Bölüm 500

avatar
6982 19

I Shall Seal The Heavens - Bölüm 500


Bölüm 500: Kararan Gökyüzü!



Üç siyah kılıç inanılmaz bir hızla hareket ediyordu ve Karga Mabudu Kabilesinin kavrayamayacağı bir yöntem kullanıyordu. Havayı delip geçtiler ve doğrudan Karga Mabudu Kabilesi büyülü gemisinin yoluna çıktılar.



Karga Mabudu Kabilesinin devasa gemisi aniden duraksadı. Binlerce keskin bakış bir anda üç siyah kılıca yöneldi. İki taraf birbirleriyle yüzleşirken tek bir hareketlilik bile olmadı.



Mor yağmur yağmaya devam ediyor, esen rüzgar onun yok etme gücünü taşıyordu. Herkesin üzerine acı bir soğuk çöktü; fakat bu soğuk iki tarafın öldürme arzusu karşısında sönük kalıyordu.



Karga Mabudu Kabile üyeleri üç siyah kılıcı gördüklerinde gözleri kocaman açılmıştı. Neredeyse on bin insan aynı anda ayağa kalkmıştı. Şu ana kadar çok fazla savaş görmüşlerdi ve ölüme aşinalardı. Sayısız buz gibi bakışla birlikte öldürme arzusu gökyüzüne taştı.



Hiç kimse konuşmadı. Herhangi bir seslenme olmadı. Sadece ölümcül bir sessizlik ve bulutlarla rüzgarları bile etkileyen öldürme arzusu vardı!



Böylesine şok edici bir sahnenin ardından iki tarafın da niyetlerinin nezaket barındırmadığı aşikardı!



Karga Mabudu Kabile üyelerinin öldürme arzusu yükseldiği anda üç siyah kılıcın üzerindeki sekiz bin Bulutlu Gökyüzü Kabile üyesinin gözlerinde canlı parlamalar görüldü. Bu insanlar keskin, kınındaki kılıç gibilerdi, onların öldürme istekleri göklere kadar ulaşıyordu.



Rüzgar ve bulutlar çalkalandı ve bu sekiz bin keskin, kınındaki kılıcın patlamasıyla birlikte hava dalgalandı. O anda şaşırtıcı bir şekilde her birinin alnında siyah bir kılıç belirdi. Siyah kılıçlar parlakça titreşti; belli ki onlar bir çeşit eşsiz totemik güç barındırıyorlardı.



Duruş anlamında bu iki kabile denk gibi görünüyordu.



Birisi Ruh Bölme Patriğine sahip, Batı Çölünün büyük kabilelerinden birinin ünlü Savaş Kabilesiydi. Onlar Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinin bir yan kabilesiydi. Fakat, savaş hüneri anlamında Ana Kabile bile onlara saygı duyuyordu.



Diğer kabile ise sayısız savaş görmüş ve ölüm kalım mücadelesini iliklerine kadar yaşamıştı. Onlar sürekli bir değişim geçirmişler, sürekli savaşın içinde olmaları onların kanını demire çevirmişti!



O anda iki kabile birbirlerinin gücünü ve cesaretini hissedebiliyordu. Bulutlu Gökyüzü Kabilesi yan Savaş Kabilesinin sekiz bin üyesi tüm kabilenin yaklaşık yüzde seksenini temsil ediyordu. Şu an Karga Mabudu Kabile üyelerinin vücutlarından yayılan savaşma isteğini net bir şekilde görebiliyorlardı. Bu onların sık sık görmedikleri bir şeydi.



Zhou Dekun’un yanında oturan orta yaşlı adamlar Karga Mabudu Kabilesini gördüklerinde ve cesaretlerini hissettiklerinde yüzlerinde şiddetli bakışlar belirdi.



Tüm Karga Mabudu Kabilesi aynı iradeye sahip! Bu, saf özden arıtılan bir öldürme arzusu!



Bunu genellikle büyük kabilelerin elit üyelerinde görebilirsin! Karga Mabudu Kabilesinin böyle bir auraya sahip olacağı kimin aklına gelirdi ki!



Sadece onlar değil, kabile üyelerinin geri kalanları da aynı tepkileri vermişti.



Hem Karga Mabudu Kabilesi hem de Savaş Kabilesi aynı kelimelerle tarif edilebilirdi. Ketum! Soğukkanlı! Acımasız!



Savaş Kabilesi, Karga Mabudu Kabilesinin karşısına çıktığı anda, onların geçmişte karşılaştıkları düşmanlardan çok farklı olduklarını anında görmüşlerdi. Onlardan yayılan şiddetli savaş arzusu Karga Mabudu Kabile üyelerinin gözlerinin parlamasına neden olmuştu.



Şu an Karga Mabudu Kabilesinde 13 tane Gelişen Ruh Gelişimcisi vardı. Ou Yunzi ve diğer beş Sekiz Dal Birliği uzmanının yanında geçmişteki savaşlardan katılan birçok uzmana sahiplerdi.



13 uzmandan iki tanesi Geç Aşamaydı, beş tanesi Orta Aşama ve altı tanesi ise Erken Aşamaydı. Böylesine bir güç Karga Mabudu Kabilesini orta boyutlu bir kabile ile Ruh Bölme Patriği olmayan büyük kabile arasında bir seviyeye getirmişti.



Savaş Kabilesi tüm bunları gördü. Karga Mabudu Kabilesinin gücü beklentilerinin çok üstündeydi. Bu savaşın son derece şiddetli ve acı olacağını biliyorlardı.



İki taraf birbirlerine bakarken havayı ölümcül bir sessizlik bürümüştü. İki tarafın öldürme arzusu birbiriyle çarpışarak bölgedeki auranın kaosa sürüklenmesine neden olmuştu. İki taraf arasındaki bu kriz anında, siyah kılıcın ucunda oturan Zhou Dekun’u görünce Meng Hao’nun yüzünde aniden garip bir ifade belirdi.



Zhou Dekun da Meng Hao’yu görünce gözlerini kocaman açtı.



İkisi birbirinden yüzlerce metre uzaktaydılar, ama bakışları anında birbirine kilitlendi. Sadece bir an sonra yüzlerinde buruk birer gülümseme belirdi.



Savaş Kabilesinin Baş Papazı Zhou Dekun ile Meng Hao’nun birbirlerine baktıklarını tabii ki fark etmemişti. Baskıcı hava artık zirveye ulaştı. Adam aniden ağzını açtı ve ölümcül sessizliği bozdu: “HEPSİNİ ÖLDÜRÜN!



Fakat tam onun arkasındaki Savaş Kabilesi üyeleri ve Karga Mabudu Kabile üyeleri kükremeler eşliğinde savaşa tutuşacakken Zhou Dekun aniden sıçradı ve Baş Papazın kafasının üstüne bir darbe indirdi.



Kapa çeneni!” diye bağırdı Zhou Dekun öfkeyle dolu bir şekilde. “Sana savaşı başlatmanı söyledim mi!? Herkes olduğu yerde kalsın! Lanet olsun! Ana Kabilenin emrine göre onları teslim olmaya razı etmek için her şeyi yapmamız gerekiyor! Ben daha bir şey söylemeden hemen onları öldürmeye mi çalışacaksınız!?” Savaş Kabilesi üyeleri ona soğuk gözlerle baktılar. Öldürme arzularının şiddetle patladığı bu kritik anda bakışları her şeyi delip geçecek kadar keskindi. Zhou Dekun’un zihni bir anda titredi. Fakat ardından gözlerinin kocaman açılması uzun sürmedi.



“Emre itaatsizlik mi?” diye sordu buz gibi soğuk bir sesle.



Savaş Kabilesinin Baş Papazı kafasını kaldırdı, utancından deliye dönmek üzereymiş gibi göründü. Biraz önceki vuruş herhangi bir kuvvet içermese de bütün kabile üyelerinin önünde gerçekleşmesi onu küçük düşürmüştü. Fakat, Zhou Dekun’un pozisyonunu düşününce hiçbir şey yapmadı. Savaş Kabilesi Büyükbabası bir adım ilerledi ve diğer kabile üyelerine baktı. Soğukça homurdanmasıyla bütün üyeler sessizliğe büründüler.



Büyükbaba içten içe çileden çıkmış olsa da bunu yüzüne yansıtmadı. En azından çok fazla yansıtmadı. İfadesi biraz çirkindi, konuşmaya başladı: “Büyük Usta Zhou, emriniz nedir?



Savaş Kabilesi hücum etmenin eşiğine geldiği anda Karga Mabudu Kabilesinden birçok insan da biriktirdikleri güç ile patlamanın eşiğine gelmişti. Fakat Savaş Kabilesinin aksine onlar Meng Hao’nun emriyle anında geri çekilmişlerdi.



Bu olay Büyükbaba ve Baş Papazın dikkatini çekti ve anında şok oldular. Birbirlerine baktılar ve gözlerindeki düşünceli ifadeyi gördüler.



Karga Mabudu Kabilesi gibi bir Savaş Kabilesinin güç anlamında şok edici bir seviyeye ulaştığını biliyorlardı.



Meng Hao durdu ve ardından vücudu titreşerek harekete geçti. O anda tüm Savaş Kabilesi teyakkuza geçmişti. Zhou Dekun soğukça homurdandı. İfadesi kibirle doluydu, devasa siyah kılıçtan ayrılarak Meng Hao’ya doğru fırladı.



İkili havaya uçtular ve kısa süre sonra ufak birer nokta gibi görünmeye başladılar.



Aşağıdaki iki kabile birbirlerine öldürme arzusuyla baksalar da herhangi bir hamle yapmadılar.



Yukarıdaki Meng Hao ve Zhou Dekun birer toz zerreciği gibi görünüyordu ve kabile üyelerinin onların ne dediklerini duyması imkansızdı. Meng Hao, Zhou Dekun’a bakarak buruk bir gülümseme gösterdi. Ellerini kenetledi ve baş selamı verdi.



Kıdemli Kardeş Zhou…” dedi alaycı bir şekilde. “Yıllar geçti ama hala her zamanki gibi zarifsin.



Zhou Dekun boğazını temizledi, biraz utanmış gibi göründü ve hatta Meng Hao’ya bakarken biraz duygulanmıştı. “Güney Diyarından yıllar yıllar önce ayrılan iki yoldaş öğrencinin yollarının burada tekrar kesişeceği hiç aklıma gelmezdi.” İç geçirdi, ifadesi anılarla doldu.



Meng Hao yumuşak bir iç geçirdi. İster istemez geçmişi anımsadı. Siyah Elek Tarikatı dönüşünde Zhou Dekun ile birlikte Siyah Toprak Gelişimcileriyle karşılaşmalarını ve ayrılmak zorunda kalmalarını... O ayrılmanın ardından Siyah Topraklarda ve Batı Çölünde tekrar karşılaşacakları hiç aklına gelmezdi.



“Demek Siyah Topraklardaki o simyacı gerçekten de sendin öyle mi?” diye sordu Zhou Dekun buruk bir gülümsemeyle. O olayın ardından hap yapma konusunda o kadar güçlü olabilecek tek kişinin tabii ki şu an karşısında duran kişi olduğunu fark etmişti.



Zhou Dekun, Meng Hao’nun Siyah Toprakların Kutsal Kar Şehrinden nasıl ısrarla onun itibarını korumaya çalıştığını düşününce minnettarlıkla dolmuştu. Yıllar boyunca bu minnettarlık daha önceki arkadaşlık hissiyatlarıyla birleşerek yıllardır yaşadıklarına katlanmasına yardım eden bir sıcaklığa dönüşmüştü.



Aslında Zhou Dekun için Batı Çölündeki tek aile Meng Hao idi.



Meng Hao ona baktığında Güney Diyarını düşündü. Ustası, Chu Yuyan ve Mor Felek Tarikatındaki diğer insanlar aklına geldi. Güney Diyarındaki Şişko ve Chen Fan gibi bütün diğer yakın arkadaşlarını da düşündü.



Ve tabii ki… Xu Qing’i de.



Onların yüzleri zihninde aktı, hiç bulanık değillerdi. Onların yüzleri zihninde canlandığı anda evini özlediğini fark etti.



Asıl evi Zhao Eyaleti olsa da Güney Diyarından kaybolalı çok uzun zaman olmuştu.



Meng Hao ve Zhou Dekun iç geçirdiler ve muhabbete başladılar. Bazen gülümsediler ve kahkaha attılar, bazen de hırslandılar ve heyecanlandılar. Geçmiş yılları yad ettiklerinde Meng Hao nadiren tecrübe ettiği hislerle yıkandı. Bu durum Zhou Dekun için de geçerliydi.



Meng Hao karşılaştığı bazı zorlukları anlattığında Zhou Dekun şaşırmıştı. Zhou Dekun’a göre Meng Hao’nun hayatı neşeli maceralarla dolu bir hayat gibiydi. Meng Hao ise onun tecrübelerini duyunca kendisininkiler kadar mucizevi olduğunu düşündü.



Meng Hao, Zhou Dekun’un hikayesini dinledikten sonra gülümsedi ve konuşmaya başladı: “Demek, Bulutlu Gökyüzü Ana Kabilesinin Simya Tao’su Kıdemlisisin… Baş Papaza denk bir pozisyon. Büyük Bulutlu Gökyüzü Kabilesinde kesinlikle çok daha fazla güce ve nüfuza sahipsin… Kıdemli Kardeş Zhou, gerçekten de sana hayranlık duymadan edemiyorum.



Zhou Dekun güldü, sanki kendiyle gurur duymuş gibiydi.



Farkına varmadan dört saat su gibi akıp gitmişti. İkili geçmişten konuşurken aşağıdaki iki kabile beklemekteydi.



Karga Mabudu Kabilesi durumu ciddiye alıyordu. Meng Hao onların Kutsal Antiğiydi ve ona karşı delice bir sadakate sahiptiler. Daha fazla beklemeleri gerekse bile bunu önemsemeyeceklerdi.



Savaş Kabilesi biraz farklıydı. Oldukları yerde sessizce duruyorlardı. Büyükbaba ve Baş Papaz birbirlerine kuşku dolu bakışlar attılar. Yukarıdaki nokta gibi görünen Meng Hao ve Zhou Dekun’a baktılar. Zhou Dekun’un düşmanı teslim olmaya ikna etmek için neden dört saat harcadığını anlamamışlardı. Şu an gökyüzü kararıyordu…



-----












Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44262 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr