gün sonra Meng Hao uzaklara, güney bölgesi ile merkez bölgesinin sınırının bulunduğu yere doğru baktı. Son zamanlarda kuzey bölgesi artık tamamen bir denize dönüşmüştü. Tabii ki batı, doğu ve merkez bölgeleri de bu felaketten kaçamayacaktı. Deniz suyu o bölgelere akıyor, göller birleşerek yükseliyordu.



Herhangi bir düzlük görünmüyordu. Bütün dağlık vadiler çoktan sualtı mezarlıklarına dönmüştü. Mor yağmur tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyor, toprağı suya boğuyordu. Sular gittikçe yükselerek her yeri denize katıyordu.



Bazı bölgelerde adaları andıran yer şekilleri vardı. Fakat yağmurun hayat kuvvetini yok etme gücü her yerin yoğun bir ölüm aurasıyla dolmasına neden olmuştu. Ruhsal enerji ise…



Artık son derece az değil, hiç yoktu.



Tek umut güney bölgesindeydi. Orasının yükseltisi daha fazlaydı ve deniz suyu tarafından istila edilmemiş durumdaydı. Fakat Meng Hao o bölgede şu an kaç tane kabilenin toplanmış olduğunu tahmin edebiliyordu. Büyük ihtimalle her yer kabilelerle kaynıyordu.



Fakat şu an Karga Mabudu Kabilesi eskisi gibi zayıf değildi. Onlar vahşi gözükaraydı. Onlar diğerlerinin ciddiye aldığı, hatta korktukları bir Kabileydi.



Seyahatimizin son aşamasına geldik…” Gemi havada ilerlerken Meng Hao derin bir nefes aldı. Tam sınıra yaklaştıklarında Meng Hao’nun gözleri aniden öldürme arzusuyla pırıldadı. Arkasını dönerek uzaklara doğru baktı.



Uzaklardan onlara doğru gelen sarı bir parıltı görünüyordu. Kendisinden önce yaymakta olduğu uğultulu ses geliyordu. Bir noktadan sonra bu sarı parıltının aslında sayısız kanatlı çekirgeden oluştuğunu anlaşılmıştı. Her biri bir el büyüklüğündeydi ve son derece vahşi görünüyorlardı. On binlerce vardı ve gökyüzünü kaplamışlardı.



Çekirgelerin arasına dağılmış olan yedi binden fazla gelişimci vardı. Çekirgelerle birlikte Karga Mabudu Kabilesine doğru gelirlerken yüzlerinde küçümseyici ifadeler bulunuyordu.



Yedi bin gelişimci arasından on iki tane yaşlı adamın yüzlerinde kibirli, soğuk ifadeler vardı. İçlerinden birisi aniden konuştu: “Biz Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinden Uçan Çekirge Kabilesiyiz! Karga Mabudu Kabilesi, Şeytan Ruhunu teslim edin. Bizi, sizi neden yok etmememiz gerektiğine dair ikna etmeniz için üç nefeslik süreniz var!



Bu sözler ağzından çıktığı anda birisi konuşmaya başladı, “Bir, iki…



Daha üçe gelmeden Karga Mabudu Kabilesinin öldürme arzusu patladı. Aynı sırada yüz ifadesi her zamanki gibi olan Meng Hao sağ elini salladı.



Bununla birlikte önce 10,000, daha sonra 30,000 şeytansı kükreyerek dışarı çıktı.



Küçük Kabile işte...” dedi on iki yaşlıdan biri. “Eğer önemsiz bir 30,000’lik şeytansı sürüsüyle Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesine saldırmaya cüret ediyorsanız…” Adam daha sözlerini bitiremeden önce gözleri kocaman açıldı.



Bunun sebebi şeytansıların sayısının 30,000’de kalmamasıydı. Sayıları giderek arttı… 40,000, 50,000, 60,000...



Sayı 60,000’e ulaştığında yaşlıların yarısının yüzleri ciddileşti. Neredeyse yarısı da nefes nefese kalmıştı. Biliyorlardı ki eğer önlerindeki savaştan büyük bir zaferle ayrılmak istiyorlarsa büyük bir bedel ödemek zorunda kalacaklardı.



On iki yaşlının lideri gibi görünen adam sakin bir ifadeyle konuştu: “60,000 şeytansı. Görünüşe göre Ana Kabile bu Karga Mabudu Kabilesini hafife almış. Ama yine de…” O anda bütün yaşlıların yüzleri bir anda düştü. Biraz önce konuşan adam bile nefesini tutmaktan ve gözlerini kocaman açmaktan kendini alamamıştı.



70,000… 80,000... 90,000... 100,000!



100,000 şeytansının görüntüsü gök ve yeri sarsacak cinstendi. Onların kükremeleri gökyüzünü doldurarak havanın kararmasına ve güçlü bir rüzgarın çıkmasına neden oldu.



Yedi binden fazla gelişimcinin yüzleri düştü ve hayretle doldular. On iki yaşlı adam bile nefes nefese kalmış ve kalpleri güm güm atmaya başlamıştı.



100,000 şeytansı… Hepsi de altıncı seviye ve üzerinde... Bu… bu…



100,000 şeytansıya sahip sürüleri var! Lanet olsun! Nasıl savaşacağız!?!?!?



Bu imkansız. Büyük Ejderhacılar bile 100,000 tane güçlü şeytansıyı kontrol edemez. Bu herif bunu nasıl başardı!?!?



Uçan Çekirge Kabilesinin üyeleri, Büyükbabası ve Kıdemlileri şok geçirirken daha sonra gördükleri şey karşısında adeta akılları gitti.Sanki görünmez bir ok onları beyinlerinden vurmuştu. Mutlak bir hayret ve şok ile dolmuşlardı.



110,000... 120,000... 130,000… En sonunda 150,000 şeytansının tamamı gökyüzünü doldurdu. Bu durumu “gökyüzünü silmek ve yeryüzünü kaplamak” tabiriyle betimlemek doğru olacaktı.



Uçan Çekirge Kabilesi üyeleri tam anlamıyla afallamışlardı. Yüzleri şaşkın bakışlarla doluydu. Uzun bir sürenin ardından tekrar nefes almaya başladılar.



Kabilenin on iki Gelişen Ruh Gelişimcisi büyük bir umutsuzlukla dolarken tüyleri diken diken olmuştu. Biraz önce üstünlük havasına sahiplerdi. Onlar için bu kabileyi yok etmek basit bir görev olacaktı. Fakat göz açıp kapayıncaya kadar rakiplerinin düşündüklerinin tam tersi olduğunu anlamışlardı. Asıl kolayca yok edilebilecek taraf kendileriydi. Uçan Çekirge Kabilesi bir anda tepeden tırnağa titremeye başladı.



İki taraf arasındaki büyük fark Uçan Çekirge Kabilesi üyelerinin bütün savaş hevesini alıp götürmüştü. Yüzleri bembeyaz olmuştu.



Meng Hao’nun soğuk sesi yankılandı: “Uçan Çekirge Kabilesi, beni, neden kabilenizi tamamen yok etmemem gerektiğine ikna etmek için üç nefeslik süreniz var!” 150,000 şeytansı hep bir ağızdan kükredi.



Bu kükreme sesleri birleşip bir ses dalgasına dönüşerek Uçan Çekirge Kabilesine doğru gürledi. O anda çekirgeler korku dolu çığlıklar atarak gerilemeye başladılar. Kabile üyelerinin elbiseleri bu güçlü kükreme dalgası karşısında dalgalandı ve adamlar gerilemeye başladılar. Zihinleri titriyordu, sanki birisi onları boğuyor gibiydi.













Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44336 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr